Avrupa Soluna ne oldu?

Bu soruya “zaten neydi ki?” şeklinde yanıt verilebilir, ama burada ele alacağımız konu hâlâ süregiden ikinci enternasyonel geleneği, emperyalizmi sözde Marksist gerekçelerle haklı çıkarma davranışları değil. Bunun yerine, bir süreliğine doğru yolu izlemiş gibi görünen ama takip eden yıllar içinde bambaşka bir rotaya giren, Avrupa’daki sömürgecilik karşıtı olaylar silsilesi.

Türkiye’de yazılan klasik 68 anlatıları, hangi açıdan bakarsa baksın, Avrupa ile Türkiye’deki 68 olayları arasında keskin bir ayrıma gider. Buna göre Avrupa’da harekete geçen kitlelerin talepleri, kadın hakları, cinsel özgürlükler, uyuşturucu kullanımı, daha fazla bireysel hak ve özgürlükler vb. iken; Türkiye’de ise özetle, işçi, köylü, öğrenci birliğine dayanan ikinci kurtuluş savaşı, ABD emperyalizminin askerî, siyasi ve iktisadi ayaklarıyla ülkeden kovulmasıydı. Bu anlatı bazen öyle yazılır ki, Avrupa’da olanın yeni sol, Türkiye’de olanın ise eski ve modası geçmiş sol olduğu kanaatine varılır; bazense öyle yazılır ki, Avrupa’da olanın başından itibaren liberal talepler, Türkiye’de olanın ise gerçek devrimci talepler olduğu yargısına varılır. Her nasıl olursa olsun, Avrupa’daki gözlemlere ve arşiv çalışmalarına kuvvetle muhtemel dayanmayan, ama daha çok 1980 sonrası Batı’da yazılan kitaplardaki 68 temsillerine göre ayarlanan bu yorumlar, önemli bir noktayı gözden kaçırır.

O da şudur, diyelim ki en devrimci konumdan bakıyor olalım, yani Türkiye’de olanı haklı bir antiemperyalist cereyan, Avrupa’da olanı ise neoliberalizmin doğuşu olarak ele alalım; peki o halde üç kıtayı aynı anda etkileyen olaylar silsilesi nasıl olur da birbirine zıt talepler içerebilir? Veya böylesine zıt talepleri nasıl topluca 68 olarak etiketleyebiliriz? Dahası, farklı ülkeleri eşzamanlı saran olayların sebeplerini açıklamak için ya önemli bir hadisenin birçok yeri aynı anda etkilediğini ya da bir şok dalgasının yakın ve uzak komşuluklar yoluyla yayılarak ortak bir harekete sebep olduğunu söylememiz gerekir. Bu durumda, varolduğu öne sürülen zıt anlayışları açıklamak için aksi bir mekanizmanın daha anlatılması gerekir, ama hiçbir 68 anlatısında böylesi bir faktöre bugüne kadar başvurulmamıştır. Her şeyin ötesinde, eğer bu ikilikte ısrar edilirse, her ne kadar siyasi ve coğrafi sebeplerle gelecekteki hakiki devrimler Doğu’dan bekleniyorsa da, Batı’daki ve Doğu’daki muhalif kitlelerin değişmez özleri gereği her zaman farklı yönlerde hareket ettiğine dair şarkiyatçı bir önkabulden şüphe edilmelidir. Oysa böyle olması gerekmez, örneğin bugün Doğu’da da aynı Batı’da olduğu gibi neoliberal bir sol vardır. Sorun, Batı’da da sömürgecilik-karşıtı bir solun herhangi bir zamanda bulunup bulunmadığını bilmektir.

***

Kristin Ross, Mayıs 68 ve Geriye Kalanlar’da bu anlatının tersi yönünde bir 68 tablosu çizer.[1] 70’lerin başından itibaren yazılmış tüm kitapları, çekilmiş tüm belgeselleri, yayınlanmış tüm televizyon programlarını ve üretilmiş tüm sanat eserlerini kuşkuyla karşılayan yazar, hakiki tabloyu açığa çıkarabilmek amacıyla doğrudan yaşayan tanıkların görüşlerine, dönemin gazetelerine, polis raporlarına, Paris’teki olaylar sırasında çekilmiş fotoğraflara ve dönemin broşürleri ile afişlerine döner.

Ross’un buldukları arasında, aşırı cinselliğe, hippilik ve uyuşturucuya övgü yoktur, bireysel özgürlüklere yapılan herhangi bir vurgu da yoktur, dahası kitap satışları incelendiğinde Guy Debord’a ya da sitüasyonist yazarlara olaylar sırasında veya öncesinde artmış bir ilgi de söz konusu değildir. Tüm bu olgular, olayların söndüğü 70’lerin başından itibaren tabloya eklenmiştir. Peki, Ross ne bulmuştur?  

