Çürüten emperyalizm

Kültür endüstrisi

Başlıktaki “Kültür Endüstrisi” kavramını, Adorno ve Horkheimer’in Aydınlanmanın Diyalektiği’nde kullandıkları anlamda kullanmadım. Onlar bu kavramı, meta ilkesi çerçevesinde üretmişlerdi. Ben ise tamamen farklı bir yerden yaklaşıyorum konuya. Bilindiği gibi kültür, toplumların yarattığı bütün maddi ve manevi değerleri ifade eder ve tarihsel ve sınıfsal bir kavramdır. Maddi ve manevi değerlerin yaratımındaki hiyerarşi, kültürün sınıfsal karakterini yansıtır. Manevi kültürü (bilim, sanat, felsefe, eğitim, hukuk), maddi kültür (üretim araçları ve deneyimi) yaratır. Maddi kültür, manevi kültürün kaynağıdır. Bu bakımdan dosyamızın konusunu içeren manevi kültür, üretim araçları ve deneyimi tarafından, bir başka ifade ile üretim araçlarını kontrol eden uluslararası egemen sınıf tarafından üretilir. Kültür Endüstrisi kavramı bu sınıfın kültür üzerindeki egemenliğini ifade ediyor.

Doğu Perinçek, Aydın ve Kültür kitabında, kültürün sınıfsal karakteri hakkında şunları söylüyor:

“Her kültür, emekçinin emeğiyle yaratılır. Ancak toplumsal sisteme damgasını vuran sınıf, hâkim kültürün içeriğini de belirler. Hâkim sınıfın manevî kültürü, kısmen toplumsal sürecin ihtiyaçlarını, kısmen de hâkim sınıfın ihtiyaçlarını karşılar. Hâkim kültürün sınıf ilişkilerindeki pratik işlevi, emekçinin ürettiği değerlere sömüren sınıflarca el konmasını haklılaştırmak ve güvence altına almaktır.

“Sınıflı toplumda, ezilen sınıfın kendi manevî kültürünü özgürce yaratma ve geliştirme olanağı yoktur. Çünkü topluma hâkim üretim ilişkilerini ve siyasal yapıyı, ezenlerin çıkarı belirlemiştir. Ezilen sınıf, buna rağmen, emeğinin ürünlerini koparıp alan hâkim sınıfa karşı koyma çabası içinde belli değerleri geliştirir; ancak kendi bilim ve sanatını yaratma olanağına esas olarak ezilen sınıf durumundan kurtulmakla kavuşabilir.

(…)

“Ancak bu yüzyılın emekçi devrimleri, belli ülkelerde ve dünya ölçeğinde, emperyalist kültüre karşı emekçilerin sosyalist kültürünü geliştirme koşullarını da yarattı.”[1]

***

Kapitalist dünyanın görsel, işitsel ve teknolojik olanaklar üzerindeki tekeli, emperyalizmin ekonomik, siyasî ve askerî bir formasyon olmanın yanı sıra kültürel bir formasyon olduğunu da gösterdi. Medya ve yeni-medyanın, kapitalist tekelleşmenin getirdiği olağanüstü gücü sonuna kadar kullanması gibi son otuz yılın olguları yeni egemenlik ve ideolojik alanlar yarattı. Bu alanlar, millî kültürleri çürüten bir etkiye sahip. Hatta bu alanların, bugün yaşadığımız kültürel çürüme dikkate alındığında, varlık sebebinin bu olduğu dahi rahatlıkla söylenebilir.

Mehmet Ulusoy, Çürümenin Estetiği isimli kitabında, “Yeni Ortaçağ sisteminde Aydınlanma/modernleşme değerlerinin terkedilmesi ile birlikte, Batı’da, Rönesans’tan 20. yüzyıla kadar 500 yıllık tarihi süreçte biçimlenen, insan aklını, emeğini, üretimi/üreticiliği, yaratıcılığı esas alan bütün kültürel, etik, estetik değerler”[2]in terkedildiğini söylüyor. Bu değerleri terk eden sistemin efendileri, bütün ileri kültürleri çürüten bir saldırı başlattı. Bu bakımdan Çürüten Emperyalizm kavramı bugün yaşadığımız olguyu açıklamaktadır.

Cemil Gözel

 

[1] Doğu Perinçek, Aydın ve Kültür, Kaynak Yayınları, İstanbul, Genişletilmiş 2. Basım: Mart 2002, s.76-77

[2] Mehmet Ulusoy, Çürümenin Estetiği, Berfin Yayınları, İstanbul: Temmuz 2019, s.54.