Varlık Vergisi, bugüne kadar karşı devrimcilere Cumhuriyet Devriminin yumuşak karnı olarak görülmüş ve insafsız bir saldırının hedefi yapılmıştır. Hitler’in Yahudi düşmanlığının Türkiye’ye ithali olarak niteleyenler bile çıkmıştır. Varlık Vergisi, Türkiye’deki büyük devrimle yani cumhuriyetle hesaplaşma aracı olarak kullanılmıştır.
Kapitülasyonlar, İttihat ve Terakki’nin ulusal ekonomi boyutu, İstiklal Savaşının mali kaynağını sağlayan Tekalifi Milliye Kanunu, Türk Devriminin Osmanlılıktan ulusalcılığa geçiş eylemi olduğu gerçeği, Cumhuriyet’i ulusal bir ekonomi oluşturma ihtiyacına zorlayan acı geçmiş… Evet, bütün bunlar bilinmeden ve irdelenmeden Varlık Vergisi doğru olarak değerlendirilemez ve irdelenemez.
Varlık Vergisi olayını iyi anlayabilmek için, İttihat ve Terakki ile hız kazanan ulusalcılığı yaratan olayları ve koşulları iyi anlamak gerekir.
Varlık Vergisi uygulamasının nedenlerine geçmeden önce Varlık Vergisi’nin ileri sürüldüğü gibi vergicilik anlayışı ile bağdaşmadığı, ulusalcı görüşlerin bir hezeyanı olduğu biçimindeki dayanaksız görüşleri yanıtlamak isteriz.
Varlık Vergisi anlayışının en önemli savunucusu J. M. Keynes’tir. Keynes, “Genel varlık vergisi” diyebileceğimiz bir vergi anlayışı ortaya koymuştur. Savaş nedeniyle bozulan ekonomik düzenin yeniden normale dönmesi için “savaşın yarattığı olanakları kullanarak zenginleşen kesimin vergilendirilmesi” gerektiği görüşündedir. Keynes, Fransa Maliye Bakanı’na 1926 yılında yazdığı mektupta, “Umumi bir varlık vergisi, fazilet, adalet ve nazariye bakımlarından münakaşa götürmeyecek şekilde faikdir” demiştir.
Gene çok önemli bir vergi teorisyen ve uygulamacısı olan Prof. F. Neumark da, savaştan haksız kazanç elde edenlerden “savaş vergisi” olarak vergi alınmasını önermiştir. İddia edildiği gibi Varlık Vergisi, teorik dayanağı olmayan bir uygulama değildir. Dünya maliye literatüründe “varlık vergisi” kavram ve tanımının önemli bir yeri vardır.
Neumark’ın “savaş zenginlerinden alınan vergilerle savaşın yaralarının sarılmasını” savunan görüşleri doğrultusunda, Varlık Vergisi benzeri vergiler Almanya, Yunanistan, Bulgaristan, Macaristan, İsviçre, Hollanda, ABD, Fransa, İngiltere’de de uygulanmıştır.
Varlık Vergisi’nin esas nedeni, İkinci Dünya Savaşı nedeniyle oluşan bütçe açığının kapatılmasıdır. O yıllarda, İkinci Dünya Savaşı öncesinden başlayarak bütçe gelir ve giderleri aşağıdaki tabloda görüldüğü gibiydi.
