Çin Devrimine kısa bir bakış (Devrimin ittifak sorunu)

Serdar Yurtçiçek

GİRİŞ

Bu yazı Çin Devriminin geçirdiği evreleri incelemek, değerlendirmek ve Çin devrimine giden yolda ittifakların rolünü vurgulamak için yazılmıştır. Siyasi anlamda ittifak temelde iki farklı kuvvetin belirli amaçlar etrafında belirli bir dönemde bir araya gelmeleri olarak ifade edilebilir. İttifak iki nedenle yapılır: taraf olan kuvvetlerin siyasi etkilerini artırması hedefiyle ya da kuvvetlerin varlık sebeplerini korumak için düşmana karşı zorunlu birleşmeleri vesilesiyle. ÇKP'nin Çin devrimini başarıya ulaştırmasında gerek Kuzey Savaş Ağalarına karşı gerekse Japon emperyalizminin işgaline karşı mücadelede Kuomintang'la yaptığı ittifak çok belirleyici olmuştur. Bu süreçte kitlelerin itiyaçlarına cevap veren ve Kuomintang'ı özellikle Japon işgaline karşı birleştirmeye zorlayan politikaları işçilerden öğrencilere, zanaatkarlardan yerli sanayicilere kadar toplumun her kesiminde karşılık bulmuştur. Kontrol ettiği bölgelerde yürüttüğü tarım ve sosyal politikalar, Komünist Enternasyonal'in etkisinden çıkarak Çin'in gerçeklerine dayanan, toplumun ihtiyaçlarına karşılık veren politik yaklaşım ve uygulamalar ÇKP'nin adım adım iktidara yürümesine yol açtı.

Çin Devrimi, ÇKP-Kuomintang ittifakı üzerinden incelenmiş, bu süreçteki gelişmeler devrimci bir yaklaşımla değerlendirilmeye çalışılmıştır.

1911 DEVRİMİ

18’inci yüzyılın ortasında henüz filizlenmeye başlamış Çin burjuvazisi tarih sahnesine çıktı ve onun önderliğinde 1911 Devrimi emperyalistlerin desteklediği Qing hanedanlığını yıkarak 2000 yıllık monarşiye son verdi.

Devrim, Sun Yat-Sen liderliğinde ve Güney Bölgesinde Çin Cumhuriyeti’nin ilan edilmesiyle sonuçlandı. 1911 Devrimi Çin’in adını Çin Cumhuriyeti, bayrağını beş farklı renkli yeni bir bayrakla değiştirmişti. Bu renkler Çin Cumhuriyeti içerisindeki Han, Mançu, Tibet, Moğol ve Hui milletlerini temsil ediyordu. Ne yazık ki bu devrim ancak üç ay ayakta kalabilmişti.

1911 Devrimi’nin Çin’deki feodal otokratik sistemi sarsması ulusal sermayenin gelişmesine katkı sağlamıştı. Birinci Dünya Savaşı sırasında batılı ülkelerden ithal edilen malların azalması, ihracatın artması, Japon mallarını boykot ve 21 talep ültimatomuna karşı mücadele ulusal sermayenin gelişmesine yardımcı olmuştu. 1914-1919 yılları arasında 379 yeni fabrika kurulmuştu. Bu rakam önceki 19 yılın iki katı idi.

Sanayi üretiminde 19. yüzyılda Çin’de faaliyet gösteren dış ticaret şirketleri Çin ihracatının %80’ini ve ithalatının neredeyse tümünü; emperyalist bankalar Çin döviz piyasasının tamamını ellerinde tutuyorlardı. Buna koşut olarak Çin’in gümrüklerini, demiryollarının %90’ını, iç deniz ulaşımı taşıma kapasitesinin %80-%90’ını kontrol ediyorlardı ve okyanus yolları dış güçler tarafından tekelleştirilmiş durumdaydı.[1] Bu durum ne yazık ki 1911 Devrimi’nden sonra da devam etmiştir.

Devrimin hemen ertesinde Yuan Shih-kai -Qing hanedanlığının bakanlarındandı- burjuvazinin güçsüz, uzlaşmacı ve kendi arasındaki çelişkilerinden faydalanarak, Çin Cumhuriyeti adı altında, emperyalist devletlerden emir alan, Kuzey Bölgesinin Savaş Ağalarının[2] gerici iktidarını kurdu. Yuan Shih-Kai’nin kendisi de büyük bir toprak ağasıydı. Başkent olarak Pekin’i seçmişti. 

1912 yılında Sun Yat-Sen’in de aralarında bulunduğu birçok Kuomintang yöneticisi gerici hükümet tarafından sürgüne gönderildi. Direniş gösteren birçok Kuomintang birlikleri kuvvetle ezildi. Aynı yıl Kuomintang’ın ve demokratik cumhuriyetin sembolü olan Meclis feshedildi. Sun Yat-Sen öncülüğünde kurulan ve milli demokratik devrimini hedefleyen Çin Cumhuriyeti Geçici Anayasası yerine Yuan Shih-Kai’e otokratik ve mutlak yetkiler veren bir anayasa oluşturuldu. Aralık 1915’te Yuan Shih-Kai kendini imparator ilan etti. Arkasına işbirlikçi burjuvaziyi ve emperyalist devletleri alarak devrimciler için bir dizi sert önlemler aldı.

I. Dünya Savaşı sırasında Avrupalı devletler Çin’e çok fazla vakit ayıramıyorlar ve kendi aralarındaki savaşı sonuçlandırmak için bütün imkanlarını ve dikkatlerini savaşa yoruyorlardı. Bu durumdan ABD ve Japonya olabildiğince faydalanmaya çalıştı. Özellikle Japonya tek başına bütün Çin’in kontrolünü sağlamak istiyordu. Bu sebeple daha önce Almanya tarafından işgal edilmiş olan Qingdao liman kentini, Almanya’ya savaş açtığı bahanesiyle işgal etti. Daha sonra Shandong’daki istikrarsızlık ve sıkıntıları gerekçe göstererek Ocak 1915’te “Yirmi Bir Talep” adlı bir ultimatom yayımladı. Çin halkının onurunu zedeleyen bu anlaşmalara karşı halk büyük bir tepki gösterdi. Japon mallarının tüketilmemesine yönelik yapılan çağrıya milyonlarca Çinli ilgi gösterdi. Bununla birlikte hükümet önemsiz birkaç husus dışında Japonya’nın dayatmalarına teslim oldu.

4 MAYIS HAREKETİ

Ocak 1919’da Birinci Dünya Savaşı’nın galip devletleri İngiltere, Fransa, ABD ve İtalya Fransa’nın Paris şehrinde, Çin’in durumunu da görüştüler. Özellikle Almanya tarafından işgal altında bulunan Shandong eyaletinin akıbeti konusunda farklı görüşler vardı. Çin eyaletin yönetiminin kendisine bırakılmasını istiyordu. Japonya ise emperyalist politikalarının sonucu olarak Alman işgalinden oluşacak boşluğu doldurmak istiyordu. Müttefik kuvvetler büyük bir skandala imza atarak Shandong eyaletinin Japonya’ya verilmesine karar verdi. Daha da vahim tarafı Kuzeyli Feodal Savaş Ağalar anlaşmayı imzalayacaklarını açıkladılar. Bunun üzerine Yeni Gençlik dergisinin önderlik ettiği ve öğrencilerin başlattığı tarihe 4 Mayıs hareketi olarak geçen çok büyük bir kitle hareketi ortaya çıktı.

