Tarımda biyoteknoloji
Geçtiğimiz yıl (2018) Davos toplantılarında bir gazeteci Yuval Noah Harari’ye sormuştu, gelecek hakkında ne düşünüyorsunuz diye? Prof. Harari, “gelecek, biyoteknolojiyi ve dijital teknolojiyi bilen ulusların olacak.” demişti. Bundan yıllarca önce de Einstein, “Tarımı ihmal eden ülke intihar ediyor demektir.” demişti.
Sosyal medyada 31/10/2006 tarihinde çıkarılan 5553 sayılı tohum yasası sık sık gündeme geliyor. Bu kanunla tohumlarımızı çokuluslu şirketlere devretti hükümet diye. Hatta bununla da yetinmeyip yerli tohum kullanan köylüye ceza verilecek yaygaraları koparılmıştı. Aslında tam tersi idi; bu yasa ile yerli tohumlarımız tescillenip koruma altına alınıyordu. Üreticiyi korumak için, tohum ticareti ile uğraşanların tohum satabilmeleri, tohumlarının sertifikalı olması koşuluna bağlanıyordu; bu, daha önce de 3380 sayılı tohum sertifikasyon kanununda vardı. 5553 sayılı yasadan sonra konuyu bilen bilmeyen tohum milliyetçisi oldu. Tohum takas grupları ülkenin her yerinde çığ gibi çoğaldı. Aslında bunu dünya çapında destekleyip yaygınlaştıran, finansman desteği sağlayan o tohum takasçılarının bahsettiği çokuluslu emperyal şirketlerdi. Bununla ilgili bir program da, TRT Belgesel kanalında birkaç kez yayınlanmıştı.[1] Bu videoda, dünyanın neresinde gelişmemiş bir topluluk varsa, yerel halka tohumlarına sahip çıkmayı öğreten bir Batılı ya da Batı’da yetişmiş sözüm ona hümanist (!) bir işbirlikçi görürsünüz. Yerel tohumları onlar adına toplayıp muhafaza eder bu zevat. Aslında onlar, gelişmiş çokuluslu tohum biyoteknoloji şirketlerinin ajanlarıdır. Çok kıymetli gen kaynağı olan yerli tohumları o emperyal şirketlere ulaştırmakla görevlidirler.
Moloküler biyoloji üzerinde yıllardır çalışan, biyoteknoloji konusunda çok ileri olan bu çokuluslu tarım ve kimya şirketleri, yukarıda bahsedilen yerli tohumların birçok genini kullanarak yeni çeşitler geliştirmektedirler. Ürün standartları oluşturup patentlerini almaktadırlar. Bunu, nerede ise toplumumuzun tamamının karşı olduğu gen değişimi ile yapmaktadırlar. Günümüzde GDO (genetiği değiştirilmiş organizmalar) olarak bilinen, klasik gen değişimi ile elde edilme işlemi çok daha ileri gitmiştir. Klasik gen değiştirme teknolojisi yerini mutasyon teknolojisine terk etmişti. (Mutasyon=değişimi istenen genin baskı altında organizmada istenilen özelliği sağlaması için mutant gen oluşturmak.) Bu da yetmemiş, şimdilerde bilim insanları CRISPR teknolojisi üzerinde çalışmaktadırlar. Bu teknolojiyi ise, DNA sarmalının bir kısmının kesilerek yerine istenen özellikteki başka bir organizmadan alınan DNA sarmalının eklenmesi şeklinde açıklayabiliriz. Bu biyoteknolojiler gen kaynaklı hastalıkların tedavisinde kullanılacağı gibi, bitki ve hayvan ıslahında da kullanılabilecektir. Örneğin, buğdayda klasik çaprazlama ve seleksiyonla üstün özellikli bir buğday çeşidi elde etmek 14-15 yıl sürerken, yukarıda bahsedilen teknolojiler ile birkaç yıl gibi kısa sürelerde yeni çeşitler geliştirilebilmektedir.