Yıl Gelirler Giderler Denge
1938 250.0049.000.-TL 249.454.000.-TL (+) 595.000.-TL
1939 261.110.000.-TL 261.064.192.-TL (+) 45.808.-TL
1940 268.481.000.-TL 268.470.321.-TL (+) 10.679.-TL
1941 309.743.000.-TL 309.740.396.-TL (+) 2.604.-TL
1942 334.328.340.-TL 394.326.938.-TL (-) 59.998.598.-TL
1943 486.720.500.-TL 486.717.349.-TL (+) 3.151.-TL
Bütçe gelir gider dengesi yalnız 1942 yılında açık veriyor ve bu yılda bütçe giderleri gelirlerden 60.000.000 TL yani %18 fazladır. Bu nedenle 1942 yılının Kasım ayında Varlık Vergisi kanunu kabul ediliyor. 1943 yılında giderler 1940 yılına göre yaklaşık %70, bir önceki yıl 1942’ye göre yaklaşık %23 artıyor. Varlık Vergisi’nin uygulandığı 1943 yılında bütçe açık vermiyor. Az da olsa fazla veriyor. Ancak Varlık Vergisi’nin bütçe açığını kapatma dışında, ulusal ekonomiyi oluşturma amacı da yadsınamaz.
İttihat Terakki’nin iktidar dönemi Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı yıllarına rastlar. Bu savaşlarda dışarı ile işbirliği içindeki Rum, Ermeni ve Yahudi tüccar ve bankerlerin ulusumuzun boğazını sıkma gayret ve eylemleri, ulusal bir ekonomi ve bunun için ulusal bir burjuvazinin oluşturulması gayretlerinin tetikleyicileri olmuştur.
Birinci Dünya Savaşında, “İaşe Müdürü” Kara Kemal, karaborsacı gayrimüslimlere karşı esnafı örgütler. Türk şirketleri oluşturur. Kara Kemal’in devlet desteğinde Türklerden oluşan şirketler oluşturma gayretleri İttihat Terakki içinde çok tartışılmıştır. En önemli karşıtları Maliye Bakanı Cavit Bey ve Yahudi milletvekili Emanuel Karasu’dur. Diğer yandan İktisat Mecmuası’nda Moiz Kohen’in (ya da diğer adıyla Muhsin Tekinalp’in) ekonominin ulusallaşması girişimini desteklemesinin, bu konuda devletin öncülüğünü savunmasının altının çizilmesi gerekir. Ulusal ekonominin oluşturulması anlayışının sonucu olarak İttihat Terakki yönetimi Türklerin ekonomik faaliyette etkin olmalarına önem vermiş, bunun için Türk şirket ve bankalarının kurulmasına ve çalışmasına devletin desteğini sağlamıştır. Türk esnaf ve çiftçisini Yahudi, Rum, Ermeni tefecilerinin elinden kurtarmak ve tefeciliğe son vermek için yerel ve ulusal bankacılık devletçe desteklenerek geliştirilmiştir. İttihat ve Terakki yönetiminden de önce Türk Devriminin öncülerinden Mithat Paşa, Ziraat Bankası’nın çekirdeği Memleket Sandıkları’nı kurmuştu.
Türklerin ekonomik alandaki uğraşıları asırlardır Ahilik kuralları ile yürüyor ve yürütülüyordu. Türklerin dükkân açmaları, meslek sınavını kazanmaları yanında kentlerde nüfusa göre belirlenen dükkân sayısı göz önünde tutularak verilen izin ile gerçekleşebiliyordu. Türklerin İstanbul’da işyeri açması ve yerleşmesi de Ahi örgütünün ve kethüda sisteminin iznine bağlıydı. Bu yöntem Türklerin ekonomide etkin olmalarına olanak vermemişti. Lonca ve kethüdalık sistemini kaldıran Esnaf Kararnamesi, 26 Ocak 1910’da kabul edildi. Böylece “Esnaf Cemiyetleri” kurulmasının yolu açılmış oldu. Kara Kemal’in yönlendirdiği esnaf derneklerinin girişimi ile; Millî Mahsülat Osmanlı Anonim Şirketi, Millî İthalat Kantariye Anonim Şirketi, Millî Ekmekçi Anonim Şirketi kuruldu. Bu dönemde 1911-1917 arasında altı yılda Türkler İstanbul’da, Aydın’da, Adapazarı’nda, Karaman’da, Kayseri’de, Akşehir’de, Eskişehir’de Konya’da, Manisa’da 11 banka kurmuşlardır.
