Çin’in İklim Değişikliği Yaklaşımı: İki Dağ Teorisi

Mehmet Enes Beşer
Boğaziçi Asya Araştırmaları Merkezi

Çin Halk Cumhuriyeti, son on yıllarda gerçekleştirdiği hızlı sanayileşme ve ekonomik büyüme ile dünya sahnesinde hem ekonomik hem de çevresel anlamda kritik bir aktör haline gelmiştir. Ülke, günümüzde dünyanın en büyük sera gazı emisyonu salıcısı konumundadır ve küresel yıllık sera gazı emisyonlarının dörtte birinden fazlasını tek başına gerçekleştirmektedir (Maizland, 2021). Bu durum, Çin’in iklim değişikliğiyle mücadelesini küresel ısınmanın 1,5°C sınırı altında tutulması hedefine ulaşmada belirleyici kılmaktadır (Myllyvirta & Tsang, 2024). Bununla birlikte Çin’in çevre karnesi yalnızca küresel emisyonlarla sınırlı değildir; hızlı sanayileşmeye eşlik eden çevresel bozulma ülke içinde de ekonomik büyümeyi, halk sağlığını ve hükümetin toplumsal meşruiyetini tehdit eden bir kriz boyutuna ulaşmıştır. Solunum yoluyla alınan zehirli hava, kirlenen su kaynakları ve verimsizleşen topraklar, 1,4 milyarlık nüfusun yaşam kalitesini düşürmekte ve ciddi toplumsal hoşnutsuzluk yaratmaktadır. Örneğin, yoğun hava kirliliği Çin’de yıllık 1 milyon erken ölüme ve 267 milyar yuan (yaklaşık 38 milyar ABD doları) tutarında maddi zarara sebep olmaktadır (Kao, 2018). 2013 yılında Pekin’i etkileyen ve airpocalypse diye anılan aşırı smog (İngilizce smoke “duman” ve fog “sis” sözcüklerinin birleşimi) olayı sonrasında, kamuoyu baskısıyla hükümet ilk kapsamlı Hava Kirliliği Eylem Planı’nı yayınlamak zorunda kalmıştır. Benzer şekilde ülkenin yüzey suyu kaynaklarının sadece %7’sine sahip olması ve bu kaynakların da sanayi tarafından kirletilmesi su kıtlığını tetiklemiş; 2015 yılında yayımlanan Su Kirliliğini Önleme Eylem Planı ile sanayi kirliliğine karşı önlemler alınmaya başlanmıştır. Toprak kirliliği alanında ise 2014’te tarım arazilerinin beşte birinin ağır metallerle kirlendiğinin saptanması üzerine 2019’da ilk Toprak Kirliliği Kontrol Yasası yürürlüğe girmiştir. Bu politikalar sayesinde bazı göstergelerde iyileşmeler gözlenmiştir: Örneğin 2010’ların ortasından itibaren ortalama hava kirliliği seviyeleri birçok bölgede düşüş eğilimine girmiş, yüzey sularının kalitesinde kademeli artışlar kaydedilmiştir. Ayrıca, çölleşmeyle mücadele kapsamında dikilen milyarlarca fidan sonucunda her yıl yaklaşık 1000 mil kare çorak alanın yeniden yeşillendiği bildirilmiştir. Çin merkezi hükümeti, çevresel çöküşü durdurma ve iklim değişikliğiyle mücadele etme yönünde ulusal ve uluslararası düzeyde önemli taahhütler altına girmiştir. 2015 yılında Paris İklim Anlaşması’na taraf olan Çin, emisyonlarını 2030’dan önce zirveye ulaştırma ve 2060 yılına kadar karbon nötr olma hedefini resmen benimsemiştir (Maizland, 2021). Bu hedefler doğrultusunda Çin, yenilenebilir enerji kapasitesini hızla artırmakta ve çevresel sürdürülebilirlik kavramını kalkınma politikalarının merkezine yerleştirmektedir. Tüm bu girişimler, Çinli karar alıcıların sorunun farkında olduğunu ve bu yönde etkili bir strateji yürüttüklerini göstermektedir.

Nitekim 2020 yılında Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı açıklamada Çin’in 2060 yılına dek karbon nötrlüğe ulaşacağını duyurmuş; 2021’de Paris Anlaşması kapsamındaki güncellenmiş ulusal katkı beyanında (NDC) ise 2030 yılı için somut ara hedefler ortaya koymuştur. Bu hedefler arasında 2005 seviyesine kıyasla karbon yoğunluğunun %65’ten fazla azaltılması, birincil enerjide fosil olmayan kaynakların payının %25’e çıkarılması ve orman hacminin 2005’e göre 6 milyar metreküp arttırılması yer almaktadır. Ayrıca, 2030’a kadar en az 1200 GW rüzgâr ve güneş enerjisi kurulu gücüne ulaşma taahhüdü de ilk kez beyan edilmiştir (Liu & You, 2021). Bu iddialı hedeflerin hayata geçirilmesi, Çin’i küresel enerji dönüşümünün en önemli aktörlerinden biri haline getirmektedir. Gerçekten de Çin’in atacağı adımlar, Paris Anlaşması’nın 1,5°C hedefinin başarısını belirleyecek ölçüde kritik görülmektedir (Myllyvirta & Tsang, 2024). Diğer yandan, böylesine kapsamlı dönüşüm hedeflerinin uygulamada hayata geçirilmesi önemli meydan okumaları da beraberinde getirmektedir. Çin yönetimi, ekonomik büyümeyi sekteye uğratmadan halkın refahını korumayı hedeflemektedir. 

Bu makale, Çin’in iklim değişikliğiyle mücadelesini ve çevre politikalarını, Xi Jinping tarafından ortaya atılan “İki Dağ Teorisi” çerçevesinde kapsamlı biçimde incelemektedir. İki Dağ Teorisi, Yeşil dağlar ve berrak sular, altın ve gümüş dağlar kadar değerlidir ifadesiyle özetlenen, çevre koruma ile ekonomik kalkınmanın uyumunu vurgulayan bir prensipler bütünüdür. Makalede, bu teorinin tarihsel arka planı ve Çin çevre ideolojisindeki yeri, Çin’in sürdürülebilirlik politikalarının ekonomik etkileri, iç siyasi stratejilerdeki rolü, uluslararası iklim diplomasisindeki konumu, karbon nötr hedefleri ve Paris Anlaşması taahhütleri ile yerel düzeydeki uygulamaların başarı ve başarısızlık örnekleri ele alınacaktır.

İki Dağ Teorisi: Tarihçe, İlkeler ve Politikadaki Yeri
Çin’in çevre yönetimi yaklaşımında son yıllarda kilit bir rehber haline gelen İki Dağ Teorisi, özünde ekolojik koruma ile ekonomik kalkınmanın bir arada yürütülebileceği fikrine dayanmaktadır. Bu teori, ilk olarak 2005 yılında Xi Jinping tarafından Zhejiang Eyaleti’nin Anji iline bağlı Yucun Köyü’nde dile getirilmiştir. Söz konusu dönemde Zhejiang’da valilik yapan Xi Jinping, ekonomik kalkınma uğruna doğal çevrenin feda edilmesinin uzun vadede refah getirmeyeceğini vurgulayarak Yeşil sular ve yeşil dağlar paha biçilmez hazinelerdir söylemini ortaya atmıştır (Beijing Review, 2019) İfadenin tam hali “Berrak sular ve yemyeşil dağlar, altın ve gümüş dağlar kadar değerlidir” şeklindedir ve kısaltılarak “İki Dağ Teorisi” (yeşil dağlar vs altın dağlar) olarak anılmaktadır. Bu söylem, Yucun Köyü’nde yıllarca sürdürülen maden ocakçılığı ve çimento fabrikaları faaliyetlerinin yarattığı çevresel tahribatın ardından gelmiştir. 1990’larda Yucun, işletilen taş ocakları sayesinde yıllık 3 milyon yuanın üzerinde gelir elde ederek bölgenin “en zengin köyü” unvanını kazanmıştı. Ne var ki bu zenginlik, çevreye ağır bir bedel ödetmiş; patlamalar, hava kirliliği ve atık sular nedeniyle köyün ekosistemi ciddi zarar görmüştü. 2003 yılında yörede “eko-ilçe” yaratma hedefiyle kirlilik saçan madenlerin kapatılmasına karar verilince, kısa vadede ekonomik göstergeler gerilemiş ve halk arasında “kalkınma mutlaka çevre pahasına mı olmalı?” tartışmaları başlamıştı (Shanghai Observer, 2019) İşte bu kritik eşikte, Xi Jinping’in köye gerçekleştirdiği ziyaret sırasında sarf ettiği “yeşil dağlar da aslında altın dağlardır” sözü, hem köy halkının çevreyi koruma kararlılığını övdü hem de ekonomik gelişme ve çevre korumanın bir arada başarılabileceği yönünde yeni bir vizyonun temellerini attı (CCTV News, 2021)

Xi’nin sözü köyün girişindeki bir taşa yazıldı (Kaynak: CCTV)

 

İki Dağ Teorisi’nin temel ilkesi, ekonomik kalkınma ile ekolojik korumanın birbirine karşıt değil, aksine birbirini besleyen unsurlar olduğu anlayışıdır. Xi Jinping bu yaklaşımı üç aşamalı bir gelişim modeli ile açıklar: İlk aşamada, erken sanayileşme döneminde kalkınma uğruna çevreye aldırış edilmez ve doğal kaynaklar feda edilir; ikinci aşamada, çevresel bozulmanın yaşam kalitesine etkileri belirginleşince toplum çevrenin korunması talebiyle harekete geçer; üçüncü ve nihai aşamada ise toplum, “yeşil dağlar” ile “altın dağların” birbirini dışlamadığını, aksine sağlıklı bir çevrenin uzun vadede ekonomik refahın temeli olduğunu idrak eder. Böylece çevre koruma, kalkınmanın bir alternatifi değil, bizzat sürdürülebilir kalkınmanın ön koşulu olarak görülmeye başlanır. Teori, kalkınma stratejilerinin çevresel sürdürülebilirlik ilkeleriyle uyumlu hale getirilmesini öngörür ve “ekonomik gelişme çevre korunmasını gözetmek zorundadır” şeklinde özetlenebilecek bir politika prensibi ortaya koyar (Academy of Chinese Studies, t.y.)

Bu çevreci söylem, Xi Jinping’in 2005’teki yerel çıkışından sonra giderek ulusal politika söylemine entegre olmuş ve 2012’de Xi Jinping’in Çin Komünist Partisi Genel Sekreteri olmasının ardından devlet ideolojisinin önemli bir parçası haline gelmiştir. 2015 yılı, İki Dağ Teorisi’nin kurumsal çerçevede resmen benimsendiği bir dönüm noktasıdır: Mart 2015’te toplanan Çin Komünist Partisi Politbürosu toplantısında “Ekolojik Medeniyetin İnşasının Hızlandırılması” konulu bir karar alınmış ve bu karar metninde “Yeşil sular ve yeşil dağlar, altın ve gümüş dağlardır” ilkesi ilk kez merkezi bir politika belgesine dahil edilmiştir. (Wang, 2015) Devamında, Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) Mayıs 2016’da Çin’in ekolojik kalkınma stratejisini değerlendiren “Green is Gold” başlıklı bir rapor yayınlamış; bu raporda Çin’in İki Dağ Teorisi temelinde geliştirdiği “ekolojik medeniyet” yaklaşımının sürdürülebilir kalkınma yolunda diğer ülkelere de örnek teşkil edebileceği vurgulanmıştır (Xinhua, 2021). Ekim 2017’de toplanan Çin Komünist Partisi 19. Ulusal Kongresi’nin raporunda da “insan ve doğa arasındaki uyum” ilkesine bağlı kalınarak “yeşil sular ve yeşil dağlar, altın ve gümüş dağlardır anlayışını yerleştirmek” gerektiği ifade edilerek İki Dağ Teorisi parti ideolojisinin resmi bir unsuru haline getirilmiştir. Xi Jinping, 2020 yılı Mart ayında teorinin doğduğu yer olan Yucun Köyü’nü yeniden ziyaret ederek köyün madenlerden turizme geçiş suretiyle “yeşil ekonomiyi geliştirdiğini, köylülerin gelirlerini artırıp zenginleşmesini sağladığını” bizzat yerinde gözlemlemiş ve “İki Dağ konseptinin artık tüm Parti ve toplumun ortak bilinci ve eylemi haline geldiğini” vurgulamıştır (Ruwitch, 2023). Bu gelişmeler, İki Dağ Teorisi’nin bir yerel slogandan çıkarak ulusal kalkınma vizyonunun merkezine yerleştiğini göstermektedir.