İşte asıl tehlike buradadır. 2050 yılında dünya nüfusunun 9-10 milyara ulaşacağı tahmin edilmektedir. Dünya’da tarım yapılan araziler artmayacağına göre bu kadar nüfusu beslemek için gerekli gıda üretimi mevcut arazilerde bu teknolojilerle elde edilen ürünler sayesinde üretim artışı sağlanacaktır. O zaman bu teknolojileri bilip uygulayan şirketlerin, toplumları midelerinden bağlayarak kendi denetimlerine almaları olanaklı hale gelecektir. Başka bir bakış açısı ise şudur: Ulusların ekonomik gelişmeleri artıkça gıda tüketimler de artar ve çeşitlenir. Yani hangi açıdan bakarsak bakalım gelecekte gıda ihtiyacı artacaktır. Bunu karşılayabilmek için de tarımda biyoteknoloji kullanımı kaçınılmaz olacaktır. Yani, gıda üretim kaynaklarının sınırlı olması tarımda teknoloji kullanılarak aşılacaktır.[2]
Tarımda dijitalleşmesi (akıllı tarım)
Nasıl telefonlarımız dijital teknoloji ile akıllı hale geldi ise tarımda kullanılan aletler ve bilgiler de dijital teknoloji ile akıllı hale geliyor. Günümüzde gelişmiş ülkelerde tohum ekiminden hasada kadar olan sürede bu teknolojiler kullanılmaktadır. Örneğin tarlaya tohum ekilecek, bunun için toprağın belli bir nem ve ısı değerinde olması gerekir. Bunun tespiti akıllı aletlerle yapılabileceği gibi uydu bağlantıları ile de yapılabilir. Ancak, bunun önceden altyapısının hazırlanmış olması gerekir. Uydu-bilgisayar bağlantısı için bilgisayar yazılımının uygun hale getirilmesi elzemdir. Bitkinin sulama, gübreleme, ilaçlama ve hasat zamanı için de bu teknolojiler bir program dâhilinde kullanılabilir. Bunun için bölgesel merkezler kurularak ürün bazında yapılacak işlemlerle tarladaki ürün takip edilip kültürel işlemlerin zamanını ve miktarı tespit edilebilir. Örneğin bir ürüne ne zaman azotlu gübre verileceği, ne miktarda verileceği bitkinin fenolojik gelişmesi takip edilerek hazırlanan bilgisayar programının uyarıları doğrultusunda yapılabilir. Hasat zamanının tespitinde ürünün olgunlaşması için gerekli değerler programlaştırılır; hasatta kullanılacak alet, hasat esnasında bu değerlere göre hasadı gerçekleştirir.
Ülkemizde bu tür teknolojilerle üreticileri kendilerine bağlayan, yerli gibi görünen, aslında çokuluslu şirketlerle iletişim sağlayan şirketler faaliyete başladılar bile. Üreticilerimizin, konusunda tekelleşmiş çokuluslu şirketlerin eline geçmeden, devletin ve üniversitelerin harekete geçmeleri gerekmektedir. Üniversiteler bu teknolojileri kullanacak eleman yetiştirmeli, devlet ise bir proje dâhilinde bu teknolojileri desteklemelidir. Burada, bu teknolojilerin ne sağlayacağı sorusu akla gelebilir. Kısaca optimum masrafla ve çevreye zarar vermeden maksimum kalite ve miktarda ürün alınması olanağı bu teknolojiler kullanılarak olasıdır. Ayrıca bu teknolojiler ürünlerimizin maliyeti ve kalitesi ile rekabette öne geçmemizi sağlayacaktır. Bir başka yararı ise şudur: Kırsalda kalmak istemeyen ya da tarım sektöründen uzaklaşan gençlerin tarıma ilgisini artıracaktır. Atatürk’ün dediği gibi köylü yeniden efendisi olacaktır milletin. Yazımızı yine Atatürk’ün bir sözü ile bitirelim: Yeniden millî ekonomimizi kurmak için temelden tarımdan başlamalıyız.
[1] https://www.youtube.com/watch?v=gBc8y2S7oJw
[2] Not: 90’lı yıllarda dünyada tarımsal ürünlerin değeri 750 milyar Dolar iken günümüzde 1.5 trilyon Doları aşmış durumda.