Esnaf cemiyetleri ile yukarıda sayılan şirket ve bankalar, 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde, ulusal şirket ve burjuvazinin oluşumuna önem verilmesi ve desteklenmesi için devletin etkin olması yönünde yoğun çaba sarf etmişler ve bildiriler sunmuşlar, İktisat Kongresi kararlarında da etkin olmuşlardır.
Varlık Vergisi elbette çok artan devlet giderlerinin karşılanması amacı ile uygulamaya konmuştur. İstiklal Savaşında uygulamaya konan Tekalifi Milliye de bir çeşit varlık vergisidir. Hem de çok ağır bir vergidir. İnanılmaz yoksunluk ve yoksulluk koşulları içinde İstiklal Savaşını yürütenler, savaşın yükünü karşılamak için Anadolu halkından çok daha ağır vergilerin ödenmesini istemiş ve bu vergileri almışlardır. Üstelik ülke servet ve gelirinin yığıldığı yer olan İstanbul’un varlıklı kesimi, İstiklal Savaşının finansmanı ile ilgili hiçbir mali yükün altına girmemiştir. İstiklal Savaşının mali yükünü esas olarak Anadolu halkı sırtlamıştır. Varlık Vergisi’nin uygulanmasında, bu önemli gerçeğin de etkisinin olmadığı söylenemez. Varlık Vergisi nedeniyle kıyameti koparanlar fakir Anadolu halkının tüm varlıklarının %40’ını (yarıya yakınını) isteyen Tekalifi Milliye Kanunu’nu görmezden gelirler. İstiklal Savaşını başaran devrimci kadroların, İkinci Dünya Savaşı nedeniyle oluşan kamu gereksinimlerinin karşılanmasında, İstanbul zenginlerinin vergilendirilmemesi zaten düşünülemezdi. Ancak, Varlık Vergisi’nin amacı, sadece devletin akçalı gereksiniminin karşılanması ile sınırlı değildi. Ulusal ekonominin kurulması, ekonomik etkenlik ve egemenliğin ulusallaştırılması amacı da devlet gereksiniminin karşılanması amacı ile iç içe olan bir başka amaçtı.
İstiklal Savaşından hemen sonra devrimci kadrolara, devrimin önderinin ortaya koyduğu hedef olan “ekonomik bağımsızlık” gerçekleştirilmeden ulusun siyasi bağımsızlığının olamayacağı ilkesi, sıkı sıkıya bağlı kalmaları ve asla unutmamaları gereken bir ödev olarak verilmişti. Bağımsızlık, ekonomi ulusallaştırılmadan sağlanamazdı. Sıcak savaş biter bitmez, Lozan Anlaşması bile imzalanmadan toplanan İzmir İktisat Kongresi’nde, ekonominin ulusallaştırılması amacı açıkça ve cesaretle vurgulanmıştır. Varlık Vergisi’nin İstanbul burjuvazisini, özellikle azınlık kesimini vergilemeyi amaçladığı elbette doğrudur. Bunun kaynakları, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılış ve yağmalanış nedenlerinden, Türk Devriminin ve İstiklal Savaşının gerçeklerinden, devrimin amaçlarından soyutlanarak açıklanamaz. Bu vergiyi anlamak için her şeyden önce İzmir İktisat Kongresi’nin hazırlıklarını, görüşmelerini ve kararlarını irdelemek gerekir.
