Milli Mücadelede ve Cumhuriyet’in Kurulmasında Mustafa Kemal’in Rolü

Alp Hamuroğlu

 

Mustafa Kemal’in, iç içe üç büyük eylemi var; emperyalizme karşı kurtuluş savaşı, padişaha karşı demokratik devrim, toplumun ümmet aşamasından ‘millet’ aşamasına dönüşümü...” A. İLHAN (1)

Kemal’in bütün istekleri kabul edilmiş, İstanbul şehri ve Trakya topraklarının Meriç Nehrine kadar olan bölümü, tek bir mermi yakmaya gerek kalmadan kendisine bırakılmıştır.” NEW YORK TIMES (2)

Milli Mücadelenin başlama tarihi popüler tarih yazımında 19 Mayıs 1919 olarak belirlenmiş ve yerleşmiştir. Mustafa Kemal de bu tarihi böyle kabul etmenin -simgesel olarak- doğru olacağını düşünmüş olmalıdır ki, Milli Mücadelenin bu tarihte başladığını kaydetmiştir (bkz, Nutuk, ilk sayfalar). (3)

Oysa bu tarihten altı ay kadar önce Milli Mücadele kararı alınmış, bu karara hizmet edecek emirler verilmiş, önlemler alınmış, haberleşmeler yapılmış, mücadele için örgütlenme çalışmaları ile askeri hazırlıklar o günlerden başlatılmış ve dahası “ilk kurşun” bile o günlerde atılmıştır. (4)

Bunları yapan, Osmanlı devletinin tanınmış bir generali olan Mustafa Kemal’dir. Şöyle ki:

Kurtuluş Savaşımızın başlatıcısı Mustafa Kemal Paşa’dır!

Mondros Mütarekesi’nde (30 Ekim 1918) Türkler için sınırlar çizilmiştir. “Bu sınırlar Türk devletini karşılayacak sınırlar olamaz” diye düşünen Mustafa Kemal Paşa’nın yeni sınırlar konusunda bir anlayışı da vardır. Bu konu, Mustafa Kemal’in kafasını daha gençlik yıllarında kurcalamış ve o zamanlardan başlayarak durumu sürekli değerlendirmiş, birtakım sonuçlara varmıştır.

1905 yılında, İstanbul’da devrimci faaliyetler içinde bulunduğundan sürgüne gönderildiği Şam’da, “milli devlet” tezi doğrultusunda düşünmeye başlamış, o günlerde birlikte olduğu okul arkadaşı Ali Fuat’a Mustafa Kemal şunları söylemiştir: “Dava, yıkılmak üzere bulunan bir imparatorluktan, önce bir Türk devleti çıkarmaktır.”(5) Çünkü imparatorluğu artık ayakta tutmak imkansızdır. Ama bu, sadece Osmanlı İmparatorluğu’nun sorunu değildir, imparatorlukların zamanı geçmiştir, hepsi, bütün imparatorluklar tarihten silinecektir. O yıllarda bu öngörüdeki imparatorluklar, Alman, Rus ve Türk imparatorluklarıdır. Nitekim, Rus imparatorluğu Sovyet Devrimini yaşayarak savaş bitmeden, Alman İmparatorluğu ise savaş biter bitmez ortadan kalkmıştır.

Ayrıca devlete yeni sınırlar çizilecekse, ki çizilecektir, bunlar da yukarıda özetlendiği üzere aşağı yukarı aşağı yukarı bellidir, ve bu sınırlar yabancı devletler tarafından değil, Türkler tarafından, milletin kendisi tarafından çizilecek, milli mücadele ile de korunacaktır. (6)

Mondros Mütarekesi’nin şartları ise hiçbir devletin kabul edebileceği türden değildir.(7) Bu yüzden Mustafa Kemal Paşa, Mondros Mütarekesi şartlarını kaydeden belgeyi görür görmez Türkler tarafının şartlara uymaması gerektiğini saptar. (8) Çünkü ordu terhis edilecek, silahları düşmana teslim edilecektir. Yani ülke ordusuzlaştırılacak ve silahtan arındırılacaktır.