4 Mayıs hareketinin siyasi liderliğini daha sonra ÇKP’nin kurucularından biri olacak ve ilk Genel Sekreterlik görevini altı yıl boyunca sürdürecek olan Chen Duxiu’nun editörlüğünü yaptığı Yeni Gençlik (New Youth) dergisi yapıyordu. Bu dergi dönemin bütün ilerici gençlerini çevresinde toplamış ve “sürekli bir biçimde yenilenecek olan Konfüçyüs doktrininin” vazgeçilmez olduğunu savunan Yuan Shih-Kai hükümetine savaş açmıştı.

Göstericiler, anlaşmayı imzalayacağını açıklayan ve Paris’te görüşmeleri yürüten sorumlu üç yöneticinin kabineden uzaklaştırılmasını ve anlaşmanın kesinlikle imzalanmamasını istiyorlardı. Yönetim buna cevap olarak yürüyüş yapan gençlerin bazılarını tutukladı ve ilgili kişileri temize çıkarmaya çalıştı. Bununla da yetinmeyen yönetim Pekin Üniversitesi Başkanı Cai Yuanpei’yi görevden aldı. (1917 yılında Pekin Üniversitesinin başkanlığına getirilen Cai Yuanpei yenilikçi gençleri yakınında tutuyor, onların eylemlerine rehberlik ediyordu. Hatta Chen Duxiu’yu edebiyat ve güzel sanatlar bölümünün başına getirmişti.)

Hükümetin aldığı tedbirler eylemlerin diğer kentlere sıçramasına ve işçilerin de eylemlere katılmasına, büyük kentlerde grevler başlatmalarına yol açtı. Gençler Shandong’u korumak için gönüllü ordu kurma örgütlenmesi faaliyetine başlamışlardı. Sloganları “egemenlik için savaş, kahrolsun hainler!”, “Japonya’nın yirmi bir talebi reddedilsin” ve “Qindao kenti Çin’e geri verilsin” idi. Kitlesel bir halk hareketine dönüşen eylemler karşısında hükümet geri adım attı. Üniversite öğrencilerini serbest bırakarak yönetimdeki üç ismi azletti.

Bu hareket 1911 gibi rejimi değiştiren bir etki yaratmamıştır. Ancak kitlelere kendini kabul ettirmesi ve sirayeti bakımından 1911’in çok ötesindedir. Bu tarihten sonra ÇKP’nin kuruluşu hızlanacaktır. Çin halkının kendine olan güvenini ve birlikte hareket edildiği takdirde her şeyi değiştirebileceklerine olan inançlarını artmıştır.

ÇKP KURULUYOR

Mart 1921’de Çin Komünist Partisi ilk kongresini yaptı: 7 ayrı bölgeden katılan 12 delege, toplam 53 parti üyesini temsil ediyordu. Toplantıya özel olarak Komünist Enternasyonal’i temsilen G. Maring ve Nicolsky de katıldı. Mao Zedung’un da kurucu üyesi olduğu ÇKP’nin Genel Sekreterliğine Chen Duxiu getirildi. Partinin ilk programı burjuvaziyi proletaryanın devrimci ordusu ile devirmek, sınıf mücadelesine ulaşarak proletarya diktatörlüğünü kurmak ve ardından sınıfları ortadan kaldırarak sermayenin özel mülkiyetine son vermek ve Komünist Enternasyonal ile yan yana saf tutmak olarak ifade ediliyordu.

İlk kongrede Çin’deki diğer partilere savaş ağalarına karşı mücadelede birlik çağrısında bulunuldu. Fakat bu çağrı başarısız oldu. Yeni kurulmuş ÇKP’nin devrim yapma kararlılığı vardı ve komünizmi hedef olarak alıyordu. Fakat ülkenin özgün koşulları hakkında bilgisi henüz zayıftı. Parti, Çin’in yarı-feodal yarı sömürge koşullarında, az gelişmiş bir kapitalizmin ve emperyalistlerin vahşi boyunduruğu altında olan bir toplumda, sosyalist devrimin hemen ve doğrudan yapılıp yapılamayacağı ve sosyalizmi gerçekleştirmek için öncelikle hangi adımların atılması gerektiği konusundaki temel sorulara açık yanıtlar bulamıyordu.[3] Buna rağmen marksist bakış açısı ve işçilerle bütünleşme çabası toplumun eski ve çürümüş güçlerini paniğe sürüklemişti. The Chicago Sun isimli ABD gazetesinde 1921 yılında yayımlanan bir makalede “Çin’deki bütün bölgelerin askeri yöneticilerine ve devlet adamlarına komünist aşırılar hakkında kesin ve net tutum alınması” yönünde bir çağrı vardı.

BİRİNCİ İTTİFAK DÖNEMİ VE BÜYÜK DEVRİM

Birinci Dünya Savaşından yararlanarak başarılı bir şekilde genişleyen Çin’in ulusal sanayisinin olumlu koşulları savaş sonrası dönemde yok olmuştu. Kuzey Savaş Ağalarının ve emperyalizmin baskısı altında kalan ulusal burjuvazi ve halk çıkış yolu arıyordu. Aynı dönemde Kuzey Savaş Ağalarının kendi aralarındaki çelişkileri farklı eyaletlere hakim üç feodal güç grubunu ortaya çıkarmıştı. Bu şartlar altında ÇKP’nin önündeki tek yol mümkün olabilecek en geniş birleşik cepheyi oluşturmak olacaktı. Doğal olarak geniş köylü yığınları işçi sınıfının en güvenilir müttefiki olacaktı. Milli burjuvazi ve küçük şehir burjuvazisi de bu birleşik cepheye katılacak potansiyel güçler olabilirdi; çünkü onlar da emperyalizmin ve savaş ağalarının baskıları altındaydı. Bütün bu sınıfların ittifakı, Çin milli demokratik devriminin en önemli karakteristiğini oluşturacaktı. Bu bilinçle 1923 yılında Çin Komünist Partisi, Kuomintang ile ittifak oluşturmaya karar verdi.

Aynı dönemde liderliğini Sun Yat-Sen’in yaptığı Kuomintang’ın siyasi gücü azımsanmayacak seviyedeydi. Bütün başarısızlıklara ve yenilgilere rağmen Sun Yat-Sen emperyalizme direnmiş ve Savaş Ağalarıyla mücadeleye devam etmişti. Qing Hanedanlığını yıkan ve Cumhuriyetin kurulmasına önderlik eden Sun Yat-Sen’in halk nezdinde büyük saygınlığı vardı. Guangdong eyaletini kontrol eden ve Guangzhou’yu merkez alan Kuomintang binlerce askerin ihtiyacını karşılayabilecek verimli topraklara sahipti. Fakat bu askerler genellikle yerel feodal ağalara bağlıydı. Kuomintang içinde Kuzey Savaş ağalarından rahatsız olan ve gücünü artırmak isteyen birçok feodal ağa vardı.

Sun Yat-Sen Kuomintang üyelerinin giderek daha fazla yozlaştığının farkına vararak Çin devrimiyle ilgili yeni taktikler geliştirilmesi gerektiğini söylemişti. Bu sebeple ÇKP’yi Kuomintang’a davet etmişti. Sun Yat-Sen’in eşi Soong Ching “Komünist Partisi üyelerinin Kuomintang’a katılmalarına neden ihtiyacımız var” diye sorduğunda şöyle cevap almıştı: Kuomintang yozlaşıyor; onu korumak için taze ve yeni bir kana ihtiyacımız var”[4]

Bu birleşmeyi Sovyetler Birliği daima onaylamış ve silah yardımıyla da desteklemiştir. Sun Yat-Sen, Çan Kay Şek’e bir mektup yazarak şöyle diyordu: “Rusya’nın kılavuzluğu olmadan partimizin devrimi asla başarıya ulaşamaz.”

