Türkiye’de kapitalizm yerli dinamikleriyle gelişmemiştir; bu yüzden de burjuva toplumunun normları, burjuva sınıfı toplumun ilişkilerine ve kurumlarına önderlik edecek şekilde kendisi için sınıfa dönüşmeden ortaya çıktı. Türkiye’de hatta eski Levant coğrafyasında burjuva ilişki ve kurumlar, daha çok Batıdaki üretici güçlerin Doğuya doğru genişlemesinin sonucudur. Doğuda modernleşmenin ortaya çıkışı, bu olgudan bağımsız değildir.
Batının Finansal Genişleme Döneminden Önce Doğu’da Modernleşme
Avrupa’nın 19. yüzyılın ilk yarısında Doğuya ilgisi ticari, ikinci yarısında ise esas olarak finansaldır.
19. yüzyıla Batı, ticareti serbestleştirerek girmişti ve dünyanın geri kalanının bu sürece uyum sağlamasını istiyordu. Çin’in Birinci Afyon Savaşı sonunda imzalamak zorunda kaldığı Nanking Anlaşması ile Baltalimanı Anlaşması’nın benzer sonuçlar yaratması bu yüzdendir.
Burada serbest ticaret sadece İngiliz Tahıl Yasalarındaki değişikliği ifade etmiyor; 19. yüzyılın başında ticaretin serbestleştirilmesi daha çok Ortaçağ’da kurulan ticari tekellerin tasfiyesidir. Böylece feodal dönemin ticari tekelleri yerlerini modernleştirilmiş ticari işletmelere ve ilişkilere bırakabildiler. Levant Kumpanyasının ilk örneklerinden olduğu bu tekeller, imtiyaz bölgelerindeki ticareti ellerinde tutuyorlardı. Levant ile ticaret, sadece kumpanya üyesi tüccarlara ait haktı.
Hollanda Hindistan Ticaret şirketi (VOC), dünyayı değiştiren şirket de denilen İngiliz Doğu Hindistan Ticaret Kumpanyası feodal dönem sömürgeciliğin bilinen örnek ortaklıklarıdır.
Ortaçağ kurumları olan ticari tekeller 19. yüzyıla kadar hem ticari hem de siyasi güçleri ellerinde tuttular. Örneğin kurulduğu andan 19. yüzyıla kadar Osmanlı topraklarındaki İngiliz büyükelçi ve konsolosların maaşları kumpanya tarafından ödeniyordu; Doğuda görev yapan Fransız diplomatlarınınki ise Marsilya Ticaret Odası tarafından. Levant ile ticaret yapmak isteyen Fransızlar Marsilya Ticaret Odası’ndan berat almak zorundaydılar.
Tekel imtiyazlarının tasfiyesi ve ticaretin tüm tüccarlar için serbestleştirilesi, modernleşmenin önemli adımlarından biriydi ve Doğudan bu sürece eşlik etmesi beklenmiştir. Tanzimat Fermanı’ndan sonra Batıdan tercüme edilerek yürürlüğe sokulan ilk yasaların ticaretle ilgili olması rastlantı değildi. Türkiye’de modernleşme süreci, Avrupa kanunlarının özellikle ticari mevzuatın iktisabıyla başlamıştır, diyebiliriz.
Modernleştirici bir Sınıf Olarak Mali Aristokrasi
19. yüzyılın ilk çeyreğinden sonra Avrupa’nın kıta dışına neden sermaye ihracına yöneldiğine ilişkin günümüz Batıda çeşitli teoriler vardır: David Harvey’in teritoryal tükenme tezi, Arrighi’nin maddi genişlemenin yerini mali genişlemeye bırakması hakkındaki tezi vs.
Nedenler farklı tezlerle açıklansa da, sermaye ihracının Doğuda yarattığı modernleşmeci sonuçlar hakkında tarihçiler arasından genel mutabakat var.