Önce görev alanındaki her yere, silah bırakılmamasını, terhisin uygulanmamasını emreder. Bunu görev alanı dışındaki bölgelere de duyurduğu gibi, hiçbir yerde Mondros şartlarına uyulmamasını ister. Devletin bu yöndeki emir ve talimatlarına da karşı çıkılacaktır. Arkasından 3 Kasım’da silah ve cephanenin emniyet altına alınması için İstanbul’daki Genelkurmay Başkanlığı’na uyarıda bulunur. Aslında Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesinin başlangıç günü, Mustafa Kemal Paşa’nın bu haberleşmeleri yaptığı gündür (1-3 Kasım 1918). Mütareke’yi imzalayan İstanbul hükümetine isyanın da başlangıç günü gene o günlerdir.

Dolayısıyla Mustafa Kemal açısından hem yeni bir devlet için, milli devlet için isyan, hem de bağımsızlık savaşı, 1918 yılının Kasım ayında başlamaktadır.

Milli Mücadelenin başladığı o 1 Kasım gününü takip eden haftalarda Mütareke’nin yarattığı infial rüzgarı, bütün yurdu sarar.

2 Aralık 1918 günü Vilâyatı Şarkiye Müdafaayı Hukuku Milliye Cemiyeti kurulur ve ilk bağımsızlık kararlarını alır. Cemiyetler her yerde kurulmakta, Türkiye ayağa kalkmaktadır.

Mondros Mütarekesi ertesinde Mustafa Kemal’in tepkisi, yaptıkları ve girişimleri, Aralık ayı sonuna doğru bir araya gelen İstanbul’da görevdeki bir grup Osmanlı paşası tarafından öylesine takdir edilmiş ve benimsenmiştir ki, “direniş önlemleri olarak” çıkış yolunu şu şekilde belirlemişlerdir:

1. Terhisi derhal durdurmak. 2. Yurdun müdafaasında en lüzumlu silah, cephane ve teçhizatı düşmana vermemek. 3. Genç ve muktedir kumandanları kıtası başında bulundurmak. 4. Milli mukavemete taraftar idare amirlerinin yerlerinde bırakılmasını temin etmek. 5. Vilayetlerde fırkacılık adı altında yapılan kardeş mücadelesine mani olmak. 6. Halkın maneviyatını yükseltmek.” (9)

Kurtuluş Savaşımız ancak Anadolu’dan yürütülebilir!

1919 yılının Ocak ayı Mustafa Kemal için yapacaklarının hazırlanma günleridir. Yazılar yazar, gazete çıkarır. Padişah Vahdettin dahil Osmanlı ricalinin bütün önemli adamlarıyla görüşür, anlaşacağı arkadaşlarının hepsiyle toplantılar yapar. Yeni hükümetlere katılmak ister, tasarımları Harbiye Nezareti’ne atanmak üzerine kuruludur. Ancak İngilizlerle başa çıkamayacağına kani olmuş ve onların suyuna gitmek gerektiğine karar vermiş “Osmanlı”, iradesizdir. Ayrıca kendisine de güvenilmemektedir, beklenti ve hatta talepler gerçekleşmez. Bu sefer İstanbul’da kalmanın yararsız ve hatta tehlikeli olduğunu belirleyecektir. Arkadaşlarından tutuklananlar vardır, ama çekinmez, onları ziyaretten bile kaçınmaz.

İstanbul’da eskiden beri arkadaşları olan Ali Fethi (Okyar), İsmet (İnönü), Ali Fuat (Cebesoy) gibi subaylarla görüşmüş, anlaşmıştır. Fakat “esas maksadı”nı onlarla dahi konuşmamış, “gizli görevinin” tehlikeye girmesi olasılığını yok etmiştir. Bu “milli sır”, biraz sonra sözünü edeceğimiz Üçlü Misak’a kadar kimseyle paylaşılmaz. (10)

Bu dönemde arkadaşlarıyla görüşmelerinin anlatılmasında ihsaslar vardır (11) ancak gizli kalması gereken şeyler de anlaşılır şekillerde gizli kalacaktır.

Artık hedef Anadolu’ya geçmektir. Bu arada atamalarla geçenler de vardır. Ali Fuat Paşa Ankara’da ve Kâzım Karabekir Paşa doğuda (15. Kolordu’da) Nisan başından beri görevli ve yetkilidirler. (12)

Mustafa Kemal Paşa bütün arkadaşlarından kendisi için de bunun yollarını yaratmalarını ister. Nitekim onlar da yaratırlar. Mütareke İstanbul’unda yönetim de Mustafa Kemal’den kurtulmak için bir uzaklaştırma yolu aramaktadır. (13) İstek için yapılan ayarlama çalışmaları, bu arayışa uygun düştüğü için “ordu müfettişliği” görevi düşünülür. İstanbul’daki vatanseverler de hem kendisiyle birlikte hem de ayrıca sonradan Anadolu’ya geçeceklerdir. Mustafa Kemal görevi gereğince 9. Ordu’ya gönderilecek ve Karadeniz bölgesinde Rumlara saldıran “Türk çeteleri”nin önüne geçecektir!

