Cizvitlerden Nurculara -Türkiye’de tarikat-cemaat okul ve yurtları-

Osmanlı Ordusu İstanbul’a girdiğinde bugün Karaköy’de Saint Benoit Fransız Lisesi olarak hizmet veren binanın yerinde, daha küçük bir bina olan Saint Benoit manastır ve kilisesi vardı. Saint Benedict, Saint Benoit adının Latincesidir.   

Saint Benedictin tarikatına bağlı rahipler Doğu Roma’nın başkentinde örgütlü faaliyet yürüten eksi Katolik gruplardan biriydi. Tarikat adını, aziz olarak kabul edilen, manastır kültürünün ve keşiş yaşamının kurucusu sayılan Saint Benedict’ten alır. Hıristiyan ilahiyatı açısından önemli isimlerden olan Saint Benedict'e ait asketik öğretilerin, Protestan ahlakının ve kapitalizmin ruhunun da temelini oluşturduğu düşünülüyor.

Karaköy’deki Saint Benoit manastır ve kilisesi Fatih Sultan Mehmet’in imzaladığı gayrimüslimlere koruma sağlayan fermanda da anılır.

17. yüzyılda İstanbul’a gelen 4 Cizvit papaz kilisede ilk eğitimi başlattılar. Bu okul İstanbul’daki ilk yabancı okuldu ve müfredatı muhtemelen biraz Fransız tarihi, Fransız dili ve edebiyatı ile Katolik ilahiyatıyla sınırlı kurstan fazlası değildi.

Cizvit tarikatının Fransa’da yasaklanmasından sonra Fransız Kralı okulun yönetimini Lazarist rahiplere verdi. O günden itibaren Saint Benoit, Lazarist tarikatının idaresine girmiştir.

Adının başında “Saint” ifadesi olan okulların tamamı bugün de Katolik tarikatlarına ait. Örneğin Saint George Avusturya Lisesi de Lazarist tarikatının okullarından. Notre Dame de Sion ise zaten bir rahibe grubunun adı. Notre Dame De Sion rahibeleri 1860’larda İstanbul’a gelip Saint Benoit Manastırına yerleşmiş, bir süre sonra da kendilerine bugün okul binasının bulunduğu arazi tahsis edilmişti.

Saint Joseph Lisesi ise Institut des Frères des Ecoles Chrétiennes tarafından kuruldu.

Fransız okullarının 19. yüzyıldaki rakibi Amerikan okullarıydı. Bu okullar çoğunluğu Protestan misyoner teşkilatı American Board of Commissioners for Foreign Missions tarafından kuruldular ve 19. yüzyıl boyunca Osmanlı topraklarındaki İngiliz konsolosluk teşkilatı tarafından himaye edildiler. Türkiye’deki Amerikan okulları, BORD birkaç yıl önce Türkiye’den çekilene kadar misyoner teşkilatı tarafından yönetiliyordu. 

Amerikan okulları, misyoner faaliyetleri Müslümanlar içinde başarılı olmayınca hedef kitle olarak Ortodoks ve Katolik Ermeni cemaatlerini belirlemişti. Osmanlı Protestan cemaatinin yaratılmasından Amerikan misyonerlerinin eğitim faaliyetlerinin önemli rolü vardır. Robert Koleji burada ayrıca anmak gerekiyor.

Robert Kolej, Bulgar milliyetçiliğinin inşasında da belki de en önemli eğitim kurumlarından biridir.

Yabancı okulların tarikat ve misyoner faaliyetleri açısından istisnası, Mekteb-i Sultani, bugünkü adıyla Galatasaray Lisesidir. Mekteb-i Sultani, liberal kimliğiyle tanınan ve Fransız eğitiminin laikleştirilmesinde rolü olan Fransız Millî Eğitim Bakanı Victor Duruy’un projesi olarak bilinir. Aslında Osmanlı Maarif Nezareti ile Fransız Millî Eğitim Bakanlığının okul işbirliği 1857’de Paris’te açılan Mekteb-i Osmani’ye kadar gider.