Sermaye ihracı eş zamanlı olarak üç koldan başlamış ve gelişmiştir: Dış borç tahvilleri, başta demiryolları ve kanal şirketleri olmak üzere Doğudaki finansal anonim ortaklıklarının hisse senetleri ve Doğuda kurulan Batılı bankalar.
Türkiye’de ilk modern banka imtiyazı 1855’de İngiliz sermayesine verildi ve Bank-ı Osmanî-i Şahane (Osmanlı Bankası) böyle doğdu. Banka 1861’de İngiliz-Fransız ortaklığına dönüştürüldü ve I. Dünya Savaşına kadar Fransız mali sermeyesinin Osmanlı İmparatorluğu’ndaki çıkarlarını bu banka temsil etti. Hatta genel savaşa kadar devam eden Alman ve Fransız emperyalizmlerinin İmparatorluk üzerindeki rekabetinin aslında Deutsch Bank ile Osmanlı Bankası rekabeti olduğu söylenmiştir ve doğrudur. O tarihte modernleşme sürecinin başat unsurlarından olan modern bankalar, emperyalist sınıfların doğrudan temsilcileriydiler ve onlar olmadan Osmanlı modernleşmesi düşünülemezdi.
Modern toplumun inşası maliyetli bir iştir. Modern yargı kurumlarını, modern maliye örgütünü, modern araçların inşasını vs. ve bunların kadrolarının eğitimini gerektirir.
Feodal dönemde Osmanlı hukuk sistemi maaş ile çalışmazdı; kadılar giderlerinin dava taraflarından aldıklarıyla karşılıyordu. Aslında 19. yüzyıla kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun maaş sistemi yoktu. Adliye teşkilatının oluşturulması ve sürdürülmesi, hakim, savcı ve adliye teşkilatı kadrolarının istidamı ve bu kadroların yetiştirilmesi, modernleşmeci mevzuatı yazacak kadroların yetiştirilmesi kamu finansmanı gerektirir. Modernleşmeciliğin finansmanını sağlayacak yerli sınıflar bulunmadığından, Babıâli modernleşme sürecini Avrupa mali sermayesiyle doğrudan işbirliği yaparak karşılama yoluna gitti. Bu yük, bazı tarihçiler tarafından tarihin ilk modern savaşı sayılan Kırım Savaşı’nın maliyetleriyle birleşince, 1854’de Osmanlı İmparatorluğu dış borçlanma sürecini başlattı. Modernleşmeci süreç kaynaklarını Avrupa’ya ihraç ettiği tahvillerle sağladı ve başka bir şekli de düşünülemezdi.
Dış borçlar sadece finansman biçimi de değildir. Modernleşmeci maliye teşkilatının bizde ilk örneği Duyun-u Ummumiye’dir. Duyun-u Ummumiye paralel ama devletinkinden daha modernleşmeci, geniş ve yaygın bir teşkilat olarak örgütlendi. Bu teşkilatın yöneticileri tahvil sahiplerinin yani Avrupa mali sermayesinin temsilcileriydiler. Hem Doğuda hem de Batıda modernleşme süreçlerine önderlik eden bu sınıfı Karl Marx mali aristokrasi olarak da adlandırır ve mali aristokrasinin “lümpen proleteryanın burjuva toplumun doruklarında yeniden doğuşundan başka bir şey olmadığını” söyler.
19 yüzyılda hiç bir şey modern olanı demiryolları kadar temsil edemez. Hatta modernleşmenin demiryollarıyla ölçüldüğünü söylemek de yanlış olmaz; her zaman yüceltmeyle karşılanmamış olsa bile. Örneğin Anna Karenina demiryoluna atlayarak intihar eder. Tolstoy Anna Karenina’yı boşuna trenin altına atmış olamaz!