Ancak resmi görevle ve geniş selahiyetle gönderilmesi sağlanmıştır. Bu konudaki ifadeler onun talebi üzerine resmi belgelere geçirilmiştir. (14) Mustafa Kemal Paşa, geniş yetkilerle gideceğine ve İstanbul’dan bu şekilde kurtulacağına o kadar sevinmiştir ki 15 Mayıs günü cebine koyduğu mühürlü yönetmelik sayesinde “talih bana öyle elverişli şartlar hazırlamıştı ki, kendimi onların kucağında hissettiğim zaman ne kadar bahtiyarlık duydum, tarif edemem” diyecektir. (15)

Kurtuluş Savaşımızın önderinin bütün mücadelenin başına geçişi

15 Mayıs 1919’da, Samsun’a hareketinden önce İstanbul’dan ayrılma günlerinde veda için Harbiye Nezareti’ne gittiğinde Fevzi Paşa (Çakmak; görevinden yeni ayrılmış olan Genelkurmay Başkanı) ve Cevat Paşa (yeni Genelkurmay Başkanı) ile görüşür. Fevzi ve Cevat Paşalar görev teslimi gününde bir aradadırlar. (16)

Bu üç yurtsever, dürüst ve kahraman paşa, öylesine aynı düşüncelerdedirler ve anlaşmışlardır ki fazla konuşmaya gerek kalmamıştır. “Milli sır”rın paylaşıldığı ortamdır. “Üçlü Misak” imzalanır. Ve Mustafa Kemal, “Ben bunu (17) ispat etmek için Anadolu’ya gidiyorum” (18) der ve ekler; “Yalnız sizlerden bir şey bekliyorum, bana yardım edeceksiniz.” Ayrılır.

Üçlü Misak’ta beş madde vardır. Müfettişlikler konusu yanında, “Mondros Mütarekesi şartlarının kabul edilmeyeceği”, “terhisin ve İtilaf devletlerine silah-mühimmat teslimatının uygulanmayacağı”, “İstanbul’daki yönetimin kararlarına uyulmayacağı” belirlenmiştir. Görüldüğü gibi bu maddeler, Mütareke üzerine Mustafa Kemal Paşa’nın hemen o günlerde alınmasını uygun gördüğü önlemlerdir. (19)

Üçler Misakı, düzenli orduyla mücadele etmek için verilen bir yemindir. İlk kez 30 Eylül 1933 tarihinde Akın gazetesinde gün ışığına çıkmıştır. Daha sonra Fevzi Çakmak’ın anılarının yazılı olduğu bir kitapta 1946’da sözü edilecek, orada yayınlanacak, bilinir olacaktır.

Bu dönemin 1919 yılı İstanbul’unda yaptığı çeşitli görüşmelerini de yazdığı 1926 anılarında Mustafa Kemal Üçlü Misak’ın sözünü etmeyecektir. (20) Keza Nutuk’ta da. Ama adı anılmadan gene de anlatılır.

Gerek Mustafa Kemal ve gerekse Anadolu’ya geçen diğerleri, “Malta’ya sürülme riskini de göze alıp İstanbul’da zaman geçiren insanlara” çok sinirlenmekte ve onları mektuplarla gelmeye teşvik etmektedirler. (21) Bunlar arasında birçokları ya planlanan zamanlarda ya da sonradan kendi seçimleriyle Anadolu’ya geçeceklerdir.

Böylece, Mustafa Kemal Paşa’nın Milli Mücadeleyi daha 1918 yılında başlatmakla birlikte, İstanbul’da yapılacak bir şey olmadığını saptayıp, İstanbul’dan Anadolu’ya geçip mücadelenin başında yer almak iradesini taşıdığını da sergiledik.

Mustafa Kemal’in “Herkesin her şeyden ümit kesmiş bulunduğu Mütareke’nin ilk altı ayında neye dayanarak mücadeleye başlamış olduğu” gerçek bir sorundur. (22) Dolayısıyla Mustafa Kemal’in devrimci bir bilinçle ve doğru bir strateji belirlemesiyle kendisini Samsun’a götürecek gemiye bindiği ortadadır. Demek ki hayalperest değil, gerçekçidir. Belli tarihsel dönemlerde gerçekçi olmak da olağanüstü bir kişilik olmayı gerektirir.

