Batıcılık ittifakı

Yücel Kuruçim
Teori Yazı Kurulu Üyesi

Murat Belge, 02 Eylül 2021 tarihinde T24 haber platformunda “30 Ağustos ve Atatürk” başlıklı bir yazı paylaştı. Hemen ardından aynı tarihli Hasan Cemal’in bu yazıya övgüler içeren “Erdoğan’ın 2023’te Atatürk’ten, Cumhuriyet’ten intikam almasına izin vermeyeceğiz!” başlıklı yazısını okuduk ve irkildik!

Murat Belge, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 30 Ağustos’ta Mustafa Kemal’i minnetle anmasına inanamamış: “Tayip Erdoğan’ın aniden bir Mustafa Kemal sevgisi geliştirdiğini düşünemeyeceğimize göre onu böyle davranmaya zorlayan nesnel bir basınç olmalı. Bu nedir, bilmiyorum; MHP ile ittifakı olabilir mi? Olabilir. Ama daha aşağıdan yukarıya bir basıncın da payı olduğunu düşünüyorum.” diyor. Kendisine sormak isterim. 30 Ağustos olmasa Erdoğan o koltukta oturabilir miydi? Kendisi ne der bilemiyorum ama bu gerçeği en iyi taktir edecek kişi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır. Akılcılığın gereğidir bu. Cumhurbaşkanı, 30 Ağustos’u kutluyor, Mustafa Kemal’i anıyor ama Murat Belge ikna olmuyor, niyet okumaya çalışıyor. Cumhurbaşkanının bu tutumunu aşağıdan gelen basınçla açıklamaya çalışıyor. Kendisine sormak lazım, bu basınç eskiden yoktu da yeni mi çıktı ortaya? Bu milletin Atatürk ile 30 Ağustos ile ne zaman sorunu oldu ki? Marjinal bir kesim haricinde halkımız büyük çoğunluğu millî değerlerimizle sorun yaşamıyor. Ama bunun olması için çırpınan aydınlarımızı görüyoruz maalesef. Gerçeklikten neden kopar bir insan, neden böyle savrulur? Aynı Murat Belge, voleybolcularımızın başarısı söz konusu olunca bu başarıyı Atatürk’e bağlayabiliyor. Doğru, haklısınız, Atatürk olmasa bu voleybolcularımızın başarısı da olmaz ama Erdoğan da aynı şekilde o koltukta oturamazdı ve voleybolcularımız gibi Cumhurbaşkanımızın şükranla, minnetle Mustafa Kemal’i anmasından daha doğal bir şey olamaz. İçinize neden kurt düşüyor?

Diyelim, Cumhurbaşkanının ifadelerinden tatmin olmuyorsunuz. O zaman yaptıklarına bakmanız gerekmez mi? Siyasetçilerin doğruları da yanlışları da olur ve biz bunları söyleyip eleştirebiliriz. Cumhurbaşkanının özellikle başkanlık sistemiyle birlikte yürütme erkini elinde bulundurması onun sözleri kadar yaptıklarını öne çıkarıyor. 2013 sonrasında AKP’nin politikalarında radikal bir değişim yaşandı. Özellikle 15 Temmuz 2016 darbe girişimi püskürtüldükten sonra Erdoğan, millî politikalara yöneldi. FETÖ ve PKK’nın üzerine yüründü. Tehdidin Batı’dan geldiği tespit edildi ve Rusya, Çin, İran gibi ülkelerle ilişkiler geliştirilerek tedbir alındı. Türkiye’nin tam bağımsızlığı yolunda atılan bu adımlar elbette özü itibariyle Atatürkçüdür. Karşı devrim sürecinde yaşadığımız yozlaşmadan kurtulmanın yolu da gene Atatürk devrimciliğinden geçiyor. Umarız bu adımlar da atılır.