Kuomintang ve ÇKP birlikteliğinin ilk kongresi 20-23 Ocak 1924 tarihlerinde Guangzhou’da yapıldı. 165 delegenin 20’den fazlası ÇKP’den oluşuyordu. Kongreye başkanlık eden Sun Yat-Sen “Şimdi emperyalizme karşı açık bir devrimci programı ortaya koymak ve halk kitlelerini Çin’in bağımsızlık ve özgürlüğü için mücadele etmeye teşvik etmemizin zamanıdır! Bundan başka her şey başarıya ulaşamayacak anlamsız ve hedefsiz bir devrim hayali gütmek olacaktır.”[5] diyordu. Kongre üç politika benimsemişti: Sovyet Rusya ile ittifak, Komünist Parti ile işbirliği, köylüler ve işçilere yardım.

Orduda ve Kuomintang’ın yönetiminde birçok ÇKP yöneticisi görev yapıyordu. Bu birliktelik döneminde Kuomintang köylerde, fabrikalarda gücünü artırmış ve Kuzey Savaş Ağalarıyla savaşa hazır hale gelmişti. Bu büyümede Komünistlerin payı büyüktü. ÇKP de bu süreçte çok fazla büyümüş, çeşitli pozisyonlarda önemli deneyimler kazanmıştı. ÇKP, Ocak 1925’te 994 üyeye sahipti. Ekim ayında bu sayı 3000’e, Aralık ayında 10.000 üyeye yükselmişti. Büyük Devrim’in doruğunda ise bu sayı 60.000 olmuştu.

Büyük başarılara rağmen Kuomintang içindeki gerici bir kesim sürekli olarak komünistleri hedef alıyordu. Parti içinde büyük toprak sahipleri ve işbirlikçi burjuvazinin temsilcileri vardı. Sun Yat-Sen’in varlığı onların harekete geçmesini şimdilik engelliyordu.

Kuzey Savaş Ağalarına karşı yürütülecek mücadeleden hemen önce 12 Mart 1925 yılında Pekin’de ölen Sun Yat-Sen’in vasiyetnamesinde şu satırlar yer alıyordu: “Kırk yıl boyunca kendimi Çin için özgürlük ve eşitliği elde etmek hedefiyle ulusal devrim davasına adadım. Bu kırk yıl boyunca yaşadığım deneyim beni şuna ikna etti: bu hedefe ulaşmak için kitleleri seferber etmeli ve dünyanın bize eşit muamele yapan ülkeleri ile ortak mücadele yürütmek amacıyla onlarla birleşmeliyiz.”

Sun Yat-Sen’in ölümün ardından Çan Kay Şek adım adım bütün güçleri elinde toplamaya ve ÇKP’yi sıkıştırmaya başladı. Kuomintang üyeleri birçok bölgede ÇKP üyelerine saldırıyor ve çalışmalarını engelliyordu. 20 Ağustos 1925 yılında Kuomintang’ın sol kanat lideri Liao Zhonkai, Guangzhou’da suikasta uğradı. Sol kanat temsilcilerinden, Ulusal Hükümetin Savunma Bakanı aynı zamanda 2. Ordu’nun Başkomutanı olan Xu Chongzhi görevden alındı ve 2. Ordu Çan Kay Şek tarafından kontrol edilmeye başladı.

Yapılan her saldırı ÇKP için bir uyarıydı fakat Chen Duxiu önderliğindeki ÇKP, Kuzey Savaş Ağalarına karşı yürütülecek savaş öncesi Çan Kay Şek ile karşı karşıya gelmeyi doğru bulmuyordu. ÇKP-Kuomintang birlikteliğine zarar geleceği endişesiyle her saldırıya karşı yeni tavizler veriyorlardı. Çan Kay Şek her taviz sonrası daha da pervasızlaşıyordu. Mao Zedung şöyle yazıyordu: “Eğer birliği mücadele yoluyla geliştirmeye çalışırsak birlik yaşayacaktır; eğer birliği boyun eğerek elde etmeye çalışırsak var olan birlik de sönecektir.”[6]

Bununla birlikte Çan Kay Şek de ÇKP’nin gücünü tam olarak kestiremiyor, kuzeye yapılacak büyük sefer öncesi topyekün bir ÇKP saldırısı başlatamıyordu. Bunun bir nedeni de Sovyetler birliğinden aldığı siyasi ve askeri desteğin kesilecek olması idi. Bu sebeple 1926 yılının mayıs ayında hala şöyle söyleyebiliyordu: “Ben yalnızca komünizme karşı değilim, aynı zamanda birçok bakımdan onu onaylıyorum da…”[7]

1926 yılında Kuzey Savaş Ağalarına karşı sefer başlatılmıştı. Köylerde ve fabrikalarda çok etkin olan ÇKP birçok bölgeyi kontrol edebilir hale gelmişti. Mao Zedung “ O sıralar hareket kendiliğinden ve karmakarışıktı.. En gözde sloganımız olan ‘Bütün iktidar köylü birliklerine’ gerçek halini almıştı.”[8] ÇKP her geçen gün Çin’in koşullarını daha iyi kavrıyordu. Bu dönemin anlamını Mao Zedung şu sözlerle ifade ediyordu: “Ulusal devrim, kırsal alanda büyük bir değişim gerektiriyor. 1911 Devrimi, bu değişikliği sağlamadığı için başarısız olmuştu. Bu değişiklik şimdi gerçekleşiyor ve bu değişim devrimin tamamlanması için en önemli faktördür.”[9] Örneğin Kuzey Seferi sırasında Hunnan’da köylü birliklerinin önderliğinde aktif olarak çalışan insan sayısı 400.000’den iki milyona çıkmıştı. Bu Hunnan’daki köylü nüfusun yarısının örgütlenmiş olduğu anlamına geliyordu!

Ne var ki fabrikalardaki ve köylerdeki kitleler tarafından benimsenen ÇKP’nin önderliği ordunun öncü kademelerinde kendini göstermiyor ve yöneticiler tarafından göz ardı ediliyordu. Kitle hareketinin geliştirilmesine yönelik yapılan tek yanlı vurgu orduda gücün tümüyle Çan Kay Şek ekibinin hakim olmasının önünü açıyordu. Parti içerisinde Zhou Enlai ve Mao Zedung gibi liderler bu tehlikeyi işaret ettiler. Fakat Merkez Komitesi bütün güçlerin yalnızca kitle çalışması üzerinde yoğunlaşmasını, hükümet işlemrine, ordu içerisindeki askeri ya da idari hiçbir meseleye karışmamaları talimatını verdi.[10] Öyle ya da böyle hükümet pozisyonlarında bulunan parti üyelerinin istifa etmesini, istifa etmeyen parti üyelerinin partiden atılması kararları alındı.

Chen Duxiu, bu yaklaşımla ÇKP’nin iktidarı ele geçirme niyetinin olmadığını göstermek ve Çan Kay Şek ile kopuşu engellemek istiyordu. Bu yaklaşım, ÇKP’nin kendisine karşı yapılan saldırıya hazırlıksız yakalanmasına, güçlü bir direniş örgütleyecek durumda olmamasına sebep olan, acı ve trajik bir ders olacaktı. 1926 yılındaki Jiangxi’deki kesin zaferin Kuzey Savaş Ağalarının yenilmesiyle sonuçlanmasından sonra her şey su yüzüne çıkacaktı. Halbuki Zhou Enlai aynı ay Bugünkü Politik Mücadelede Çin Komünist Partisi başlıklı makalede şu sözlerle partiyi ve halkı uyarıyordu: “Eğer çatışmalar varsa, devrimci işçi ve köylü kitleleri ile emperyalistlerle uzlaşmış olan burjuvazi arasındadır; eğer bir bölünme varsa bir yanda Kuomintang’ın devrimci sol kanadı ve komünistler, diğer yanda da devrimi terk eden Kuomintang’ın sağ kanadı arasındadır.”[11] Fakat ne yazık ki sağ yönelim partide hakimdi.