İzmir İktisat Kongresi’nde (17 Şubat – 4 Mart 1923) Müslüman Türklerin gayrimüslim azınlıkların yerini alması, ekonomide etkinlik sağlamaları tartışılan başlıca konulardan biri olmuştur. Ahmet Hamdi Başar (Limancı Hamdi diye bilinir. “Millî Türk Ticaret Birliği”ni kurmuştur.) şunları söylemişti:
“Gerek ithalat ve ihracat ticaretinde ve gerekse toptancı ve yarı toptancı ticarette Türk tüccarının hâkim olmasını amaç edinmiştik. Bu iş için mutlaka devletin yardımı ve enerjik müdahalesi lazımdı. Devletin Türk tüccarları arasında şirketler kurmalarını sağlayarak, onlara ithalat ihracat işlerinde bazı imtiyazlar tanınmasını istiyorduk. Liberal bir görüş ve serbest rekabet şartları içinde ticaretin millileştirilmesi, iktisadi hâkimiyetin Türk milletinin eline geçmesine imkân olmadığı için, başlangıç döneminde, devlet gücüne dayanan bir mücadelenin zorunlu olduğuna inanmaktaydık”
Bu sözler, İzmir İktisat Kongresi’ndeki eğilimi göstermektedir.
Mustafa Kemal Paşa’nın Kongreyi açış nutkundaki altı çizilmesi gereken bazı sözlerini de vermek isteriz:
“Daha önceki yıllarda, padişah hediyesi olarak büyük bir onur ve benlik duygusu içinde, yabancı ülkelere tanınan haklar ve memleket içindeki Müslüman olmayan azınlığa verilen her şey, sanki onların doğal hakları imiş gibi kabul olundu. Fakat yabancı devletler, bununla da yetinmediler. Her fırsatta bu hakları genişletmek ve geliştirmek için yollar aradılar ve buldular.”
“İçerde yaşamakta olan azınlık, korumayı başardıkları kazanılmış haklara dayanarak ve dışarının planlama ve yardımına sığınmak suretiyle, siyasi bir varlık kazanmak için çalışmaktan geri durmadılar. Bir yandan içerdeki azınlığı kışkırtmakta olan yabancılar, diğer yandan baskı ile devlet ve millete karşı yeni imtiyazlar alıyorlardı. Bu sürekli baskı altında, zaten kötü duruma düşmüş olan anayurt da devlete verebilecek parayı güçlükle sağlayabiliyordu. (…) Bir devlet ki, kendi uyruğundaki halka koyduğu vergiyi yabancılara uygulayamaz; bir devlet ki, kendi gümrük resimleri ve her türlü vergi işlemlerini düzenleme hakkından alıkonur; bir devlet ki, kendi kanunlarına göre yargı hakkını yabancılara uygulayabilmekten yoksundur; o devlete bağımsız denemez.”
Mustafa Kemal Paşa’nın Kongreyi açış konuşması, Yahudi ve Hıristiyan azınlığın ekonomik etkinliğinin azaltılması gerekliliğinin ipuçlarını vermektedir. Kongredeki delegelerin (bu delegeler çiftçi, sanayici, işçi ve tüccar olmak üzere dört gruptan oluşmuştu) oy birliği ile aldıkları ve on iki madde ile belirledikleri kongre kararlarına, “Misaki Millî”yi çağrıştıran biçimde “Misak-i İktisadi” denmesini de anlamlı buluyoruz.
Bu bağlamda Şükrü Saraçoğlu’nun, Parti grup toplantısında Varlık Vergisi yasa taslağı ile ilgili konuşmasından küçük bir bölüm vermek istiyoruz:
“Bu kanun aynı zamanda bir ihtilal kanunudur. Bize iktisadi istiklalimizi kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza hâkim olan gayri Türk unsurları bu sayede bertaraf ederek Türk piyasasını Türk tüccarlarının ve Türklerin eline vereceğiz.”
Günümüzde İkinci Cumhuriyetçilerin, Cumhuriyet Devrimi öncesi ve hemen sonrası yabancıların elindeki ticari, sınai işletmeler ile finans kurumlarının sayısını, bugünkü sayıları ile karşılaştırıp aradaki büyük farkı demokrasi karşıtlığı ve despotlukla açıklama gayretleri, Varlık Vergisi’ni kötüleme kampanyası ile birlikte değerlendirilmelidir. Varlık Vergisi’nin bir ulusal burjuvazi oluşturma amacı haklı ve devrimci bir tutumdur.