Mustafa Kemal Paşa, Anadolu’da mücadeleye birtakım insanlar veya bir örgütlenme ya da bir kurum tarafından gönderilmemiştir. Anadolu’ya gitmenin şart olduğunu düşünen ve bunun yollarını arayan kendisidir.

Ayrıca Milli Mücadelenin Mustafa Kemal’in Samsun’a gelmeden önceki aylar içinde Anadolu’da başlatılmış olduğu yolundaki birtakım görüşlerin örneklendirilmesi ve bunların tekrarlanması, Kurtuluş Savaşının mimarının Mustafa Kemal olmadığını ileri sürmek istemektedir. Mücadeleyi başlatanlar başka adlardır! Mustafa Kemal Paşa adeta, Anadolu’da hazırlanmış olan mücadelenin sonradan başına geçmiş, dolayısıyla hazıra konmuştur. Tarihin de bu şekilde yazılmasını sağlamış, kendini öne çıkarmıştır!

Dürüstçe bakıldığında, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet tarihi dönemini konu edinen bütün bilimsel çalışmalar, Mustafa Kemal’in 1918 yılından başlayan mücadelesinin onun tarafından yaratılıp, o mücadeleye doğal önder olduğunu saptamış durumdadır. Öyle ki, önderlik için başka bir seçenek de olmamıştır. Mesleğinden istifa edip bütün imkanlarını geride bıraktığı günlerde de (Temmuz 1918) önderdir, Erzurum Kongresi’nde mücadeleye önder belirleme gününde (23 Temmuz 1918) de önderdir. Karşısında öne çıkmış kimse yoktur. Kongrede 3’e karşı 38 oyla başkan seçilmiştir. (23) Mücadelenin önderi, nereden bakılsa tartışmasızdır.

Bu konudaki tarihsel çarpıtmalar ve Mustafa Kemal’in değersizleştirilmeye çalışılması yüzünden hem 1919 İstanbul’unu ve hem de bu dönemin öncesi ve Mütareke sonrası olan önemli haftaları ele aldık.

Cumhuriyet, Mustafa Kemal’in eseridir!

Bir Osmanlı subayı olan 1910’ların Mustafa Kemal’i yönünü, bir tarih bilincine sahip olarak çizmiştir. Neyi hedeflemek gerektiğini bilmektedir. Büyük Savaş yıllarında, “Osmanlı’yı kurtarmak isteyen” mücadele arkadaşlarından da farklı düşünmektedir. Ona göre Türk milleti yaratılmalıdır. Ama milli devlet ortaya çıkmadan millet olunamayacağını da kavramıştır.

Tarihin hızlandığı bu hengamede tarih bilinciyle süreci doğru okuyan bu Osmanlı subayı genç, hem imparatorlukla hayatın sürdürülemeyeceğini, hem de imparatorluk yerine daha dar ama gerçekçi bir çözüm olan milli bir devletle devam edilebileceğini biliyordu.

Daha da önemlisi, milli devlet olmadan bağımsızlığın, bağımsızlık olmadan cumhuriyetin, cumhuriyet olmadan yenileşmenin ve gelişmenin, yenileşme ve gelişme olmadan var olmanın imkanı yoktur. Tarihe ilgisi ona, Orta Çağ sistem ve yöntemlerinin, feodal dönemin uygulama ve alışkanlıklarının 20. yüzyılda geçerli olamayacağını göstermiştir.

Ayrıca imparatorluğun bütün topraklarını savunmak mümkün olmadığı gibi, doğru da değildir. İmparatorluk sınırları içinde olan başka milletlerin de milli devletlerini kurma hakları olmalıdır. Sorun yalnız Türklerin sorunu değildir.

Bunların sonucu olarak her şeyi bir sıraya koyar.

Milli Mücadele başlamıştır ama onu kişi ya da kişiler değil, en yüksek örgütlenme yönetmelidir. Osmanlı devleti zaten bunu yapacak özellikle değildir. O halde onun yerine, onun yapamayacağını yapacak olan şey yaratılmalıdır. Bu “Cumhuriyet”tir. “Milli sır”da gizli olan da budur. Kongreler döneminde (1919 yazı) altyapısı hazırlanan “milli hakimiyet”, Heyeti Temsiliye yapılaşmasıyla başlar. 23 Nisan 1920’de Meclis’in açılmasıyla da bütün sorun çözülmüştür, hem “hakimiyet milletindir”, hem mücadelenin yürütülmesinin bir merkezi vardır ve hem de mücadele meşru bir zeminde yürütülmektedir.

