Emannuel Macron, Çin Devlet Başkanı Xi ile görüşme sonrası gazetecilere Avrupa’nın sahnede üçüncü süper güç olarak yer almasından söz etti ve “Avrupa stratejik otonomisi” tezini savundu. Politico’da yer alan açıklamasında,[1] “Avrupa’nın Birleşik Devletlere bağımlılığı azalmalı ve Avrupa, Tayvan’daki Çin-ABD cepheleşmesinin içine sürüklenmekten kaçınmalıdır” dediğinde, sadece ABD’yi yönetenlerde değil, Avrupalı siyaset ve basınında da tepkiyle karşılandı; de Gaulle’ün çizmelerini giymekle suçlandı.
Aslında Avrupa’nın otonomisi, birçok alana ilişkin AB resmi metinlerinde de yer almış, fakat benzer bir tartışma yaratmamıştı. Örneğin Avrupa Komisyonunun “Dijital Geleceği Şekillendirmek” başlıklı metininde Avrupa otonomisinin korunmasından, yabancı şirketlerin Avrupa’nın veri altyapısı ve ağlarındaki payının otonomiye zarar vermemesinden ve Avrupa’nın siber egemenlik haklarından söz ediliyor.[2] Avrupa Konseyi’nin 2019-2024 Yeni Stratejik Programında da, “AB çok taraflılığın motoru olmaya devam edecek” yazar.[3]
Tayvan Sorununun siberevrenden farkı, potansiyel silahlı çatışma alanı olması. Savaş veya savaş ihtimali söz konusu olduğunda, Transatlantik ilişkilerin sorgulanması Avrupa siyasetinin ve liberal entelektüel dünyanın zirvelerinde hiç de toleransla karşılanmadı. Bu da Transatlantik ittifakının her şeyden daha fazla silahlara dayandığını, en azından, kendisini, savaş alanlarında diğer her yerde daha güçlü ve güvende hissetini gösterir.
Macron, Xi Jinping ile görüşmesi sonrasında şu açıklamayı yaptı: “Tayvan Sorununun hız kazanmasında bir menfaatimiz var mı? Hayır. Daha kötüsü, biz Avrupalıların, bu konuda takipçi olmamız, kendimizi Amerikan ritmine ve sert Çin tepkisine uydurmamız gerektiğini düşünmektir.”
AB’nin Tayvan politikası Macron’ınkinden oldukça uzak. Avrupa Parlamentosunun 15 Eylül 2022 tarihli, the Situation in the Strait of Taiwan başlıklı kararında Çin, Tayvan Boğazında saldırgan politikalar yürütmek ve statükoyu aşındırmaya çalışmakla suçlanmıştı. Karar metni, AB’nin Tayvan Boğazındaki pozisyonu hakkında hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde yazılmıştır: “(AB) Tayvan halkıyla sıkı dayanışmasını ifade eder; Tayvan otoriterlerini ve siyasi liderlerini, Çin Halk Cumhuriyeti’nin provokasyonları karşısında ölçülü ve sorumlu tepkilerinden dolayı alkışlar.”
Macron’un Tayvan Boğazına ilişkin açıklamaları ise, bölgede tansiyonun yükselmesinden ABD’nin sorumlu olduğunu düşündürdüğü ve Çin etkeninin üzerinden atladığı için eleştirildi.
Avrupa Parlamentosunun karar metni Avrupa Birliği Resmi Gazetesinin, tam da Macron’un Çin ziyaretinin başladığı 5 Nisan günlü sayısında yayınlandı.[4]
Macron’un Tayvan politikasını tek bir gerekçeyle açıklamak mümkün değil. Fakat büyük çıkarlar tarafından desteklenmeden Macron’un, potansiyel bir çatışma bölgesinde AB politikalarından bu kadar uzaklaşamayacağını söyleyebiliriz. Örneğin Fransız konteyner armatörü CMA CGM firması Macron’un Çin ziyaretinde, Çin’in devlet sahipli işletmelerinden CSSC adlı gemi inşa şirketiyle 3 milyar doları aşan sipariş için anlaşma imzaladı. Bu anlaşma denizcilik tarihinde rekor sayılıyor.
Konteyner armatörleri içinde CMA CGM üçüncü sırada. Hemen önünde Danimarkalı MAERSK ve İtalyan MSC firmaları, dördüncü sırada ise Çin’in devlet sahipli şirketlerinden COSCO var. Çinli firmalarla işbirliği Fransız şirketi birinciliğe taşıyabilir.
