Zıt algılar

Güney Güneyan

 

Gerçeklik, varlığımızın özünde yatan temel bir kavramdır. Farkında olsak da olmasak da etrafımızda var olan her şeyi kapsar. Bizi çevreleyen yükselen binalardan uzaktaki görkemli dağlara, bizi taşıyan hızlı araçlardan dünyamızda yaşayan büyüleyici hayvan dizisine kadar gerçekliğimizin tüm bu yönleri nihai gerçeğe katkıda bulunur. Bununla birlikte, gerçek ve gerçeklik arasında ince bir ayrım vardır. Gerçek, etrafımızdaki her şeyin nesnel varlığına atıfta bulunurken, gerçeklik, bu gerçeğin öznel algısı ve yorumuyla ilgilidir. Başka bir deyişle, gerçeklik algıladığımız şekliyle gerçektir. Duyularımız, deneyimlerimiz ve bilişimizle şekillendiğinde ise tıpkı bu yazı gibi bir fikir tartışması ortaya çıkar.

En başta gerçek ve gerçeklik arasındaki farka değinmeliyiz. Çünkü dünyayı anlamamızın algımızın kapsamı ile sınırlı olduğu gerçeğinden kaynaklanıyor. Duyularımız, var olanın sadece bir kısmını yakalamamızı, bizi çevreleyen engin bilgi denizini filtrelememizi ve işlememizi sağlarken, bu seçici algı, gerçeğin bütünü ile bireysel gerçekliğimiz arasında bir ayrışmaya yol açıyor. Bilinçli deneyimimizin merkezi olan beynimiz, gerçeklik algımızı şekillendirmede çok önemli bir rol oynar ve böylece duyularımızdan alınan sinyalleri sürekli olarak yorumlayarak evrenin daha tutarlı bir temsilini oluşturan karmaşık bir işlem birimi olarak hareket eder. İşler de belki de burada karışır. Çünkü bu yapı her bireye özgüdür ve beyinlerimiz bilgiyi farklı şekilde özümseyerek bütünleştirir. Peki, bu öznellik nasıl bir yorumlama ve anlayış düzeyi getiriyor?

“Çoklu gerçeklik”

Çoklu gerçeklik, bir kişi için gerçek olabilecek şeyin, bir başkası için aynı gerçekliğe sahip olmamasıyla sonuçlanabilir. Kişisel önyargılarımız, inançlarımız ve kültürel geçmişlerimiz gerçekliğimizin inşasını etkiler. Öznel gerçekliğimizle bütünleşen içsel süreçlerimizin ve dış uyaranların birleşmesi olarak kabul edilebilir. Çünkü öznel gerçekçilik, birçok soyut kavram, duygu ve algıları kapsar.  Düşüncelerimiz, hayal gücü ve hayallerimiz, nesnel dünyada somut bir varlığa sahip olmamasına rağmen, gerçekliğimizin ayrılmaz bir parçasını oluşturur. Bu durum da gerçekliğin karmaşıklığını ve genişliğini vurgular.

Gerçeklik öznel ve algılarımızdan etkilenirken, gerçek sabit ve nesnel kalır. Gerçek, fiziksel ve soyut dünyanın tamamını kapsayan bilişimizden bağımsız olarak var olur. Özünde, gerçeklik sadece insan zihninin sınırlamaları ve karmaşıklıkları tarafından şekillendirilen hakikat algımızdır. Gerçek ve gerçeklik arasındaki etkileşimi anlamak, algılarımızı sorgulamamıza ve meydan okumamıza izin verdiği için çok önemlidir. Bize kişisel gerçekliğimizin, evrenimizi kuşatan daha büyük gerçeğin sadece bir yönü olduğunu hatırlatır. Algımızın sınırlarını kabul ederek, gerçek hakkındaki anlayışımızı genişletmek ve farklı bakış açılarını kucaklamak için çaba gösterebiliriz.