29 Ekim 1923’te Cumhuriyet, askeri zaferler (İnönü’ler, Sakarya, Büyük Taarruz) ve barış savaşı (Lozan) sonrası ilan edileceği gün geldiğinde mırıldanmalar vardır. “Padişahın ekmeğini yiyenler”, “koskoca Osmanlı ne olacak diye soranlar”, “acaba buna hazır mıyız diyenler”, “böyle aniden olur mu diye şaşanlar”, “tartışmak lazım diye düşünenler”, üç yıldır Milli Mücadelenin, padişahın, Osmanlı’nın, feodal kurumların emrinde değil, Cumhuriyetçe ve Cumhuriyet’in yurttaşlarınca yürütüldüğünün adeta farkında değildiler. Milli Mücadelenin içinde olan kimileri, aynı zamanda üç yıldır, padişahla, Osmanlı’yla, Eski Rejim’le savaşıldığını da unutmuşlardı.

Sonuçta Cumhuriyet kararının, acele alınmış, emrivaki yapılmış, vakitsiz, sırasız, gereksiz, istenmeyen bir şekilde ortaya çıkmış olduğu ifadeleri görüntüydü. Demek ki Meclis’te olanların bir kısmı gelişmelerin dışındaydı. (25)

Kaldı ki, 1920’de padişahın iradesi sonlandırılmış, iradenin sahibi millet olmuştu. O zaman bunu tartışan olmamıştı, çünkü hayatın dayattığı şey mücadelenin olmazsa olmazıydı!

Bunlar gösteriyordu; 29 Ekim 1923 günü Mustafa Kemal’in etrafında bir Cumhuriyetçiler halkası bulunmuyordu. Ancak milletin ihtiyacı Cumhuriyet olduğu gibi, padişahlığın, saltanatın bir şansı da kalmamıştı. Zaten, üç yıldır milli mücadeleyi yürüten, savaşı kazanan, milleti birleştiren, barışı sağlayan Cumhuriyet’ti.

Zaten Gazi Mustafa Kemal Atatürk de yıllar sonra Cumhuriyet’i “en önemli eserim” diye gördüğünü söyleyecektir.

Milli Mücadele ve Cumhuriyet’in “tarihyazımı”

Buraya kadar yazdıklarımız neden gerekmiştir ve neden önemlidir? Atatürk’ün ölümünden sonra Mustafa Kemal’le birlikte bağımsızlık savaşımızın ve Cumhuriyet Devrimlerinin karşısında olanlar ortaya attıkları birtakım iddialarla, ya Mustafa Kemal’in bütün bu gelişmelerdeki rolünün tarihimize geçtiği şekliyle doğru olmadığını ya da zafer ve başarı ile sonuçlanmış mücadelelerin aslında başka anlamlarının bulunduğunu ileri sürmek yoluna gitmişlerdir. Bunları bıkmadan da yazmaktadırlar. Belgesiz, dayanaksız söylemler, belgelerde tahrifatlar, olmadık iftiralar, akılalmaz yalanlar birbirini kovalamıştır. Ve bunlar halen de sürdürülmektedir.

Yapılanlar içinde, Üçlü Misak’tan Mustafa Kemal Paşa’nın çıkarılıp onun adı yerine başka adların konmasından, tarihin “yanlış” olduğu, resmi tarihin “yanlış” yazıldığı iddialarına kadar çok şey bulunmaktadır.

Üçlü Misakı, Milli Mücadeleyi Osmanlı Harbiye Nazırlığı ve Genelkurmayının planladığı ve gerçekleştirdiği savlarına dayanak yapmaya çalışanların yanında, Padişah Vahdettin’i “milli mücadeleci”, “bağımsızlıkçı” göstermeye yeltenenler de bulunmaktadır.