Konteyner firmaları küresel olarak dünyanın en örgütlü şirketleri arasındadır ve gemi yanaşan tüm limanlarda temsil edilirler. Örneğin CMA CGM’in servis verdiği limanların sayısı dört yüzü aşıyor. Bu ağ, doğası gereği, liman işletmeciliği, dünyaya yayılmış geniş bir ekipman parkı vs ile desteklenir ve kara, hava ve demiryolu taşımacılığıyla iç içe geçmiştir.
Geçtiğimiz sene sonunda Çin de Airbus firmasına uçak siparişi verdi ve anlaşmanın toplam bedeli 17 milyar dolar olarak açıklandı.
Fransa’nın lojistik sektöründeki yatırımlarının geleceği ile Çin-Fransız ilişkilerini birbirinden ayırmak mümkün değil. Bu Fransız büyük sermayesinin çıkarlarının Çin ilişkileriyle daha doğrudan bağlar kurduğu anlamına geliyor. İlk defa olarak Batı büyük sermayesinin bir kanadının çıkarları, liberal Atlantik sistemi içinden olduğundan daha güçlü şekilde sosyalist bir ekonomiyle ilişkide gerçekleştirilebiliyor. Bu da Macron’a yeni manevraları için alan açmış olabilir.
Tayvan Boğazı ve Ukrayna
Yukarıda anılan karar metninde Tayvan’ın Avrupa Birliği’nin Rusya’ya yaptırımlarına katıldığı ve hem Tayvan makamlarının hem de Tayvanlıların Ukraynalı mültecilere önemli yardımlar yaptığı belirtilir. 22. maddede de, “(AB) Tayvan’ın Rusya’nın vahşi ve gayrimeşru saldırganlığına karşı Ukrayna’nın yanında yer alma taahhüdünü selamlar” yazıyor.
Avrupa Parlamentosu açısından Tayvan Boğazı ve Ukrayna bağımsız iki ayrı çatışma alanını oluşturmuyor ve Tayvan’da olduğu gibi Ukrayna’da da Birliğin desteği sadece sözle sınırlı değil. Avrupa Parlamentosunun geçtiğimiz yıl 7 Haziran tarihli, EU and the Security Challenges in the Indo-Pacific başlıklı kararının gerekçelerinden biri, Putin ile Xi Jinping’in yayınladıkları ortak deklarasyon ve Putin’in NATO genişlemesinin durdurulması çağrısına bu deklarasyonla ilk defa olarak Çin’in destek vermesi gösterilmişti.[5] 7 Haziran kararı, The Situation in the Strait of Taiwan başlıklı kararının da dayanakları arasında sayılıyor. Kararda ayrıca Ukrayna savaşının, Çin’in Rusya’ya desteğinin ve Çin-Rus ittifakının uluslararası normların zarar görmesine neden olduğu iddia ediliyor; AB’yi küresel angajmanlarını güçlendirmeye ve Hint-Pasif bölgesindeki gelişmelere daha da dikkatle bakmaya zorladığı söyleniyor.
Avrupa Parlamentosu 6 Ekim 2022 tarihli Russia’s Escalation of its War of Aggression against Ukraine başlıklı kararında ise,[6] Ukrayna’ya askeri yardımın arttırılması, askeri ekipmanların Ukrayna ulaşımının kolaylaştırılması çağrısı yaptı. Aynı kararda Avrupa Komisyonu, Avrupa Birliği Dış İlişkiler Servisi ve üye ülkeler Rusya’nın “revizyonist ve emperyalist bir politikalardan vazgeçeceği, otoriter bir rejimden demokratik bir rejime doğru başarılı dönüşümüne yardımcı olmak” için nelerin yapılması gerektiği üzerine düşünmeye davet edildi. Bu amaçla AP, Ukrayna’daki “demokratik liderlerin ve sivil toplumun” desteklenmesini önerdi.
Avrupa Parlamentosu tarafından Çin Hükümetini Tayvan’da statükoyu aşındırmakla suçlandığında da, yine revizyonist politika eleştirilmiş oluyor.