Avrupa mali sermayesinin tahvillerden sonraki en önemli Doğu yatırımları demiryollarını işleten finansal anonim ortaklıklarını ve o yüzyılın mega projesi Süveyş Kanalı ve Denizcilik Şirketi’nin hisse senetleriydi. İlk imtiyaz, İngiliz sermayesine İzmir Kasaba Demiryolu için 1855’de verildi.
Bir Avrupa mali aristokrasi yatırımı olan demiryolları olmadan Osmanlı modernleşmesinden söz etmek düşünülemezdi.
Avrupa mali sermayesi Babıâli’den karlılığı yüksek demiryolu yatırımlarının önünü açmasını, modern bankalar kurmasına izin vermesini, Doğu’ya yatırdığı sermayenin akıbetini takip etmesini kolaylaştıracak şekilde modern bütçe sistemine geçmesini, Doğudaki işlerini hızlı yürütmesini sağlayacak telgraf hatlarını bir an önce döşemesini, bütün bu ilişkileri yönetmesini kolaylaştıracak mevzuatı benimsemesini istiyordu. Bu programın bütüne modernleşme adını verebiliriz.
Lozan Konferansı’nı gazeteci olarak izleyen Velid Ebuzziya, Ahmet Cevdet ve Suphi Nuri İleri’nin gazetelerine gönderdikleri haber ve makaleler son bir kaç yıl içinde ayrı ayrı kitap olarak yayınlandı. Lozan Konferansı üzerine önemli kaynak olan o haber ve makaleler, Lozan’daki müzakerelerin aslında Türkiye ile modern kurum ve şirketlerin sahibi Avrupa mali sermayesi arasında mücadele olduğunu gösteriyor.
Büyük Güç Diplomasisinin Modernleşme Programı
1867, 19. yüzyılın üçüncü çeyreğinde Babıâli’nin en sıkıntılı yılıydı. İmparatorluk Girit krizi nedeniyle diplomatik baskı altına alınmış, Babıâli bu baskıya reform sürecini hızlandırarak ve elindeki en güçlü kozu, Sultan’ı Avrupa diplomasi masasında sahaya sürerek karşılık vermişti. Abdülaziz o yıl Avrupa turuna çıktı; bir Osmanlı padişahı savaş nedeni dışında ülke topraklarını ilk ve son defa bu gezi vesilesiyle terk etmiştir.
1867’de Fransız Dışişleri Bakanı Moustier Babıâli’ye bir reform programı verdi. Moustier daha önce İstanbul’da büyükelçi olarak bulunmuştu ve Doğudaki reform ve modernleşmeci süreçleri iyi biliyordu.
16 maddelik bu program yukarıda özetlenen modernleşme programının tamamını içinde barındırır. Osmanlı modernleşmesinin bazı önemli adımları bu programdan sonra atıldı ve o reformlar Moustier’in öneri paketiyle ilişkilendirilmiştir: Mekteb-i Sultani’nin açılması, Şura-ı Devlet’in kuruluşu, yabancılara mülkiyet hakkı tanınması, Vilayetler Kanunu’ndaki düzenleme, Osmanlı Tabiiyet Kanunu’nun (Vatandaşlık Kanunu) yürürlüğe girişi, Maarif Nizamnamesi’nin hazırlanması, ormancılık ve madenciliğe yönelik düzenlemeler ve bu amaçla yabancı uzmanlar getirilmesi vs.
Amaç modernleşme olursa Moustier’in programında itiraz edecek pek bir şey yoktur. O programın Avrupa mali sermayesi tarafından desteklenmesi de şaşırtıcı değildi.
Devrim ve Modernleşme
Paris Avrupa’daki modernleşmenin başkenti sayılır ve modern Paris 19. yüzyılın üçüncü çeyreğinde inşa edilmiştir. Bu inşa II. İmparatorluğun bürokrasisini temsil eden belediye başkanı Haussmann ile Fransız mali sermayesinin ortaklığının eseriydi. Mondernleşmeci Paris’in nasıl bir mali spekülasyonun ürünü olduğunu Emile Zola Türkçe’ye Tazı Payı adıyla çevrilen romanında, David Harvey ise Paris, Modernitenin Başkenti adlı araştırmasında anlatırlar.