Atatürk’ü küçültücü, aşağılayıcı yalanlar arasında, “aslında Anadolu’ya gitmek istemediği”, “istememesine rağmen zorla gönderildiği”, “İngilizlere ajanlık yaptığı”, “savaşlarda başarısız olduğu ve muharebe alanlarından kaçtığı”, “çatışmalar sırasında düşmanla gizlice anlaşmaya çalıştığı” vb. gibi son derece tutarsız iddialar bulunmaktadır. (25)

Aslında Mustafa Kemal’e ve onun gibi ülkeye ve millete karşı sorumluluk sahibi olan paşalara karşı daha onların sağlıklarında da böyle iftiralar atılmaktaydı. Örneğin, 14 Mart 1919 tarihinde Hukuk-i Beşer gazetesinde çıkan seri makalelerde, “ordu kumandanı denilen âli sefillere, daha doğrusu haydutbaşlarına” verilmek üzere “altın ve gümüş paralar” basıldığı yazılmıştı. Kendisinin de kastedildiğini anlayan Mustafa Kemal Paşa, Harbiye Nezareti’ne yazılı bir başvuruyla makalenin yazarı olan “bu iftiracı adam” ile ilgili olarak kanuni işlemin yapılmasını istemişti. (26) Bir sonuç çıkmaz ama tersine, arkasından da Mustafa Kemal hakkında bir ceza davası açılır, ancak Mustafa Kemal davanın görülmesini geciktirici bir yolla İstanbul’dan ayrılana kadar vakit kazanınca mahkum edilmesi mümkün olmaz. O dönemde söylenenlere bakılırsa Mustafa Kemal Paşa dava görüldüğünde mahkum olmaktan kurtulamayacaktı. (27)

Milli Mücadelemizde adını altın harflerle yazdıran İsmet Paşa hakkında da o dönemde o kadar çok karalama yapılmıştır ki Milli Mücadeleye karşı olan teslimiyetçiler ve boyun eğenler cephesinin bundan nasıl bir öfke ve düşmanlık sahibi olduğu ve İsmet Paşa’yı neden seçtikleri anlaşılabilir.

Hedeflerden biri de Atatürk’ün yazdıklarıdır. Yazdıklarında yanlışlar vardır iddiasında olanlar, bir hesaplaşma peşindedirler, “düello” heveslileridirler. Ancak Atatürk’ün açığı yoktur ve küçük işlerin üstesinden gelmenin ustasıdır.

Devrimci Mustafa Kemal, Milli Mücadelenin, Cumhuriyet’in kuruluşunun ve devrimlerin boşuna önderi olmamıştır. Benzeri olmayan bir milli kahramanımızdır. Silah arkadaşları da aynı onun gibi, ölümü göze almışlar, haklarındaki idam fermanlarına da sahip olmanın onurunu ve sevincini yaşamışlardır.

Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya geçişi ile Meclis’in açılması arasındaki bir yıldan fazla olan zamanda “her işi şahsen kendisi idare etmiş”, bu süre içinde “her emir kendisinden ve kendi imzasıyla çıkmıştır.”

Ve bu konuda milli mücadelenin ilk günlerinden beri yanında yer alan, fakat sonradan aralarında farklılıklar oluşan ve adı “Atatürk’ün karşısında olanlar” ile “Atatürk’e muhalefet edenler” arasında geçecek olan Amiral Rauf Orbay, (28) her şeye rağmen onun rolü konusunda şöyle yazacaktır: “Mustafa Kemal Paşa bu mücadeleye atılmasaydı bu memleket kurtulamazdı. Anadolu’nun tehlikeye düşen yerlerinde, batıda, doğruda ve güneyde başlayan bir yurtsever düşüncenin mahsulü olan zayıf milli mukavemet hareketleri Mustafa Kemal Paşa tarafından birleştirilmeseydi, her biri ayrı ayrı kolayca bastırılabilirdi.” (29)

Bunların ötesinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bir tarih yapan olarak aynı zamanda tarihe en büyük önemi veren bir devlet adamı ve bir tarihçidir. Tarih yapıcı, tarih yazmayı da gerekli görür, yaşadığı dönemi, önderlik ettiği Milli Mücadeleyi ve Cumhuriyet’in kuruluşunu ayrıntılarıyla yazmıştır ve bu, dönemin ilk tarihyazımı ve zamana tanıklığıdır. (30)

Ayrıca, Türkiye’yi, Batımerkezci tarih tezlerine dünyada devlet olarak ilk sistemli karşı çıkışın odak noktası yapmıştır (1930’lu yıllar). Bunun için tarih ve dil konularını sürdürülebilir olarak kurumlaştırdığı gibi, uluslararası tarih kongreleri düzenlemiş, tarih çalışmalarını derinleştirmiştir. Böylece, milli tarihyazımımızın temellerini attığı gibi, ezilen dünyanın tarih alanındaki bilimsel temellerine katkıda bulunmuştur. (31)

Milletimize yıkılmaz bir Cumhuriyet ile tarih bilinci armağan ettiği ve dünyaya Doğululuğun değerini gösterdiği için Atamıza minnet borçluyuz.