Mekteb-i Sultani Fransa Dışişleri Bakanı Léonel de Moustier’in Babıâli’ye sunduğu 1867 tarihli reform programına dayandırılabilir. Moustier, bakanlığı öncesinde İstanbul’da Fransız sefiri olarak görev yapmıştı ve Doğu’yu iyi biliyordu.

Okulun kuruluşuna dönemin etkili sefiri Bourée refakat etmiş ve okul tüzüğünün hazırlanması dâhil birçok işlemin yürütülmesini bizzat sağlamıştı. Mekteb-i Sultani, Fransız Millî Eğitim Bakanlığının, yurtdışındaki Katolik tarikatlarına ait Fransız okullarına alternatif olarak düşündüğü zincirin ilk örneğidir; laik ve karma eğitim veren okuldu. İlk defa olarak Müslüman, farklı mezheplerden Hıristiyan ve Musevi öğrenciler Mekteb-i Sultani’de aynı sınıfta eğitim aldılar.

Okula Vatikan sert tepki gösterdi ve Papa Katolik öğrencilerin kayıt yaptırmasını yasaklayan karar yayımladı. Karar, Fransız Hükümetinin Vatikan’a baskısıyla geri aldırılabildi. Rus Çarlığı Vatikan ile birlikte okula itiraz edenlerden biriydi. Musevi cemaati, cemaat öğrencileri için okul içinde ayrı mutfak kurularak ikna edilebildi.

Mekteb-i Sultani, Saint Benoit’nın elinden İstanbul elitin ilk tercihi olma ayrıcalığını alsa da, Osmanlı ve sonrasında Türkiye Cumhuriyeti topraklarında devam eden yabancı okul faaliyetleri, Mekteb-i Sultani örneğini değil Fréres, Lazarist, BORD örneğini takip etmiştir.

Türkiye’deki yabancı okulların temelinde bir tarikat ve misyoner okulları olduğu, Türkiye’de tarikat okulları geleneğinin Katolik ve Protestan rahiplerce başlatıldığını söyleyebiliriz.

Karşı devrimde bu sefer Müslüman tarikat ve cemaat okulları önemli roller oynadılar. Başta Nur Cemaatleri olmak üzere Müslüman tarikat ve cemaatler eğitim alanında Cizvitlerin, Lazaristlerin, Frérelerin, BORD misyonerlerinin yolunu takip ettiler. Bu okulların yarattığı sorunların sürekli olarak ülke gündeminde kalması nedensiz değildir.

İçi boşalan Tekke

İbn-i Tufely, Hay bin Yakzan’ı Endülüs Sultanının sarayındaki sohbetlerde açığa çıkan bilgileri de kullanarak yazmıştı. Spinoza’dan Daniel Defoe’ye kadar birçok Batılı yazar ve düşünüre ilham veren bu eser, Endülüs İslam medeniyetinin en önemli miraslarındandır. Fakat eseri bugün İslami faaliyetin değil kültürel mirasın parçası olarak okuyoruz.

Gılgamış, tabletleri yazanlar için kutsal bilgiydi. Günümüz toplumu için ise edebiyatın ve kültürün ilk örneklerindendir ama artık kutsal metin değil. Seküler kültür tarafından asimile edildiğini söyleyebiliriz.

Batı müziğinin, özellikle de Barok dönemin hâlâ çok dinlenen eserlerinin önemli bölümü ilahi olarak bestelenmişti. Ave Maria, Matthaus Pasyonu, Stabat Mater, Requiemler hâlâ çok dinlenen eserler ama artık kimse onları ayinin parçası olarak görmüyor; bu eserlerin de kilisenin elinden alındığını, üzerlerindeki mitolojiden temizlenerek seküler kültüre asimile edildiğini söyleyebiliriz. Monteverdi, Vivaldi, Bach kilisenin elinden böyle kurtarıldı diyebiliriz. Mitolojinin ürettiği zenginlikler yok olmuyor ama en sonunda sanata karışarak üzerindeki mitolojiden arınıyorlar.

