Nick Srnicek, dijital şirketleri platform kapitalizmi olarak nitelendirir. Dijital ortamlarda işlerini örgütleyen bu işletmelerin UBER gibi bir bölümü, hizmet araçlarının mülkiyetine de sahip değiller. Srnicek, yine de platform kapitalizminin mülkiyetsizlik anlamına gelmediğini, tekellerin toplumun alyapısını mülk edindiklerini söyler.
Platformlar sadece dijital alanlar yaratmıyorlar, birbirlerinin platformlarını da kullanıyorlar. Örneğin UBER sürücüleri kontrol etmek ve en doğru rotayı belirlemek için Google haritalarını kullanır. Amazon da Google platformunu yoğun kullanan işletmelerinden bir diğeri. Bir platform diğer faaliyet alanlarını kendi içine hapsedebildiği oranda başarı gösterebiliyor. Bu aynı zamanda diğer alanların dijital ortamlara ve oradaki emperyalist denetimin ürettiği etiğe asimile edilmesi anlamına gelir.
Sosyal medya işletmeleri de diğer platformları da kullanan birer paylaşım platformu. Onları da sadece bireysel kullanıcılar değil, diğer platformlar ve ana faaliyeti dijital alanlar olmayan kurumlar kullanıyorlar.
Platformlar, kendileri toplumun altyapısını mülk edinirken kurumsal kimliklerin silikleşmesine de neden oldular ve siyaset toplumsal yaşamın bu süreçte en etkilenen alanlardan biri. Bireyselleşmeyi burada bireyin gelişimi anlamında kullanmadım.
Platform ekonomilerine yöneltilen güçlü eleştirilerden biri, 2008 krizinden sonra güçlenerek sözleşmeli çalışmayı yaygınlaştırması ve işçiyi güvencesiz âdeta tek kişilik işletmeye dönüştürmesi. Böylece kolektif emeğin yerini bireyselleşen emek alıyor ve emeğin kolektif karakteri ve kurumsal kimlikler eş zamanlı olarak yıpranıyor.
UBER şoförleri artık emekçi değil, kendi hizmet araçlarıyla çalışan hizmet sağlayıcılar. Oysa kapitalist üretim, emekçileri üretim araçlarından kopartıp kolektif emeği büyüterek gelişmişti. Sanayi öncesi toplumda, ürün bireysel mülkiyette de olsa emekçi atölyede kendi çekiç ve pensesiyle çalışabilir; buhar makinesi ise kapitaliste ait olmak zorunda. İşçi sınıfı üretim araçlarına yabancılaştığı ölçüde fabrikalarda toplanarak bir sınıf kimliği kazanmış ve bireysel emeğin yerini kolektif emek almıştı.
Araştırmalarda dijital ortamlarda çalışan küresel tekellerin süreci tersine çevirdiği söyleniyor. UBER şoförleri kendi arabalarıyla çalışıyorlar; sosyal medya işletmelerinin büyük veriye dönüştürerek tamamını kendilerine mal ettikleri paylaşımlar, kullanıcıların serbest zamanlarında kendi elektrik ve bilgisayar/tablet/telefonlarını kullanarak üretiliyor. Kendi aracını, bilgisayarını vs. kullanan hizmet sağlayıcı veya kullanıcı, üretim sürecine bireyselleşerek katılıyor. Büyük şoför ordusunun veya büyük verinin parçasına dönüşürken kendisi kolektif kimliğini kaybediyor. Büyük veri en kolektif ürün olmasına rağmen, dijital ortamlarda emperyalist denetim, ürünün kolektif niteliğinin üreticiye tersine dönüşerek yansımasına, ürünün kolektifliğinin üreticinin karşısına güçlendirilmiş bireysellik olarak çıkmasına neden oluyor.
Siyaset de emekçinin kolektif kimliğini kaybetmesiyle paralel bireyselleşti. Artık sistem partileri binalarından daha fazla sanal platformları kullanıyorlar. Partilerin kurumsal kimliklerinin yerini sosyal medyadaki kişisel hesaplar ve kanallar aldı. En etkili olacağı düşünülen lider açıklamalarının önduyurusu parti bülteniyle değil kişisel Twitter hesaplarından yapılıyor; parti salonlarında basının karşısında değil, evin çalışma odasından Youtube kanalında yayınlanıyor. Konuşmacı şahsına ait masada diğer kullanıcılara birey olarak sesleniyor.
Küresel tekellerin denetimi dijital ortamlarda bireyin kurumsal kimliklerle birlikte silikleşmesine, hatta kişiliğini kaybetmesine neden olabiliyor. Troller kişiliğin silikleşmesinin en köktenci biçimi olarak ortaya çıktı ve onlar sadece gerçek olmayan kişiler değil, aynı zamanda tüm sistem partilerinde istihdam edilen ve günümüzün hızla popülerleşebilen yayıncıları.
Dijital teknolojilerden önce de yayıncılıkta gerçek olmayan isimler kullanılabiliyordu. Bronte Kardeşlerin romanlarının kapaklarına Charlotte Bronte yerine Currer Bell, Emily Bronte yerine Ellis Bell isimleri yazılmış, bilim kurgu edebiyatının ilk önemli eseri Frankenstein 18 yaşında bir genç kadın tarafından yazıldığı halde ilk baskısı isimsiz yayımlanmıştı. Fakat bütün bu örneklerde gerçek kimliğin gizlenmesi baskıdan kaçınmanın yoludur; emperyalist sınıfların denetimindeki dijital ortamlarda ise gerçek kimliği gizlenmiş yayıncılığın kendisi bir tür “troll etiği” yaratarak baskı unsuruna dönüştü.
Bir idare tarafından örgütlenebilen fakat kolektif olmayan kişiliksizleşmiş sanal karakter olarak troller, siyasal algıları yönlendiren güçlü figürler haline gelebiliyorlar ve iyi niyetli de olabileceklerini düşünmemiz için hiçbir neden yok. Ürettikleri davranış biçimleri toplumsal yaşam üzerinde yıkıcı etkiye sahip.
Dijital ortamlar, her türlü denetimin dışındaki alanlar değildir; Türkiye’de de yaygın kullanılan sosyal medya, küresel çalışan tekelci işletmelerdir ve dijital ortamlar tekelci sermayenin denetimi altında. Ultraliberal bir karakter olarak Troller, bu hegemonyanın türevi.
Emperyalist sınıfların dijital çağda özgürlük tanımı, dijital ortamlarda tekelci sermayenin her türlü toplumsal ve kamusal standarttan bağımsız tek başına denetimini ifade ediyor. O özgürlük tanımı, siyaset düzleminde trolleri üretti. Emperyalist denetimle ortaya çıkan etiğin parçası oldukları için denetim altında ama kendisi her türlü kolektif ilişkiden arındırılmış troller, tekelci militanlar olarak da görülebilir. Gerçek kişiler, dijital ortamlarda kurumsal kimlikleri bireysel hesap ve kanallarda erittikleri ölçüde aslında o etikle birleşiyorlar.
Dijital ortamları trollerden arındırmak, emperyalist sınıfların denetiminden özgürleştirmekle mümkün olabilir. Böylece toplumun altyapısı kamusal ve gerçek anlamda toplumsal bir alana dönüşebilir. Trollerin savaşıyla değil bu gerçekleştirildiği ölçüde dijital ortamlar bilimsel ölçütlerle belirlenen standartlara sahip olacak ve yeni bir etik yaratılabilecek.