 

DİPNOTLAR

1. Attilâ İlhan, Hangi Atatürk, Bilgi Yayınevi, Ankara 1981, s.15.

2. “Kemal’in Bitmeyen İstekleri”, New York Times, 25 Eylül 1922; akt. Bilâl N. Şimşir, Dış Basında Laik Cumhuriyetin Doğuşu, Bilgi Yayınevi, Ankara 1999, s.20.

3. Atatürk’ün Bütün Eserleri, cilt: 19, Nutuk I (1927), Kaynak Yayınları, İstanbul 2006, s.23.

4. Kurtuluş Savaşında atılan “ilk kurşun” bu haberleşmenin ve harekete geçmenin bir sonucu olarak Hatay’ın Dörtyol yakınlarındaki Karakese köyüne saldıran Fransızlara karşı 19 Aralıktadır, bu direnişte on beş Fransız askeri öldürülmüştür. Bu da örgütlü direnişin fiili olarak ateşlenmesi anlamına gelmektedir.

5. Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, cilt 1, Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ, İstanbul 1997, s.9; akt. Ercan Dolapçı, “Büyük Devrimcinin Not Defterinden / Mustafa Kemal’in Suriye Günleri”, Aydınlık, 13 Kasım 2022, s.8.

6. Bu konuda ayrıntılı bilgi için “Türk Devrimi, Cumhuriyet ve Misakı Milli / Devlet, Milli Devlet ve Milletin Ölçeği - 3” başlıklı yazımıza bkz. Teori, sayı: 404, Eylül 2023, s.65-76.

7. Mondros Mütareke’sinin şartları olarak bkz. Cengiz Sunay, Son Karar - Misak-ı Milli / Son Osmanlı Meclisi’nin Yakın Tarihe Yön Veren Kararı, Doğan Kitap, İstanbul 2007, s.20-22.

8. Mustafa Kemal Paşa’nın bu tutumuna karşılık “yönetimin başında bulunan” Padişah Vahdettin, Mütarekename’nin son derece ağır şartlarını öğrenince sadrazamına şunları söylemişti: “Şartlar ne kadar ağır olursa olsun hemen kabul edelim.” (Bkz. Tevfik Bıyıklıoğlu, Atatürk Anadolu’da, Cumhuriyet, İstanbul 2000, s.9.) Bundan anlaşılmaktadır ki, kendisinden ve sarayından başka bir şey onun için önemli değildir.

9. Nejat Kaymaz, “Misak-ı Milli Konusuna El Atma Gibi Bir İşe Kalkışmak (10a)”, Teori, sayı: 310, Kasım 2015, s.39.

10. Konuşmalarını ve görüşmelerini yazdığı hiç bir şeyde bundan söz ettiğjne rastlanamamıştır.

11. Nejat Kaymaz, “Misak-ı Milli Konusuna El Atma Gibi Bir İşe Kalkışmak (10b)”, Teori, sayı: 312, Ocak 2016, s.65-68.

12. Nejat Kaymaz, “Misak-ı Milli Konusuna El Atma Gibi Bir İşe Kalkışmak (10c)”, Teori, sayı: 316, Mayıs 2016, s.56.

13. Sadi Borak, Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları (1899-1919), Kaynak Yayınları, İstanbul 1998, s.251. Ancak başka bir kaynak, Mustafa Kemal’in İstanbul’dan uzaklaştırılma isteğinin de Anadolu’ya gidebilmesinde bir rolü olduğuna pek olasılık tanımamaktadır. ‘Eğer öyle olsaydı, söz konusu olan yetkilerle gönderilmesi mümkün olmazdı’ diye düşünülmektedir. Bkz. Baki Öz, Atatürk’ün Anadolu’ya Gönderiliş Olayının İç Yüzü - I, Cumhuriyet, İstanbul 2000, s.53-54.

14. Nutuk, s.28, Borak, s.250-52 ve Nejat Kaymaz, “Misak-ı Milli Konusuna El Atma Gibi Bir İşe Kalkışmak” (10d), Teori, sayı: 318, Temmuz 2016, s.59.