“Gerçek ve gerçeklik”

Günlük yaşamımızda, genellikle “gerçek” ve “gerçeklik” kelimelerini birbirinin yerine kullanırız ama aslına bakılırsa, ikisi arasında ince farklar vardır. Gerçek, onu algılayıp algılamadığımıza bakılmaksızın, etrafımızda var olan her şeyi ifade eder. Fiziksel dünyada var olan binalar, dağlar, araçlar ve hayvanlar gibi somut şeyleri kapsar. Bununla birlikte, gerçeklik gerçeğin öznel deneyimidir. Duyularımız, düşüncelerimiz, duygularımız aracılığıyla algıladığımız ve yorumladığımız şeyken; gerçeklik, algımız, anlayışımız tarafından şekillendirilir. Bu da onu oldukça bireyselleştirilmiş bir kavram haline getirir.

Beyniniz duyusal bilgileri işler, geçmiş deneyimlerinize, bilginize ve inançlarınıza dayanarak dağın zihinsel bir temsilini yaratır. Bu zihinsel temsil, dağın gerçekliği haline gelir. Bu noktada, gerçek ve gerçeklik arasındaki fark, gerçeğin algılarımızdan bağımsız olarak var olması, gerçekliğin ise algılarımız tarafından inşa edilmesidir. Gerçek, dış dünyada var olan her şeyi kapsar, oysa gerçeklik iç dünyamızın bir yapısıdır.

Beyinlerimiz, duyularımızı sürekli bombardıman eden çok miktarda bilgiyi yorumlayan bir filtre görevi görür. Bu filtre kültürel, toplumsal ve kişisel inançlarımızdan etkilenir ve gerçekliğimizi buna göre şekillendirir. Örneğin, hareketli bir şehirde büyümüş biri bir dağı beton ormandan nefes kesici bir kaçış olarak algılayabilirken, kırsal bir alanda yaşayan biri bunu günlük bir manzara olarak görebilir. Bu tamamen algılarımızla alakalıdır ve “gerçeklik nesnel bir mutlak değildir; kişiden kişiye değişir” savını kuvvetlendirmeye yarar.

“Sabit olmayan gerçeklik”

Kişinin gerçekliği, benzersiz deneyimlerinden, yetiştirilmelerinden, eğitimlerinden ve kişisel önyargılarından etkilenerek, farklı bireyler aynı olay veya nesne hakkında zıt algılara sahip olabilir. Dahası, gerçekliklerimiz sabit değildir, sürekli olarak gelişir ve değişir. Yeni bilgiler edindikçe, fikirlerimize meydan okudukça ve kendimizi farklı bakış açıları için alıcı konuma getirirsek, gerçekliklerimiz genişler ve adapte olur. Bu nedenle gerçeklik, devam eden deneyimlerimiz ve büyümemiz tarafından şekillendirilen akışkan bir kavram olarak görülebilir.

Algılarımızdan bağımsız olarak, etrafımızda var olan her şeyi kapsar. Öte yandan gerçeklik, algılarımız, düşüncelerimiz ve inançlarımız tarafından inşa edilen gerçeğin öznel deneyimidir. En nihayetinde de beyinlerimiz gerçeği yorumlar ve bireysel gerçekliklerimizi yaratır. Bu ayrımı anlamak, bakış açılarımızın nihai gerçek olmadığını, ancak benzersiz deneyimlerimiz, önyargılarımız ve yorumlarımız tarafından şekillendirildiğini fark etmemize yardımcı olur. Bunun farkında olarak, empati, açık fikirlilik ve alternatif gerçeklikleri göz önünde bulundurma istekliliğini geliştirebilir, böylece daha kapsayıcı ve anlayışlı bir toplumu teşvik edebiliriz. Çünkü gerçek etrafımızda var olan her şeyi kapsar, oysa gerçeklik bu gerçeğin öznel yorumudur. Beynimiz ve duyularımız, gerçeklik algımızı şekillendirmede, bireysel deneyimlerimizin benzersizliğini ve öznelliğini vurgulayarak hayati bir rol oynar. Gerçek ve gerçeklik arasındaki ayrımı kabul ederek, ufkumuzu genişletmek ve dünyamızda bir arada var olan perspektiflerin çokluğuna kendimi teslim etmek gereklidir. Çünkü böylesi komplike bir yaşam denkleminde birey, ancak aidiyet hissini özümseyerek algılarıyla baş edebilir.

İdeolojiler
Etiketler
gerçek; gerçeklik; algı;