5 Nisan 1927’de Kuomintang yöneticisi Wang Jinwei ve ÇKP Genel Sekreteri Chen Duxiu ortak bir bildiri hazırladılar. Kuomintang liderlerinin ÇKP’yi partiden atacakları; sendikalar ve silahlı grev gözcü birlikleriyle ilgili sert önlemler alacakları yönündeki söylemleri reddederek bu kuşkulardan vazgeçilmesini, söylentilere aldırılmamasını, iki tarafın her bakımdan birbirine karşı samimi ve saygılı olduklarını açıkladılar. Bu açıklamadan sadece yedi gün sonra Çan Kay Şek tarafından desteklenen Yeşil Çete ve Kızıl Çete isimli silahlı gruplar sendikalar başta olmak üzere Şangay’daki ÇKP’nin liderlik ettiği gruplara saldırdılar. Kuomintang sol kanat yöneticilerinin de içinde bulunduğu 2000’den fazla devrimci tutuklandı. Çin genelinde çok sayıda komünist idam edildi. 28 Nisan’da ÇKP’nin kurucu üyesi olan Li Dazhao Pekin’de idam edildi. ÇKP’nin 6. Ulusal Kongresi’ne sunulan rapora göre Mart 1927’den Haziran 1928’e kadar 26.000’i ÇKP üyesi toplam 310.000’den fazla insan öldürüldü. ÇKP üye sayısı 10.000’e düşmüştü.

Çin Komünist Partisi ile Kuomintang arasındaki iş birliğinin birinci döneminin ürünü olan Büyük Devrim, işçi ve köylü hareketlerinin çok önemli rol oynadığı görülmemiş bir devrimci harekete dönüşmüştü. Gerçekte bu hareket Kuzeyli Savaş Ağalarının yönetimini devirerek emperyalist ve feodal güçlere çok ağır darbeler indirmişti. Bu hareket sayesinde halk, devrimin gerçek anlamını ilk kez anlamaya başlamıştı. Devrim, sonraki süreçlerde başarısızlığa uğramasına rağmen kalıcı etkiler bırakmış, Çin Devriminin ileride atacağı adımların başlangıç noktası olmuştu.

Kuzey Savaşının kazanılmasından sonra tüm Çin’e hakim olunmuş başkent Nanjing’e taşınmış, ulusal hükümet kurulmuş ve hükümetin başına 10 Ekim 1928’de Çan Kay Şek seçilmişti.

TOPRAK REFORMU AŞAMASINDA PARTİNİN DURUMU

VE KUOMİNTAG İLE MÜCADELE (1927-1937)

ÇKP, Kuomintag’ın kapsamlı saldırıları karşısında örgütsel disiplinini ve öz gücünü korumayı başardı. Hatalarından ders çıkardı ve geçmişte aldığı sağ sapma kararlarının öz eleştirisini verdi. Politik iktidarın ancak silahla ele geçirilebileceğinin ayrımına vardı. Fakat parti oldukça genç ve deneyimsiz idi. Ne Çin tarihini ne de Çin devriminin yasalarını ve özgül karakteristiklerini bütünüyle kavramış değildi. Komünist Enternasyonal’in bir kolu olarak faaliyet gösteren ÇKP doğrudan Komintern tarafından yönetiliyordu. Aktif olarak Büyük Devrim’e katkıda bulunan Komintern ve onun Çin’deki temsilcileri, Çin’in somut koşullarını kavramakta son derece başarısız olmuştu.[12]

Kuomintang tarafından sıkıştırılan ÇKP, mevcut askeri kuvvetleri ile şehirlere saldırmak ve denize ulaşmak istiyordu. Bu sayede şehirdeki işçilerle bağlantı kuracak, güç toplayacak nihayet denize ulaşacak ve Sovyetler Birliği’nden yardım alacaktı. Kuzey Savaş Ağaları’na karşı verdikleri mücadeleden bu dersleri çıkarmışlardı. Önemli çatışmalar, kayıplar ve yenilgiler zamanla ÇKP önceliklerini Çin’in gerçeklerine göre yeniden düzenledi: öncelikli hedef kırsal alana gitmek, köylüleri silahlandırıp seferber etmek, Toprak Devrimini başlatmak ve kırsal alanda üsler kurmak, bu deneyimi Çin’e yaymak ve şehirleri kurtarmak olarak belirlendi.

Bu bakış açısıyla ÇKP hakim olduğu kırsal alanlarda toprak reformuna girişti. Toprak Devrimi Çin Demokratik Devriminin en temel bileşenlerinden birisiydi. Feodal toprak sistemi değiştirilmeden feodalizmin ortadan kaldırılması olanaksızdı. Çin’de köylüleri temsil eden politik bir  parti de yoktu.

ÇKP 1929 yılında sadece Fjian’da yaklaşık 40.000 kilometrelik bir alanda 600.000’den fazla köylüyü toprak sahibi yaptı. Bu sayede üretim artmış, pirinç ve et ucuzlamış, karşı devrimci büyük toprak sahiplerinin topraklarına el konulmuştu. ÇKP kontrol ettiği noktalarda toprak reformunun yanı sıra sosyal meselelere de el atmıştı: evlenmek için erkeklerin başlık parası ödemesi uygulamasını kaldırmış, ölülerin gömülmesi için gereken cenaze harcamaları üstlenilmiş, batıl inanç törenleri kapsamında verilen hediye alma verme işlemlerini yasaklamıştı.

ÇKP’nin kırsal alanlardaki tecrübeleri Mao Zedung’un “Yarı-sömürge Çin’de Devrim için köylülüğün mücadelesi, işçilerin önderliği olmaksızın her zaman başarısızlığa mahkumdur, ancak köylülerin mücadelesi işçilerin güçlerini aşarsa bundan devrime hiçbir zarar gelmez”[13] sözleri ile ifade edilecekti.

Köylülerin güvenini kazanan Çin Halk Kurtuluş Ordusu’nun 1930 yılında mevcudu 100.000’i aşmıştı. Zhou Enlai “Köylülerin gerilla savaşı ve Toprak Devrimi, bugünkü Çin devriminin temel özellikleridir”[14] diyerek devrimin dayanacağı temel kuvvetin köylüler olacağını  vurguluyordu.

7 Ocak 1931’de ÇKP’nin 6. Tam Katılımlı Dördüncü Oturumu yapıldı. Komünist Enternasyonal Temsilcisi olarak Çin’e henüz gelmiş Pavel Mif başkanlığında Şangay’da toplantı açıldı. Zhou Enlai ve Qu Qiubai ciddi şekilde eleştirildi ve partiye 1930 yılından sonra dört yıl süreyle henüz 26 yaşında olan Wang Ming tarafından temsil edilen “sol” dogmatizm egemen oldu.

Wang Ming devrim konusunda aşırı coşkulu, teorik ve pratik olarak yetersiz ancak Marksist terimlerle birçok parti üyesini etkileyebiliyordu. Bununla birlikte Komünist Enternasyonal’in desteğini almışlardı. Birçok yetersiz kadro Wang’ın durumunu doğru değerlendiremiyor ve ona karşı direnemiyordu. Wang Ming’in sloganı “ÇKP’yi daha fazla Bolşevik yapmak.” idi.

