ABD’nin düşüşüyle paralel olarak dünyanın farklı bölgelerinde yeni ittifaklar doğarken Batı Asya ülkeleri arasında arkaik çelişkiler işbirliği imkânlarının önüne geçmeye ve bölgeyi dış müdahaleye açık hale getirmeye devam ediyor.
Çok kutuplu dünyanın doğurduğu fırsatlar, Batı Asya içerisinde dini, etnik ve tarihî prangaların yanı sıra tam bağımsız çizgiden uzak dış politika hezeyanlarında boğuluyor. Oysa siyasi, ekonomik, askerî ve kültürel anlamda eskinin giderek silikleştiği yeni bir süreçteyiz.
Dünya kendini yeniden tanımlıyor
ABD’nin gerileyişinin oluşturduğu boşluklar, yeni söylemler, yeni metotlar ve yeni ilişki modelleriyle dolduruluyor ve doldurulmayı bekliyor. Dünya yeni düzlemi tanımlamaya ve “yeni”de kendine yer edinmeye çabalıyor. Bu doğrultuda Avrupa, kendi içinde çelişkiler yerine işbirliğini ön plana çıkartan bir yaklaşım benimsedi ve bunu Avrupa Birliği şemsiyesi altında sürdürmeye çalışıyor.
Dünyanın diğer yanı Asya’da Çin, kendine has bir ekonomik model üzerine oturttuğu eşit ilişki temelli dış politikayla farklı coğrafyalarda hareket alanını genişletmeye ve Kuşak Yol benzeri projeler üzerinden ticaret yollarını yeni baştan tarif etmeye çabalıyor.
Rusya, Asya’ya yönelirken Avrupa’yı dışlamayan ve Avrasya kavramı üzerinden kendini tanımlayan bir çizgiyle yoluna devam ediyor. Moskova, Sovyetler Birliği dönemi de dâhil olmak üzere tarihini “devamlılık” kavramıyla kabul ederken dış politikada bu yaklaşımın izdüşümü Makyavelist bir metot oluyor.
İki ülke de Kuşak Yol, Şanghay Birliği ve benzeri projelerle bölgesel ve uluslararası işbirliği fırsatlarını kullanmayı ve yeni işbirliği sahaları yaratmayı hedefliyor.
Kendini dünyanın jandarması olarak gören ABD dahi, kısmî olarak yenilgiyi kabul etmiş ve yeni koşullara uyum sağlamaya çalışmakta. Biden ve Trump çizgisi arasındaki kavga ve Monroe Doktrini’nin Washington’da daha sık seslendirilmesinin altında da bu yeni gerçeklik yatıyor.
Dünyanın geri kalanı gibi Batı Asya halkları ve devletlerinin önünde de yeni dünyanın yeni koşullarını anlama ve çözümler üretme görevi durmaktadır.
Batı Asya’da çatışma mı iş birliği mi
İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Kazım Sajjadpour, Kasım 2017’de Ankara’da katıldığı bir konferans esnasında, yeni durumu özetleyen ve bölge devletlerini yeni duruma uyum sağlamaya çağıran şu ifadeleri kullandı:
“Çatışmalar sürekli devam ediyor. Bunun nedeni, ülkelerin silahlanmasına devam etmesini sağlamak ve hegemonya oluşturmak. Bu bölge için iyi mi? İşbirliği yapmalı ve durumu kontrol altına almalıyız. Tabii ki bu işbirliğinin bir önkoşulu var. Bu önkoşul diğer tarafı kabul etmek ve çoklu oyuncuların varlığını kabul etmektir. Bu işbirliğinin reddi, çatışmaların kaynağıdır. Bence İran ve Türkiye işbirliği bölgedeki çatışmaları çevreledikçe bölge daha güvenli olacaktır. Türkiye ile İran, Mısır ve Suudi Arabistan’la işbirliği yapmalı. (...) Ortadoğu, Batı Asya ve Kuzey Afrika’da dört bölgesel oyuncu bir arada çalışsa daha iyi olacak. Bölgesel oyuncuların işbirliği bölgeye faydalı olacaktır.”
Sajjadpour’un ifadelerinden de anlaşılabileceği gibi Batı Asya’nın temel sütunlarını Türkiye, İran, Mısır ve Suudi Arabistan oluşturuyor. Bu devletlerin attığı adımlar bölgenin tamamını etkilemekte fakat aralarından herhangi birinin diğerlerini yok sayarak bölge denklemini kökünden değiştirme olanağı bulunmamaktadır.