Çin’in çevre politikalarındaki yeri bakımından İki Dağ Teorisi, Ekolojik Medeniyet (Shengtai Wenming) inisiyatifinin çekirdeğini oluşturmaktadır. Ekolojik medeniyet kavramı, Çin’in kalkınma paradigmalarını yeniden tanımlama çabasının bir ürünü olup, insan ve doğa arasındaki uyumun sağlanmasını hedefleyen kapsamlı bir ideolojik çerçevedir. Xi Jinping’in liderliğinde bu kavram, Çin Komünist Partisi’nin 2017’deki tüzük değişikliğinde Parti anayasasına dahi girmiş ve “Xi Jinping Düşüncesi”nin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Böylece çevresel sürdürülebilirlik, Çin’in resmi ideolojisinde Mao Zedong Düşüncesi ve Deng Xiaoping Teorisi gibi tarihî rehber ilkelerin yanında yerini almıştır (The Guardian, 2021). Bu ideolojik dönüşüm, merkezi hükümetin kalkınma planlarında da somut karşılık bulmaktadır. Örneğin, 13. Beş Yıllık Plan’da (2016-2020) ve halihazırdaki 14. Beş Yıllık Plan’da (2021-2025) ekolojik çevrenin iyileştirilmesi ve sürdürülebilir kalkınma temel öncelikler arasında sayılmaktadır. Hükümet, kalkınma hedeflerini tanımlarken artık yalnızca GSYİH artışına odaklanmamakta, karbon yoğunluğunun azaltılması, yenilenebilir enerji kapasitesinin artırılması, su ve hava kalitesinin iyileştirilmesi gibi göstergelere de merkezi performans kriterleri arasında yer vermektedir.

İki Dağ Teorisi’nin politika düzlemindeki etkisini somut olarak görmek için, Çin’de bu prensibi hayata geçirmek üzere başlatılan pilot uygulama projelerine bakmak faydalı olacaktır. Çin hükümeti, 2010’lu yılların başından itibaren ülke genelinde “Yeşil dağlar = Altın dağlar” uygulama pilotları tanımlayarak, farklı bölgelerde çevre ve ekonominin birlikte geliştirilmesine yönelik projeleri teşvik etmiştir. 2010-2020 yılları arasında 421 adet ilçe düzeyinde pilot bölge oluşturulmuş ve bu bölgelerde ekolojik-ekonomik dönüşüm performansı izlenmiştir. Ulusal bir değerlendirme çalışması, bu pilot bölgelerin %98’inden fazlasının hem çevresel göstergelerde hem de ekonomik göstergelerde kayda değer iyileşme sağladığını ortaya koymaktadır. Pilot bölgelerde ekonomik faaliyet çeşitliliği artmış, sanayi yapısı yeşil sektörler lehine dönüşmüş ve hem hava kalitesi hem de ekolojik göstergeler komşu bölgelere kıyasla anlamlı düzeyde daha iyi hale gelmiştir. Dahası, pilot uygulamaların pozitif etkilerinin komşu bölgelere de taşma etkisi yarattığı, yani yeşil kalkınma modelinin bölgesel ölçekte yaygınlaştığı tespit edilmiştir (Huang vd., 2024). Bu bulgular, İki Dağ Teorisi’nin sadece söylem düzeyinde kalmadığını, saha uygulamalarında da ekonomik ve ekolojik faydalar üretmeye başladığını göstermesi bakımından önemlidir.

Özetle, İki Dağ Teorisi tarihsel olarak yerel bir çevre ikilemine verilen yanıt olarak doğmuş, ancak hızla ulusal çevre politika paradigmasına dönüşmüştür. Günümüzde Çin’in çevre ve kalkınma politikalarını şekillendiren başat ilkelerden biri olup, ülkenin hem iç hem de dış politika söylemlerinde sıkça vurgulanmaktadır. Aşağıdaki bölümlerde, bu teorik çerçevenin Çin’in pratik politika adımlarında nasıl tezahür ettiğini, ekonomik ve siyasi boyutlarda hangi değişimleri beraberinde getirdiğini inceleyeceğiz.

Çevresel Sürdürülebilirlik Politikaları ve Ekonomik Etkileri
Çin, çevresel sürdürülebilirlik alanında son yıllarda bir dizi kapsamlı politika uygulamaya koymuştur. Bu politikaların temel motivasyonu, yukarıda bahsedildiği gibi, hem ülke içindeki çevre krizini kontrol altına almak hem de küresel iklim sorumluluğunu yerine getirmektir. Ancak aynı zamanda, bu politikaların Çin ekonomisi üzerindeki etkileri de mercek altındadır. Çin yönetimi, çevre düzenlemelerinin ekonomik büyümeyi yavaşlatabileceği yönündeki geleneksel endişeleri giderek “yeşil gelişim fırsatları” söylemiyle dengelemeye çalışmaktadır. İki Dağ Teorisi’nin getirdiği “yeşil olan aslında altındır” anlayışı, çevre politikalarının uzun vadede ekonomik refahı da artırabileceği düşüncesine dayanak oluşturmaktadır. Bu bölümde, Çin’in uyguladığı başlıca sürdürülebilirlik politikalarını ve bunların ekonomik sonuçlarını ele alacağız.

Hava kirliliğiyle mücadele Çin’in sürdürülebilirlik gündeminin ön sıralarında yer almıştır. Özellikle 2013’teki ağır smog krizi sonrasında, hükümet ekonomik gerekçeleri ikinci plana iterek sert önlemler almıştır. 2013’te yayımlanan Hava Kirliliğini Önleme ve Kontrol Eylem Planı, başta Pekin olmak üzere büyük şehirlerde PM2.5 parçacık konsantrasyonlarını azaltmak için sanayi tesislerine ve yerel yönetimlere bağlayıcı hedefler koymuştur. Bu plan kapsamında kömür yakıtlı kazanların kapatılması, araç emisyon standartlarının sıkılaştırılması ve inşaat tozu kontrolü gibi önlemler uygulamaya konulmuştur. Sonuç olarak, sonraki yıllarda ülke genelinde özellikle kentsel bölgelerde PM2.5 seviyelerinde gözle görülür düşüşler sağlanmıştır. Ancak ilerlemeler eşitsiz olmuştur; kuzeydeki endüstriyel şehirlerin bir kısmı hala yüksek seviyede hava kirliliği yaşamaktadır ve kış aylarında “kömür kaynaklı smog” ciddi bir sorun olmaya devam etmektedir (Maizland, 2021). Bu durum, hava kirliliğiyle mücadelenin ekonomik maliyetlerine dair tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Zira temiz hava hedeflerine ulaşmak için özellikle ağır sanayi üretimine getirilen kısıtlamalar, kısa vadede üretim düşüşüne ve iş kayıplarına yol açmıştır. Örneğin, çelik ve çimento sektörlerinde eski ve verimsiz tesislerin kapatılması, bu sektörlerde üretimin geçici olarak azalmasına sebep olmuştur. Bazı ekonomistler, çevre düzenlemelerinin GSYİH büyümesini bir miktar frenlediğini belirtirken, diğerleri uzun vadede daha sürdürülebilir ve kaliteli bir büyüme için bunun gerekli bir fedakârlık olduğunu savunmuştur (Si vd., 2020). Nitekim Çin hükümeti de bu geçici maliyetleri göze alarak, 2014 yılında Başbakan Li Keqiang’ın ifadesiyle “kirliliğe karşı bir savaş” ilan etmiş ve ekonomik yapıyı temiz teknolojilere kaydıracak yatırımları başlatmıştır. Li Keqiang, smogu “plansız ve verimsiz kalkınmaya karşı doğanın kırmızı alarmı” olarak nitelendirerek eski tip sanayiye bağımlılığın Çin ekonomisi için bir çıkmaz olduğuna işaret etmiştir (Reuters, 2014). Bu siyasi irade beyanı sayesinde, çevre mevzuatının sıkılaştırılması kamuoyunda da geniş destek bulmuş ve Çin ekonomi yönetimi, kirlilikle mücadeleyi ekonomik modernizasyonun bir ayağı olarak konumlandırmaya başlamıştır.

Çin’in hayata geçirdiği bir diğer önemli politika seti su ve toprak kirliliğinin önlenmesi alanındadır. 2015 yılında yayımlanan Su Kirliliğini Önleme Eylem Planı, sanayi tesislerinin atık su deşarj standartlarını yükseltmiş, nehirlere ve göllere yakın yüksek kirletici sektörlere kısıtlamalar getirmiştir. Bu planın uygulaması, kimya, tekstil, kağıt gibi sektörlerde atık su arıtma yatırımlarını zorunlu kılarak firmalara ek maliyet getirmiştir. Kısa vadede bazı küçük ölçekli işletmeler bu yükümlülükler nedeniyle faaliyetlerini durdurmak zorunda kalmış, bu da yerel ekonomilerde sınırlı düzeyde olumsuz etki yaratmıştır. Ancak orta vadede bakıldığında, su kalitesindeki iyileşmeler tarım ve balıkçılık verimliliğini artırarak ekonomik faydaya dönüşmektedir. Örneğin, 2010’ların sonlarında yapılan değerlendirmeler, Çin genelinde yüzey suyu kalitesinin ortalama olarak yükseldiğini, içme suyu havzalarındaki kirlilik vakalarının azaldığını ve bunun halk sağlığı ile gıda üretimine pozitif yansıdığını göstermiştir. Benzer şekilde Toprak Kirliliği Kontrol Yasası (2019) ile madencilik, ağır sanayi ve enerji tesislerinin neden olduğu toprak kirlenmesinin temizlenmesi ve kirletenlerin “kirleten öder” ilkesiyle sorumlu tutulması sağlanmıştır (Maizland, 2021). Bu yasanın uygulanması, ilgili şirketlere finansal yük getirse de, uzun dönemde temiz toprağın tarım sektörüne ve kırsal ekonomiye katkısıyla telafi edileceği öngörülmektedir. Dolayısıyla Çin, çevre politikalarının ekonomik etkilerini kısa vadeli maliyetler – uzun vadeli kazançlar dengesi içinde ele almaya başlamıştır.

Çin’in sürdürülebilirlik hamlelerinin belki de en dikkat çekici yönü, yenilenebilir enerji ve temiz teknoloji sektörlerinde gerçekleştirdiği atılımdır. Ülke, bir yandan kömür ve diğer fosil yakıtlara bağımlı dev bir enerji sistemi işletirken, diğer yandan yenilenebilir enerji kapasitesinde dünya lideri konumuna gelmiştir. Bu durum, çevre politikalarının ekonomik açıdan “kazananlar” yaratabileceğinin en somut kanıtını sunmaktadır. Özellikle 2010’lu yılların ortalarından itibaren merkezi ve yerel yönetimler, rüzgâr türbini, güneş paneli, elektrikli araç ve batarya üretimi gibi sektörlere milyarlarca dolarlık teşvikler sağlamış, Ar-Ge yatırımlarını desteklemiştir. Sonuç olarak Çin, 2020’li yıllara gelindiğinde küresel temiz enerji teknolojileri pazarının hakimi durumundadır. Örneğin, güneş paneli (fotovoltaik) üretiminde dünyanın en büyük kapasitesine sahip olan Çin, küresel pazar payının yaklaşık %70’ini elinde tutmaktadır. Yenilenebilir enerji istihdamı açısından da Çin önde gelmektedir: 2023 itibariyle Çin anakarasında 7,4 milyon kişi yenilenebilir enerji sektöründe istihdam edilmekte olup, bu rakam dünya genelindeki yeşil enerji istihdamının %46’sına karşılık gelmektedir . Bu istihdam patlaması, bir önceki yıla göre %32’lik bir artışı temsil etmekte ve Çin ekonomisinin fosil yakıt dışı yeni sektörlerle büyüdüğünü göstermektedir (Xue, 2024). Sadece güneş enerjisi sektöründe Çin’de 4,6 milyon civarında kişinin çalıştığı bildirilmektedir – ki bu, dünyanın geri kalanındaki toplam güneş enerjisi istihdamının katbekat üzerindedir. Bu veriler, çevre politikalarının ekonomik fırsatlara dönüştürülmesi konusunda Çin’in başarılı bir örnek sergilediğini göstermektedir. Devasa iç pazar ve ihracat potansiyeli sayesinde, Çinli şirketler elektrikli araç bataryalarından rüzgâr türbinlerine, yeşil hidrojen elektrolizörlerinden enerji depolama teknolojilerine dek pek çok alanda küresel değer zincirinde üst sıralara tırmanmıştır. 2024 yılı sonunda Çin’in kurulu güneş enerjisi kapasitesi 886 GW’a, rüzgâr enerjisi kapasitesi ise 520 GW’a ulaşarak toplamda 1,4 Terawatt gibi olağanüstü bir seviyeye erişmiştir. Bu sayede Çin, 2030 için öngördüğü 1200 GW güneş+rüzgâr kurulu güç hedefine 6 yıl önceden ulaşmış durumdadır. Yenilenebilir enerjideki bu rekor büyüme, Çin’in elektrik üretimindeki fosil payını kademeli de olsa azaltmakta ve enerji güvenliğini artırmaktadır. Greenpeace’in analizlerine göre, 2025 itibariyle Çin’de elektrik talep artışının tamamının yenilenebilir kaynaklardan karşılanması mümkün olacak ve bu da ülkenin elektrik sektörü emisyonlarının 2025 gibi erken bir tarihte zirve yaparak düşüşe geçmesini sağlayabilecektir (Master vd., 2025).