Belge, yazısında Taliban tartışmalarına da girmiş. Kerhen Taliban’ın ABD’yi kovduğunu kabul ediyor ama böyle olsa bile bu bizim kurtuluşumuza hiç benzemiyormuş. Her ülkenin kendine özgü koşulları var ve farklı sosyo-ekonomik yapılar farklı tarihler yaratıyor. Bunda garipsenecek ne var ki? Ama emperyalizme karşı ezilen milletlerin verdikleri kurtuluş mücadelesi, tarih içinde aynı yere oturuyor. Bunu neden es geçiyor Murat Belge. Sormak lazım? Asıl önemli olan bu değil mi? Murat Belge, Emperyalizmin Afganistan için daha iyi bir çözüm olacağını mı düşünüyor? Ben onun gibi niyet okumak istemediğimden soruyorum sadece. Bırakın, ABD emperyalizmini yenme başarısını gösteren Afgan halkı, kendi yolunu kendi çizsin. Bunu hak ediyorlar. Bizim de onların yanında olmamız gerekmez mi Sayın Murat Belge?

“Ben Atatürkçü değilim-Marksist’im. Böyle bir kavgada, doğal olarak Atatürkçü dediğimiz kesime daha yakınım, çünkü benim Türkiye’nin Batılılaşma kararıyla bir kavgam yok. Tayyip Erdoğan ve onun sözcüsü olduğu kesim Batı’dan nefret ediyor. Onların Atatürk’le kavgası bu kararı vermesi ve toplumu Batı’ya açmasına dayanıyor.” demiş Murat Belge. Buradaki düşünce zincirinin en başında Atatürk’ün Batıcı olduğu yanlışı yer alıyor. Atatürk, Batıcılığı değil, çağdaşlaşmayı ve modernleşmeyi savunmuştur. Tayyip Erdoğan da çağdaşlaşmayı ve modernleşmeyi Batı’da aramadığına göre neden Atatürk’le kavgası olsun? Sonra Tayyip Erdoğan ve ona oy verenlerin Batı’dan nefret ettiğini iddia ediyor ama bu görüşünün hiçbir dayanağı yok. Unutmayın ki AKP, 2002 yılında Batı’nın da desteğini alarak iktidara gelmişti. Belki aralarında bir nefret ilişkisinden ziyade bir sempatiden bahsedilebilir. Zaten nefret ya da sempati gibi duygularla açıklanabilir mi bu radikal politika değişiklikleri? Murat Belge’nin ısrarla olduğunu iddia ettiği bu kavgada, Marksist olduğu halde Atatürkçülerin tarafındaymış. Çünkü kendisinin Türkiye’nin Batılılaşma kararıyla bir kavgası yokmuş. Yani Batılılaşmayı savunduğu için müttefik oluyorlar Atatürkçülerle. Neden böyle dolaylı bir anlatıma başvuruyor Murat Belge? Atatürkçülere siz Marksist, sosyalist falan olamazsınız ama Batıcılık konusunda sizinle ittifak yapabiliriz demenin nazikçesi değil de nedir bu?

Uzun lafın kısası Murat Belge, Atatürkçülere kibarca diyeceğini demiş, onlarla sadece Batıcılık üzerinden bir ittifak yapabileceğini söylemiş. Buradan da Murat Belge’nin Marksizm anlayışının emperyalizmi dışladığını, dünyanın gerçeklerine gözlerini kapadığını anlıyoruz. Peki bir aydınımız bu kadar çok yanlışı neden yapıyor? Olduğunu iddia ettiği ama olmayan bir kavgayı çıkarmak çabası gibi geldi bana?

Hasan Cemal burada devreye giriyor:

“Evet, Erdoğan Batı’dan nefret ediyor, nefret ettiği için de Atatürk’ü sevmiyor. Sevmediği için de 1923’ten intikam almak istiyor. Bunun için de 2023’e, Cumhuriyet’in 100. Yılı’na hazırlanıyor, en büyük benim demek için… Murat Belge haklı.”

Onca yılın kıdemli gazetecisinin ağzından dökülen sözler bunlar. Birlikte masal anlatıp bizi uyutacaklarını sanıyorlar galiba? Benim yorum yapmama gerek yok. Çünkü Hasan Cemal yazısının sonunda baklayı ağzından çıkarmış zaten:

“Orhan Pamuk’un haklı deyişiyle ‘Ayasofya’yı yeniden camiye çevirmek, dünyanın geri kalanına artık seküler değiliz demektir.’ Ama yazın bir kenara: Erdoğan’ın 2023’te Atatürk’ten, Cumhuriyet’ten intikam almasına izin vermeyeceğiz, Cumhuriyet’i demokrasi ile taçlandıracağız, bir demokrasi ittifakıyla seçim sandığında Erdoğan’a hadi güle güle diyeceğiz.”

