Kemalist Devrim ve burjuva mülkiyeti

Kemalist Devrim Burjuva Devrimi mi? (3)

Kemal Karpat’ın, İkinci Dünya Savaşının hemen sonrasında toplumun bir bölümünün mülkiyet ile demokrasi ilişkisini nasıl algıladığını gösteren bir hatırasıdır:   

“Bazı yerlerde köylüler, demokrasinin toprağın bölüşülmesi anlamına geldiğini sanmışlar, demokrasi de artık kurulmuş olduğuna göre toprağı paylaşmak zamanının geldiğini düşünmüşlerdir. Bu satırların yazarı Gönen civarındaki köylülerle 1946 yılında yaptığı bir konuşmayı gayet iyi hatırlamaktadır. Birkaç saat sohbet ettikten sonra güvenlerini kazandığı köylüler, hükümetin sosyal adaleti sağlamak amacıyla 1945’te çıkartılan Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’na benzer yeni bir kanun hazırladığını duyduklarını söyleyerek şehirlerde oturanların mülklerinden bir kısmının ne zaman müsadere edileceğini sormuşlardı.”[1]

Ahmet Yeşil de benzer bir bilgi veriyor: “Bursa yakınlarında bazı köylerde köylüler büyük mülkleri bölmeye başladılar ve ne yaptıkları sorulunca ‘şimdi demokrasi var’ diyorlardı.”[2]

Gelen demokrasi, beklenen demokrasi değildir ama konumuz açısından daha önemli olan halkın bilincinde burjuva demokrasisini aşan bu demokrasi tanımının nasıl ortaya çıktığıdır. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun basın, radyo ve halkevleri üzerinden halka ulaşan propagandası, demokrasinin zenginliklerin mülklere el koyularak paylaşılması olarak algılanmasına yol açmış olmalı.

Dönemin Tarım Bakanı Şevket Raşit Hatipoğlu, parlamentonun 14 Mayıs 1945 günlü oturumunda,[3] Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nu takdim ederken, diğer iktisadi faydaları yanında ulus inşası, gerçek hürriyet ve demokrasinin kuruluşunu da sağlayacağını söylemişti. Bakan, kanunun amacını da, “kendi mülkü üzerinde çalışan, iktisadi kudreti yükselmiş büyük kuvvetli bir köylü tabakasının memleket iktisadiyatının temelini teşkil etmesi” olarak açıkladı. İktisadiyatın temelini teşkil edecek sınıf, toplumun öncü sınıfından başka bir şey değildir. Sadece feodal kalıntıların değil, sermaye sınıfının da kanunu kendi mülkiyetine yani kendi varlığının temeline karşı tehdit olarak algıladığı anlaşılıyor. Hükümetin komisyona sunduğu şekliyle Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu, mülk edindirme düzenlemesi olduğu kadar kamulaştırma kanunudur ve daha çok bu yönü tartışıldı. Muhalefetin itirazı, topraksız ve az topraklı köylüye toprak dağıtılmasına değil, 17. maddedeki kamulaştırmaya ve mülkiyet haklarının zedelenmesine yönelmişti.

14 Mayıs 1945 tarihli ilk oturumdan iki eleştiriyi aktaralım:

Refik Koraltan:  

“Bu tasarının özü kim ne derse desin Ali’nin malını alıp Veli’ye vermektir… Tasarruf ve mülkiyete emniyetsizlik ve istikrarsızlık verebilecek işlerden tevakki etmek lazımdır. Zira bu emniyet her terakkinin hem kaynağı hem de emniyetidir.”

Cavit Oral:

“Bir memleketin mülkiyet rejiminde ilk esas, emniyettir. Bu 17. madde ise bu emniyeti tamamiyle sarsmaktadır. Bu yalnız toprak sahiplerini değil, sair mülk sahiplerini de sarsmaktadır ve hiç kimse bu memlekette yarın içten malının, mülkünün emniyette olduğunu inanmayacaktır.”

Cavit Oral, birilerinin “şehirlerde oturanların mülklerinden bir kısmının ne zaman müsadere edileceğini” sorma ihtimalini öngörmüş. Hem Oral hem de Koraltan bir sınıfın mülkiyetine ilişkin kaygılarını dile getiriyorlar. Koraltan’ın “bir kimse … mal edinemez, edindiği malı elinde tutacak ve ondan sürekli olarak faydalanmak teminatından mahrum kalırsa öyle bir topluluğun devamlı olacağını sanmak güçtür” cümlesi, muhalefetin söyleminde burjuva ideolojisinin ne kadar güçlü vurgulandığına işarettir.

Muhtemelen 1946 itibariyle o sınıfın ve ortağı yabancı yatırımcının kaygılarını gidermek öncelik kazanacağından, CHP, 1948’de Cavit Oral’ı Tarım Bakanı olarak atayacaktır.

Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’ndan önce de sermaye sınıfının mülkiyetini belli sektörlerde tasfiye eden düzenlemeler yapılmıştı. Örneğin 1932’de kanunla Türkiye Posta Vapurculuğu Anonim Şirketi kurulmuş, aynı gün parlamentoda müzakere edilen Türkiye İskele ve Limanları Arasında Posta Seferleri Hizmetinin Devlet İdaresine Alınmasına Dair Kanun ile “Türkiye iskele ve limanları arasında muntazaman posta seferleri yaparak yolcu, eşya ve hayvan nakli işi Devlet idaresine alınmış”, özel sermayeye bu sektör sınırlandırılmıştı.[4] 3. Maddesinde, “Türkiye limanları arasında posta seferleri yapmak işinin Devlet idaresine alınması dolayısıyla şimdiye kadar bu işte çalışmakta olan hususî vapur sahiplerinin vapurları”nı hükümetin satın alacağı belirtiliyor. Hükümet görüşüne göre rekabet (burjuva sınıfının iş yapma biçimi) Türk denizciliğini öldürüyordu. Kanunun meclisteki müzakereleri, özel işletme ve mülkiyet hakları üzerine kuram tartışmasına sahne oldu. Sermaye sınıfının meclisteki savunucularından ve kanunu eleştiren Hüsnü Kitapçıya göre “hususî sermayelere; artık size ihtiyacımız yoktur, Devlet bu işi kendi sermayesile yapacaktır” deniliyordu. Yine de bu kanun, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’ndan farklı olarak özel mülkü kamusal mülkiyete dönüştürüyor, halka paylaştırmıyordu. Toplumun bilincinde Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun daha köklü etkiler yapması şaşırtıcı değildir.

10. Yıl Marşı’nın yazarı Behçet Kemal Çağlar’ın Haziran 1945 tarihli Ülkü dergisinde,[5] Ankaralı Âşık Ömer mahlasıyla yayımlanan Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’yla ilgili “Toprak Destanı” başlıklı şiirinin son iki mısrasında, mülkiyet ile vatan birbirinin karşıtı olarak konulmuş; Avrupa’da burjuva devrimlerinin ürünü olan vatan, şairin dizelerinde, üzerinde burjuva mülkiyetinin ayaklarını toprağa basamadığı bir yere dönüşmüştür:

"Ezberle hemşerim bir Türkçe ayet:

Toprak mülk olmaz, toprak vatandır."

Bu mısra toprak üzerinde sadece feodal değil, burjuva mülkiyeti de reddediyor. Ülkü dergisinin aynı sayısında Ziraat Bakanı Hatipoğlu, “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu” başlıklı yazısında mülkiyete karşı tavrı, bir kuşağın arzularıyla ilişkilendirir: “Bizim neslimiz bu vatanı, çırılçıplak mülkiyet mefrumleriyle ve parça parça, yalnız kişilerin kupkuru menfaat vasıtası görmek istemiyor.” Bakanın hem burjuva mülkiyetine (çırılçıplak mülkiyet mefrumu) hem de servet biriktirmeye (kupkuru menfaat vasıtası) reddiyesi nettir.

Behçet Kemal Çağlar şiirin hemen başlangıcında şehirlerdeki mülk sahibi sınıfları da hedef almış:

"Türk gayri kimseye olamaz âlet

Yok ağa, yok baydır, falan-filandır."

Köylü sadece feodal kalıntılar tarafından (ağa) değil, tüccar (bay) tarafından da eziliyordu. Tüccarın köylüye karşı kullandığı iki araç, ürünün hasat öncesi ucuza satın alınması ile tefecilikti; çoğu zaman bu iki yöntem bir arada uygulanmıştır. 1933’te Ödünç Para Verme Kanunu hazırlanarak faizlerin %12 ile sınırlanmasındaki amaç, küçük çiftçiyi tefeciliğe karşı koruyabilmekti. İktisat Vekili Celal Bayar, kürsüden tefeci tüccar sermayeyi mukabelede bulunmakla tehdit etti:

“Onlara ihtar ederim ki şimdiye kadar başı boştular ve Hükümet üzerlerine hiç bir kayıt koymamıştı. Eğer yine içtimaî sefaleti, sırf keselerini şişirmek için istismarda devam edecek olurlarsa bizim de kanunî yollarımız vardır, kendilerine mukabele edeceğiz (Bravo sesleri).”[6]

Ankaralı Âşık Ömer’in şiirde vatan toprağını burjuva mülkiyetinden kurtarırken ağanın yanında bayları da anması, Celal Bayar’ın kürsüdeki hassasiyetinin devamı sayılabilir. Köylünün “memleket iktisadiyatının temelini teşkil etmesi” feodal kalıntılarla birlikte tüccar sermayesine karşı da tedbirleri gerektiriyordu. Bu noktada Türkiye’de burjuva sınıfı 1948’e kadar tüccarlıktan sanayiciliğe sıçrayamadığından, tüccar sermayenin burjuva sınıfının neredeyse tamamını oluşturduğunu hatırlamalıyız.     