Wang Ming bir bildirisinde “Bugün tüm ülkede henüz doğrudan devrimci bir durum yok, ancak yakın gelecekte bir ya da birkaç eyalette böylesi bir durum ortaya çıkabilir, tüm ülke çapında devrimci hareketin yeni bir dalgası yükselebilir ve farklı hızlarda gelişebilir.” diyordu. Wang Ming, ortayolcu yaklaşımlarla mücadele edilerek ülke çapında bir saldırının başlatılmasını istiyor ve büyük zafere yürünmesi gerektiğini söylüyordu.

Bu çalışmalar Kuomintang yönetimindeki bölgelerde tümüyle bozguna uğradı. Aralarında partinin üst yöneticilerinin de olduğu birçok seçkin kadro tutuklandı ve idam edildi. Politik Büro’nun yedek üyelerinden Gu Shunzhang Wuhan’da tutuklandı ve ÇKP’ye ihanet ederek çok gizli bilgileri Kuomintang ile paylaştı. Haziran ayının sonunda Politik Büro Başkanı Xiang Zhongfa, tedbirsiz davrandığı için tutuklandı ve o da partiye ihanet etti. Şangay’da Merkez Komitesi’nin yarısını kaybeden ÇKP’yi Zhou Enlai, Chen Yun ve diğer deneyimli kadrolar soğukkanlı davranarak Merkez Komitesinin kalan yarısını korudular ve bir felaketin eşiğinden dönüldü. Yaşanan deneyimlere rağmen “sol” maceracı çizgi uygulanmaya devam etti.

JAPONYA İŞGALİ

18 Eylül 1931 günü Japonya eşit olmayan anlaşmaların şartlarına dayanarak Beidaying ve Shenyang kentlerine saldırdı. Çok az direnişle karşılaşan Japon ordusu ertesi günlerde yirmiye yakın şehri işgal etti. Dört ay içinde Liaoning, Jilin ve Heilongjiang eyaletleri Japonya kontrolüne geçti ve Kuzeydoğu Çin toprakları tümüyle işgal edildi. 1932 yılının Mart ayında Qing Hanedanı’nın son imparatoru Pu Yi’nin yönetiminde kukla Manchukuo rejiminin kurulduğu ilan edildi. (Pu Yi iki yıl sonra imparator ilan edilecekti.)

Japonya’nın işgali Çin halkında büyük bir tepkiye neden oldu. Kendiliğinden birçok grup oluştu. Gönüllüler Yürüyüşü isimli grup “Çin daha önce de emperyalist güçler arasında paylaşılma tehdidiyle karşı karşıya kalmıştı. Ancak bu kez bütünüyle işgal tehlikesi vardır. Çin ulusu çok büyük bir tehlike ile karşı karşıyadır; herkesin acilen harekete geçmesi gerekiyor.” diyordu. Japon emperyalizminin Çin’i işgalinin sonucu olarak iki ülke arasındaki çelişki baş çelişki haline geldi ve Çin’deki farklı sınıflar arasındaki ilişkilerde önemli değişiklikler ortaya çıkardı. İşçiler ve köylüler işgale karşı direniş çağrısı yapıyor, Pekin, Şangay, Nanjing, Hangzhou, Guangzhou ve Wuhan gibi büyük şehirlerde öğrenciler, kent burjuvazisi ve kent sakinleri büyük gösteriler düzenliyorlar ve hükümete Japonya işgaline karşı direnme çağrısında bulunuyorlardı. Adım adım ulusal burjuvazi de tavır değiştirmeye başlamış ve gösterilere katılmaya başlamıştı. İş dünyası Şangay, Tienjin ve diğer büyük şehirlerde Japon mallarını boykot ediyor ve Japonya ile ekonomik ilişkilerin kesilmesini istiyordu. Özellikle Şangay’da faaliyet gösteren Shen Bao ve Xin Wen Bao isimli gazeteler direniş çağrısı yapıyorlar, öğrencilerin manifestolarını sayfalarına taşıyorlardı.

Fakat Çan Kay Şek farklı düşünüyordu. “Yabancı istilacılara karşı direnmeden önce ülke içindeki barışın sağlanması” politikasını ilan etmişti ve emri altındaki kuvvetlerin önemli bir bölümünü Japonlara karşı direnen Çin Halk Kurtuluş Ordusu’nu kuşatma ve bastırma kampanyası için kullanıyordu. 18 Eylül Olayı sırasında Nanjing Hükümeti, Kuzeydoğu Ordusu’na şu telgrafı çekmişti: “Japon Ordusu’nun bu eylemi, yalnızca sıradan bir provokasyon eylemidir. Gelişmelerin daha da kötüleşmemesi için mutlak bir hareketsizlik durumu korunmalıdır.”[15] Bu yönelim Japon emperyalizminin daha pervasızca saldırılarına neden olacaktı.

Japonya’nın saldırıları ve Çan Kay Şek’in tavizci tavrı Kuomintang’da bölünmeler yaşanmasına neden oldu. Kuzeydoğu Ordusu generallerinden Li Du ve Ma Zhanshan Japonlara direnmeye başladılar. Ocak 1932’de Japonya Şangay’a saldırdığında 19. Yol Ordusu şehri savunmaya başladı. Zor durumda kalan Kuomintang hükümeti emri altındaki Beşinci Orduyu da savaş alanına göndermek zorunda kaldı. Ancak Kuomintang’ın temel yaklaşımı hala Japonya ile savaşmaktan uzaktı. Nitekim 5 Mayıs’ta İngiltere ve ABD aracılığıyla Japonya ile küçük düşürücü koşulları kabul eden bir anlaşmayı imzaladı ve işgal atındaki bölgenin egemenlik hakları Japonya’ya bırakıldı.

Savaşın ilk aylarında ÇKP’deki “sol” eğilim çok kuvvetliydi ve Komünist Enternasyonal’ın etkisi belirgindi. Komünist Enternasyonal Japonya işgalini “Sovyetler Birliği’ne yönelik savaşın bir adım daha ilerletilmesi”[16] olarak gördü ve ÇKP Merkez Komitesi’ne verdiği talimatlarda “Sovyetler Birliği’ni silahla savunalım!” sloganının yükseltilmesini istedi. Bu talep gerçeklikten uzak ve Çin halkı tarafından kabul edilemeyecek bir yaklaşımdı. Japonya’nın işgaliyle ortaya çıkan yeni durumun koşullarını kavrayamayan, işgale karşı ulusal birleşik cephe oluşturma çağrısı yapmak yerine işgale tavır alan “ortayolcu” yaklaşımla mücadeleyi merkeze koyuyordu. Bu yaklaşım dostluğu kazanılabilecek birçok kesimi Çan Kay Şek’e itti.

Bütün hatalarına rağmen Çin halkı ÇKP’ye yöneliyordu. Bunun iki nedeni vardı. Birincisi; bedeli ne olursa olsun Çan Kay Şek’in “yabancı işgale karşı direnmeden önce iç barışın sağlanması” adı altında Japonya’ya karşı neredeyse teslimiyetçi bir politika benimsemesi idi. ÇKP “sol” hatalarına rağmen Japonya’nın işgaline karşı gösterdiği sağlam duruş ve mücadelesi toplumun bütün kesimlerinde karşılık buluyordu. İkincisi, ÇKP’nin Geçici Merkez Komitesi’nin aldığı “sol” kararların pratikte uygulanamamasıydı. Bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde pratikteki durum teorik “gereklilikleri” aşıyor, parti örgütleri esnek ve etkili önlemler alıyordu. Bu yaklaşımlar partinin toplumun başka politik güçlerle birleşmesinin önünü açtı.