Bir demokrasi ittifakı ile kastettikleri “Batıcılık ittifakı” olsa gerek. Çünkü ancak o noktada bir araya gelebiliyorlar. Bir kavga çıkarabilirlerse, Batı’nın desteğini alarak Erdoğan’ı seçimde devirebileceklerini, bunun da demokrasinin taçlanması olacağını söylüyorlar. Bunları söylerken elbette nesnel bir gerçeğe dayanmak gibi bir kaygıları yok. Sonsuz özgüvenleri ile biz ne dersek o diyorlar. Başarırlarsa Ayasofya’yı tekrar müze yapacaklarını söylememişler ama tekrar seküler olacağımız kesin.

Sayın Erdoğan daha dün iktidara gelmedi ki? Bunca yıl intikam almak için 2023’ü beklediğini iddia edebilmek için bir insanın nasıl bir psikolojide olması gerekir bilmiyorum. Halkın içinden bir vatandaş buna inanabilir, bunu söyleyebilir, bunu anlarım. Ama bir aydın, bir gazeteci nasıl bu kadar sübjektif olabiliyor, anlamıyorum.

Atatürk devrimci geleneğimizden beslenmişti. Genç (Jön) Türkler, devrim tarihimizin ayrılmaz bir parçasıdır. Onların zamanında Batı, Rönesans, Reform, Sanayi Devrimi, Fransız Devrimi, Amerikan Devrimi gibi devrimlerin beşiğiydi. Modernleşme, çağdaşlaşma denince akla Batı’nın gelmesi kaçınılmazdı. Osmanlı Devleti’nin yozlaşarak çözülme sürecine girmesi haklı olarak hem devleti hem halkı kaygılandırıyordu. Padişahlar reform hareketlerine giriştiler. Genç Türkler de yozlaşmanın nedenlerini anlamaya çalışıyor ve çözüm önerileri geliştirmeye gayret ediyorlardı. Bu çabaların ortak yanı Batı’yı örnek almak şeklindeydi. Ama maalesef Osmanlı Devleti ve aydınları, Batı’nın devrimlerini tam kavrayamadığından kendi yozlaşmalarının nedenlerini ve yapılması gerekenleri tam olarak bilemediler. Bütün iyi niyetli çabalarına rağmen Tanzimatçılık, öze ilişkin devrimsel dönüşümler yapılamadığından Batı taklitçiliğinden öteye gidemedi. 1876 Anayasasının (Kanun-i Esasi) yapılması ve Meşruti sisteme geçilmesi ilerici adımlar olarak görülse bile alt yapı değiştirilmeden yapılan bu üst yapı değişiklikleri sadece Osmanlı’nın çöküşünü hızlandırdı. Siyaset biliminin kurucusu Machiavelli şöyle diyor:

“Kendine özgürlükçü bir anayasa yapmış olan bozulmuş bir halk bin bir güçlükle bağımsız kalabilir.”[2]

19. ve 20. yüzyılda Batılılaşma bir anlam taşırken bile derdimize derman olmamış ve koça bir imparatorluğu kaybetmişiz. Atatürk’ün dehası, tarihî analiz ederek Tanzimatçılık gibi Batı taklitçiliği yerine Batı uygarlığının gelişimine olanak veren devrimleri yapmaya yönelmesidir. Yozlaşmış devlet ve halkı ayağa kaldırmanın tek yolu devrimdi. Yozlaşmayla savaşmadan, özgürlükçü anayasalar ve sistemler kurmak gerçekçi değildi. Gerçekçi olmadan da bir kurtuluş savaşı kazanamazsınız. Mustafa Kemal önceliği bağımsızlığa ve devrime verdi. Çok partili sisteme geçme denemeleri yaptı. Gördü ki karşı devrimci güçler tüm kazanımları ortadan kaldıracak basirette, bu girişimlerden vazgeçti. Günümüzde bu sebeple yerli ve yabancı bazı aydınlar ona dil uzatıp despot, diktatör gibi yakıştırmalar yapıyorlar. Bunları söyleyenler aydın olmasa cahilliklerine vereceğiz ama bunu bir aydın söylüyorsa amacının demokrasi mücadelesi değil devrimlerimizi ve bizi tarihe gömmek arzusu olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Siyaset bilimini, Machiavelli’yi bilip, okumuş bir insan hangi milletten olursa olsun Atatürk’ün karşısında saygıyla eğilmelidir.

