19 Mayıs 1919, millî mücadelenin başka bir safhasının tarihidir. Aslında millî mücadelemiz I. Dünya Savaşıyla başlamıştır. Çünkü paylaşım planı, vatanımız üzerineydi. Atatürk, Çanakkale Savaşı sırasında, 3 Mayıs 1915’te, “istirahat uykusu aramanın bu istirahatten yalnız bizim değil, bütün milletimizin ebediyen mahrum kalmasına sebebiyet verebileceğini hepinize hatırlatırım”[1] diyerek buna vurgu yapıyordu.
I. Dünya Savaşı sonrası imzalanan Mondros Ateşkes anlaşması ile İstanbul’a dönen Atatürk, boğazda demirleyen düşman gemilerine bakıp “geldikleri gibi gidecekler” demişti. Padişah, emperyalistlerden medet umarak tahtını sağlama almaya çalışırken Atatürk, Kurtuluş Savaşının planlarını hazırlıyordu. Doğu Karadeniz bölgesindeki Pontuslu Rumlara saldıran Türklerin elindeki silahları almak, Türklerin kurduğu direnme örgütlerini ortadan kaldırmak bahanesiyle kendisine 9. Ordu Müfettişliği görevinin verilmesini sağladı. Samsun’a çıktığında ilk önce komutanlardan, ateşkese uyulmamasını ve askerin terhisinin önlenmesini istedi. Tüm yurttaki yöneticilere telgraflar çekerek 15 Mayıs 1919’daki İzmir işgalinin miting ve benzeri gösterilerle protesto edilmesine çabaladı. İngilizler 6 Haziranda Harbiye Nezareti’ne (Savunma Bakanlığı’na) başvurarak Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’a çağrılmasını istedi. O, Harbiye Nezareti’nin çağrısına uymadı.
“Vatanın bütünlüğü ve ulusun bağımsızlığı tehlikededir”
Dahası, net bir ifadeyle 22 Haziran tarihli Amasya Genelgesi’yle “vatanın bütünlüğü ve ulusun bağımsızlığı tehlikededir. Osmanlı Hükümeti sorumluluğunun gereklerini yerine getirememektedir.” demişti.
Atatürk’ün, memleketi düşmandan kurtarmakla yetinmeyip, cumhuriyet kuracağı da anlaşılmıştı. İçişleri Bakanı görevden alsa da, Mustafa Kemal Paşa görevin kendisine Savunma Bakanlığı ve Padişahın onayı ile verildiğini söyleyerek karara uymadı. En sonunda 8-9 Temmuz gecesi padişah telgrafın başına gelerek İstanbul’a çağırdı. Buna da olumsuz yanıt veren Atatürk, Türk Milletinin sıradan bir ferdi olarak mücadele etmek için askerlikten istifa etti. Sonrası kongreler, Ankara’da TBMM’nin açılması ve savaşlar…
İşte, kurtuluşu emperyalistlere karşı çekingenlik göstermekte, dahası onlardan medet ummakta arayan anlayışlardan uzak, görevinden, makamından vazgeçmesini bilen, geleceğini milletini geleceğiyle birleştiren bir devrimci.
Aslında anlatmak istediğim, Atatürk’ün şahsında vatanı parçalanan bir milletin direnişi, kararlılığı.
Temel saflaşma hâlâ aynı: Vatan Savunması
Son birkaç yıldır yaşadıklarımıza bakarsak temel saflaşmanın hâlâ Amasya Genelgesi’ndeki vatanın bütünlüğü ve ulusun bağımsızlığını sağlamak olduğu anlaşılır.
ABD’nin piyonu PKK’nin Hendek siyaseti başarısızlığa uğratılmış, ABD’nin “kara gücüm” dediği PYD’ye karşı 24 Temmuz 2015’te başlayan Fırat Kalkanı Harekâtı ile ABD Koridoru’na kama sokulmuştur. Yine ABD tertipli FETÖ darbesi başarısızlığa uğratılmıştır. Dolayısıyla tek adam yönetimine itiraz yeterli değildir. Bugün millî-gayrimilli cepheleşmesi anlamlıdır. Seydişehir’de katıldığım bir konferansta bir izleyicinin belirttiği gibi, sorulacak soru “Kuvvacı mısın, değil misin?” olmalıdır.
Emperyalizme karşı millî birliği pekiştirmeye çalışalım
Tehlike ve tehdit sürmektedir. ABD-İsrail-Yunanistan ve Güney Kıbrıs, 19-29 Mart 2018 tarihlerinde Doğu Akdeniz’de askerî tatbikat yaptılar. 8 Mayıs 2018 İsrail Başbakanı Netanyahu, Yunanistan Başbakanı Çipras ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi Cumhurbaşkanı Anastasiadis, Doğu Akdeniz doğal gazını birlikte Avrupa’ya taşımak için buluştular. ABD’nin maaşa bağladığı PYD’li sayısı 10 binden 65 bine çıkartıldı, PYD’ye verilen silahlar 25 bin tırı aştı.
Baş çelişme ABD ve ulus devletimiz arasında
Tüm bu durumlara karşı üniter devletimizi savunmamız önemlidir. Emperyalizmin temel özelliği, sınırsız sömürü isteği doğrultusunda gerektiğinde devleti dağıtmak üzere ülkeyi işgal etmesidir, devletsizleştirmektir.[2] ABD’nin diğer ülkelerle, FETÖ ve PKK/PYD ile Suriye, Kıbrıs ve Ege’deki hareketlenmeleri bizi hedef almaktadır.
Atatürk çağımızdaki baş çelişkinin ezen-ezilen milletler çelişkisi olduğunun farkındaydı, bunun için de “mazlum milletler, zalimleri bir gün mahv ve yok edecektir.” diyordu. Ezilen, daha açık ifadeyle devleti ve kendisi bölünmek istenen millet ancak üniter devlet çatısı altında emperyalizme direnebilir. Bu bakımdan ulusların kendi kaderini tayin hakkı emperyalizme karşı özgürlük meselesidir; PKK/PYD gibi emperyalizmle birlikte özgürlük aramak değil. Kürtlere en büyük özgürlük emperyalizmden bağımsızlık, emperyalizm işbirlikçisi PKK'yi tasfiyedir. Sonrasında toprak reformu ve ekonomik yatırımlar yapılmalı, demokratik haklarla ilgili uygulamalarda eksiklikler varsa giderilmelidir.
ABD’ye direnmenin anahtarı: Komşularla işbirliği
Türkiye, dünya savaşının kapımıza geldiği bu şartlarda üniter devletini komşularla işbirliği ile sürdürebilir. Suriye’nin yalnız toprak bütünlüğü değil, devlet bütünlüğü de savunulmalıdır. Esad ile anlaşılarak Irak’a kadar PYD temizlenmelidir. ABD üslerimizden çıkarılmalıdır. İran’a karşı uygulanan yaptırımlara uyulmamalıdır. AB, NATO’ya karşı Avrasya ülkeleriyle dayanışma artırılmalıdır.
Şunu iyi görelim ki Irak ve Suriye’de IŞİD, El Kaide gibi örgütlerin arkasında AB, ABD varken Atlantik Sisteminde laiklik aramak beyhudedir.
[1] Atatürk'ün Bütün Eserleri (ATABE), C.2, 5. Baskı, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2014, s.152.
[2] Mustafa Solak, Gayrimilli Eğitim, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2018, s.188-192.