İnsanı ve onun medeniyetini savunmak gerekir

Tekno-dinlerin algoritmalara ve genlere dayalı kurtuluş vaadiyle dünyayı fethedebileceğini söyleyen Yuval Noah Harari, kolay pazarlanan Homo Deus kitabında hümanizm sonrası topluma gidildiğini savunuyor.[1] Harari, medeniyet karşıtlığının en popüler isimlerinden. Yoğun reklam kampanyasıyla desteklenen Hayvanlardan Tanrılara Sapiens adlı kitabında da, tarım devriminden başlayarak medeniyetin insanlık ve tabiat için geri dönüşü olmayan büyük bir yıkım olduğunu savundu.

1980’lerin başında Erich Fromm da, “makineleşmiş insanlar ve insanlaşmış makineler üretmekteyiz”[2] diyerek şikâyet ediyordu. 1980’lerden itibaren emperyalist sistemin merkez ülkelerinde teknoloji ve akıllı makine düşmanlığının yükselişe geçmeye başladığını görüyoruz. Terminatör’ün 1984’teki ilk bölümüyle, akıllı makinelerle savaşan süper kahramanlarımız oldu. 1991’de vizyona giren serinin ikinci filminde Sarah Connor’ın dünyayı korumak için bir bilgisayar fabrikasına sabotaj düzenlediğini, henüz tehlikenin farkına varamayanların Sarah’a suçlu muamelesi yaparak ne büyük hatanın içine düştüklerini izledik!

Matrix serisi, akıllı makine düşmanlığının estetik kaygıları daha güçlü biçimiydi; Neo ve Trinity ile militan, Morpheus ile filozof-komutan, akıllı makine düşmanı kahramanlarla tanıştık.

Sarah Connor karakteri yaratılırken, Berkeley Üniversitesi’nden sanayi karşıtı anarşist akademisyen Ted Kazcynsky’den mi esinlenildi, bilmiyoruz! 1978-1995 arasında teknoloji üreten merkezlere yönelik bombalama eylemleri gerçekleştiren Kazcynsky,  “Biz, endüstriyel sisteme karşı bir devrimi savunuyoruz” diyor ve kendisini, “biz, endüstriyel sistemden nefret edenler” olarak tanımlıyordu.[3] Kazcynsky ile Sarah Connor senaristlerin hafızalarında hiçbir zaman aynı kareye girmemiş olsalar bile, teknoloji düşmanı anarşizm ile Hollywood’un kahramanları aynı eylemde buluşuyorlar; tam da akıllı makinelerin üretim süreçlerinde yer edindiği, sanayi ve teknoloji üretim merkezinin Asya’ya kaydığı yıllarda.

“İlginç bir şekilde, küresel ölçekte bakıldığında, yüzyılın üçüncü çeyreği, zengin uluslarla yoksul ulusların birbirinden daha çok farklılaşma dönemidir; yüzyılın son çeyreği ise bir yakınlaşma dönemi olmuştur.”[4] 20. yüzyılın ikinci yarısında ortalama küresel büyüme rakamlarının en yüksek olduğu dönem, Asya ülkeleri ile Atlantik ülkeleri aradaki farkın kapanma eğilimi gösterdiği son çeyrekti. Kişisel bilgisayarlar, internet, dijital yayıncılık bu yıllarda hayatımıza girdi.  

İşsiz dünya, sonsuz mal

John Connor ve Morpheus kişiliğinde uluslararası tekelci sermaye, modern çağların yeni luddite önderlerini yarattı. Bu kurgu, gelişen dünyanın teknoloji ve sanayisine yönelik makine kırma eyleminin ilk adımı kabul edilebilir. Yapay Zekâ hakkında sadece distopya üretebilen Hollywood, aslında bir sınıfın distopyasını ekranlara taşıyor.

Tanrı cennette çalışmadan yaşayabilen Adem’i dünyaya gönderirken, “Toprağa dönünceye kadar alnının teriyle ekmek yiyeceksin.” demişti. (Eski Ahit, Bap 3) Bu cümle, zorunlu çalışmanın Tanrının cezası olduğu anlamına da gelir.

Günümüzde en fazla, üretimin otomasyon ve Yapay Zekâ ile otomatik fabrikalarda, insan emeği olmadan planlanıp sürdürülebilmesinin yaratacağı sonuçlar tartışılıyor. Raflar, zorunlu çalışmanın geleceğini araştıran, “World without work” temalı kitaplarla dolu.

Marx, Kapital’in 2. cildinde şunu yazmıştı: “Toplumsal üretim biçimi hangisi olursa olsun, üretim etmenleri her zaman işçiler ve üretim araçlarıdır. Ne var ki, birbirinden ayrılmaları durumunda, her iki etmen de, yalnızca potansiyel üretim etmenleridir. Üretimin gerçekleşebilmesi için, bunların birleşmesi gerekir. Toplum yapısının farklı iktisadi çağlarını birbirinden ayıran, bu birleşmenin özel gerçekleşme biçimidir.”[5] Canlı emek üretim sürecinin parçası olmaktan çıkarsa, doğal sonucu, bir iktisadi çağın kapanması, belki de iktisadın ortadan kalkması olacaktır.