Bu olumlu gelişmelere karşın, Çin’in çevre politikalarının ekonomik etkileri konusu tamamen sorunsuz değildir. Özellikle kömür ve ağır sanayiye bağımlı bölgeler için yeşil dönüşüm ciddi bir yapısal uyum meselesi doğurmaktadır. Çin halen birincil enerji tüketiminin yaklaşık %60’ını kömürden elde etmektedir ve ülkedeki enerji üretim altyapısının önemli bir bölümü kömür yakıtlı termik santrallerden oluşmaktadır. Merkezi hükümet 2016 yılında yeni kömür santrali inşa edilmesini geçici olarak yasaklamışsa da, 2018’de bu yasak gevşetildikten sonra yerel yönetimler tekrar kömür santrali projelerine hız vermiştir (Maizland, 2021). Özellikle 2021 yılında yaşanan elektrik arz sıkıntıları ve küresel enerji fiyatlarındaki dalgalanmalar sonrasında, enerji güvenliği endişesiyle birçok eyalette yeni kömürlü termik santral onayları artmıştır. Nitekim 2022 yılında Çin genelinde toplam 106 GW’lık yeni kömür santrali kapasitesi için inşaata başlama izni verilerek yıllık bazda rekor seviyeye ulaşılmıştır. Bu eğilim, Pekin’in resmi “kömürü kontrollü bir şekilde azaltma” politikasına ters düştüğü için eleştirilmekte ve ülkenin uzun vadeli karbon nötr hedefini zorlaştırabileceği belirtilmektedir (Patel, 2025). Diğer yandan hükümet, kömür endüstrisindeki istihdamı ve enerji arzını ani bir şekilde sarsmamak adına kademeli bir geçişi tercih ettiğini vurgulamaktadır. Bu çerçevede atılan adımlardan biri, kömür madenciliği bölgelerinde ekonomik çeşitlendirme programları başlatmak olmuştur. Örneğin, ülkenin “kömür havzası” olarak bilinen Shanxi eyaletinde yenilenebilir enerji üretimi, kimya sanayi ve turizm gibi sektörlere yatırımlar yapılarak kömüre bağımlılığın azaltılması hedeflenmektedir. Keza iç bölgelerdeki çelik üretim merkezleri, düşük karbonlu çelik teknolojilerine ve hurda geri dönüşümüne yönlendirilerek hem emisyonlar düşürülmeye hem de yeni iş alanları yaratılmaya çalışılmaktadır. Bu çabaların başarısı, çevre politikalarının ekonomik maliyetlerini minimize etmek açısından kritik olacaktır.

Sonuç olarak, Çin’in çevresel sürdürülebilirlik politikaları ekonomik yapı üzerinde dönüştürücü bir etki yaratmaktadır. Bir yandan kirli ve eski teknolojilere dayalı sektörler kademeli olarak küçülmekte veya temizleşmeye zorlanmakta, diğer yandan temiz teknolojiler ve hizmet sektörleri hızlı bir genişleme yaşamaktadır. Bu dönüşümün net etkisi, Çin ekonomisinin uzun vadeli dayanıklılığı açısından belirleyici olacaktır. İlk bulgular, Çin’in yeşil politika hamlelerinin toplam faktör verimliliğinde düşüşe yol açmadığı, tam tersine yenilikçiliği teşvik ederek yeni büyüme alanları açtığını göstermektedir. Örneğin, 2020 yılında yapılan bir ampirik çalışma, finansal teşvik içeren çevre politikalarının (yenilenebilir enerji sübvansiyonları gibi) bazı sektörlerde üretimi ve kârları artırabildiğini, buna karşın emir-komuta tarzı sert düzenlemelerin (emisyon kotaları, ceza mekanizmaları vb.) özellikle fosil yakıtlı sektörlerde kârlılığı azalttığını ortaya koymuştur (Si vd., 2020). Bu da Çin’in denge arayışını yansıtmaktadır: Hükümet, piyasa mekanizmalarını (ör. karbon ticaret sistemi, yeşil finans) devreye sokarak çevre dostu faaliyetleri ödüllendirirken, zaruri durumlarda katı düzenleyici önlemlerle kirli faaliyetleri kısıtlamaktan çekinmemektedir. 2021 yılında ulusal düzeyde faaliyete geçen karbon emisyon ticaret piyasası, yaklaşık 4 milyar ton CO₂ emisyonunu kapsayarak dünyanın en büyük karbon piyasası haline gelmiştir. Bu piyasa mekanizması, şirketleri emisyon azaltımı yapmaları halinde ekonomik kazanç elde edebilecekleri, azaltım yapmazlarsa da ek maliyetle karşılaşacakları bir yapıya sokmuştur. Bu tür araçlar, çevre politikalarının ekonomik etkinliğini artırma potansiyeline sahiptir.

Özetle, Çin’in sürdürülebilirlik politikaları ile ekonomik performansı arasında çift yönlü ve dinamik bir ilişki söz konusudur. Kısa vadede bazı sektörlerde yavaşlamalara ve dönüşüm sancılarına yol açsa da, uzun vadede Çin ekonomisinin daha yenilikçi, kaynak verimliliği yüksek ve çevresel maliyetleri düşük bir yapıya kavuşmasını hedeflemektedir. İki Dağ Teorisi’nin “yeşil olan altındır” yaklaşımı, bu sürecin ideolojik motivasyonunu sağlamakta; uygulamada elde edilen başarı örnekleri ise bu yaklaşımın geçerliliğini desteklemektedir. Nitekim Yucun Köyü gibi mikro ölçekteki başarı hikâyelerinden, Shenzhen gibi mega şehirlerin dönüşümüne kadar pek çok örnek, çevre koruma ile ekonomik faydanın aynı anda mümkün olabildiğini göstermiştir. Bundan sonraki bölümde, Çin’in iç siyasi stratejileri ve yönetişim mekanizmaları açısından İki Dağ Teorisi ve ekolojik sürdürülebilirlik anlayışının nasıl bir rol oynadığı ele alınacaktır.

İç Siyasi Stratejiler ve İki Dağ Teorisi’nin İç Politikadaki Yansımaları
Çin’de çevre politikalarının başarısı, büyük ölçüde merkezi yönetimin iradesi ile yerel yönetimlerin uygulama kapasitesi arasındaki ilişkiye dayanmaktadır. Ülkenin yönetim sistemi, merkezî hedeflerin taşrada uygulanmasını sağlamak üzere bir kademe değerlendirme sistemine (cadre evaluation system) dayanır. Bu sistemde, il ve ilçe düzeyindeki parti yöneticileri ve bürokratlar, üst yönetim tarafından belirlenen performans hedeflerine göre değerlendirilmektedir. Geleneksel olarak bu hedeflerin başında ekonomik büyüme (GSYİH artışı) gelmekteydi; dolayısıyla on yıllar boyunca yerel yöneticiler için birincil başarı ölçütü bölgesel ekonomik büyüme rakamları oldu. Ancak bu durum, çevre koruma konusunda ciddi bir ihmal ve hatta yer yer kasıtlı göz ardı etme eğilimini beraberinde getirdi. Hızlı büyüme uğruna çevre mevzuatının gevşek uygulanması veya yok sayılması, 2000’ler boyunca Çin’in pek çok bölgesinde görülen bir olguydu. Ekolojik medeniyet vizyonunun devlet politikası haline gelmesiyle birlikte, Çin yönetimi kadroların teşvik yapısını yeşil hedeflerle uyumlu hale getirmeye yönelik reformlar başlattı.

Önemli bir dönüm noktası, 2006 yılında çevrenin korunmasının yerel yönetici değerlendirmelerinde zorunlu bir gösterge olarak dahil edilmesidir. Bu tarihten sonra, özellikle hava kalitesi, su temizliği ve enerji verimliliği gibi göstergeler çeşitli pilot bölgelerde yöneticilerin performans karnesine eklenmeye başladı. Xi Jinping dönemiyle birlikte bu uygulama daha da kurumsallaşmıştır. 2013 yılında açıklanan Hava Kirliliği Eylem Planı’nın ardından, merkezi hükümet ile tüm 31 eyalet yönetimi arasında Hedef Sorumluluk Mektupları imzalanmıştır (Zhao vd., 2021). Bu belgelerle her bir yerel yönetim, belirli emisyon azaltım ve hava kalitesi hedeflerini tutturmayı taahhüt etmiş, aksi halde hesap vereceğini kabul etmiştir. Bu, fiilen çevre performansının siyasi kariyerle ilişkilendirilmesi anlamına gelmekteydi. Devamında, Merkezi Çevre Teftiş Mekanizması kurulmuş ve 2016’dan itibaren Çevre Bakanlığı (daha sonra Ekoloji ve Çevre Bakanlığı) müfettişleri doğrudan eyaletlere gönderilerek yerel yönetimlerin çevre hedeflerine uyumu denetlenmeye başlanmıştır. Bu teftişler neticesinde, çevre ihlallerine göz yuman çok sayıda yerel yönetici disipline sevk edilmiş veya kamuoyu önünde uyarı almıştır. Böylece, “kalkınma pahasına çevreyi feda etme” dönemi sona eriyor şeklinde değerlendirilen yeni bir yönetişim anlayışı tesis edilmeye çalışılmıştır.

İki Dağ Teorisi, bu yönetişim dönüşümünde ideolojik bir rehber olarak kullanılmaktadır. Xi Jinping, hem Parti içi konuşmalarında hem de kamuoyu nezdindeki açıklamalarında sık sık “çevreyi korumak, üretkenliği korumaktır; çevreyi iyileştirmek, üretkenliği artırmaktır” şeklindeki ifadelerle yöneticilere mesaj vermektedir (Li, 2017) Bu söylem, ekolojik başarıların da ekonomik başarılar kadar değerli sayılacağına işaret etmektedir. Nitekim 2018 yılında açıklanan bir merkez politika belgesinde, yerel yöneticilerin performans puanlamasında “yeşil kalkınma” göstergelerinin ağırlığının artırılacağı duyurulmuştur. Bunun bir sonucu olarak, 2018-2021 döneminde hava kalitesini en çok iyileştiren ve karbon yoğunluğunu en çok düşüren şehirlerin başındaki yöneticilerin terfilerinde hızlanma gözlenirken, hedefleri tutturamayan bazı yöneticilerin kariyerlerinde duraklamalar veya geri çekilmeler yaşanmıştır (Zhao, 2022). Bu durum, yerel düzeyde “yeşil rekabet” denilebilecek bir olguyu tetiklemiştir; şehirler ve bölgeler arasında çevre göstergeleri konusunda bir yarış atmosferi oluşmaya başlamıştır. Örneğin, 2017 sonrası dönemde Pekin, Tianjin ve Hebei bölgesindeki şehirler daha temiz hava için birbirleriyle yarışır hale gelmiş, bu da kümülatif olarak bölgesel hava kalitesinin iyileşmesine katkı sağlamıştır.

İç politikada çevre konusunun önem kazanmasının bir diğer boyutu, halkın artan çevre bilinci ve talepleridir. 2010’lu yıllarda Çin toplumunda çevre kirliliğine karşı tepki hızla yükselmiştir. Özellikle şehirli orta sınıf, çocuklarının sağlığı ve yaşam kalitesi için temiz hava ve su talebini yüksek sesle dile getirmeye başlamıştır. Bu dönemde çevre sorunları nedeniyle çıkan yerel protestolar, dilekçeler ve şikayetler de belirgin şekilde artmıştır. Çin Ekoloji ve Çevre Bakanlığı verilerine göre, 2016 yılında yaklaşık 65.000 çevresel şikâyet başvurusu yapılmışken bu sayı 2019’da 190.000’e ulaşmıştır (Zhao, Wang, & Li, 2021). Benzer şekilde, hava kirliliği, atık tesisi inşaatları, kimyasal fabrika kazaları gibi konularda birçok “çevresel toplumsal olay” meydana gelmiş, bazı bölgelerde halkın protestoları sonucu projeler iptal edilmek zorunda kalınmıştır. Bu toplumsal baskı, merkezi hükümet için çift yönlü bir anlam taşımaktadır: Bir yandan çevreyi iyileştirme adımlarına meşruiyet kazandırmakta, diğer yandan eğer çevresel sorunlar çözülmezse toplumsal huzursuzluğun rejim için risk oluşturabileceğini göstermektedir. Nitekim Pekin yönetimi, kirliliği bir sosyal mesele olarak tanımlamış ve istikrar için tehdit oluşturabileceği endişesiyle ele almıştır (Reuters, 2014). Xi Jinping’in “mavi gökyüzü halkın mutluluğunun önemli bir parçasıdır” gibi açıklamaları, çevreyi korumanın Parti’nin halka karşı sorumluluklarından biri haline geldiğini ima etmektedir. Dolayısıyla, iç politikada çevre meseleleri artık ikincil ya da teknik bir konu değil; tam aksine, hükümet performansının ve toplumsal sözleşmenin merkezinde yer alan bir unsur konumundadır.

Bu bağlamda, İki Dağ Teorisi’nin en somut iç politika yansımalarından biri, çevre söyleminin Çin Komünist Partisi’nin propaganda ve eğitim çalışmalarında yoğun biçimde işlenmesidir. Devlet medyası ve Parti yayın organları, son yıllarda “Güzel Çin’in inşası”, “ekolojik medeniyet çağı” gibi kavramları sürekli gündemde tutmaktadır. Örneğin, Çin devlet televizyonlarında İki Dağ Teorisi’ni tema alan belgeseller, dramalar yayınlanmış; okullarda çevre bilincini artırmak için ders kitaplarına ekolojik kalkınma bölümleri konulmuştur (Greenfield & Ni, 2021). Parti’nin ideolojik eğitim programlarında da kadrolara Xi Jinping’in ekolojik uygarlık düşüncesi aktarılmakta, yerel yönetim birimlerinde bu konuda seminerler düzenlenmektedir (Xinhua, 2018). Bütün bu çabalar, çevre korumanın bir “ulusal değer” haline getirilmesine yöneliktir. Böylelikle hem bürokrasi hem de halk nezdinde ortak bir çevre vizyonu oluşturulması hedeflenmektedir.

