Kanal, boğaz ve üretim

Süleyman Yurddaşer

Günümüzün konusu Kanal İstanbul. 2019’u bu konuyu tartışarak kapattık. Bu konuda kimisi gerçekten yetkin ve görüşlerini bilim ışığında açıklıyor. Onları dinleyip, izleyip bilgileniyoruz. Kimisi bilimsellikten uzak, sağdan soldan aldığı duyumlarla açıklamalar yapıyor. Ancak, şu da bir gerçek ki ülkemiz ekonomik bir açmazın içinde. Bu açmazın tek çıkış yolu üretime yatırım yapmaktır. Üretim yapmaktır. Bu kanal İstanbul’un üretimle bir ilişkisi olmadığını herkes görmektedir. Üretimi, sanayi üretimi ve tarımsal üretim olarak ele alabiliriz. Sanayi üretimi ile ilgili fikir açıklarsam abes olarak karşılanacağını biliyorum. Bu nedenle sanayi üretimini sanayicilere bırakarak, izin olursa, biz tarımın engin sularına dalalım. Elli yıllık birikim ile onun üstesinden geliriz sanıyorum.

Kanal İstanbul’un maliyetinin 75 milyar TL olacağı öngörülmektedir. Bu rakam millî bütçemizin 1/10’na tekabül etmektedir. Kanal İstanbul için öngörülen bu para ile ne kadar sanayi yatırımı yapılabilir bilmiyorum. Ama 25-30 milyar TL’si ile tarım sektörüne yapılacak yatırımla yıllık 15 milyar ABD Doları düzeyini bulan tarım ürünleri ithali önleneceği gibi, katma değeri yüksek ihraç olanağı sağlanır. Tarıma yapılacak yatırımlar da Çorum’da leblebiye, Artvin’de organik (!) bal üretimine indirgenecek kadar da küçük ve komik olamaz. Değerli iktisatçılarımız ve ekonomistlerimizin, 30 Aralık tarihli Aydınlık gazetesinde bu önerilerini okuyunca yazmak zorunda kaldım. Bu öneriler sonuçta 200-300 bin Türk Lirası ile halledilecek önerilerdir. Hele organik (!) bal üretimi evlere şenlik bir öneri! Balın inorganik olanını gören var mı? Neyse biz işimize bakalım.

Tarım sektörüne yapılabilecek üretimi artırıcı yatırımlar

Burada iki konuyu örnek olarak ele alıp yapılması gerekenleri işleyeceğiz.

Buğday: TUİK verilerine göre 2019 yılında buğday üretimimiz 19 milyon tondur. 2020 yılında buğday ihtiyacımız 24 milyon tondur. Buna un ihracatımız ve diğer unlu mamuller ihracatımız için buğday gereksinimiz de ilave edilirse, yıllık buğday ihtiyacımız 26-27 milyon tondur. Yani, buğday açığımız 2020 yılı için 7-8 milyon tondur. Bunu karşılamanın yolu, günümüzdeki uygulamaya göre, ithal etmektir. 31/12/2019 itibari ile dünya piyasalarında buğdayın ton fiyatı ortalama 1300 TL’dir. 2020 yılındaki muhtemel artışlar da göz önüne alındığında buğday ithali için 2020 yılında yaklaşık 10 milyar TL’ye ihtiyacımız olacak. Tarım ülkesi olan Türkiye’de bu buğday açığı nerden kaynaklanmaktadır? Yıllardır özellikle hububat yetiştirilen yaklaşık 30 milyon dekar tarım arazisi üretim dışı kalmıştır. Bu tarım arazilerinin 20 milyon dekarının yeniden üretime katılması buğday açığımızı kapatacaktır.

Gelelim bu kadar arazinin neden tarım dışı kaldığına; üreticinin üretim için gereksinimi olan girdileri dünyadaki diğer üreticilerin birkaç katı fiyata verirseniz, sonra da çiftçinin buğdayını alırken dünya buğday fiyatları ile yarıştırırsanız, çiftçi de elbette hesabını yapacak ve üretim yapmayacaktır. Buğday üretiminin en önemli girdileri tohum, mazot ve gübredir.