Diğer taraftan, ortak menfaatler yerine anlaşmazlık noktalarını ön plana koyan yaklaşımlar nedeniyle bu ülkeler arasında anlaşmazlıklar (Sünni-Şii bölünmüşlüğü, Fars-Arap çatışması, Arap dünyasında oluşturulmak istenen Türk düşmanlığı vs.) bölge dışı aktörlerin işlerini kolaylaştıran bir biçimde sürmekte.
Komşu ülkeler Türkiye ve İran, ABD’nin bölgedeki varlığına karşı farklı seviyelerde mücadele ederken Suriye savaşı, Irak’ın kuzeyi, Kürt sorunu ve Azerbaycan-Ermenistan anlaşmazlığı gibi konularda ayrı saflara düşmektedirler. Bu durum işbirliği alanlarını da olumsuz etkilemekte.
Mısır ve Suudi Arabistan ise bölgede ABD’yle uyumlu siyasetler izliyor. Kahire yönetimi bazı alanlarda Washington’a mesafe koymaya çabalasa da Suudi Arabistan’la olan ekonomik bağları nedeniyle hareket alanı kısıtlı.
ABD’nin sadık müttefiki Suudi yönetimi son dönemde Moskova ve Pekin’le yakınlaşma eğilimleri gösterse de esas itibariyle Washington hattında yoluna devam ediyor.
Ortak zeminleri bulmak
Elbette söz konusu dört ülke arasındaki anlaşmazlıkların tamamı ile çözülmesi mümkün değil fakat çelişki değil işbirliğini ön plana çıkartan bir bakış açısıyla denklem değiştirilebilir. Somutlaştırırsak:
1. Toprak bütünlüğüne saygı: Suriye’nin veya bölgedeki herhangi başka bir devletin parçalanması dört ülkenin de aleyhine olacaktır. Mezhepsel, etnik ve ideolojik saflaşmalar yerine bölge ülkelerinin toprak bütünlüğünü merkeze alan bir yaklaşım bölgenin çıkarınadır.
2. Karşılıklı olarak iç işlerine müdahale etmeme: Söz konusu ülkeler, farklı yöntemler kullanarak sadece bölge ülkelerinin değil birbirlerinin de iç işlerine müdahaleyi amaçlayan hamleler yapmaktadırlar. İzlenen çizgi, bölge dışı aktörlere hareket alanı sağlamaktadır.
ABD, İran’ın Suudi Arabistan’daki Şii varlığı üzerinden Riyad yönetimini tehdit edeceği algısı üzerinden veya Türkiye’nin Müslüman Kardeşleri kullanarak Mısır’da yönetimi değiştirmek istediği algısıyla Riyad ve Kahire’yi kendine yakın bir çizgide tutmaktadır.
Suudi Arabistan, medya başta olmak üzere farklı araçlar kullanarak Türkiye ve İran’ın içişlerine müdahale etmeye çalışmaktadır.
Diğer yandan Türkiye ve İran, iki ülkenin de iç işlerini ilgilendiren ve aynı zamanda bölgesel bir sorun olan Kürt meselesinde bugüne değin ortak bir tutum alamamış ve farklı dönemlerde birbirlerinin iç işlerinde tahribata neden olmuşlardır.
3. Dış politikada diyalog: Bölgesel istikrarsızlık, farklı dini ve etnik yapıları barındıran dört ülke için önem arz etmektedir. Suriye, Irak veya Yemen’deki çatışmaların etkileri Ankara, Tahran, Kahire ve Riyad’dan hissedilmektedir. Bu duruma rağmen, dört ülke ortak bir masa etrafında toplanma beceresini gösterememektedir.
Diyalog eksikliği, bölge dışı kuvvetlerin araya girmesini ve tarafları birbirlerine karşı kışkırtmasını kolaylaştırmaktadır.
ABD ve Rusya’nın ortak bir masa etrafında Suriye’deki anlaşmazlığı konuşabildikleri bir dünyada Türkiye, İran, Mısır ve Suudi Arabistan’ın aynı şeyi yapamaması bölge için bir utanç kaynağıdır. Aynı şekilde Filistin, Yemen ve Irak’taki sorunlar da konuşulmayı beklemektedir.
Eskinin kalıplarına hapsolanların kaybedeceği bir süreçteyiz. Çelişki değil işbirliği potansiyellerini ön plana çıkartan bir yaklaşıma olan ihtiyaç gün be gün artıyor.
Ankara, Tahran, Kahire ve Riyad’ın önünde iki seçenek var: Ya başkalarının senaryolarında figüran olmayı kabul edecekler ya da bir araya gelip ortak projeleriyle yeni dünyada var olacaklar…