Burjuva mülkiyetinin ortaya çıkabilmesi için kullanım hakkı yeterli değildir; kullanmama, devredebilme, miras bırakabilme ve mülkiyetin sınırlama olmadan büyüyebilme haklarının var olması gerekir.

1945’te Hükümetin sunduğu Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu tasarısının 1. maddesinde kanunun amacı dört madde olarak verilmiş; dördüncü amaç, “Arazi mülklerinin aşın derecede büyümelerini ve hadden aşağı küçülmelerini önlemek” olarak belirtilmişti. Böylece mülkiyetin sınırsız büyümesi engellenmek istenmiştir. Komisyon bu hükmü kaldırarak kanunun amacını üçe indirdi.

Hükümet tasarısının 7. maddesinde de 5000 dönümü geçen arazinin sadece devlet tarafından mülk edinilebileceği belirtiliyordu. Bu madde kapsamında bir kişiye ait tüm araziler tek bir arazi gibi hesaplandığından, aslında toprak olarak biriktirilebilecek servete bir üst sınır çizilmiştir. Komisyonda bu hüküm de değiştirildi. Ayrıca hükümet tasarısı 3 yıl ekilmeyen toprağı kamulaştırılabilecek toprak statüsüne alıyor ve mülkiyeti kullanmama hakkını da ortadan kaldırıyordu. Eğer Toprak Reformu hükümet tasarısındaki şekliyle uygulansaydı, muhtemelen kapitalist ülkelerdeki toprak reformlarından farklı şekilde tarım arazileri üzerinde burjuva mülkiyetinin tam olarak ortaya çıkması engellenmiş olacaktı. Fakat kanun, parlamentodan temel amaçlarından farklı bir biçim alarak çıkacak, burjuva mülkiyetiyle uyumlu hale getirilecektir.

Değerlendirme

Sadece mülkiyet hukukuna ilişkin düzenlemelerle sınıfları ortadan kaldırmaya çalışmak kolektivizmle sonuçlanıyor ve Kemalistlerin kolektivizimden hiç de hoşlanmadıklarını biliyoruz.

Üretici güçleri geliştirme yeteneklerini koruyan sınıflar, toplum içinde yaşamaya devam edecektir ve mülkiyetleri de hukukta yer almalı. Kemalist hükümetlerin burjuva mülkiyetini feodal baskıdan kurtarmaları devrimci bir adımdı. Burjuvazinin üretici güçleri geliştirme yeteneğini hangi aşamada kaybedebileceğini Teori dergisinin “Yapay Zekâ Sınıfsız Toplumun Habercisi” başlıklı dosyasında tartışmıştık.[7] 

İki dünya savaşı arası dönemde Türkiye’de burjuva toplumunu aşacak bir paradigmanın iktidar katında ortaya çıktığını savunuyorum. Burjuva toplumunun aşılması, burjuva sınıfının ortadan kaldırılmasını değil, toplumun önderliğinin yani iktidarın burjuva sınıfına terk edilmemesini ifade ediyor. “Memleket iktisadiyatının temelini” hangi sınıfların teşkil edeceği sınıf mücadelesinin konusudur ve 1945’te Türkiye siyaseti bu tartışmaya göre şekilleniyordu.

Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun hükümet tarafından sunulan gerekçesinde, toprak üzerinde özel mülkiyetin esas olduğu da söylenir. Fakat toplum ve aydınların bir bölümü, haklı olarak Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ve geçmiş 20 yıllık pratikten, burjuva mülkiyetinin tehlike altında olduğu sonucunu çıkartmışlardı.

Yaklaşık 1100 işadamının katılımıyla sermaye dışındaki sınıflara ve bürokrasiye kapalı şekilde 1948’de gerçekleşen ve sermaye sınıfının geçmiş 20 yılın muhasebesini yaptığı İkinci İktisat Kongresi’nin açış konuşmasında, kongreyi düzenleyen İstanbul Tüccar Derneği ve Tertip Komitesi Başkanı İzzet Akosman şu cümlelerle iş erbabının sanayileşme sürecinden ve iktidar merkezinden dışlanmasından şikâyet ediyor:

“Bu müddet zarfında memleketimizde iktisadi kalkınma davasının bütün mesuliyetini devlet kendi üzerine almış ve kısa bir zamanda çok iş yapmak arzusıyle olacak iktisadi hayatta bilfiil çalışan meslek ihtisas adamlarına bu vadide vazife vermeye ve onlarla çalışmaya lüzum görmemiştir.”[8]