İç politik stratejilerin bir parçası olarak, merkezi hükümet ayrıca “model yeşil şehirler” ve “eko-ilçeler” projelerini teşvik etmektedir. Bu kapsamda, belirli kriterleri karşılayan şehir ve kasabalara unvanlar verilmekte, maddi ve teknik destek sağlanmaktadır. Örneğin, Hangzhou ve Shenzhen gibi şehirler “Ulusal Eko-Şehir” ünvanı alırken, Xiong’an Yeni Bölgesi gibi planlı şehir projeleri en baştan düşük karbonlu ve sürdürülebilir olarak tasarlanmaktadır. Bu modeller, ülkenin geri kalanı için vitrin işlevi görmekte, başarılı uygulamalar buralarda test edilip sonra yaygınlaştırılmaktadır. Bu strateji, Çin’in klasik “pilot uygulama ile öğrenme” yaklaşımının çevre alanındaki tezahürüdür. İki Dağ Teorisi de bu pilot bölgelerde somutlaştığından, başarı örnekleri iç politikada teorinin kredibilitesini artırmakta ve muhalif sesleri zayıflatmaktadır. Örneğin, 2017’de tüm otobüs filosunu elektrikli hale getiren Shenzhen şehri, hava kalitesinde ve gürültü seviyelerinde önemli iyileşmeler sağlamış, yıllık 160 bin ton kömür tasarrufu ve 440 bin ton CO₂ emisyon azaltımı gerçekleştirmiştir (Keegan, 2018) Bu tür örnekler, Çin kamuoyunda “yeşil politika = yaşam kalitesinde somut iyileşme” algısını güçlendirmektedir.

Sonuç olarak, Çin’in iç siyasetinde çevre ve iklim politikaları artık marjinal bir başlık değil, merkezi bir yönetişim unsuru haline gelmiştir. İki Dağ Teorisi ve ekolojik medeniyet ideolojisi, hem yöneticilerin performans kriterlerini hem de halkla kurulan siyasi söylem dilini etkilemektedir. Çevre alanındaki başarılar, Parti’nin halk desteğini pekiştirmek için kullandığı bir propaganda malzemesi olurken, başarısızlıklar potansiyel bir memnuniyetsizlik ve eleştiri kaynağına dönüşebilmektedir. Xi Jinping yönetimi, bu denklemi dikkatle idare etmeye çalışmakta; “insan merkezli kalkınma” söylemiyle temiz bir çevrenin halkın temel hakkı olduğunu vurgulamaktadır (Greenfield & Ni, 2021). İki Dağ Teorisi’nin iç politikadaki asıl önemi, Çin Komünist Partisi’nin meşruiyet dayanaklarını ekonomiden kısmen de olsa çevresel yönetime ve sürdürülebilirliğe genişletmesinde yatmaktadır. Bu da Çin’i klasik “önce kalkınma sonra çevre” yaklaşımından uzaklaştırıp, “eşzamanlı kalkınma ve koruma” paradigmasına taşıyan bir zihniyet değişimini ifade etmektedir.

Uluslararası Çevre Politikaları ve Küresel İklim Değişikliğiyle Mücadeledeki Rolü
Çin’in iklim değişikliği konusundaki yaklaşımı, yalnızca ülke içi politika ve uygulamalarla sınırlı kalmamakta, aynı zamanda uluslararası arenadaki duruşu ve eylemleriyle de şekillenmektedir. Dünya çapında en büyük sera gazı salıcısı ve ikinci büyük ekonomiye sahip olması nedeniyle, Çin’in küresel iklim yönetişimindeki rolü kritik önem taşır. Bu bölümde, Çin’in uluslararası çevre politikalarını, iklim diplomasisindeki tutumunu ve küresel iklim mücadelesine katkılarını değerlendireceğiz.

Öncelikle, Çin son yıllarda kendisini giderek daha fazla küresel iklim rejiminin bir destekçisi ve şekillendiricisi olarak konumlandırmaktadır. 1990’larda ve 2000’lerin başlarında Çin, gelişmekte olan bir ülke olarak emisyon azaltım yükümlülüklerinden muaf tutulmayı talep eden bir pozisyondaydı. Bu dönemde “ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar” ilkesine vurgu yaparak, tarihsel olarak daha fazla kirleten gelişmiş ülkelerin asıl yükü üstlenmesi gerektiğini savunuyordu. Ancak 2010’lara gelindiğinde, Çin’in toplam emisyonları hızla yükselip ABD’yi geride bırakınca ve aynı zamanda temiz enerji teknolojilerinde atılım yapmaya başlayınca, tutumunda belirgin bir değişim gözlendi. 2014 yılında Pekin’de gerçekleşen bir zirvede Çin ve Amerika Birleşik Devletleri, iklim değişikliğiyle mücadelede işbirliği yapma ve emisyonlarını sınırlama yönünde ortak bir bildiri yayınladılar. Bu ABD-Çin iklim anlaşması, ertesi yıl imzalanan Paris Anlaşması’na giden yolda belirleyici olmuş, iki ülkenin liderliği küresel uzlaşıyı kolaylaştırmıştır. Çin, Paris Anlaşması’na hem müzakerelerde yapıcı rol oynayarak hem de ilk Ulusal Katkı Beyanı’nda (NDC) somut hedefler vererek önemli katkı sağlamıştır. Paris Anlaşması kapsamında Çin’in taahhütleri, 2030 civarında emisyonlarını tepe noktaya ulaştırmak, 2005’e göre karbon yoğunluğunu %60-65 azaltmak ve birincil enerjide yenilenebilir+çekirdek kaynak payını %20’ye çıkarmak şeklindeydi (Liu & You, 2021). 2016’da anlaşmayı onaylayan Çin, anlaşmanın yürürlüğe girmesinde kilit rol oynayan ülkelerden biri oldu.

2017’de ABD’nin Paris Anlaşması’ndan geçici olarak çekilmesiyle birlikte, Çin kendisini iklim diplomasisinin liderlerinden biri olarak lanse etmeye başladı. Xi Jinping, 2017’de Davos Zirvesi’nde küreselleşme ve iklim konularında yaptığı konuşmada, Çin’in çok taraflı iklim anlaşmalarının arkasında duracağını ve “Anlaşmadan çekilmeme, uygulama sürekliliği” ilkesine bağlı kalacağını ilan etti. Bu, küresel toplumda Çin’e yönelik algıyı önemli ölçüde etkiledi. Avrupa Birliği başta olmak üzere birçok aktör, ABD’nin boşluğunda Çin’i iklim alanında liderlik etmeye çağırdı. “Çin iklim lideri olacak mı?” sorusu uluslararası tartışmalarda yer aldı. Çin, bu beklentilere yanıt olarak AB ile ve diğer ülkelerle bir dizi ikili ve çoklu girişim başlattı. Örneğin, 2018’de Çin-AB İklim Değişikliği Ortak Bildirisi yayınlanarak Paris hedeflerine bağlılık teyit edildi. Yine 2019’da Birleşmiş Milletler İklim Eylemi Zirvesi’nde Çin, yenilenebilir enerji yatırımlarını artırma ve yeşil Kalkınma Fonu’na katkı sağlama sözü verdi.

Çin’in uluslararası çevre politikasının bir diğer ayağı, gelişmekte olan ülkelerle işbirliği ve iklim finansmanı konusudur. Çin, kendisini hâlâ gelişmekte olan ülkelerin bir temsilcisi olarak gördüğü için, iklim adaleti ve kalkınma hakkı kavramlarına vurgu yapmaktadır. Bu doğrultuda, Güney-Güney İklim İşbirliği Fonu adı altında 2015 yılında 3,1 milyar dolarlık bir finansman mekanizması oluşturduğunu duyurmuştur. Bu fon ile Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki daha yoksul ülkelere yenilenebilir enerji, erken uyarı sistemleri, iklim adaptasyonu altyapıları gibi alanlarda destek sağlamayı hedeflemiştir (You, 2023). Ayrıca, Çin Kalkınma Bankası ve Eximbank gibi kurumlar aracılığıyla güneş, rüzgâr, hidroelektrik projelerine yurtdışı krediler vermektedir. Bu girişimler, Çin’in küresel iklim sorumluluğunu paylaşma çabası olarak takdir görse de, aynı zamanda jeopolitik nüfuzunu artırma aracı olarak da yorumlanmaktadır.

Bununla birlikte, Çin’in uluslararası arenada iklimle ilgili en tartışmalı yanı, kendi yürüttüğü devasa altyapı ve yatırım programı olan Kuşak ve Yol Girişimi (BRI) kapsamındaki projelerin çevresel etkileriydi. 2013’ten bu yana Çin, Asya, Afrika ve Avrupa’da yüz milyarlarca dolarlık altyapı projesine finansman sağladı. Bu projeler arasında otoyollar, limanlar, demiryolları kadar, kömürlü termik santraller ve madencilik yatırımları da önemli yer tutuyordu. Özellikle Güneydoğu Asya ve Güney Asya’da Çin bankalarının finansmanıyla inşa edilen büyük kömür santralleri, ülkenin küresel iklim çabalarına gölge düşüren bir unsur haline gelmişti. Örneğin Pakistan’daki ve Endonezya’daki kömür santrali projeleri, Çin kaynaklı finansman ile gerçekleştirildi. Uluslararası sivil toplum ve iklim otoriteleri, bu durumu “bir elde güneş paneli, diğer elde kömür” ikilemi olarak eleştiriyordu. Eylül 2021’de Xi Jinping bu eleştirilere yanıt niteliğinde tarihi bir açıklama yaparak, Çin’in yurt dışında yeni kömür santrali inşa etmeyeceğini ve bu tür projelere finansman sağlamayacağını ilan etti (Greenfield & Ni, 2021). Bu karar, uluslararası toplumda büyük yankı uyandırdı ve genel olarak memnuniyetle karşılandı. Çin, o tarihe dek yurt dışındaki kömürlü santrallerin en büyük finansörü konumundaydı; bu karar ile birlikte onlarca proje iptal edildi veya dönüştürüldü. Bu adım, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ni “Yeşil Kuşak ve Yol” haline getirme stratejisinin parçasıydı. Nitekim Çin, 2019’da Belt and Road Initiative International Green Development Coalition (BRIGC) adında çok taraflı bir platform kurarak, BRI kapsamındaki projelerin çevresel standartlarının iyileştirilmesi için paydaş ülkelerle çalışmaya başlamıştır. Bu platform, biyolojik çeşitlilik koruması, iklim dostu altyapı, yeşil finans gibi alanlarda rehberlik yapmaktadır. Çin ayrıca 2021’de ilk ulusal parklarını ilan ederek (toplam 230.000 km² alan kapsayan), kendi topraklarında doğa koruma yönünde önemli bir adım attığını ve bunu uluslararası taahhütleriyle uyumlu gördüğünü ortaya koymuştur (Greenfield & Ni, 2021).

Uluslararası diplomaside, Çin’in iklim konusundaki söylemi İki Dağ Teorisi ve ekolojik medeniyet kavramlarıyla da desteklenmektedir. Çinli liderler BM Genel Kurulu, İklim COP zirveleri, Davos gibi platformlarda konuşurken sık sık “ekolojik medeniyet” vurgusu yapmakta ve Çin’in kadim kültüründe doğa ile uyumun önemine atıfla, bugünkü çabalarının hem milli hem de evrensel değerlere dayandığını savunmaktadır. Örneğin, 2020’de Birleşmiş Milletler Biyoçeşitlilik Zirvesi’nde Xi Jinping, “İnsanoğlunun doğayla uyum içinde yaşaması gerektiği vizyonunu kılavuz alıyoruz” diyerek ekolojik medeniyet anlayışını küresel yönetişim ilkeleriyle ilişkilendirmiştir. 2021’de Kunming’de ev sahipliği yaptığı BM Biyoçeşitlilik Sözleşmesi COP15 toplantısının deklarasyonuna, “Ekolojik Medeniyet: Tüm yaşam için ortak geleceğin inşası” sloganını başlık olarak yerleştirmiştir. (Greenfield & Ni, 2021). Bu, Pekin’in çevre konusunda yalnızca bir takipçi değil, norm koyucu olmaya da hevesli olduğunun göstergesi sayılabilir. Nitekim Çinli stratejistler, Batı merkezli söylemlerin ötesinde, kalkınma hakkını da içeren alternatif bir sürdürülebilirlik diskurunu küresel güneye sunma çabasındadır (Yu, 2021). Çin, kendi tecrübesini ve kavramlarını (örneğin “güzel Çin”, “yeşil ipek yolu” gibi) uluslararası belgelere yansıtarak, iklim değişikliğiyle mücadelede kendi yaklaşımının küresel kabul görmesi için çabalamaktadır.