KUOMİNTANG’TA İLK ÇATLAK

Kasım 1933’te Şangay’ı Japonya’ya karşı kahramanca savunan 19. Yol Ordusu’nun generalleri Fujian Halk Hükümeti’ni kurmuş, Japon işgaline karşı direnileceğini açıkça ilan etmiş ve Çan Kay Şek’e karşı çıkarak Çin Halk Kurtuluş Ordusu ile görüşmeler yapmak üzere temsilciler göndermişti. İki taraf bir anlaşma imzalamıştı. ÇKP Geçici Merkez Komitesi ve Çin Halk Kurtuluş Ordusu Devrimci Askeri Komisyonu aşağıdaki üç koşul çerçevesinde Japon saldırılarına karşı her silahlı güçle ortak operasyona hazır olduklarını ilan ettiler:

      Silahlı güçler devrimci üs bölgelerine saldırılarını hemen durdurmalıdır;

      Silahlı güçler halkın demokratik haklarını (toplantı yapma, örgütlenme ve düşünce özgürlüğü, grev hakkı ve yayın yapma özgürlüğü) hemen güvence altına almalıdır;

      Çin’i savunmak için bir an evvel halkı silahlandırmalı, gönüllü silahlı birlikler kurmalı ve ülkenin bağımsızlığı, birliği ve toprak bütünlüğü için mücadeleye başlanmalıdır.

Mao Zedung, Zhou Enlai, Zhang Wetnian ve Peng Dehuai’nn şiddetli tavsiyelerine rağmen Bo Gu ve Wang Ming’in temsil ettiği “sol” sapma ortayolculuğu hala en büyük tehdit olarak görüyordu. 19. Yol Ordusu’nun önderleri tarafından Japonlara ve Çan Kay Şek’e karşı alınan devrimci tavrı halkı aldatmaya yönelik bilinçli bir girişim olarak gördüler. Askeri işbirliğini reddederek tecrit olan ve hiçbir yardım şansı kalmayan Fujian Halk Hükümeti’nin Çan Kay Şek’in saldırıları sonucu yıkılmasına ve Çin Halk Kurtuluş Ordusu’nun Kuomintang tarafından kuşatılmasına katkıda bulundular.

1930 yılından 1934 yılının sonuna kadar Çan Kay Şek yönetimindeki Kuomintang, Çin Halk Kurtuluş Ordusu’na karşı beş büyük kuşatma ve bastırma harekatına girişti. Kuomintang’ın askeri gücü bir milyondan fazlaydı. Buna karşılık Çin Halk Kurtuluş Ordusu kuvvetleri 100.000 civarındaydı. Bu savaşlar sonunda ÇKP birçok üssünü kaybetmiş, 1934 yılında başlayan ve uzun yürüyüş olarak bilinen, ortalama 12.500 km yolu yürümüş, bu yürüyüş sırasında Çan Kay Şek ve zorlu coğrafya ile mücadele etmek zorunda kalmış ve mevcudu 30.000’in altına düşmüştü. Buna rağmen Kuomintang tarafından kurulan çemberi yarmayı başarmış, geçtiği güzergah üzerindeki farklı ulusların da bulunduğu halkın güvenini kazanmıştı.

İKİNCİ İTTİFAK DÖNEMİ

18 Eylül 1931’den başlayarak Çin’i işgal eden ve işgal alanlarını mütemadiyen artıran Japonya’ya karşı Çan Kay Şek sürekli tavizler veriyor ve Japonlar ile savaşan ÇKP’ye karşı “kuşatma ve bastırma” operasyonları yapıyordu. Şubat 1935’te Çan Kay Şek, bir Japon gazeteciyle yaptığı röportajda şunları söylüyordu: “Çin ve Japonya’nın birbirlerinin yardımlarına ihtiyacı var.. Çin halkı, Japonlara karşı savaşmak için herhangi bir faaliyet yürütmüyor, onlarla dövüşmeyi istemiyor. Dahası buna ihtiyaç da yok.”[17]

Fakat ülkenin içlerine kadar sokulmuş ve ağır silahlarla donatılmış Japon ordusuna karşı Çan Kay Şek’in iradesinin tersine ulusal direniş dalgası oluşuyordu. Ülkenin birçok bölgesinde yakınları öldürülen, hapsedilen, aşağılanan Çinliler iç savaşın bitmesi ve Japonya’ya karşı birleşik cephenin oluşturularak ülkeden çıkarılması konusunda Kuomintang hükümetine telgraflar yolluyor, kitlesel gösteriler düzenliyorlardı.

1935 yılının Aralık ayında Mao Zedung, Çin’de değişen ve gelişen politik durumu şöyle izah ediyordu: “Bugünkü durum nedir? Bugünkü durumun genel karakteristiği Japon emperyalizminin Çin’i sömürge yapmak istemesidir. Bu, Çin’deki bütün sınıflar ve bütün politik grupların ne yapacakları sorununu belirliyor.” Mao, “İşçilerin, köylülerin ve küçük burjuvazinin direnmeyi istediğini hatta ulusal burjuvazinin bile yeni koşullarda tavrını değiştirme ihtimalinin olduğunu” söylüyor ve ekliyordu “ulusal kriz kritik bir noktaya ulaştığında Kuomintang kampı içinde dahi bir bölünme olabilir”[18]

ÇKP bu politikanın gereği olarak Kuomintang’ın deneyimli subaylarını ve ordu generallerini ikna etmek, anti-Japon ulusal kurtuluş hareketini desteklemek için elinden gelen bütün çabayı gösteriyordu. Başta Zhou Enlai ve Mao Zedung olmak üzere ÇKP’nin önemli liderleri subaylara mektuplar gönderdiler. Birçok Kuomintang subayı ülkelerinin işgal altında olmasından olukça rahatsızdı. Bu şartlar altında Japon emperyalizmine karşı savaşan ve ulusal birleşik cephe yaratmak isteyen komünistlere karşı savaşmayı istemiyorlardı.

Zhang Xueliang Kuomintang’ın Kuzeydoğu Ordusu komutanı idi. ÇKP’nin ısrarlı çabaları sonucu 9 Nisan 1936 yılında Zhou Enlai ve Zhang Xueliang gizlice buluştular.  İç savaşın sona erdirilmesi ve Japon işgaline karşı birlikte hareket edilmesi konusunda anlaştılar. Bu ÇKP ile Kuomintang arasında yapılacak ikinci ittifak döneminin ilk anlaşmasıydı. Çan Kay Şek’in iradesine rağmen yapılmış bir anlaşma olması bakımından son derece tarihi ve önemliydi.

Kuzey Çin’de cereyan eden gelişmeler Çan Kay Şek’in Japonya ile sorunların diplomasi yoluyla çözüleceği rüyalarını bitirmişti. Ocak 1936’da Japonya Dışişleri Bakanı Hirotake Hirota, üç ilke ilan etti. Bunlardan bir tanesi Çin-Mançurya-Japonya arasındaki ekonomik iş birliğini kapsıyordu. Kuomintang’ın bunu kabul etmesi Manchukuo’nun tanınması anlamına gelecekti. Hiçbir hareket alanı kalmayan Çan Kay Şek önce Sovyet yardımı alabilmenin yollarını aradı daha sonra da ÇKP ile ilişki kurmak için nabız yoklamaya başladı. ÇKP, hiçbir düşmanlık ve kan davası gütmeden şu cevabı verdi: “Nanjing yetkililerinin bu akılcı ve duyarlı jestini memnunlukla karşılıyor; ülkemizin kurtulması ve Japonlara karşı direniş için ülkedeki bütün güçlerin bir araya getirilmesi için somut, pratik görüşmelerin başlamasını arzuluyoruz.” Ek olarak beş somut talepte bulunuldu:

      İç savaş ülkenin her yanında durdurulmalıdır; silahlı kuvvetler içinde Kızıl ve Beyaz birlikler arasında hiçbir ayrım yapılmamalıdır.: herkes Japonlara karşı direnmelidir.