Teknolojinin bugün kimin mülkiyetinde olduğunun, hatta bugün hangi sınıfların önderliğinde üretildiğinin belirleyici olmadığını düşünüyorum. Burjuvazi tarihüstü/aşkın yani fizikötesi bir sınıf değilse, maddi varlığı, üretimin belli araçla sürülmesine bağımlı olmalı. O araçlar yerlerini yeni araçlara terk ettiğinde, kendisi tarafında üretilmiş bile olsa, maddi dünyayla bağı kopabilir; yeni araçların sonsuz ihtiyaçları karşılama olanağı da daha gelişmiş olacaktır. Örneğin bir elektronik kitap üretildiğinde, ek maliyet oluşmadan tüm insanlara yetecek kadar, sonsuz sayıda kopyalanabiliyor.

Atlantik ülkeleri Çin’i en fazla kapasite fazlası yaratmakla suçluyorlar. Kapasite fazlası burada ihtiyaç fazlasını değil, uluslararası tekelci sermayenin asgari kâra ulaşmasını sağlayacak üretim düzeyinin aşılmasını ifade ediyor. Ticaret Savaşları, kapasite fazlasının yarattığı baskıya bir çözüm olarak başlatıldı ve kaçınılmaz olarak teknoloji savaşına dönüştü. Önümüzdeki yıllarda emperyalizmin teknolojiyle savaşına dönüşmeyeceğinin de garantisi yok. Gelişmenin bugünkü aşamasında tekelci kapitalizm kendisini üretimi sınırlandırarak korumaya çalışıyor.   

İşlevsiz insan mı

Engels’in dediği gibi, “herkesin çalışmakla yükümlü olduğu ya da çalışmak, toplum üyelerinin büyük çoğunluğunun aşağı yukarı bütün zamanını aldığı sürece, bu toplum, zorunlu olarak sınıflara bölünür.”

Sınıflı toplumlar, insanı üretim sürecindeki emek ve işlevleriyle tarif eden ve bu tanıma bağlı olarak değer yükleyen ideolojiler ürettiler. Zorunlu çalışma altında bulunmadığımız anı, “boş zaman” olarak damgalayan dil, o ideolojinin yansıması. Doğru ifade “serbest zamandır” ve özgürlük, zorunlu çalışma altında olmama halini ifade eder.

İnsan emeğinin makineyle ikamesiyle insanın işlevsizleştireceğini öne süren tezler, bazı sınıfların insan tanımlarını ve gelecek kaygılarını yansıtıyor. İşlevsizlik teorisine, insanın ve onun medeniyetinin diğer canlılara ve doğaya karşı en yıkıcı varlık olduğunu savunan anti-hümanist tezler -Hayvanlardan Tanrılara Sapiens bu anti-hümanizmayı savunmak için yazılmıştır- eşlik etti.

Bilim ve teknoloji, insanın doğaya karşı verdiği mücadelede üretilmiş silahlar. Bilimsel düşüncenin kurucusu kabul edilen Bacon, “bizim amacımız tabiatı insanlık devletine ve insanlığın isteklerine karşı itaatkâr kılmak olduğundan…”[6] diyordu. Bugün insan-doğa dengesinin kurulmasını savunanlarla, insanın doğa güçlerine teslim olarak gelişmenin durdurulmasını savunanlar karşı karşıya geliyor. Doğa güçlerine teslim olmayı savunan akımlarda yer alan insanların, örneğin global tekelci bir işletme olan Netflix’in özgürlüklerini savunmada gösterdikleri arzu rastlantı değil. Oysa tekelci sermaye, insan-doğa dengesine karşı en yıkıcı davranan sınıftı.    

İnsanlık nereye

2014’de vizyona giren ve Yapay Zekânın ne kadar yıkıcı olabileceğini anlatan Transcendence adlı filmde, insan düşmanı bu teknoloji, internet kapatılarak durdurulur ve dünya tekrar huzurlu günlerine döner. Artık akıllı telefonlar yerlerdeki çöp, klavye ise kapı kapanmasın diye eşiğe sıkıştırılan işlevsiz bir nesnedir. Final sahnesi, bir sınıfın çözümüdür.

Son birkaç bin yıldır hiçbir ortam, internet kadar, herkesin gönüllü emekle yeteneğine göre verip (örneğin bir paylaşım sitesine video yükleyerek) ihtiyacına göre aldığı (o videoyu izleyerek) bir ilişkiler ağına uygun değildi. Reklam ve Büyük Veri üzerinden ticarileştirilmesi, internetin getirdiği olanakları ortadan kaldırmıyor.

Tekelci sermaye henüz elini internetin kapatma düğmesine uzatmış değil; fakat emperyalist sistemin ideolojisi sadece o teknolojiye düşman bir sanat üretebiliyor.  