Küresel iklim yönetişiminde Çin-ABD ilişkileri de özel bir yere sahiptir. Dünyanın en büyük iki ekonomisi ve karbon emitörü olan bu ülkeler, işbirliği yaptıklarında iklim mücadelesinde ciddi ilerlemeler sağlanabileceği gibi, çatışmalı olduklarında süreci yavaşlatabilmektedirler. Trump dönemi boyunca gerilen ilişkiler, iklim alanında durgunluğa yol açmışken, Biden yönetiminin göreve başlamasıyla birlikte Eylül 2021’de ABD ve Çin bir ortak iklim bildirisi yayımlayarak işbirliğini yeniden başlatmıştır. Ardından Kasım 2021’de COP26 Glasgow Zirvesi’nde iki ülke ortak bir bildiri daha yayımlayarak metan emisyonlarının azaltılması, ormansızlaşma ile mücadele, yeşil teknoloji paylaşımı gibi konularda birlikte çalışma niyetlerini beyan etmiştir. Bu, diplomatik gerginliklerin ortasında bile iklimin ayrı bir işbirliği hattı olabileceğini gösteren önemli bir gelişmeydi. Ancak 2022’de Pelosi’nin Tayvan ziyareti gibi olaylar sonrasında Çin, ABD ile iklim görüşmelerini geçici olarak askıya aldı. Bu gelgitli durum, Çin’in iklim diplomasisinin genel dış politika dinamiklerinden tamamen bağımsız olmadığını ortaya koymaktadır. Yine de gözlemciler, iklim konusunun Çin-ABD rekabetinde nadir işbirliği alanlarından biri olarak kalabileceğini belirtmektedir (Hilton & Kerr, 2022). Çin tarafı, iklim işbirliğinin ancak “saygı ve eşitlik temelinde” mümkün olduğunu, diğer alanlardaki baskılara boyun eğmeyeceğini dile getirmektedir (Greenfield & Ni, 2021).

Küresel ölçekte bakıldığında, Çin’in iklim değişikliğiyle mücadeleye en büyük katkılarından biri, yenilenebilir enerji teknolojilerinin maliyetinin düşmesine sağladığı destektir. Çin’in büyük ölçekli üretim kapasitesi ve devlet destekli Ar-Ge hamleleri sayesinde, son on yılda güneş paneli, rüzgâr türbini, lityum iyon batarya gibi ürünlerin fiyatları %70-90 oranında gerilemiştir. Bu da dünya genelinde temiz enerjiye geçişi hızlandıran kritik bir faktör olmuştur. Örneğin, güneş enerjisi bugün birçok ülkede fosil yakıtlardan daha ucuz bir elektrik üretim seçeneği haline gelmişse, bunda Çinli üreticilerin ölçek ekonomilerinin ve inovasyonlarının payı büyüktür (Hilton, 2024). Benzer şekilde, elektrikli araç bataryalarında Çin’in hakimiyeti (CATL, BYD gibi üreticiler) küresel otomotiv sektörünü dönüşüme zorlamıştır. Gelişmekte olan ülkeler, iklim hedeflerini yükseltirken Çin’den uygun maliyetli teknoloji transferi talep etmektedir ve Çin de bunu yerine getirerek hem ekonomik hem diplomatik kazanımlar elde etmektedir.

Bununla birlikte, Çin’in küresel iklim çabalarına yönelik eleştiriler de devam etmektedir. Eleştirilerin odak noktası, Çin’in emisyonlarının hala artmaya devam ettiği ve 2030’a kadar artışın sürebileceği gerçeğidir. Dünyanın karbon bütçesi hızla tükenirken Çin’in 2020’lerde emisyonları artırmaya devam etmesi, 1,5°C hedefini riske atan bir unsur olarak görülmektedir. Ayrıca, her ne kadar 2060 karbon nötrlük hedefi açıklanmışsa da, bu hedefe ulaşmak için orta vadede (örneğin 2020’ler ve 2030’lar için) daha iddialı planlara ihtiyaç olduğu, aksi takdirde 2060’ın sadece bir niyet beyanı olarak kalabileceği vurgulanmaktadır. Çin’in 2021’de sunduğu uzun vadeli strateji belgesinin (LTS) somut bir emisyon zirve yılı veya tepe emisyon seviyesi içermemesi, uluslararası toplumda bir miktar hayal kırıklığı yaratmıştır (Liu & You, 2021). Ancak Çinli yetkililer, bu belirsizliklerin kendi planlama esnekliklerini korumak için olduğunu, teknolojik gelişmelere göre en uygun yolu seçeceklerini ifade etmektedir.

Genel olarak, Çin’in uluslararası iklim değişikliği mücadelesindeki rolü ikili bir niteliğe sahiptir: Bir tarafta liderlik ve kolaylaştırıcılık yönü (Paris Anlaşması’nı desteklemek, yenilenebilir enerjide devrim yapmak, finansman sağlamak vb.), diğer tarafta ise sınırlılık ve temkinlilik yönü (yükümlülükleri geliştirme statüsüne bağlamak, enerji güvenliği gerekçesiyle kömürden hemen vazgeçmemek vb.) bulunmaktadır. Bu ikili karakter, Çin’in hem dünyanın geri kalanına karşı sorumlulukları hem de kendi kalkınma ihtiyaçları arasında denge arayışından kaynaklanmaktadır. Xi Jinping, 2020’de “Çin, taahhüt ettiği hedefleri mutlaka yerine getirecektir; sözler lafta kalmayıp eyleme dönüşecektir” diyerek uluslararası topluma güvence vermeye çalışmıştır (Farand & Darby, 2020). Önümüzdeki yıllar, bu sözlerin ne ölçüde tutulacağını gösterecektir. Kritik dönemeçlerden biri, 2025 yılında sunulması gereken 2035 iklim hedefleridir. Analistler, Çin’in 2035 için emisyonlarını net bir zirve sonrası düşüş patikasına sokacak bir hedef açıklaması halinde, küresel ısınmayı sınırlama şansının artacağını belirtmektedir (Myllyvirta & Tsang, 2024). Aksi takdirde, eğer Çin emisyonlarını yüksek seviyede plato yaparak 2030’lara kadar sürdürürse, dünyanın karbon bütçesi hızla tükenecektir. Dolayısıyla Çin’in küresel iklim liderliği, şu anki söylem ve eylemlerinin ötesinde, önümüzdeki on yılda alacağı kararlara bağlı olacaktır.

Karbon Nötr Hedefler, Paris Anlaşması Taahhütleri ve Küresel Enerji Dönüşümündeki Konumu
Çin’in Eylül 2020’de açıkladığı karbon nötr 2060 hedefi, iklim değişikliği gündeminde bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir. Bu hedef, Çin’in ilk kez uzun vadede mutlak emisyonlarını sıfırlama taahhüdünde bulunduğunu ortaya koymuştur. Bu bölümde, Çin’in karbon nötrlük stratejisini, Paris Anlaşması kapsamındaki mevcut taahhütleriyle ilişkisini ve küresel enerji dönüşümündeki yerini detaylandıracağız.

Karbon nötr olma hedefi, bir ülkenin insan kaynaklı sera gazı emisyonlarını net sıfıra indirmesi, yani saldığı emisyonların tamamını yutaklar (ormanlar, karbon yakalama teknolojileri vb.) vasıtasıyla dengelemesi demektir. Çin, 22 Eylül 2020’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Xi Jinping tarafından duyurulan beyanıyla, 2060 yılına kadar karbon nötrlüğe ulaşacağını ilan etti. Bu, gelişmekte olan bir ülkenin ilan ettiği ilk net sıfır hedeflerden biri olması açısından dikkat çekiciydi (daha önce AB 2050, Japonya 2050, ABD 2050 hedefleri vardı, Hindistan ise daha sonra 2070 hedefi açıkladı). Çin’in 2060 hedefi, ulusal ve uluslararası düzeyde geniş yankı buldu ve birçok soruyu gündeme getirdi: Bu hedefe ulaşmak için ara adımlar neler olacaktı? Ekonomik ve teknolojik açıdan bu mümkün müydü? Hedef yalnızca CO₂ için mi geçerliydi yoksa diğer sera gazlarını da kapsıyor muydu? İlk açıklamada detaylar verilmemiş olsa da, 2021 ve 2022’de Çin yönetimi bu sorulara kademeli olarak açıklık getirmeye başladı. Örneğin, Çin’in 2021’de yayımladığı “2060 Karbon Nötrlük Stratejisi” belgesinde, net sıfır hedefinin CO₂ ile sınırlı olmadığı, tüm sera gazlarını kapsayacağı ve esas olarak şu iki aşamalı planla ilerleyeceği belirtildi: 2030’a kadar karbon emisyonlarını zirveye ulaştırıp stabilize etmek, 2030-2060 arasında ise hızlı bir azaltım patikasına geçerek 2060’ta net sıfıra varmak (China State Council, 2021). Bu, 2030-2060 arasında sadece 30 yılda net sıfıra inmek anlamına geldiği için, oldukça sıkı bir takvime işaret etmektedir. Karşılaştırma için, AB ve ABD gibi gelişmiş ekonomilerin net sıfır takvimi ~40 yıl (1990-2050 arası) iken Çin bunu 30 yılda yapmayı planlamaktadır. Dolayısıyla Çin’in 2030’dan sonra çok hızlı emisyon azaltımları gerçekleştirmesi gerekecektir.

Paris Anlaşması’ndaki mevcut taahhütleri (NDC), Çin’in 2030’a kadarki yol haritasını çizmektedir. Yukarıda bahsedildiği gibi, Çin’in 2015 NDC’sinde 2030 civarında emisyon zirvesi ve belirli yoğunluk hedefleri vardı. 2020 sonunda Xi Jinping bu hedefleri güncelledi: 2030’dan önce zirveye ulaşma taahhüdü “2030’dan önce” şeklinde korunurken, karbon yoğunluğu azaltım hedefi %65’e çıkarıldı (önceki %60-65 bandının üst sınırına sabitlendi), yenilenebilir pay hedefi %20’den %25’e yükseltildi ve ek olarak rüzgâr + güneş 1200 GW hedefi eklendi. Bu güncellenmiş taahhütler, resmen Ekim 2021’de UNFCCC’ye sunulan yeni NDC belgesinde yer aldı. Her ne kadar bu hedefler iyileştirilmiş olsa da, uluslararası gözlemciler Çin’in daha yüksek bir zirve yılı belirlememiş olmasını eleştirdi; zira “2030’dan önce” ifadesi halen esneklik payı bırakıyordu ve Çin 2029’a dek emisyon artışını sürdürse bile teknik olarak taahhüdünü ihlal etmiş sayılmayacaktı. Ayrıca, zirve noktasının hangi seviyede olacağı konusunda belirsizlik vardı. Bu eleştiriler ışığında, Carbon Brief’in görüştüğü uzmanlar, Çin’in açıklanan kombinasyon hedeflerine bakarak emisyonların muhtemelen 2025-2027 arasında zirve yapabileceğini öngörmüştür (Liu & You, 2021). Gerçekten de Çin’in son dönemdeki politikalarına bakıldığında, 2020’lerin ortasını bir dönüm noktası yapma çabası sezilmektedir. Örneğin, 14. Beş Yıllık Plan (2021-2025) döneminde yıllık karbon yoğunluğu azaltım hedefleri önceki dönemden daha yüksektir ve yenilenebilir kapasite artışı hızlandırılmıştır. Hatta 2025 itibariyle bazı uzmanlar, Çin’in CO₂ emisyonlarında zirveyi görüp düşüşe geçebileceğini öne sürmektedir (Greenpeace E.Asya, 2023).

Çin’in küresel enerji dönüşümündeki konumu, hem devasa fosil yakıt tüketimi hem de devasa yenilenebilir yatırımlarıyla bir paradoks oluşturmaktadır. Bir yandan Çin, dünya kömür tüketiminin yarısını tek başına gerçekleştirmekte ve halen yeni kömür madenleri açmaktadır; diğer yandan güneş ve rüzgâr enerjisinde kurulu güçte dünya lideridir (Maizland, 2021). Bu ikili yapı, geçiş sürecinin bir parçası olarak değerlendirilebilir. Çinli yetkililer, “önce yeni enerjiyi inşa edip sonra eskiyi devreden çıkarma” stratejisi güttüklerini ifade etmektedir. Yani, önce elektrik talebinin önemli kısmını yenilenebilir kaynaklardan karşılayabilecek düzeye gelmeyi, ondan sonra kömür santrallerini hızla emekliye ayırmayı planlamaktadırlar. Nitekim CNPC adlı devlet şirketinin bir projeksiyonuna göre, Çin’de 2030’a gelindiğinde güneş kurulu gücü 1.780 GW’a ulaşırken kömür kurulu gücü 1.440 GW civarında kalacak ve böylece güneş enerjisi kapasitesi kömürün çok ötesine geçmiş olacaktır. Eğer bu gerçekleşirse, Çin’in elektrik üretiminde yenilenebilir kaynakların payı çok büyük ölçüde artacak demektir. Şu anda bile Çin, yıllık bazda tüm dünyadan daha fazla yenilenebilir kapasite eklemektedir; 2024 yılında eklediği güneş kapasitesi ~277 GW, rüzgâr kapasitesi ~80 GW ile rekor kırmıştır (Reuters, 2025). Bu rakamlar, tek başına birçok ülkenin toplam kapasitesinden fazladır. Çin’in enerji verimliliği alanında da ciddi adımlar attığı görülmektedir. Sanayide atık ısı geri kazanımı, binalarda yalıtım standartları, ulaştırmada elektrikli araç yaygınlaştırması gibi politikalar, enerji yoğunluğunu düşürmeye katkı sağlamaktadır. 2020 itibariyle Çin, 2005’e kıyasla GSYİH başına enerji tüketimini yaklaşık %40 azaltmıştır (IEA, 2021). Bu trendin sürmesi, karbon nötr hedefi yolunda kritik olacaktır.