      Bir ulusal savunma hükümeti ve birleşik anti-Japon ordu örgütlenmelidir.

      Japon istilacılara karşı direnişin geliştirilmesi için tüm ülkedeki Çin Halk Kurtuluş Ordusu’nun ana kuvvetlerinin zaman geçirilmeden Hebei eyaletinde birleşmelerine izin verilmelidir.

      Bütün politik tutsaklar serbest bırakılmalı ve halka siyasi özgürlükler tanınmalıdır.

      İçişleri ve ekonomi alanlarında temel reformlar başlatılmalıdır.

Böylece sekiz yıl önce bozulan Kuomintang-ÇKP arasındaki üst düzey ilişki yeniden kurulmuş oldu. 25 Ağustos 1936 yılında ÇKP Merkez Komitesi, Kuomintang’a açık mektup göndererek yaklaşmakta olan tehlike göz önünde bulundurularak politikaların kökten değiştirilmesini öneriyordu: “1925-1927 yılları arasındaki büyük devrim döneminde feodal baskıya ve emperyalistlere karşı gerçekleştirilen türden sağlam, devrimci bir birleşik cepheyi sizinle oluşturmaya hazırız. Dayatılan boyunduruktan ülkemizi kurtarmanın ve yaşamımızı sürdürmenin tek yolu budur. Eğer Kuomintang ve Çin Komünist Partisi bir kez daha birlikte çalışır ve ülkedeki tüm politik parti, grup ve kesimler iş birliği yaparsa ülke kurtulur ve yaşamaya devam ederiz.”

1 Eylül’de de ÇKP Merkez Komitesi parti örgütlerine şu talimatı gönderiyordu: “ Japon emperyalistlerinin saldırıları devam ederken ve tüm ülkede ulusal devrimci hareket büyürken, Chian Kai-Shek’in ordusu ya da en azından onun bir kısmı Japonlara karşı direnişe katılabilir. Genel politikamız, Çan Kay Şek’i Japonlara karşı direnmeye zorlamak olmalıdır.. ÇKP Merkez Komitesi, temsilcilerini hemen göndermeye ya da Kuomintang ve Çan Kay Şek’in temsilcilerini kurmuş olduğumuz anti-Japon üs bölgesine almaya hazırdır.” Merkez Komitesi, Kuomintang ile görüşmeyi en üst düzeyde temsil ederek Zhou Enlai’yi görevlendirecekti.

Çan Kay Şek’e kesin olarak karşı çıkmak tavrını bırakıp onu Japonlara karşı direnişe zorlamaya çalışmak, ülke içinde değişen sınıf ilişkilerine uygun olarak Parti politikasında gündeme gelen önemli bir değişimdi. Japon emperyalizmine karşı bütün kuvvetleri birleştirmek diğer bütün çelişkilerin önüne geçmişti.

Xİ’AN OLAYI

Bu yeni politikanın uygulanması ne yazık ki kolay olmamıştır. Çan Kay Şek ÇKP ile yapılan iş birliğini ÇKP’nin Kuomintang’a teslim olması olarak algılıyordu. Bunun anlamı ÇKP’nin silahlı gücünün dağıtılması idi. Ancak geçmişte acı deneyimler yaşayan ÇKP bunu reddetti. Çan Kay Şek 1936 sonbaharında yeniden şiddetle çözüm aramaya yöneldi ve Shaanxi’deki devrimci üs alanına yönelik bir bastırma kampanyası başlattı. Buna paralel olarak 22 Kasım gecesi Ülkenin Korunması ve Japonlara Karşı Direniş İçin Bütün Çevrelerin Birleşik Çin Federasyonu’nun yedi üyesi tutuklandı. Kısa bir süre sonra Nanjing Ulusal Kurtuluş Derneği’nin liderleri tutuklandı. Toplumun bütün siyasi gruplarında ve halkta derin bir hayret ve heyecan uyandıran bu olaylar karşısında Xi’an Olayı gündeme geldi.

Kuomintang generali Zhang Xueliang birçok vesile ile Çan Kay Şek’e iç savaşı durdurma çağrısı yapmıştı. 4 Aralık 1936 yılında “komünistleri ezme” harekatını başlatan ve orduya bizzat komuta eden Çan Kay Şek Xi’an şehrine ulaştı. Burada General Zhang ve Yang’a birliklerini Çin Halk Kurtuluş Ordusu ile savaşmak için derhal Shaanxi’nin kuzeyine sevk etmelerini emretti. Generaller ondan birkaç gün izin istedi. Çan Kay Şek onları sert bir şekilde azarlayarak tekliflerini reddetti. 7 Aralık günü General Zhang, Çan Kay Şek’e Japon tehdidinin daha büyük olduğunu anlatmaya çalıştı. Üç saat boyunca şiddetli tartışmaların yaşandığı konuşmada Çan Kay Şek “Bir silah alıp beni ölümle tehdit etsen dahi komünistleri ezme politikamı değiştiremeyeceksin”[19] dedi. Çan Kay Şek’in uzlaşmaz tavrı Generaller Zhang ve Yang’ı 12 Aralık’ta Çan Kay Şek’i tutsak etmelerine zorladı. Vatansever Kuomintang subayları komünistlerle değil gerçek düşman Japon emperyalizmi ile savaşmak istiyordu. Askeri isyanlarının gerekçesini açık telgraf ile açıklayarak şu sekiz öneriyi yaptılar:

      Nanjing hükümeti, bütün partilerin ve grupların ülkenin kurtuluşunda ortak sorumluluklarının bulunduğunu kabul etmelidir.

      İç savaş hemen durdurulmalıdır.

      Şangay'da hapsedilen yurtseverler derhal serbest bırakılmalıdır.

      Bütün politik tutuklular serbest bırakılmalıdır.

      Yurtsever kitle hareketleri üzerine koyulan yasaklar kaldırılmalıdır.

      Toplanma ve örgütlenme özgürlüğü dahil bütün siyasi haklar güvence altına alınmalıdır.

      Dr. Sun Yat-Sen’in vasiyeti yerine getirilmelidir.

      Bir ulusal kurtuluş kongresi geciktirilmeden toplanmalıdır.

Çin’i sarsan bu olay karşısında Nanjing hükümeti olayı nasıl ele alacağı konusunda iki farklı görüşe sahipti. İlki Xi’an üzerine yürümekti ikincisi ise müzakere yoluyla Çan Kay Şek’in serbest bırakılmasını sağlamaktı. Japonya yanlısı Savaş Bakanı He Yingqin, Xi’an üzerine yürümek için ordunun doğu ve batı kollarını toplamaya başlamıştı.

Zhang Xueliang ÇKP Merkez Komitesi’ne mektup göndererek durumu bildirdi ve fikirlerini sordu. Zhou Enlai hemen Xi’an’a hareket etti. ÇKP tümüyle generallere hak vermekle birlikte durumun çok tehlikeli olduğunu hemen kavradı. Eğer Xi’an ve Nanjing arasında uzlaşmaz çelişkiler ortaya çıkarsa Çin büyük bir iç savaşın daha eşiğine gelebilirdi. Bu sebeple barış görüşmelerini desteklediler. Nanjing hükümetine gerek generaller Zhang ve Yang’ın gerekse ÇKP’nin Çan Kay Şek’ı öldürmek gibi bir fikirlerinin olmadığını, barışı sağlamak üzere görüşmelere hazır olduklarını bildirdiler. Nanjing’den gelen temsilciler ile birlikte Zhou Enlai’nin de katıldığı toplantılar yapıldı. Daha sonra Çan Kay Şek’in de katıldığı başka toplantılar yapıldı. Çan Kay Şek, Zhou’ya açıkça “Komünistleri bastırma kampanyasını durduracağını ve Japonlara karşı direnmek için Çin Halk Kurtuluş Ordusu ile ittifak yapacağını söyledi.[20]

Böylece iç savaş belirli ölçüde sona erdi ve Kuomintang ile ilişkiler hızla geliştirildi. Mao Zedung, Xi’an olayı için 27 Aralık 1936 yılında yapılan ÇKP Merkez Komitesi Politik Büro toplantısında “Xi’an olayı, Kuomintang’ın dönüşmesinde çok önemli bir nokta oldu. Eğer bu olay olmasaydı dönüşüm çok daha uzun bir zaman alabilirdi. Belli ölçülerde zorlama yapılması, dönüşümün gerçekleşmesi için kesinlikle gerekliydi. On yıldan sonra iç savaşa son veren olay Xi’an olayı idi” diyecekti.