15. Borak, s.252-53.

16. Kaymaz, “Misak-ı Milli Konusuna El Atma Gibi Bir İşe Kalkışmak (10b)”, s.73-74 ve Borak, s.263-65.

17. Mustafa Kemal’in “bu” dediği şey, “yeni bir Türk devleti tesis etmek”ti.

18. Başka kaynaklarda “uygulamak için” ve “yerine getirmek için” şeklinde geçiyor.

19. Peki, Mustafa Kemal Paşa’nın 1 Kasım 1918’de belirlediği Mondros Mütarekesi şartlarına uyulmaması belirlemesi ne sonuç vermiştir? Bunun yanıtını İngiliz raporlarından öğreniyoruz. Görevli Albay Rawlinson, 1919 yaz aylarında Doğu Anadolu’da yaptığı temaslar sonunda, “Türklerin orduların terhisi ile silah-araç-mühimmat teslimi konularında isteksiz davrandıklarını ve Mütareke şartlarını yerine getirmedikleri”ni yazmıştır. İfadeler son derece açıktır. Türk Silahlı Kuvvetleri, Mondros Mütarekesi’ni tanımamış, Mustafa Kemal Paşa’nın emir, talimat ve yazışmalarına uyulmuştur.

20. Dr. İsmet Görgülü, Atatürk’ün Anıları, Bilgi Yayınevi, Ankara 1998, s.29; akt. “Büyük Gazi’nin Hatırat Sahifeleri (1914-1919)”, Atatürk’ün Bütün Eserleri, cilt: 3 (1919), Kaynak Yayınları, İstanbul 2000, s.54-55.

21. Kaymaz, “Misak-ı Milli Konusuna El Atma Gibi Bir İşe Kalkışmak 10c”, s.66 vd.

22. Bıyıklıoğlu, s.10.

23. Ayrıntılı bilgi için bkz. Orhan Çekiç, İmparatorluk’tan Cumhuriyet’e - III / 1920 – Teşkilatlanma / Sivas’tan Ankara’ya, Kaynak Yayınları, İstanbul 2015, s.25-45.

24. O “Ekim günleri”ni anlatan İsmet Bey, sorunların nasıl aşıldığını bir bir sergilerken ne büyük mücadeleler verildiğini de göstermiş oluyordu; bkz. İsmet İnönü, Cumhuriyetin İlk Yılları, Cumhuriyet, İstanbul 1998, s.23 vd.

25. Kanal B televizyon kanalında cumartesi günleri araştırmacı Cengiz Özakıncı ile yapılan “Tarihin Bilinmeyen Yüzü” programlarında Mustafa Kemal’e, Kurtuluş Savaşına, savaştaki muharebelere ilişkin uydurma ve olumsuz iddialar (“Milli Mücadeleye Kara Çalanlar” başlığı altında) belgelerle yanıtlanmakta ve sahtelikleri kanıtlanmaktadır.

26. Gerçi “orduya yapılmış bu hakaret karşısında” Harbiye Nezareti’nce bir işlem yapılmamıştır, ancak mücadele isteği olanların ne gibi tezviratlarla karşılaştıklarını göstermesi bakımından bu olay önemli ve anlamlıdır.

Vakit gazetesinden (25 Mart 1919) akt, Borak, s.218 vd.

27. Borak, s.220.

28. Bkz. Sadun Tanju, Atatürk’ün Yanındakiler Karşısındakiler, Hürriyet Yayınları, İstanbul 1981, s.34-42 ve Nurşen Mazıcı, Belgelerle Atatürk Döneminde Muhalefet (1919-1926), Dilmen Kitabevi, İstanbul 1984, s.78 vd.

29. Bıyıklıoğlu, s.10.

30. 1926 yılında üç ayda bizzat yazdığı ve TBMM’de okuduğu Nutuk’un önemi ve modern tarihyazımımızdaki anlamı konusunda “Tarih, Tarihyazımı, Batı ve Atatürk” başlıklı yazımıza bkz. Bilim ve Ütopya, sayı: 352, Ekim 2023, s.30 vd.

31. Bu konuda geniş bilgi için “Tarih, Tarihyazımı, Batı ve Atatürk” başlıklı yazı, s.17-33.

Türk Devrimi
Etiketler
Atatürk; Cumhuriyet; Milli Mücadele;