1983 yılında adı Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM) olarak değiştirilen Cumhuriyetin kuruluş yıllarında zirai kombinalar kanunu ile kurulan Devlet Üretme Çiftlikleri (DÜÇ), yıllarca Türk çiftçisine ucuz ve kaliteli tohum, fide-fidan ve damızlık hayvan temin etmiş, tarımsal üretimin devamlılığını sağlamıştı. Liberal ekonomi denen emperyalizmin dayatmaları ile bu güzide kurumlar adım adım işlevsizleştirildi, özelleştirildi ve birilerine peşkeş çekildi. Günümüzde de elde kalan birkaç işlemenin başına çok uluslu emperyal şirketlerde yöneticilik yapmış, işletme eğitimi almış, tarımla ilgisi olmayan bir bayan yönetici atandı mevcut hükümetlerce. Bu yönetici de, öğrendiğimize göre, bu tarım işletmelerine kâr ettirmek için uğraşmaktadır. Oysa bu işletmelere, kuruluş kanununda, yöre çiftçilerine ucuz, kaliteli tohum, fide-fidan ve damızlık hayvan temin etme görevi verilmiştir. Öte yandan, çiftçilerin bu girdilerinin temini özel sektöre ve çok uluslu emperyal şirketlere verilmiş ve sömürüye açık hale getirilmiştir. O işletmelerde yıllarını geçirmiş biri olarak TİGEM’in tohum üretiminden tamamen çıkmış olduğunu öğrenmiş bulunuyorum.

Çözüm, bu işletmelerin asli görevlerine dönerek üreticilere yeniden tohum üretir hale getirilmesidir. Kanal İstanbul’a değil buğday üretimine yatırım yapalım, paramız varsa. Hesapladık; sadece buğdaydan terk edilmiş tarım arazilerimizi yeniden üretime kazandırırsak 10 milyar kârımız olacak. Hangi yöntem daha kârlı?

Mazot ve gübre fiyatları da 80’li yıllardan önceki gibi makul oranlarda sübvanse edilmelidir. Gübre üretiminin ise yerli üretim artırılarak ucuzlatılması olanaklıdır.

İkinci konumuz ise 4572 sayılı yasa ile özelleştirilen üretici birlikleridir.

Üretici birliklerini özelleştiren 4572 sayılı yasa, 2000 yılında çıkarılan meşhur Derviş yasalarından birisidir. Bu yasa ile üretici birliklerine devlet desteği kaldırılmış, birliklere serbest rekabet (!) içinde kendi yağınızla kavrulun denmiştir. Bu da birçok üretici birliğin batmasına ve işlevsizleşmesine neden olmuştur. Kanal İstanbul yerine üretici birliklerinin önünü kapayan o yasa iptal edilip destek kapsamına alınırsa tarımsal üretime katkısı çok büyük olacaktır. Bunların güçlenmesiyle tarım sanayi kuruluşlarını artırarak birçok tarım ürünü ithalatının önüne geçilebileceği gibi tarım ürünleri ihracı da patlayacaktır. Bilindiği gibi tarım ürünü ve gıda ithalatımız yıllık 15 milyar ABD Doları civarındadır.

Bu, aynı zamanda, yüzde 15’lere dayanan işsizliğe de çözüm olacaktır. Bu önerilerimiz birkaç yıl gibi kısa sürede gerçekleşebilecek önerilerdir. Kanal İstanbul gibi gerçekleşmesi uzun yıllar alacak ütopik projeler değil, denenmiş, sonuçları görülmüş önerilerdir. Yani tarıma yapılacak yatırımlar, şizofrenik hayaller değil gerçeklerdir. Çorum’da leblebicilik yapalım, Artvin’de organik bal üretelim gibi basit çözümler de değildir. Buraya, tarımsal üretimin doğayı bozan değil doğaya katkısı olan, sürekliği ile tüm canlılara yaşama olanağı sağlayacağını da ilave etmeliyiz.

Kanal İstanbul için çılgın proje diyor ya sayın cumhurbaşkanı; bakın çılgınlık ne imiş: Çılgınlık, insan tutkusunun çılgınca sayılabilecek beklentileri, kendi sonsuzluğunu oluşturma düşünün bir kez daha kendi düşmanı ile karşılaşmasıdır.

Yani, insan kendi sonsuzluğunu oluşturmak isterken, kendi sonunu hazırlıyor.

Güncel