Bununla birlikte, Çin’in karbon nötr olma yolculuğunda büyük belirsizlikler ve zorluklar da mevcuttur. Öncelikle, sektörel dönüşümler gerekiyor: Elektrik üretimi dışındaki sektörlerde (örneğin çimento, çelik, petrokimya, ulaşım, binalar, tarım) emisyonları sıfıra yaklaştırmak son derece güç. Çelik ve çimento gibi ağır sanayiler Çin’in emisyonlarının önemli bir bölümünü oluşturuyor ve bunlar için yeşil hidrojen kullanımı, karbon yakalama ve depolama (CCS) gibi henüz olgunlaşmamış teknolojilere bel bağlamak gerekiyor. Çin, bu alanlarda Ar-Ge yatırımlarını artırmış durumda; örneğin, 2022’de ilk pilot karbon yakalama tesislerini devreye soktu ve 2023’te yeşil hidrojen üretimini teşvik planı yayınladı. Ancak bu teknolojilerin ekonomik olarak uygulanabilir hale gelmesi zaman alacak. İkinci olarak, enerji altyapısının adaptasyonu gerekecek: Büyük miktarda değişken yenilenebilir enerjinin şebekeye entegrasyonu ve depolanması meselesi var. Çin, şebeke altyapısını güçlendirmek ve depolama kapasitesini artırmak için 2022’de bir üç yıllık plan açıkladı (Reuters, 2025). Bu planda, uzun mesafeli ultra yüksek gerilim hat yatırımları ve batarya depolama projeleri öne çıkıyor. Bu sayede, rüzgâr ve güneşin coğrafi dağılımından kaynaklı dengesizliklerin ulusal ölçekte dengelenmesi hedefleniyor. Üçüncü olarak, ekonomik maliyet ve istihdam dönüşümü yönetilmeli: Fosil yakıt sektörlerinde çalışan milyonlarca insanın işinin dönüşümü ve ekonomide yaratacağı etkiler var. Çin, bu konuda da bölgesel yeniden eğitim programları ve yeni sektörlerde iş yaratma stratejileri üzerinde çalışıyor. Örneğin Shanxi gibi kömür bölgelerinde, işçilerin güneş paneli üretimi veya bakımına kaydırılması için mesleki eğitimler planlanmakta. Ayrıca merkez, yeşil yatırımlar için finansman akışını hızlandırmak amacıyla yeşil tahvil, yeşil kredi mekanizmalarını genişletiyor. 2021’de Çin, dünyada en çok yeşil tahvil ihracı yapan ülke oldu ve Merkez Bankası yeşil projeleri desteklemek için zorunlu karşılıklarda indirim gibi teşvikler getirdi.

Çin’in karbon nötr hedefi, küresel enerji dönüşümünü de ivmelendiren bir etkide bulunmaktadır. Çünkü Çin’in böylesine büyük bir dönüşüme girmesi, temiz enerji teknolojilerinin daha da yaygınlaşıp ucuzlamasını ve dünyanın geri kalanının da benzer taahhütler altına girmesini teşvik eder. Örneğin, Çin’in 2060 net sıfır açıklamasının ardından, Hindistan üzerindeki net sıfır baskısının arttığı ve nihayetinde 2070 hedefi açıkladığı gözlenmiştir. Keza birçok gelişmekte olan ülke, Çin’in deneyimini yakından takip ederek kendi politikalarını ayarlamaktadır. Bu anlamda Çin, bir bakıma küresel enerji dönüşümünün lokomotifi konumundadır. Ancak bu lokomotifin hızı ve yönü, yani Çin’in gerçekten 2020’lerde emisyonlarını durdurup 2030’larda dik bir iniş sağlayıp sağlamayacağı, Paris hedeflerinin tutturulması açısından belirleyici olacaktır (Myllyvirta & Tsang, 2024).

Özetlemek gerekirse, Çin Paris Anlaşması’ndaki taahhütlerini yerine getirme yolunda adımlar atarken, aynı zamanda bunları aşan uzun vadeli bir net sıfır vizyonu ortaya koymuştur. Bu vizyonun başarısı, teknoloji, ekonomi ve politika alanlarında eş zamanlı bir dönüşüme bağlıdır. Çin, şu ana dek yenilenebilir enerji ve elektrikli ulaşımda olağanüstü bir başarı sergileyerek doğru yönde ilerlediğini göstermiştir. 2020’lerde de benzer bir atılımı sanayi ve ısınma sektörlerinde yapmak durumundadır. Eğer bunu başarabilirse, 2060 hedefinin öngününde belki 2050’lere doğru hedefini öne bile çekebilir (bazı Çinli iklim bilimciler, güçlü politikalarla 2055 civarında net sıfıra ulaşmanın mümkün olduğunu belirtmektedir). Aksi halde, eğer kömür ve ağır sanayideki ivme kırılamaz ve yalnızca yenilenebilir artışıyla yetinilirse, karbon nötrlük hedefi tehlikeye girebilir. Şu anki göstergeler, Çin’in planlandığı gibi 2025-2030 arasında emisyon zirvesine yakın bir noktaya geleceği ve sonrasında devlet kapasitesini seferber ederek düşüş trendine sokacağı yönündedir. Uluslararası toplum, Çin’in bu kritik on yıldaki politikalarının yakından takipçisi olacaktır. Çin ise muhtemelen kendi kalkınma önceliklerini de gözeterek, “kendi hızımızda ama kararlılıkla” şeklinde özetlenebilecek bir yaklaşımla ilerlemeye devam edecektir.

Yerel ve Ulusal Düzeyde Uygulama Örnekleri: Başarılar ve Hatalar
Çin’in iklim ve çevre politikalarının sahadaki etkilerini somutlaştırmak adına, yerel ve ulusal düzeyde yürütülen proje örneklerine bakmak önemlidir. Bu bölümde, farklı ölçeklerde uygulanan başarılı projeler ile karşılaşılan aksaklık ve başarısızlık örneklerini ele alacağız. İncelenecek örnekler, Çin’in çevre vizyonunun pratikte nasıl hayata geçirildiğini ve ne tür sonuçlar doğurduğunu göstermesi açısından değerlidir.

Başarılı Örnekler
Yucun Köyü (Zhejiang Eyaleti) – Ekoturizm ile Yeşil Kalkınma: İki Dağ Teorisi’nin doğum yeri olan Yucun, aynı zamanda bu teorinin başarıyla uygulandığı ilk örneklerden biridir. Maden ocaklarının kapatılmasından sonra ekonomik durgunluk yaşayan köy, yerel yönetimin ve halkın girişimiyle ekoturizm odaklı bir dönüşüme girmiştir. Köyün doğal güzellikleri, temizlenen nehirleri ve ormanları turizm cazibe merkezi haline getirilmiş; eski maden çukurları göletlere veya park alanlarına dönüştürülmüştür. Bu sayede Yucun’un kolektif geliri birkaç yıl içinde yeniden artış trendine girmiş, köylülerin kişi başına düşen geliri madencilik dönemini bile aşarak yükselmiştir. Xi Jinping’in 2020’deki ziyaretinde dile getirdiği üzere, Yucun halkı “yeşil ekonomiyi geliştirerek gelirlerini artırıp zenginleşmiştir”. Yucun örneği, Çin genelinde birçok benzer kırsal bölgeye ilham kaynağı olmuş ve “güzel köy” inisiyatifi kapsamında yüzlerce köy ekoturizm, organik tarım ve el sanatları yoluyla kalkınma modeline geçmeye başlamıştır. Bu, çevre koruma ve kırsal kalkınmanın el ele gidebileceğini gösteren çarpıcı bir başarıdır.

Shenzhen (Guangdong Eyaleti) – Dünyanın İlk Elektrikli Otobüs ve Taksi Filosu: 12 milyonluk nüfusuyla dev bir metropol olan Shenzhen, aynı zamanda Çin’in teknoloji ve inovasyon merkezidir. Şehir, 2017 yılına gelindiğinde 16.000 adet otobüsünün tamamını elektrikli hale getirerek dünyada bir ilki gerçekleştirmiştir. Ardından 22.000 taksinin büyük bölümü de elektrikli araçlarla değiştirilmiştir. Bu devasa dönüşüm, merkezi ve yerel hükümetin sağladığı cömert teşviklerle (araç başına %50-60 devlet sübvansiyonu gibi) mümkün olmuştur. Sonuç olarak Shenzhen’de toplu ulaşım kaynaklı emisyonlar ve hava kirleticiler (NOx, PM) dramatik şekilde azalmıştır. Shenzhen Otobüs Grubu verilerine göre, her yıl 160.000 ton kömür tüketimi ve 440.000 ton CO₂ emisyonu engellenmiştir. Aynı zamanda gürültü kirliliği de azalmış, şehrin otobüs duraklarında bekleyen yolcuların maruz kaldığı gürültü ve egzoz kirliliği ortadan kalkmıştır (Keegan, 2018). Shenzhen’in bu “sessiz devrimi”, diğer Çin şehirleri tarafından da örnek alınmış; Pekin, Şanghay, Guangzhou gibi metropoller de hızla elektrikli otobüslere geçmeye başlamıştır. 2020’lerin başı itibarıyle Çin genelinde 500 binden fazla elektrikli otobüs yollara çıkmış durumdadır ki bu, küresel toplamın büyük kısmını oluşturur. Elektrikli ulaşım alanındaki bu atılım, aynı zamanda Çin’in dünyaya teknoloji ihraç ettiği bir sektör yaratmıştır: BYD gibi Shenzhen merkezli firmalar bugün onlarca ülkeye e-otobüs satmaktadır. Bu başarı, şehirlerin yerel düzeyde iklim çözümleri geliştirmesinde parlak bir örnektir.

Saihanba Ormanı (Hebei Eyaleti) – Çölleşme ile Mücadelede Ağaçlandırma: Çin’in kuzeyinde Pekin’i çevreleyen Hebei eyaletinde bulunan Saihanba arazisi, 1960’larda çölleşmiş ve ormansızlaşmış bir devleteydi. 1962’den itibaren hükümet burada büyük ölçekli bir ağaçlandırma kampanyası başlattı. Nesiller boyu süren çabayla, 93.000 hektarlık bir alan yeniden ormanla kaplandı. Saihanba, bugün dünyanın insan eliyle oluşturulmuş en büyük ormanı olarak anılmaktadır. Bu orman, yılda 1,4 milyon ton su kaynağını tutarak Pekin’in su güvenliğine katkı yapmakta, 860 milyon metreküp temiz hava üretmekte ve bölgedeki kum fırtınalarını önemli ölçüde azaltmaktadır (Xinhua, 2017). Saihanba Ormanı, 2017 yılında Birleşmiş Milletler tarafından “Champions of the Earth” (Yeryüzü Şampiyonları) ödülüne layık görülmüştür. Bu proje, Çin’in “Yeşil Çin Seddi” olarak adlandırılan kuzey kuşağı ağaçlandırma girişiminin parçasıdır ve çevresel açıdan büyük bir başarı olarak kabul edilir. Ekonomik olarak da, Saihanba artık bir ekoturizm destinasyonu haline gelmiş, yılda 500.000’i aşkın ziyaretçi çekerek yerel ekonomiye katkı sağlar hale gelmiştir. Bu proje, doğanın restorasyonu ile yerel kalkınma arasındaki pozitif ilişkiyi göstermektedir. Ayrıca, uzun vadeli siyasi kararlılığın çevresel sorunların çözümünde kritik olduğunu da kanıtlar niteliktedir.

Çin Ulusal Karbon Piyasası – Piyasa Tabanlı Emisyon Azaltımı: Her ne kadar somut bir “proje” olmaktan ziyade politika aracı olsa da, ulusal karbon emisyon ticaret sisteminin devreye girmesi Çin’de düşük karbon dönüşüm açısından önemli bir kilometre taşıdır. 2021 Temmuz ayında Şanghay Karbon Borsası’nda açılışı yapılan bu piyasa, başlangıçta 2.200’den fazla enerji şirketini kapsayarak yılda ~4 milyar ton CO₂ eşdeğeri emisyonu ticarete açmıştır. Bu, dünyadaki en büyük karbon piyasasıdır. Sistem, şirketlere belirli emisyon kotaları tahsis eder; daha az emisyon yaparlarsa arta kalan kotayı satıp gelir elde ederler, daha fazla emisyon yapmak isteyenler ise piyasadan ek kota satın almak zorunda kalırlar. Böylece, karbon emisyonuna bir fiyat biçilir ve şirketler için emisyon azaltımı ekonomik bir kazanç veya maliyet unsuru haline gelir. Henüz ilk yılında karbon fiyatı ton başına 7-8 dolar seviyesinde düşük olsa da, zamanla sıkılaştırılması ve 2030’lara doğru ton başına 30-40 dolar bandına çıkması planlanmaktadır. Uzmanlar, karbon piyasasının Çin’deki şirketlerin davranışlarında şimdiden değişiklik yarattığını, birçok firmanın enerji verimliliğine yatırım yapmaya başladığını belirtmektedir. Bu piyasa mekanizması, çevre koruma ile piyasa ekonomisini uzlaştıran başarılı bir uygulama olarak değerlendirilebilir. Her ne kadar Avrupa Birliği Emisyon Ticaret Sistemi kadar eski ve oturmuş olmasa da, Çin’in hızlı öğrenme eğrisiyle bu aracı etkin kullanacağı öngörülmektedir. Ulusal karbon piyasasının kurulması, Çin’in Paris taahhütlerine ulaşmasını kolaylaştıracak ve karbon nötrlük yolunda inovasyonu teşvik edecektir.