6 Ekim tarihli Ukrayna kararında sivil toplum ile hegemonyayı koruyacak anti-revizyonist politikalar ortaklaşır. Rusya örneğinde demokrasi ve sivil toplum kavramları, AB yönünden global ilişkilerin nasıl biçimleneceğiyle ilgili. Avrupa, bu ilişkilere yönelik revizyonist politikaları kendi değerlerine, çıkarlarına ve demokrasisine saldırı olarak algıladı. Algı, AB’nin savunduğu şekliyle Avrupa değerlerinin Avrupa’dan daha çok dünya sistemiyle ilgili olduğunu gösterir. Ulusal yapıyla (ama ulusallıkla değil) ilgili görünen demokrasi ve sivil toplum projeleri, bir kez daha küresel ilişkileri destekleyen yapılar olarak karşımıza çıkar. Avrupa Parlamentosu Tayvan’ı da demokratik bir ada olarak tarif ediyor ve AB ile Tayvan’ın ortak özgürlük, demokrasi, insan hakları değerlerini paylaştığını söylüyor. Paylaşılan değerler Batı liberalizminin temel tezlerini oluşturuyor.
Kararın 22. Maddesinde birlik üyesi devletler, “Ukrayna topraklarında 20 Şubat 2014’den itibaren işlenen savaş suçları” hakkında uluslararası mahkemelerin delil toplamasına yardımcı olmaya çağırıldı. Avrupa Parlamentosunun savaş suçlarını 2014 yılına kadar götürmesine dayanarak, AB’nin Rusya’ya karşı savaşının, Rusya’nın askeri operasyonlarıyla değil, renkli devrimlerle başladığını, AB resmi metinlerine atıf yaparak söyleyebiliriz.
AB statükonun korunmasında o kadar saldırgandır ki, kararda, Putin ile Rusya’nın savaşa liderlik eden askeri ve sivil yöneticileri ile ortaklarının yargılanacağı uluslararası özel bir mahkeme kurulması teklifi de tekrar ediliyor. Uluslararası özel mahkemeler, önümüzdeki dönemde Ukrayna dışındaki olası çatışma alanlarında da gündeme getirilebilir.
Le Figaro’nun Çin ve Kore uzmanı analisti Sébastien Falletti, Macron’u eleştirdiği ve Teori dergisinin internet sitesinde çevirisi yayınlanan yazısında, Tayvan Boğazında tansiyonun yükselmesinden Xi’yi sorumlu tuttu; “Xi faktörü, Asya-Pasifik’te tarihin hızlanmasının temel nedenidir” diyor.[7] Avrupa liberalizmi Asyalı liderleri her zamankinden daha fazla savaş suçlusu olarak görmeye ve göstermeye başladı.
Çin Komünist Partisi’nin 20. Kongresinin öne çıkan vurgularından biri güçlendirilmiş merkezi liderlikti. ÇKP’nin güçlendirilmiş liderlik vurgusu, önümüzdeki dönem için öngördüğü türbülanslara karşı Çin’in ihtiyaçlarından kaynaklanıyor. Xi Jinping güçlü önderlik ihtiyacını karşılayabilecek önder bir siyasetçi.
ÇKP 20. Kongre Raporu ve Çin’in 14. Beş Yıllık Planı türbülanslar dönemine girdiğimizi söylüyor. Versailles’da 10 ve 11 Mart 2022 tarihinde Avrupa Birliği üyesi ülkeler devlet hükümet başkanları düzeyinde yapılan toplantı sonrasında yayınlanan bildiride ise, “Rusya’nın saldırı savaşı Avrupa tarihinde tektonik bir kayma yarattı” deniliyor.[8] Metinlerin kendilerine ait olan her iki ifade de, önümüzdeki sürecin küresel çatışmalara gebe olduğuna işaret eder. Türkiye tam da böyle bir sürecin içinde 2023 seçimlerine gidiyor.
Bu süreçte Atlantik sisteminin, Putin ve Xi gibi Asya’nın güçlendirilmiş liderliklerinin karşısına özel görevli uluslararası mahkemeler tehdidiyle çıkarmaya çalışması şaşırtıcı olmaz. Atlantikteki tekelci sermayesinin ve liberal siyasal kastın, 21. yüzyılın ilk çeyreğine de sarkan hegemonyanın sürdürülmesinde hukuk üzerindeki otoriterlerine çok şey borçlu oldukları unutulmamalı. Fakat yeni dönemde hukuku hegemonyayı sürdürme aracı olarak kullanmak kolay olmayacak; hem güç dengeleri hem de hegemonyanın meşruiyetindeki aşınma nedeniyle.
Macron, Xi Jinping faktörünü yükselen gerginliğin temel sorumlusu olarak göstermediği için de Transatlantik ittifakını bozan bir unsur.