Türk Beşlerinin ürettiği eserlerden en çok dinlenilen ve bilinen eserin Yunus Emre Oratoryosu olması anlamlıdır. Türkiye ilahiyat fakültelerini açarak tekke ve medreselerde yüzyıllarca devam eden ve Aristo metafiziğinden de beslenen İslam felsefesini akademiye taşıdı; tekkelerin tortuya dönüşmesinde bu zenginliklerin akademiye yani seküler kurumlara aktarılmasının da rolü vardır. Feodal dönemde üretilen sanatın da modern seküler kültüre asimile edilmesi, tekkelerin ve oradaki feodal ilişkilerin toplumun içinden temizlenmesini hızlandırır.

Felsefi ve sanatsal yeteneklere artık sahip olmayan tekkeler, uzun zaman önce İslami kültür içinde de tortuya dönüştüler. Ancak bir karşı devrim onları yeniden ayağa kaldırabilir, eğitim sisteminin parçasına dönüştürebilirdi.

Sonuç

Türkiye ilk Maarif Nizamnamesini 1869’da yaptı. 19. yüzyıl boyunca nizamname Türkiye’deki yabancı tarikat ve misyoner okullarına karşı kullanılmak istenmiş fakat başarılı olunamamıştır. Hristiyan tarikat okulları Büyük Güçlerin diplomasi teşkilatları tarafından himaye ediliyorlardı. 

19. yüzyılın başlangıcında, özellikle Nizam-ı Cedid’den itibaren Monarşi, modern eğitim kurumlarını desteklemişti. Örneğin 1850’de Türkiye’nin ilk kız mektebi olarak açılan ve bugün Cağaloğlu Anadolu Lisesi olarak eğitime devam eden, kuruluşundaki adıyla Valide Mektebi, Abdulmecid’in annesi Bezm-i Alem Valide Sultan’ın desteğiyle doğmuştur. Okul 1933-1983 arasında İstanbul Kız Lisesi adıyla faaliyet gösterdi.

Babıâli modern eğitimi, Doğu’da Batılı yani burjuva toplumun oluşturulmasında temel araç olarak görüyordu. Bizde liberalizm Babıali’nin iktidar konaklarında Sultani bir ideoloji olarak, burjuva toplumu hayali de aynı konaklarda Doğulu burjuva sınıfından önce doğmuştur; her ikisi de Tanzimat’ın ürünüdür. Ne monarşi ne de liberal Babıâli, önüne bir hedef olarak koyduğu halde örgün eğitimi hayata geçirmeyi başaramamıştır ve başaramazdı.

Cumhuriyet öncesinde tarikat ve cemaatlerin modern eğitime yatırım yaptıklarını gösteren bilgi yok. İslami tarikatların eğitim alanındaki yaygınlıklarını, karşı-devrime borçlu olduklarını biliyoruz.

Osmanlı topraklarında Musevi Alyans okulları, Avrupalı Musevi bankerlerin Musevi Galata Bankerleriyle işbirliği sonucu olarak doğmuştur. Bu okullar, Talmud eğitimi veren geleneksel Yahudi eğitim kurumlarının aksine Fransızca ile modern eğitim yapıyordu. Alyans okulları, 19. yüzyıl hatıratları, Yahudi dede ile Yahudi torunun sohbet edebilecekleri ortak dile sahip olmadıkları örnekler aktarıyorlar. İkincisi, bu okullarda Fransızca öğrenmişti ve onunla iletişim kurabiliyordu.

Alyans okulları Doğu Yahudileri üzerinde Avrupa finans sermayesi önderliğinin kurumsallaşmasına hizmet etti.

Sorun yalnızca eğitimin modernleştirilmesi ve laikleştirilmesi değildir; toplumun feodal dönemde olduğu gibi tekrar kompartmanlar şeklinde ayrışmasına izin vermeyecek bilimsel eğitime ihtiyacımız var. Tarikatların eğitim alanındaki faaliyetleri ile eğitim birliğindeki aşınma ve kamunun, kamu içinde de Millî Eğitim Bakanlığının eğitimi kontrol ve eğitme önderliğindeki yıpranma demokratik bir ulus inşasını da engelliyor ve toplumun ayağına dolanıyor.