Başarısızlık ve Zorluk Örnekleri
Green GDP Girişimi (2004-2007) – Uygulama Zorluğu: Çin, çevre ve ekonomi arasındaki dengeyi ölçmek amacıyla 2004 yılında “Yeşil GSYİH” hesaplama girişimi başlattı. Bu, geleneksel gayrisafi yurt içi hasıla büyümesinden çevresel tahribatın maliyetini düşmeyi hedefleyen bir pilot çalışmaydı. 2006’da ilk sonuçlar yayımlandığında, bazı eyaletlerde gerçek ekonomik büyümenin raporlanandan %3-4 daha düşük olduğu bulundu (çevre zararları düşüldüğünde). Bu sonuçlar, özellikle yerel yönetimler arasında büyük bir rahatsızlık yarattı; zira başarı hikâyeleri gölgeleniyor ve çevresel ihmaller açığa çıkıyordu. Siyasi direnç nedeniyle, 2007’den sonra Yeşil GSYİH projesi rafa kaldırıldı. Bu girişim, çevresel maliyetleri ekonomik hesaplara entegre etmenin ne denli politik hassasiyeti olduğunu göstermiştir. Her ne kadar teknik bir başarısızlık olmasa da, siyasi sahiplenme eksikliği nedeniyle hedefe ulaşamayan bir proje olarak anılır. Ancak ilginç biçimde, İki Dağ Teorisi’nin yaygınlaşmasıyla son yıllarda bu konsept tekrar canlandırılmaya çalışılıyor; “GEP – Gross Ecosystem Product” adıyla ekosistem hizmetlerinin değerini ölçen yeni bir endeks bazı bölgelerde pilotlanıyor (Ouyang vd., 2020). Green GDP deneyimi, Çin’de çevre ekonomisinin kurumsallaşmasının zorluklarına ışık tutmuştur.

Yerel Kömür Bağımlılığı ve Yeni Santral İnşaatları – Politika Çelişkisi: Yukarıda da tartışıldığı üzere, Çin’in iklim politikalarındaki en büyük handikaplardan biri, bazı yerel yönetimlerin kısa vadeli ekonomik kaygılarla merkezi çevre hedeflerine aykırı adımlar atabilmesidir. Özellikle enerji güvenliği ve büyümeyi teşvik etme güdüsüyle, 2020-2022 arasında birçok eyalette yeni kömürlü termik santral projelerine onay yağmuru oldu. 2022 yılı tek başına 86-106 GW (farklı raporlara göre) gibi rekor düzeyde yeni santral onayıyla kapandı. Bu, “Kömüre sınır getirme” şeklindeki merkezi politikanın fiiliyatta delindiğini gösteriyordu. Nedenleri incelendiğinde, bazı yerel yönetimlerin elektrik kesintileri yaşanması ve sanayi üretiminin kısıtlanmasından politik olarak çekindiği, bu yüzden fazladan kömür kapasitesini bir nevi sigorta olarak gördüğü anlaşıldı. Ayrıca kömür madenciliği şirketlerinin lobisi de bu süreçte etkili oldu; raporlara göre, kömür madencilik firmaları doğrudan yeni santral yatırımlarına girişerek entegre bir yapı kurma yoluna gitti. Bu gelişmeler, Çin’in iklim taahhütlerine inandırıcılığını zedeleyen bir “başarısızlık” örneği olarak değerlendirilebilir. Zira bir yandan yenilenebilire rekor yatırım yapılırken diğer yandan bu ölçeğe yakın bir kömür yatırımının da sürmesi, net emisyon azaltımını geciktirmektedir. Pekin, bu duruma karşı Ekim 2021’de bir kömür kısıtlama genelgesi yayımlayarak, yerel yönetimlere 2025’e kadar kömür tüketimini artıramayacaklarını, 2026’dan itibaren ise azaltmak zorunda olacaklarını iletti (Liu & You, 2021). Fakat uygulamada hala boşluklar mevcuttur. Bu örnek, Çin’de merkez-yerel ilişkisinin ve çıkar gruplarının çevre hedeflerine set çekebileceğini göstermiştir. Mücadele, merkezi iradenin sürekliliği ve denetim kapasitesine bağlı olacaktır. Aksi takdirde, “çevre konusunda söz değil eylem gerek” diyen eleştirmenler haklı çıkabilir.

Atık İthalatı ve Geri Dönüşüm Krizi – Çevresel Yan Etki: 2000’li ve 2010’lu yıllarda Çin, dünyanın geri dönüştürülebilir atıklarının en büyük ithalatçısıydı. ABD, Avrupa ve Japonya gibi bölgelerden gelen plastik, kâğıt atıkları Çin’de işleniyor, bir kısmı hammaddeye dönüştürülüyordu. Bu sektör başlangıçta döngüsel ekonomi örneği gibi görünse de, ilerleyen yıllarda ciddi bir çevre ve sağlık sorununa yol açtı. İthal gelen atıkların önemli bir kısmı kirli veya ayrıştırılmamış olduğu için, Çin’de düzensiz depolama, yakma veya kaçak yollarla doğaya atma vakaları arttı. Bazı kasabalar “çöp kentine” dönüştü, su ve toprak kirliliği oluştu (Örneğin, Zhejiang’daki bazı geri dönüşüm köyleri). Bu durumun fark edilmesiyle, Çin hükümeti radikal bir karar alarak 2018 itibarıyle katı atık ithalatını yasakladı. 2021’de ise sıfır atık ithalat politikası tamamen yürürlüğe kondu (Maizland, 2021). Bu politika U dönüşü, çevre açısından doğru bir hamle olsa da, on yıllık bir hatalı uygulamanın kabul edilmesi anlamına geliyordu. Çin, ucuz hammadde uğruna yıllarca dışarıdan atık alarak kendi topraklarında kirlilik biriktirmişti. Bu deneyim, ekonomik kazanç uğruna çevre risklerinin ithal edilmesinin sakıncalarını göstermektedir. Öte yandan, Çin’in yasağı dünya çapında geri dönüşüm sektöründe de etki yaptı; batılı ülkeler kendi atıklarıyla baş başa kaldı. Çin şimdi içerdeki geri dönüşüm oranlarını artırmaya odaklanıyor, “çöp sınıflandırma” kampanyaları başlatarak halkın evsel atıklarını ayrıştırmasını teşvik ediyor. Yine de bu örnek, geçmiş bir politika hatası olarak kayda geçmiştir.

Yerel Protestolar ve Proje İptalleri – Toplumsal Duyarlılık: Bazı çevre projeleri, iyi niyetle planlanmış olsa bile halkın tepkisi nedeniyle başarısızlığa uğrayabiliyor. Örneğin, 2016’da Guangdong eyaletinin Lufeng şehrinde kurulması planlanan bir nükleer atık işleme tesisi, kamuoyunda yeterli bilgilendirme yapılmaması ve risk iletişiminin zayıflığı nedeniyle yerel halkın büyük protestolarına yol açtı. Binlerce insan sokaklara dökülerek projeye karşı çıktı ve nihayetinde hükümet projeyi iptal etmek zorunda kaldı. Benzer şekilde, Xiamen şehrinde 2007’de planlanan bir petrokimya tesisi (para-ksilen fabrikası) halk protestoları sonucu başka bir bölgeye taşınmıştı. Bu örnekler, çevreyle ilgili projelerde şeffaflık ve katılım eksikliğinin nasıl ters tepebileceğini gösteriyor. Çin yönetimi, bu tip olaylardan ders alarak 2010’ların sonrasında Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) süreçlerini iyileştirmeye, kamu katılımını formalite de olsa sağlamaya başladı. Ancak hala bazı projelerde “önce yap sonra sor” mantığı görülebiliyor ve bu durum toplumsal gerginliğe sebep olabiliyor. Dolayısıyla, çevre politikalarının başarısı için toplumsal rızanın ve bilincin önemini vurgulayan bu örnekler, başarısızlık kadar bir öğrenme süreci olarak da değerlendirilebilir.

Sanayi Kaynaklı Kazalar ve Çevre Felaketleri – İhmallerin Bedeli: Çin, büyük bir sanayi ülkesi olarak zaman zaman ciddi çevresel kazalar da yaşadı. 2010 yılında gerçekleşen Dalian petrol sızıntısı, 1500 ton ham petrolün denize yayılmasına neden olup kıyı ekosistemine zarar verdi. 2015’te Tianjin’de bir kimyasal depoda meydana gelen patlama, onlarca can kaybının yanı sıra toksik kimyasalların çevreye yayılmasına yol açtı. Bu tür olaylar, çevre ve güvenlik standartlarındaki ihmallerin bedelini göstermesi açısından önemli. Her ne kadar doğrudan iklim politikasıyla ilgili olmasa da, çevre yönetiminin kapsayıcı bir şekilde ele alınmamasının risklerini ortaya koyuyor. Bu kazalar sonrasında Çin hükümeti tepkisel olarak önlemler alsa da, asıl başarı bu tür olayların hiç yaşanmamasını sağlamakla ölçülecektir. Dolayısıyla, başarısızlık örnekleri hanesinde bu tip kazalar da anılmalıdır.

Genel bir değerlendirme yaparsak, Çin’de yerel ve ulusal düzeydeki uygulamalar, büyük ölçekte başarı hikâyeleri yaratmakla birlikte, bazı alanlarda ciddi zorluklar ve geri adımlar da barındırmaktadır. Başarı örnekleri, doğru politikaların etkin uygulamayla desteklendiğinde çevre ve ekonominin birlikte kazanabildiğini ortaya koymuştur. Yucun, Shenzhen, Saihanba gibi örnekler, İki Dağ Teorisi’nin pratikteki tezahürleridir ve bu örneklerin sayısı giderek artmaktadır. Buna karşılık, kömür yatırımlarının devam etmesi, yeşil GSYİH projesinin akamete uğraması, atık ithalatı gibi deneyimler ise öğrenme süreçleri olarak değerlendirilmelidir. Çin, böylesine büyük ve çeşitli bir ülke olarak, farklı bölgelerinde farklı hızlarda ilerlemektedir; bazı yerler öncülük ederken bazıları geriden gelmektedir. Önemli olan, zaman içinde başarısızlıkların derslerinin alınıp politikaların düzeltilmesi ve başarılı modellerin ölçeklendirilmesidir. Şimdiye kadar Çin, bu konuda kararlılık göstermiş ve hatalarını telafi etme yönünde adımlar atmıştır (örneğin atık ithalatının yasaklanması, kömür finansmanının yurt dışında sonlandırılması gibi). İlerleyen yıllarda, karbon nötrlük hedefi yaklaştıkça, başarı ile başarısızlık arasındaki çizgi daha da keskinleşecektir; çünkü kolay kısımlar yapıldıkça geriye zor ve yapısal değişimler kalmaktadır. Bu noktada, yerel inovasyonların ve halk desteğinin sürdürülmesi, Çin’in rotada kalması için kritik öneme sahiptir.

Sonuç
Bu makalede, Çin’in iklim değişikliğiyle mücadele yaklaşımını İki Dağ Teorisi çerçevesinde çok boyutlu olarak inceledik. İki Dağ Teorisi, çevre koruma ve ekonomik kalkınmayı birbiriyle çelişen değil, aksine birbirini tamamlayan hedefler olarak gören bir vizyon sunmaktadır. Tarihsel olarak 2000’lerin başında ortaya atılan bu konsept, Xi Jinping liderliğinde Çin’in ulusal çevre politikalarının kılavuz ilkesi haline gelmiştir. Teorinin “yeşil sular ve yeşil dağlar, altın ve gümüş dağlar kadar değerlidir” şeklindeki özlü ifadesi, son on yılda Çin’in hem iç hem dış politikasında yankı bulmuş; ekolojik medeniyet kavramının merkezinde yer almıştır.

Çin’in çevresel sürdürülebilirlik politikaları, hızlı sanayileşmenin yarattığı sorunlara yanıt olarak şekillenmiş ve son derece geniş bir yelpazeyi kapsamıştır. Hava kirliliği ile mücadeleden su ve toprak kirliliğine, çölleşmeyi önlemeden atık yönetimine, yenilenebilir enerji yatırımlarından enerji verimliliğine kadar pek çok alanda politikalar ve eylem planları yürürlüğe konmuştur. Bu politikaların ekonomik etkileri başlangıçta tartışma konusu olsa da, makro ölçekli bakıldığında Çin ekonomisinin “yeşil dönüşüm” süreci içinde yeniden yapılanmakta olduğu görülmektedir. Kirli ve kaynak yoğun sektörler görece küçülür veya temiz teknolojilere geçerken, yenilenebilir enerji, elektrikli ulaşım, çevre teknolojileri gibi yeni sektörler milyonlarca kişiye istihdam sağlamaktadır. İki Dağ Teorisi’nin özü, bu dönüşümü meşrulaştıran ve yönlendiren ideolojik çerçeveyi sağlamıştır. Teori, yöneticilere ve topluma, uzun vadeli refahın ancak çevreyle uyum içinde elde edilebileceğini anlatan bir rehber görevi görmüştür.