Atlantik’in geleceği ve liberal mutabakat
Fransız antropolog ve tarihçi Emanuel Todd, Le Figaro’ya verdiği uzun röportajda, bir tarafında bütünüyle Batı’nın, diğer tarafında Çin’e dayanan Rusya’nın yer aldığı üçüncü dünya savaşının başladığını savundu.[9] Batı’nın Ukrayna’da muharebe alanında olduğunu söyleyen Todd’a göre bu savaş “liberal Batı ile muhafazakâr ve otoriter vizyona sahip dünyanın geri kalanı arasındadır.”
Otoriterizm Batı siyasal dilinde Asya ülkelerini ama en çok da Çin’i temsil ediyor. Todd’un, diğer Batılı entelektüellerin de katıldığı analizine göre, bir tarafında Batı liberalizminin, diğer tarafında ise Rus muhafazakarlığı ile Çin sosyalizminin ittifakının yer aldığı çatışmanın içerisindeyiz.
Fukuyama da “Putin’in liberal düzene karşı savaşı” başlıklı yazısında şunu söylemişti:
“Mevcut kriz, var olan liberal dünya düzenini verili kabul edemeyeceğimizi gösterdi. Bu, uğruna durmadan mücadele etmemiz gereken ve gardımızı indirdiğimizde ortadan yok olacak bir şey.”[10]
Tablonun liberalizmin muhafazakâr-sosyalist ittifakına karşı savaşı olarak sunulması, Atlantik’teki tekelci sermayenin 2008 krizi sonrasına uyum sağlama ihtiyaçlarıyla ilgili olabilir. Liberalizmin yeni biçimini anlayabilmek için bakılması gereken yer, bu ihtiyaçlardır.
Macron merkez liberal bir siyasetçi. Fakat Avrupalı bir liberal devlet başkanı olmak, sadece siberevren gibi çatışmadan olmasa da ateşli silahlardan uzak alanlarda değil, artık potansiyel savaş alanlarında da Transatlantik ittifakı sorgulamayı engelleyemiyor. En azından Fransız büyük sermayesinin çıkarları böyle bir sorgulamaya ve Macron’un siyasal manevralarına izin veriyor ve bu sorgulama hiç de Falletti’nin iddia ettiği gibi hikayenin dışına düşmek değil.
Liberal kapitalizmin büyük sermaye çıkarlarını Atlantik ittifakı içinde tutabilme gücünün de Asya’da aşındığını söyleyebiliriz. Liberalizmin cephe oluşturabilmesinin önündeki en büyük tehlike, Avrupalı büyük sermeye çıkarlarının Transatlantik ittifakından uzaklaşması olacaktır.
Bazılarına bu makalede de atıf yapılan, savaşçı dille yazılmış AB organ kararlarının, çıkarları tek başına yönlendirebileceğine inanmamız için yeterli neden yok. Özellikle de Hint-Pasifik bölgesinde en yerleşik ve tarihten gelen kurum ve ilişkilere sahip AB üyesi devletin Fransa olduğunu düşündüğümüzde.
[1] https://www.politico.eu/article/emmanuel-macron-china-america-pressure-interview/
[2] Shaping Europe’s Digıtal Future, European Commission,
https://ec.europa.eu/info/sites/default/files/communication-shaping-europes-digital-future-feb2020_en_4.pdf
[3] Un Nouveau Programme Stratégique, Conseil Européan,
https://www.consilium.europa.eu/media/39916/a-new-strategic-agenda-2019-2024-fr.pdf
[4] The situation in the Strait of Taiwan
https://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/PDF/?uri=OJ:C:2023:125:FULL&from=EN
[5] EU and the Security Challenges in the Indo-Pacific
https://www.europarl.europa.eu/doceo/document/TA-9-2022-0224_EN.html
[6] Russia’s escalation of its war of aggression against Ukraine
https://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/PDF/?uri=OJ:C:2023:132:FULL&from=EN
[7] Sébastien Falletti, Tayvan: Makron Hikayenin Dışına Düştüğünde
https://www.teoridergisi.com/tayvan-makron-hikayenin-disina-dustugunde
[8] Informal Meeting of the Heads of State or Government Versailles Declaration 10 and 11 March 2023.
https://www.consilium.europa.eu/media/54773/20220311-versailles-declaration-en.pdf
[9] https://www.lefigaro.fr/vox/monde/emmanuel-todd-la-troisieme-guerre-mondiale-a-commence-20230112
[10] https://www.ft.com/content/d0331b51-5d0e-4132-9f97-c3f41c7d75b3