Batı’da da emperyalist-kapitalist sistemin yeni teknolojilerle daha ne kadar hayatta kalabileceği artık tartışma masasında. Brynjolfsson ve MacAfee, Yapay Zekâ çalışmalarında çokça atıf yapılan Race Against The Machine adlı kitabı neden yazdıklarını şöyle açıklıyorlar:

“Problemlerimizin kökü Büyük Resesyonda ya da Büyük Durgunlukta olmamız değildir, fakat Büyük Yeniden Yapılandırılmanın erken sancıları içinde olmamızdır. Teknolojimiz önde koşuyor, fakat birçok vasıflarımız ve kurumumuz geride kaldı. Bu fenomeni anlamamız, anlamlarını tartışmamız …”[7]

Burjuvazi henüz üretici yeteneklerini kaybetmedi ve demokratik devrimin ileri aşamalarına kadar da o yeteneği koruyacaktır. Diğer taraftan küresel tekelci sermayenin, gelişmeyle çelişkiye düştüğünü gözlemliyoruz. Netflix orijinal yapımı IO adlı filmin, “gezegenimiz yalnızca bizi dışarı atarak hayatta kalmaya çalışıyordu” cümlesiyle başlaması, gezegenimiz insanı dışarıya atacak bir bilinç geliştirmiş olamayacağını göre, emperyalist-kapitalist sistemin insan ve onun üretici güçleriyle çelişkisini yansıtıyor. Kendisini ekranlarda dışavuran bu çelişkiyi anlamak için, Marx’ın 1850’lerin sonunda doldurduğu defterlerdeki (Grundrisse) makinelerle ilgili meşhur bölüme tekrar bakılmalı. (Bu da ayrı bir yazı konusudur.)

Kapital’in 3. cildinde, üretimde kullanılan araçların gelişmesinin sonucu olarak kâr oranlarının düşme yasası incelenirken kâr oranlarının düşüşünün göreli olduğu, aynı anda kâr kütlesinin artabileceği ve sermayenin organik bileşimi büyüdüğünde, sermaye yoğunlaştığında, değişen sermayenin payı azaldığı halde sermayenin daha geniş bir işçi kitlesini harekete geçirdiği tespit edilmişti. Geçirilen işçi kitlesi ile sermayenin yoğunlaşması ve üretimin makineleşmesi ile harekete geçirilen canlı emek kütlesi arasındaki ilişki, Marx’ın gözlemidir. Bugünün makinelerinin, ihtiyaç duydukları canlı emek kütlesi açısından 19. hatta 20. yüzyıl makinelerinden hangi farklılıklara sahip oldukları ya da olmadıkları, teorinin en önemli çalışma başlıklarından biri.       

Maddi üretici güçlerin, bugüne kadar içinde devindikleri emperyalist-kapitalist üretim ilişkileri ve onun hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkileriyle (bu ifadeyi Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’nın giriş bölümünden olduğu gibi aldım) ters düştüğü aşamaya mı geldik? Önümüzdeki soru budur. Verilecek cevaplar, doğal olarak insan tanımlarını da değiştirecek. Tarım Devriminden başlayarak insan medeniyetinin geri dönülmez yıkım olduğunu savunan Harari ve benzeri düşünürlerin tezleri tartışmaya açılmalı.

İnsan doğanın felaketi miydi?

Medeniyet yıkım mı getirdi?

Teknoloji insanın gereksizleşeceği bir sistem mi kuruyor?

Bu sorulara “Evet” cevabını verenler hangi ideolojiyi temsil ediyorlar?

Yapay Zekâ neyi vaat ediyor?

Bunlar, teorinin kendini geliştirebileceği sorular.

 

[1] Yuval Noah Harari, Homo Deus Yarının Kısa Tarihi, Kolektif Kitap, İstanbul, 2018.

[2] Erich Fromm, Ütaatsizlik Üzerine Denemeler, Çeviren: Ayşe Sayın, Mert Yayıncılık, İstanbul, yty, s. 80.

[3] Ted Kazcynski,  Sanayi Toplumu ve Geleceği, Kaos Yayınları, 1996, s. 50.

[4] Fabrizio Zilibotti, 75 Yıl Sonra Torunlarımızın Ekonomik Olanakları: Küresel Bir Bakış, Keynes’e Dönüş, Torunlarımızın Ekonomik Olanakları, s. 33.

[5] Karl Marx, Kapital, Cilt 2, Yayına Hazırlayan: Friedrich Engels, Çeviren: Mehmet Selik, Yordam Yayınları, 2015, İstanbul, s.45.

[6]  Francis Bacon, Novum Organum, çev. Sema Önal Akkaş, Doruk Yayınları, Ankara: 1999, s.169.

[7] Erik Brynjolfsson-Andrew MacAfee, Race Against the Machine How the Digital Revolution is Accelerating Innovation, Driving Productivity, and Irreversibly Transforming Employment and the Economy, Digital Frontier Press, Massachusetts, p.8.

Etiketler
yapay zeka
teknoloji
Üretim
karl marx