İktidarın birlikte çalışmaktan kaçındığı iktisadi hayatta bilfiil çalışan meslek ihtisas adamları, burjuva sınıfını ifade ediyor. İstanbul Tüccar Derneği Genel Sekreteri Ahmet Hamdi Başer de açılış konuşmasında “Bütün tekliflerimizin hülasasını, siyasi sahada olduğu gibi iktisadi sahada da vasilik rejiminden kurtulmak şeklinde kısaltabiliriz” demiş. Vasilik rejiminin unsurları olarak meslek teşekküllerinin kuruluş ve idaresinin meslek adamlarına (burjuvaziye) bırakılmamasını, hazine (kamu) menfaatinin vatandaş (burjuvazi) menfaatinden üstün tutulmasını göstermiş ve meslek ve ihtisas adamlarının (burjuvazinin) kendi hür ve serbest iradeleriyle ilk defa olarak o kongrede bir araya toplandıklarını söylemiş. Başer’in cümlelerinden, burjuvazinin o güne kadar kendiliğinden bir sınıf olarak kaldığı, kendisi için bir sınıfa dönüşmesine izin verilmediği sonucunu çıkartabiliriz. Bu da burjuva mülkiyetinin kendini geliştirebilme sınırları hakkında bir ipucu verir.

Büyük burjuvazinin gelişim seyri, kongreyi açanların haklı olduklarını düşündürüyor. Aşağıdaki tablo, TUSİAD’da yer alan firmaların şirketleşme tarihlerini gösterir.[9]

Şirketleşme dönemi               Firma sayısı

1910 öncesi                           1

1910-1919                             2

1920-1929                             6

1930-1939                             4

1940-1949                             9

1950-1959                            49

1960-1969                            87

1970-1979                            150

1980-1989                            94

Firmaların şirketleşme tarihi, özellikle 1930’lardaki 4 firma için büyük sermaye sınıfına dâhil oldukları tarihlerle örtüşmeyebilir. Tablo, Türk büyük burjuvazisinin 1950’lerden itibaren kurumsallaşabildiğini gösteriyor. İkinci Dünya Savaşı öncesinde burjuva mülkiyeti büyük burjuvaziyi yaratacak ölçüde gelişememiş, sermaye biriktirebilecek kurumsallaşma cılız kalmıştı.

İki dünya savaşı arasında Türkiye’nin en önemli davası sanayileşmektir ve Türkiye’nin sanayi yatırımları bu dönemde hızlı bir büyüme gösterdi. Fakat sermaye sınıfı bu davanın parçası değildi; sanayileşme kamu yatırımlarının sonucudur. Bu yazı dizisinin ikinci bölümünde değindiğim gibi, burjuvazi tüccar olarak kalmış, sanayiciliğe sıçrayamamıştı. Yani 1945’e kadar burjuvazi “Memleket iktisadiyatının temelini” teşkil etmiyordu ve 1946 öncesinde, her ne kadar farklı eğilimler yan yana var olsa da hükümetin aksi yönde bir gelişmeye izin vermeye çok da niyetli olmadığı anlaşılıyor. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu müzakerelerinde burjuva sınıfının mülkiyetine yönelik endişelerini dile getirenlerin ve burjuva mülkiyetinin emniyeti için siyaset yapanların, kanun tasarısında köklü revizyonlar yapabilseler de, muhalefette olduklarını söyleyebiliriz.

 

 

1 Kemal Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, Timaş Yayınları, İstanbul, 2010, s. 398.

[2] Ahmet Yeşil, Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş, Kültür Bakanlığı Kültür Eserleri, Ankara, 2001, s. 161.

[3] TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 6, Cilt: 17, Toplantı: 2, Bileşim: 54; 14 Mayıs 1845.

[4] Müzakereler için bkz. TBMM. Zabıt Ceridesi, Cilt: 4, Devre: 9, İçtima: 1, inikat: 81; 09 Temmuz 1932.

[5] Ülkü Milli Kültür Dergisi, sayı: 90, 16 Haziran 1945.

[6] TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 4, Cilt: 16, İçtima: 2, inikat: 67; 08 Haziran.1933.

[7] Teori dergisi, sayı: 344, Eylül 2018.

[8] 1948 Türkiye İktisat Kongresi İstanbul 22-27 Kasım 1948, Derleyen: Kemal Kılıçdaroğlu, Devlet Planlama Teşkilatı Yayın ve Temsil Dairesi Başkanlığı, Ankara, 1997, s: 3.

[9] Akt. Ayşe Buğra, Türk İş Adamları ve Türk Devleti, 75 Yılda Çarkları Döndürenler, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 1999, s. 70

Etiketler
kemalizm
kemalist devrim
burjuva