Çin’in iç siyasi stratejileri de çevre politikalarıyla derinden iç içe geçmiştir. Çevresel performans, yerel yönetici değerlendirme sistemine entegre edilmiş; “mavi gökyüzü” sağlamak, “güzel Çin” inşa etmek gibi hedefler Parti’nin meşruiyet söyleminin parçası haline gelmiştir. Bu, Çin’de yönetimin halkla yaptığı toplumsal sözleşmeye çevrenin de eklemlenmesi anlamına gelir. Halk, temiz hava ve temiz su talebini yüksek sesle dile getirirken; Parti de bu talepleri karşılamayı, yönetme iddiasının bir koşulu olarak kabul etmektedir. Kuşkusuz bu alanda zorluklar sürmekle birlikte, 10-15 yıl öncesine kıyasla bugün Çin’de çevre duyarlılığı hem bürokratik hem toplumsal düzeyde belirgin biçimde artmıştır. Ekolojik medeniyet ideolojisi, tüm bunların şemsiyesi olarak Parti tüzüğünde yer bulmuştur.

Uluslararası alanda ise Çin, iklim değişikliğiyle mücadeledeki rolünü giderek artırmıştır. Paris Anlaşması’nın başarısı için kritik katkı veren Çin, 2020’de açıkladığı karbon nötr hedefiyle de küresel iklim siyasetine yön vermiştir. Kuşak ve Yol Girişimi gibi inisiyatiflerini yeşil ilkelerle uyumlu hale getirme gayretine girişmesi, yurt dışı kömür finansmanını sonlandırması gibi adımlar, Çin’in küresel imajını olumlu yönde etkilemiştir. Bununla birlikte, Çin’in hala dünyanın en büyük emisyon kaynağı olması ve emisyonlarının birkaç yıl daha artışta kalacak olması, küresel ısınmayı sınırlama çabalarında risk unsuru olmaya devam etmektedir. “Çin’in iklim liderliği”, söylemin ötesinde somut sonuçlarla perçinlendikçe uluslararası toplumda tam kabul görecektir. Bu da, önümüzdeki 5-10 yıllık dönemde Çin’in emisyon eğrisini ne kadar hızlı aşağı çevireceğine bağlıdır.

Değerlendirmemiz, Çin’in iklim ve çevre alanında bazı çelişkili dinamikler barındırdığını da göstermiştir. Bir tarafta Shenzhen gibi yenilikçi ve temiz şehirler, devasa ormanlandırma projeleri, dünyanın en büyük yenilenebilir enerji kapasitesi; diğer tarafta ise sürmekte olan kömür bağımlılığı, yer yer devam eden çevre kirliliği sorunları ve bölgesel uygulama farklılıkları mevcuttur. Bu çelişkiler, aslında Çin’in geçiş sürecinin henüz tamamlanmadığının ve yolun zorlu kısımlarının hâlâ aşılmakta olduğunun işaretidir. İki Dağ Teorisi ve ekolojik medeniyet kavramı, bu uzun soluklu dönüşüm yolunda bir yıldız işlevi görmekte; yönü belirlemektedir. Ulaşılan noktada Çin, çevre konusunda geçmişe kıyasla çok daha ileridedir: Hava kalitesinde belirgin iyileşme trendi yakalanmış, karbon yoğunluğu önemli ölçüde düşmüş, yenilenebilir enerji alanında rekorlar kırılmıştır. Ancak hedeflenen “güzel Çin” vizyonuna tam olarak varmak için önünde katedecek mesafesi de büyüktür: Emisyonlarını mutlak azaltıma geçirmek, su ve toprak kirliliğini asgari düzeye indirmek, biyoçeşitlilik kaybını durdurmak gibi başlıklar hâlâ masadadır.

Sonuç itibariyle, Çin örneği, gelişmekte olan bir ülkenin yüksek ekonomik büyüme sürecinden sürdürülebilir kalkınma rotasına geçişinin dünyadaki en büyük ölçekli denemesidir. Bu deneme, başarısı halinde tüm gezegenin kazanacağı, başarısız olması halinde ise tüm gezegenin kaybedeceği bir girişimdir. İki Dağ Teorisi, bu denemenin ilkesel yol haritasını çizmektedir. Çin, “yeşil dağların da birer altın dağ olduğu”nu hem kendi halkına hem de dünyaya kanıtlamak arzusundadır. Şimdiye kadarki gelişmeler, doğru yönde atılmış adımlar olduğunu göstermektedir. Bundan sonrası, atılan adımların hızının yeterli olup olmayacağına bağlıdır. Çin, iklim değişikliğiyle mücadelede üzerine düşeni yaparken aynı zamanda kendi ekonomisini yeniden icat etmeye çalışmaktadır – ve ortaya çıkan tablo umut vericidir.

 

 

Kaynakça
Academy of Chinese Studies. (t.y.). Green is gold: Clear waters and green mountains are as good as mountains of gold and silver. China Today. https://chiculture.org.hk/en/china-today/1345

Beijing Review. (2019, 7 Ocak). Key terms to understand reform and opening up. Beijing Review. https://www.bjreview.com/Nation/201901/t20190107_800153482.html

CCTV News. (2021, 15 Ağustos). 百年瞬间丨习近平首次提出“绿水青山就是金山银山”. 共产党员网. https://www.12371.cn/2021/08/15/VIDE1628991960305925.shtml

Chen, Y., Yang, Z., & Jiang, B. (2019). Proposing a national protected river system in China. International Journal of Wilderness, 25(3), 64-73. https://ijw.org/protected-river-system-china/ 

Council on Foreign Relations (CFR). (2021). China’s fight against climate change and environmental degradation (L. Maizland, Yazar). CFR Backgrounder. https://www.cfr.org/backgrounder/china-climate-change-policies-environmental-degradation#:~:text=,increasing%20dissatisfaction%20with%20the%20government 

Farand, C., & Darby, M. (2020, Eylül 22). Xi Jinping: China will aim for carbon neutrality by 2060. Climate Home News. https://www.climatechangenews.com/2020/09/22/xi-jinping-china-will-achieve-carbon-neutrality-2060/ 

Greenfield, P., & Ni, V. (2021, 16 Ekim). ‘Ecological civilisation’: an empty slogan or will China act on the environment? The Guardian. https://www.theguardian.com/environment/2021/oct/16/ecological-civilisation-empty-slogan-cop15-or-will-china-act-on-environment-aoe 

Hilton, I. (2024, 13 Mart). How China Became the World’s Leader on Renewable Energy. Yale Environment 360. https://e360.yale.edu/features/china-renewable-energy 

Hilton, I., & Kerr, O. (2017). China’s “new normal” role in international climate negotiations. İçinde T. Sauer (Ed.), Climate Policy after the 2015 Paris Agreement (ss. 49-69). Routledge. https://www.tandfonline.com/doi/full/10.1080/14693062.2016.1228521#:~:text=In%20the%20'New%20Normal'%20era,on%20China's%20international%20image%20of 

Huang, Z., Bai, Y., Ali, M., & Fang, Z. (2024). “Two Mountains concept” leading the green transformation of China’s economic society. Journal of Environmental Management, 359, 120960. https://doi.org/10.1016/j.jenvman.2024.120960 

Kao, E. (2018, 30 Eylül). Air pollution is killing 1 million people and costing Chinese economy 267 billion yuan a year, research from CUHK shows. South China Morning Post. https://www.scmp.com/news/china/science/article/2166542/air-pollution-killing-1-million-people-and-costing-chinese

Keegan, M. (2018, 12 Aralık). Shenzhen’s silent revolution: world’s first fully electric bus fleet quietens Chinese megacity. The Guardian. https://www.theguardian.com/cities/2018/dec/12/silence-shenzhen-world-first-electric-bus-fleet#:~:text=The%20benefits%20from%20the%20switch,Its%20fuel%20bill%20has%20halved 

Li, P. (2017). Proposing a national protected river system in China. International Journal of Wilderness, 23(2), 64–70. https://ijw.org/protected-river-system-china/

Liu, H., & You, X. (2021, 16 Aralık). Q&A: What does China’s new Paris Agreement pledge mean for climate change? Carbon Brief. https://www.carbonbrief.org/qa-what-does-chinas-new-paris-agreement-pledge-mean-for-climate-change/#:~:text=The%20headline%20targets%20in%20China%E2%80%99s,achieve%20%E2%80%9Ccarbon%20neutrality%E2%80%9D%20before%202060 

Maizland, L. (2021, 19 Mayıs). China’s fight against climate change and environmental degradation. Council on Foreign Relations. https://www.cfr.org/backgrounder/china-climate-change-policies-environmental-degradation

Master, F., Howe, C., & Jackson, L. (2025, 21 Ocak). China’s solar, wind power installations soared to record in 2024. Reuters. https://www.reuters.com/business/energy/chinas-solar-wind-power-installed-capacity-soars-2024-2025-01-21/#:~:text=By%202030%2C%20solar%20power%20capacity,said%20at%20a%20separate%20briefing 

Myllyvirta, L., & Tsang, B. (2024, 9 Ekim). China’s climate targets could make or break the Paris Agreement. Foreign Policy. https://foreignpolicy.com/2024/10/09/china-climate-target-paris-agreement-global-warming-un/#:~:text=In%20the%20next%20few%20months%2C,rise%20in%20deadly%20weather%20events 

Ouyang, Z., et al. (2020). Using gross ecosystem product (GEP) to value nature in decision-making. Proceedings of the National Academy of Sciences, 117(25), 14593-14601. https://doi.org/10.1073/pnas.1911439117 

Patel, A. (2025, 13 Şubat). China’s construction of new coal-power plants “reached 10-year high” in 2024. Carbon Brief. https://www.carbonbrief.org/chinas-construction-of-new-coal-power-plants-reached-10-year-high-in-2024/#:~:text=As%20shown%20in%20the%20chart,a%20wave%20of%20new%20projects 

Reuters. (2014, 5 Mart). China to ‘declare war’ on pollution, premier says. Reuters. https://www.reuters.com/article/business/environment/china-to-declare-war-on-pollution-premier-says-idUSBREA2405X/#:~:text=,carried%20live%20on%20state%20television 

Reuters. (2025, 21 Ocak). China's solar, wind power installations soared to record in 2024. https://www.reuters.com/business/energy/chinas-solar-wind-power-installed-capacity-soars-2024-2025-01-21/

Ruwitch, J. (2023, 28 Aralık). A visit to Xi Jinping's model village in rural China. NPR. https://www.npr.org/2023/12/28/1222052635/a-visit-to-xi-jinpings-model-village-in-rural-china

Shanghai Observer. (2018, 20 Nisan). 习近平首次提出“两山论”,就在来这个小村庄9天后 | 浙江湖州:坚守出来的美丽. Shanghai Observer. https://www.shobserver.com/staticsg/res/html/web/newsDetail.html?id=86720

Si, S., Lyu, M., Lin Lawell, C.-Y. C., & Chen, S. (2020, Aralık). The effects of environmental policies in China on GDP, output, and profits. https://clinlawell.dyson.cornell.edu/China_energy_policy_GDP_paper.pdf

The Guardian. (2021, 16 Ekim). ‘Ecological civilisation’: an empty slogan or will China act on the environment? https://www.theguardian.com/environment/2021/oct/16/ecological-civilisation-empty-slogan-cop15-or-will-china-act-on-environment-aoe#:~:text=%E2%80%9CIt%20started%20from%202017%20when,%E2%80%9D 

Wang, Y. (2015, 3 Haziran). 关于加快推进生态文明建设的意见 [Opinions on Accelerating the Promotion of Ecological Civilization Construction]. The State Council of the People's Republic of China. https://www.gov.cn/2015-06/03/content_2872658.htm

Xinhua. (2021, 22 Nisan). Green is gold: Xi Jinping innovates fight against climate change. China Daily. https://subsites.chinadaily.com.cn/npc/2021-04/22/c_693020.htm

Xue, Y. (2024, 1 Kasım). China’s clean-energy boom creates 7.4 million jobs, nearly half the global total. South China Morning Post. https://www.scmp.com/business/china-business/article/3284788/chinas-clean-energy-boom-creates-74-million-jobs-nearly-half-global-total#:~:text=An%20estimated%207,ILO%29%20reported%20last%20month 

You, X. (2023, 7 Haziran). Confusion surrounds China’s pledged climate finance towards the Global South. Climate Home News. https://www.climatechangenews.com/2023/06/07/china-climate-finance-global-south-southsouth-xi-jinping/

Zhao, X., Wang, S., & Li, X. (2021). A comprehensive review of China's renewable energy development and policies. Renewable and Sustainable Energy Reviews, 135, 110132. https://doi.org/10.1016/j.rser.2021.110132

İdeolojiler
Etiketler
Çin; İklim; Çevre; Doğa; Asya