Öncelikle yazar, olaylara sebep olan şeyin birbirine benzer iki olgu olduğunu belirtir. Bunlardan ilki Cezayir’in, ikincisi ise Vietnam’ın emperyalizme karşı verdiği kurtuluş savaşlarıdır. Gerek polis raporları gerekse dönemin gazeteleri de bunu doğrular. Örneğin Nisan 68 sonunda olayların fitilini ateşleyen şey, Vietnam savaşı protestolarında ABD büyükelçiliğinin camlarının kırılmasıdır. İkincisi, broşürler, afişler, fotoğraflar ve toplantı belgeleri incelendiğinde, bireysel özgürlüklere dair herhangi bir konuşma ya da sloganla değil, antiemperyalizm vurgusuyla, Mao, Ho Chi Minh, Che Guevara gibi devrimci figürlerin savaşımlarıyla; fotoğraflarda ise Lenin ve Che posterleriyle karşılaşılır. Yazar, kitap satışları ve okuma eğilimleri incelendiğinde, en çok Marx, Lenin, Sartre ve Fanon’un okunduğunu, bugün 68’le özdeşleştirilen yazarlarla ise hiç karşılaşmadığını belirtir. Olaylar sırasında çekilmiş belgeselleri incelediğinde, öğrencilerin Vietnam sloganları attığına tanık olur. Kitapta olayların katılımcısı olan eski bir öğrencinin şu sözleri oldukça çarpıcıdır: “Bizim burada küçük bir boyutuyla yaşadığımız sınıf savaşı, Vietnam’da global ölçekte sürüp gidiyordu…”

Ross özetle, 68’de Avrupa’da olan şeyin antiemperyalist ve üçüncü dünyacı bir cereyan olduğunu anlatır. Ama ilginç olan şey antiemperyalist siyasetin çevre ülkelerde kalmayarak Avrupa’nın kalbine, Fransa’ya kadar sirayet etmiş olmasıdır.

Bugünden geriye bakıldığında ise olayların bu yönü neredeyse hiç görülmez ve tabloyu bireysel özgürlük taleplerinin doldurmuş olduğu izlenir (Türkiye’den bakıldığında Avrupa 68’inin yanlış algılanması da bu örtbas sebebiyledir). Peki, ne olmuştur? Avrupa’daki 68 nasıl unutulmuştur? Ross, çalışmasını 80’lerin ortalarına kadar genişletir ve birbirini takip eden üç aşama ayırt eder.

Örtbasın ilk aşaması (70’lerin başı ve devamı)

Burada olaylara katılmış olan ama sonradan antiemperyalist ve üçüncü dünyacı fikirlerinden vazgeçen bir grup entelektüel, radyoları, televizyon programlarını ve gazeteleri doldurur. Olaylara katılmış olmanın verdiği deneyimle ve militan geçmişleriyle söz hakkına sahip olarak, 68 kuşağı olarak esasında hata ettiklerini, Marksizm-Leninizme safça inandıklarını, adeta kör olduklarını belirtirler ve ardından totalitarizmi, dogmatizmi, üçüncü dünyanın barbarlığını ve elbette bunların yanında devrim fikrini yargılarlar (Bernard-Henri Lévy, Jacques Julliard, Jean-Pierre Le Dantec ve Bernard Kouchner vs.).

Örtbasın ikinci aşaması (70’lerin sonu ve devamı)

Burada yine benzer kişiler, militan – entelektüel özneye, yani kendi kendilerine yeni bir görev biçer. Barbarlığın kültürü ele geçirmesini engellemek ve Batı kültürünün dünyaya ıslah edici bir şekilde yayılması için, Avrupa ve ABD’nin üçüncü dünyaya askerî ve insani müdahaleleri onlara göre ahlaki bir sorumluluktur. Artık gazete yazılarındaki ve televizyon programlarındaki proje, antiemperyalist siyasetten ve geçmişteki hatalardan pişman olma şovları değildir, ama üçüncü dünyadaki ulus devletlerin barbarca ezdiği zavallı insanlarla özdeşleşme, onları devletlerden kurtarmak için yapılan siyasi girişimlerdir. Şimdi bu aşamada pişmanlık seremonisinden liberal ideolojiye geçilir (Alain Finkielkraut, André Glucksmann, Michel Henry, Bernard-Henri Lévy, Bernard Kouchner, Jacques ve Claudie Broyelle vs.).