Paris Komünü modernleştirilmiş Paris için yıkımdı. Bir kaç hafta Paris’in ana merkezlerini komünarlar yönettiler ve Cumhuriyet Hükümeti ilk önce Bordeaux’ya gitti, sonra da Versailles’a taşınmak zorunda kaldı. Hatta başkentin kalıcı olarak Paris’ten çıkartılması bile önerildi. Komüncüler, Tuileries Sarayı’nı da yıkmışlardı. Oysa Fransız Hükümeti çoğu zaman Tuileries Hükümeti olarak anılıyordu.
Komün uzun süre yaşamadı, fakat devrimin modernleşmenin başkentini nasıl yıkabileceği hakkında canlı hatıralar bıraktı.
Şu soruyu sormalıyız: 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında Türkiye’de modernleşmenin kurumlarına ne oldu?
Lozan Anlaşması’nın üç sonucu, Doğu-Batı ilişkilerinde diğerlerinden daha güçlü şekilde belirleyicidir: Kapitülasyonların kaldırılması, Osmanlı dış borçlarının tasfiyesi, imtiyazlı şirketlerin (hisseleri Avrupa mali sermayesinin elindeki finansal anonim ortaklıklarının) millileştirilmesi. Lozan Konferansı’nda bu şirketlerin tüzel kişiliklerinin Türkiyeli mi yoksa Avrupalı mı olduğu bile mücadele konusu yapıldı.
Cumhuriyet Devrimi kendi kurumsallaşmasını modernleştirmenin ana taşıyıcılarını ulusallaştırarak sağlamıştır.
Türkiye tarihinin devrim sonrasındaki en önemli kırılma ise İkinci Dünya Savaşı sonrasındadır. İnönü’nün ifadesiyle “Türkiye Cumhuriyet İhtilalinden çıkıp, Demokrasi Rejimine” geçiyordu.[1] Cumhuriyet idaresinden demokratik rejime geçişin ne anlama geldiği en iyi anlatan ifadelerden biri, Nihat Erim’in Günlüğüne 6 Aralık 1946’da not düştüğü İnönü’nün sözleridir. Erim, “mahirane idarenizle demokratik sistem inşallah memleketimizde sarsıntısız yerleşecek” dedikten sonra İnönü şu cevabı verir: “Selamet tuttuğumuz yoldadır. Asyai idareden artık kurtulmalıyız. Onun sonu yoktur.”[2]
Devrimin ulusallaştırmacılığı ile sermaye ihracının modernleştirmeciliği arasındaki ilişkiyi nasıl tarif edeceğiz?
Teori dergisinin Eylül sayısı tam da bu soruyu tartışıyor.
19 ve 20. yüzyıllardaki süreçlerin süreklilik ve kopuşları üzerine yürütülen tartışmaya Teori dergisi yeni bir başlık açmış oldu. Bu tartışma sadece Türk tarihin tartışması değil, daha çok 21. yüzyılda inşa süreçlerinin yönü hakkında bir tartışma. Modern toplumun ortaya çıkışında devrimci ve modernleşmeci tezler arasındaki ilişki, hatta mücadele üzerine bir çalışma.
Teori’nin dosyası, 21. yüzyıldaki süreçlere önderlik iradesinin geliştirilmesine hizmet edecek şekilde, Türkiye’nin aydın ve sosyalist birikiminin tartışmasına sunulmuştur.
Dipnotlar
[1] İnönü bu cümleyi, TBMM’de, Demokrat Parti’nin Tahkikat Komisyonları hakkındaki önerisi üzerine açılan müzakerelerde söylemişti.
[2] Nihat Erim, Günlükler 1925-1979, I. Cilt, YKY, 2021, s. 75.