"Aydınlanmış” emperyalizm ve “gerici”

19. yüzyılın en yetenekli ve yaratıcı aydınlarından Alexis De Tocqueville, liberal teorisyenlerin başucu kitaplarından olan “Amerikan Demokrasisi”nin yazarıdır. Fransız Devrimi üzerine yapılmış en değerli incelemelerden biri de ona ait. Lenin’in doğrudan atıf yaptığını hiç görmemiş olsam da, devrim teorisini kurarken “Eski Rejim ve Devrim”den çok faydalandığını düşünüyorum.

Liberal Tocqueville, Cezayir’de ise otoriter bir yönetimden yanaydı. Cezayir’in sömürgeleştirilmesinin ateşli taraftarlarından biriydi ve parlamentoya Cezayir’de otoriter yönetim kurulmasını savunan raporlar da sunmuştu. Zaten Fransız orduları Cezayir’e ilk defa, Orleansçıların liberal kralı Louis-Philippe döneminde ayak basmıştır.

Cezayir’de Fransız işgaline direnen ise Sidi Muhammed bin Ali es-Senusi’nin kurucusu olduğu Senusi tarikatıdır. Cezayir’deki mücadele bir yönüyle de “aydınlanmış” Tocqueville ile Senusi tarikatı arasındadır.

3. Cumhuriyetin başbakanlarından Jules Ferry, laik eğitim reformlarının da lideriydi ve Ateist olduğunu topluma açıklamıştı. Onun da “aydınlanmış” olduğuna şüphe yok. Ferry Fransız emperyalizminin kurucusu sayılıyor.

Liberal parti lideri William Ewart Gladstone ile Muhafazakâr Parti lideri Benjamin Disraeli’nin “aydınlanmış” olduklarına herhalde kimse itiraz etmeyecektir. Disraeli’nin romanları, hâlâ Türkçeye çevrilmemiş olsalar da, bugün bile Avrupa’da zevkle okunuyor. Bu iki rakip siyasetçi İngiliz emperyalizminin kurucu liderleriydi. İngiltere’yi Palmerston’un sömürgeciliğinden emperyalizm çağına bu iki isim taşıdı. 

Amerika ilk defa Wilsonien prensiplerle dünyaya nizam vermeye başladığına göre, Thomas Woodrow Wilson’ı Amerikan emperyalizminin kurucu lideri sayabiliriz. Wilson, lisans eğitimini Princeton Üniversitesi’nde, doktorasını Johns Hopkins Üniversitesi’nde tamamlamıştı. Başkan olmadan önce Princeton Üniversitesi’nin rektörüydü. Onun da “aydınlanmış” olduğuna şüphe edemeyiz. Wilson’dan sonra da Amerikan emperyalizmi akademiyle yakın ilişkisini sürdürdü; kuramsal gücünü biraz da bu ilişkiden aldı. 

Sömürgecilik ve emperyalizm, bir yönüyle de “aydınlanmanın” Batı tarafından mülk edinilmesidir. Mülkiyet kavramı. menşe kavramından farklıdır ve mülk edinilenin başkaları tarafından kullanılmasının engellenmesi anlamına gelir. Batı, aydınlanmayı bu anlamda mülk edinmiştir. Sömürgecilik ve emperyalizm meşruiyetini bu mülkiyete dayandırdı.

Seçkinlerin mülklerinden faydalanmaya kalkan avamın seçkinlere nasıl göründüğünü anlayabilmek için Emily Bronte’nin “Uğultulu Tepeler” adlı romanındaki Heathcliff karakterine bakabiliriz. Gelişme yoluna Batıcı olmayan bir tarzla girenler Heathcliff gibi tasvir edilmeyi göze almalıdır.

Ferry, Glasdone, Disraeli, Wilson emperyalizmin kurucu atalarıydılar. Bu günlerde onların kurduğu sisteme Türk aydınlanmasını eklemlemek isteyenler, “aydınlanmış” Batıcı bir Atatürk imal etmek zorundalar. Liberallerden gelen Atatürk övgüleri, bu yüzden şaşırtıcı değil.