Örtbasın üçüncü aşaması (80’lerin başı ve sonrası)

Dönekliğin olgunlaşma aşaması şöyle noktalanır: Aslında Fransa’daki 68 olaylarının katılımcıları doğru şeyler yapıyordu ama yaptıklarını doğru bir şekilde ifade etmiyorlardı. 68 aslında bireyciliğin, özgürlüğün, tinsel devrimin, liberalizmin patlak verişiydi. Kapitalizmin Fransa’daki modernist ve köhnemiş kurumlarını yıkıp neoliberalizmin yolunu açmıştı, Avrupa’ya ABD tarzı özgürlük gelmesini sağlamış ve hızlandırmıştı… Bu noktada, olayların katılımcılarının sonradan edinmiş olduğu ideoloji (neoliberalizm), geriye doğru 68 olaylarına projekte edilir. Artık radyo ve televizyon programları, gazete makaleleri ve basılan kitaplar, 68 olaylarının esasında piyasa ahlakı ile bireysel özgürlüklerin patlayışı olduğuna dair dolambaçlı sosyolojik ve felsefi çıkarımlarla dolacaktır (André Glucksmann, Gilles Lipovetsky, Daniel Cohn-Bendit vs.).

***                                                                                                                     

Bu üç aşama kısaca, önce geçmişte yapılan hatalardan derin bir pişmanlık duymak, militan geçmişten gelen söz söyleme hakkıyla üçüncü dünyacı ideolojinin katı eleştirisi ve liberteryenlik; sonra ulusal devlet düşmanlığı ve neoliberalizm; ve nihayet, zihnin son geldiği karşı-devrimci durumla 68’i yeniden değerlendirmek ve geçmişteki olayların aslında bir liberalizm atılımı olduğuna dair iddialarda bulunmaktır. Batı’da 80 sonrası literatür böyle oluştuktan sonra, Türkiye’den Avrupa’ya bakıldığında, daha doğrusu bu karşı-devrimci yazın vasıtasıyla Batı’dan malumat edinildiğinde, hareketin Türkiye’de ve Avrupa’da zıt yönlere doğru aktığına dair yanlış bir kanaat oluşması kaçınılmazdır. Ross’un da amacı zaten kuşkusuz, 68 olaylarını bu yanlış okumaların esaretinden kurtarmaktır.

O halde şimdi başka bir iddiada bulunulabilir. Sadece Türkiye ve Avrupa’daki 68 hareketleri aynı ya da benzer yönlere doğru hareket etmiş değildir (antiemperyalizm), olay-sonrası dönekler de aynı yönlere gitmiştir. Örneğin yukarıda adı geçen Bernard-Henri Lévy, Suriye’nin parçalanmasını desteklemektedir, PKK’nın İsrail’in tek dostu olduğunu ve Ortadoğu’daki tek hakiki demokrasinin Kürdistan olduğunu söylemektedir; Bernard Kouchner çok yakın zamanda Türkiye’yi Ortadoğu’da işgalci ilan etmiştir; Jacques Julliard ve Pascal Bruckner Türkiye’nin Ermenilere soykırım yaptığına ve Kürtlere zulmettiğine dair emperyalist aydın bildirilerine imza atmıştır.

Peki neoliberalizmi ve ABD değerlerini kurtarıcı ilan eden, solu ve üçüncü dünyacı ideolojiyi barbarlık olarak değerlendiren ve hayatlarını bu fikirlere adayan aydınlar nasıl oluyor da komünist olduğu iddia edilen bir parçalama girişimini destekler? Bugün yetmişli yaşlarındaki bu sağcı aydınlar çelikleşmiş fikirlerinden vazgeçmemiş olduklarına göre ve her biri konusunda yetkin birer akademisyen, yazar ya da siyasetçi olduğuna göre, Suriye’nin Kuzeyinde oluşan yapının, dünya siyaseti ve jeostratejik dengeler açısından bakıldığında solda olmaması gerekir. Ki bu açıdan bakıldığında değildir.

Öte yandan benzer bir durum, Türkiye’deki 68 hareketinden geri adım atan, yani ulusal bağımsızlık fikrinden vazgeçip bugün bazısı sağda bazısı solda yer alan, yine de bugün ABD öncülüğünde sosyalizm fikrinde birleşen, solcu sağcı karmaşık grubun da motivasyonunu açıklar. Bir başka deyişle, millî bağımsızlık tezlerinden çeşitli gerekçelerle geri adım atıldığında, sosyalizmin yerini de ABD’nin yarattığı sosyalizm simülasyonu alır. Ve bu aynı gruplar, ABD emperyalizmine karşı yükseltilmiş siyasetleri, demokrasiye, sola ve sosyalizme düşmanlıkla etiketlemek için hazır beklemektedir.

***

İlk başta söylememiz gerekeni en sonda söylememiz gerekirse, aslında bu bir 68 yazısı değildir. Millî bağımsızlık fikrine sosyalistler sahip çıkmadığında, ABD güdümlü neoliberallerin sosyalizmi temellük edip onun çeşitli simülasyonları ile uluslara saldırdığına dair kısa notlardır. Geleceğin kavgası belki de, bağımsızlık isteyen uluslar ile neoliberal sosyalistler arasında yaşanacaktır ve bu son kavga şimdiden hiç de kurgusal değildir.

 

[1] K. Ross, Mayıs 68 ve Geriye Kalanlar; çev: Y. Ay, F.Ege, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, 2017.