Mustafa Kemal, tek adam olmayı başaramasaydı, bugün övündüğümüz Türk Devrimi olmayacağı gibi Türkiye Cumhuriyeti de olmayacaktı. Machiavelli, “Bir devlette yeni bir anayasa yapmak ya da onu eski kurumlarını göz önüne almadan tamamen yeniden düzenlemek isteyen kimse tek başına olmalıdır.”[3] diyor. Siyasal erki tek başına kullanabilmeyi başaran kişiye diktatör ya da despot diyebilmek için bu kişinin bu güçle ne yaptığına bakmak gerekir. Machiavelli, bu gücü bağımsız yeni bir anayasal düzen kurmak için kullananı yüceltiyor; despotluk, diktatörlük için kullananı ise aşağılıyor. Bir bıçakla hayat da kurtarabilirsiniz adam da öldürebilirsiniz. Bu bıçağı iyi ya da kötü yapmaz. Bıçak vazgeçilmez bir araçtır. Onu ne amaçla ve nasıl kullandığımız önemlidir. Yeni anayasa yapmak gibi zor işlerin üstesinden gelmenin siyasal formülünü veriyor Machiavelli: Siyasal erki tek elde toplamak. Cumhuriyetimizin ilk anayasası (1921, Teşkilat-i Esasi) tüm erki yasama meclisinde (TBMM) toplayarak “güçler birliği” sistemini getirmiş ve Kurtuluş Savaşının kazanılmasında bunun önemli katkısı olmuştur. Savaş kazanıldıktan sonra ise 1924 Anayasası ile bu sistemden vazgeçilmiştir.

Özetlemek gerekirse Atatürk Batı uygarlığını yaratan devrimleri esas almış, Batılılaşmayı modernleşme ve çağdaşlaşma olarak görmüştür. Batı taklitçiliğine ve Tanzimatçı anlayışa karşı durmuştur. Bize muasır medeniyet seviyesine ulaşmayı ve geçmeyi hedef göstermiştir. O zaman için bu Batı uygarlığıydı. Ama Atatürk doğudan doğan güneş gibi Asya’dan yükselecek medeniyeti görüyor ve bekliyordu. Bizi Avrupalı değil, Asyalı olarak tanımlıyordu. Onun erken ölümü millî demokratik devrimimizin tamamlanamamasına yol açmıştır. Ondan sonrakiler ne kadar Atatürkçü söylemler kullansalar, herkesten daha çok Atatürkçü olduklarını iddia etseler de bağımsızlık ve devrim yolundan ayrıldılar. Emperyalizme karşı savaş kazandıktan sonra emperyalist devletlerin yanında yer almak, başka nasıl izah edilebilir? Atatürk döneminden günümüze kadar karşı devrimci süreç bizi yozlaştırdı ve bağımsızlığımızı yitirmemize yol açtı. Bugün tekrar tam bağımsızlık mücadelesi veriyoruz. Başarmamızın yolu gene devrimden geçiyor.

Batıcılık üzerinde ittifak, karşı devrimci güçlerin ittifakıdır ve Atatürk’ün mirasına ihanettir. 83 yıllık denenmiş bu ittifaktan medet ummak çaresizliklerini gösteriyor. Neoliberal politikalar miadını doldurdu. Türkiye’nin geleceği tam bağımsızlık mücadelesine ve Atatürk devrimlerine sadakatle bağlı kalmayı gerektiriyor. Yükselen Asya uygarlığında hak ettiğimiz öncü rolü üstlenmekte ittifak etmek ise günümüzün ilericiliğidir.

 

[1] yucelkurucim@gmail.com

[2] Niccolo Machiavelli, Siyaset Üzerine Konuşmalar, Dergah Yaiiyınları, 2. Baskı, İstanbul, Ekim 2017, s. 88.

[3] Aynı eser, s. 59.

Siyaset