Çan Kay-Şek verdiği bütün sözlere, yaşadığı bütün deneyimlere rağmen azılı bir komünizm düşmanı idi. Fırsatını bulduğu her an Halk Kurtuluş Ordusu’na saldırabilirdi. ÇKP’ye karşı sık sık provokasyonlar düzenliyor, halk ordusuna saldırıyor, direnişi destekleyen kadroları tutukluyor ya da öldürüyor, Komünist Parti ve Kuomintang arasında sürtüşmelere neden olan olaylar tezgahlıyordu. Hatta Komünistlerin önderliğindeki anti-Japon üs alanlarına karşı açık askeri saldırılar yöneltiyordu.[21]

ÇKP Merkez Komitesi ise Japonya ile savaş sırasında Çin ile Japonya arasındaki çelişkinin baş çelişki olduğunu ve ülke içindeki çelişkilerin ona bağımlı olduğu görüşünü savunuyordu. Sınıf mücadelesi inkar edilmiyordu ancak bu mücadelenin ulusal kurtuluş mücadelesine hizmet etmesi gerektiği savunuluyordu. Bu esaslara göre halk, ulusal kurtuluş savaşı için birleştirilmeye çalışılırken ÇKP, Kuomintang ile iş birliğini sürdürmenin yollarını aramalı ve Çan Kay Şek kliğine karşı hem birlik hem de mücadele politikasını sürdürmeliydi. Çünkü Çan Kay Şek ile ittifak, ÇKP’nin direnme savaşı için elinden gelen her çabayı göstereceği, birlik ve ilerleme politikasına bağlı kalacağı, anti-Japon birleşik cephenin sürdürülmesi için Kuomintang’ın içindeki ve dışındaki bütün yurtsever güçleri destekleyeceği anlamına geliyordu. Sonuç olarak ÇKP, Kuomintang hükümetini devirmeyi değil onun Japon emperyalizmine boyun eğmesini engellemeye ve komünistlere karşı mücadeleden vazgeçirerek birleşik cepheye bağlı kalması için çalışmalar yürüttü.

Eylül 1940’da Almanya, İtalya ve Japonya ittifak anlaşması imzalayarak faşist bloku kurdular. İngiltere ve ABD, Kuomintang hükümetini yanlarına çekebilmek için Çan Kay Şek’e yaklaştılar. Bu Çan Kay Şek’in anti-komünist faaliyetlerini uygulamak için kullanabileceği iyi bir fırsattı. Çan Kay Şek, Zhou Enlai’ye verdiği sözden sonra ilki 1939 kışı ve 1940 ilkbaharında ikincisi 1941 yılının başlarında olmak üzere iki defa anti-Komünist saldırı başlattı. Özellikle Güney Anhui Olayı olarak tarihe geçen 1941 yılının Ocak ayında yapılan saldırılar ülkeyi yeni ve büyük bir iç savaşın eşiğine getirmişti. 4 Ocak 1941 yılında Ulusal Hükümet Askeri Konseyi’nin emri ve ÇKP Merkez Komitesi’nin onayıyla 9000 kişilik Yeni Dördüncü Ordu’nun genel karargahı Yangze Nehri’nin kuzeyine doğru ilerlerken 80.000 kişilik Kuomintang Ordusu tarafından pusuya düşürüldü. 7000 kayıp veren Yeni Dördüncü Ordu’nun komutanı tutuklandı ve komutan yardımcısı öldürüldü. Çan Kay Şek Yeni Dördüncü Ordu’da isyan çıktığını, müdahale edildiğini, ordunun dağıtıldığını ve komutanının askeri mahkemede yargılanacağını açıkladı.

ÇKP Merkez Komitesi adına Zhou Enlai, Kuomintang yetkililerine çok sert bir protestoda bulundu. Kuomintang Genelkurmay Başkanı’na “Dostları üzdüğünü ama düşmanları sevindirdiğini söyleyerek, Japon işgalcilerinin yapamadığını siz yaptınız. Çin halkının hainleri olarak her zaman mahkum olacaksınız” dedi. Bir başka yazısında “Yeni Dördüncü Ordu komutanının hapse atılması tarihte eşi görülmemiş bir hatadır. Bazıları kendi kardeşlerini acımasızca  katledecek kadar zalim olabiliyorlar” diyordu. Partinin Hong Kong temsilciliğinin yayınladığı bildiride şu satırlara yer veriliyordu: “Çin Komünist Partisi, Güney Anlai Olayı’ndan sonra bile birlik ve direniş politikasını değiştirmeyi düşünmüyor. Ancak olası bir anti-komünist askeri saldırıya karşı kayıtsız kalmayacaktır. ÇKP büyük bir iç savaşın çıkmasını istemiyor. Böylesi bir iç savaşı kışkırtanlar Japonların çıkarına bazı tezgahlar peşindeler.”[22]

ÇKP’nin olgun tavrı ve doğru politikaları Çin halkında geniş bir karşılık buldu. Tersi bir tepki ise Kuomintang üzerinde yoğunlaştı. Kuomintang Güney Anlai saldırılarının ülke içinde bu ölçüde büyük bir tepkiyle karşılaşacağını, ÇKP’nin bu ölçüde kararlı bir çıkış yapacağını tahmin edememişti. Toplumdan tecrit olmuşlar ve saldırıları durdurmaktan başka çareleri kalmamıştı. 6 Mart 1941’de Çan Kay Şek, komünistlere karşı artık hiçbir askeri eylemin düzenlenmeyeceğini kesin bir dille belirtmek zorunda kalmıştı.

1943 yılının ilkbaharında üçüncü bir anti-komünist saldırı başlatmak isteyen Çan Kay Şek, birliklerini Halk Kurtuluş Ordusunun karşısına çıkaramadan, ÇKP’nin etkili propaganda faaliyeti sonucu durduruldu.

SONUÇ

Çin toplumu Japon emperyalizmine karşı sadece anavatanlarını savunmuyordu aynı zamanda faşizme karşı en büyük cephelerden birinde savaşıyordu. 1941 yılında Japonya, esas gücünü oluşturan kara kuvvetlerinin yarısı olan 1.300.000 askeri Çin’de tutmak zorunda kalmıştı. Çin’in anavatan savunması dünyanın faşizme karşı mücadelesinin bir parçası idi.

ÇKP ve Kuomintang arasında iş birliği olmasaydı Çin’in Japon emperyalizmine karşı birleşik bir cephe yaratması ve başarı kazanması mümkün olmayacaktı. Bu durum sadece Çin için değil faşizmle savaşan diğer devletler içinde büyük sorunlar yaratabilirdi. Denilebilir ki, ÇKP-Kuomingtan ittifakı gerek Çin, gerek de II. Dünya Savaşı için belirleyici olmuştur.

 

NOT: Bu makale Teori dergisinin Haziran 2017 tarihli 329. sayısında yayımlanmıştır. 

Tarih