Afganistan

Frederick Engels
Çeviri: Elif Asena Mirza

Engels bu makaleyi, 1857 yılının Temmuz ve Ağustos aylarında yazdı. Makale ilk kez The New American Cyclopaedia’da (Vol. I, 1858) yayımlandı. Transkripsiyonu Andy Blunden tarafından yapıldı. Makale dilimize http://www.defenddemocracy.press sitesinden Elif Asena Mirza tarafından çevrildi. [1]

 

Afganistan, Hindistan’ın kuzey batısında, Asya’nın geniş bir ülkesi. İran ile Hint Adaları ve diğer tarafta Hindukuş Dağları ile Hint Okyanusu arasında uzanır. Eskiden, İran eyaletleri olan Horasan ve Kuhistan ile Herat’ı, Belucistan’ı, Kaşmiri, Sinde’yi ve Pencap’ın önemli bir bölümünü kapsıyordu. Şimdi, mevcut sınırları içinde yaşayan kişi sayısı muhtemelen 4.000.000’u geçmez. Afganistan’ın yüzeyi çok düzensizdir. Yüksek platolardan, uçsuz bucaksız dağlardan, derin vadilerden ve yarıklardan oluşur. Tüm dağlık tropik ülkeler gibi, her türlü iklimi yaşanır. Hindukuş’ta kar yüksek zirvelerde tüm yıl kalırken, vadilerde termometre 130°’ye* kadar çıkar. Doğuda sıcaklık batıdan daha fazladır, ancak iklim genellikle Hindistan’ınkinden daha soğuktur. Ayrıca yaz-kış ve gece-gündüz arasındaki sıcaklık değişimleri çok büyük olmasına rağmen ülke genel olarak sağlıklıdır. Başlıca hastalıklar ateş, nezle ve oftalmidir. Bazen çiçek hastalığı yıkıcıdır. Toprağın bereketi boldur. Sarı kumlu çöllerin vahalarında Hurma ağaçları çiçek açar. Ilık vadilerde şeker kamışı ve pamuk, 6-7 bin fit yüksek yamaçların teraslarında ise Avrupa meyve ve sebzeleri bol bereketiyle yetişir. Dağlar, asil ormanlarla kaplıdır. Ayıların, kurtların ve tilkilerin uğrak yeri bu ormanlarken; aslan, leopar ve kaplanlar tabiatlarına daha uygun bölgelerde gözlenir. İnsanların faydalanabileceği pek çok hayvan bulunur. İran cinsi ve uzun kuyruklu cinsten pek çok çeşit koyunlar vardır. Atlar iri ve iyi cinstir. Deve ve eşekler yük hayvanı olarak kullanılır ve çok sayıda keçi, köpek ve kedi bulunur. Himalayalar’ın devamı olan Hindukuş’un yanında, güneybatıda Süleyman Dağı olarak adlandırılan ve Afganistan ile Belh arasında Paropamisan tepeleri olarak bilinen sıradağlar vardır. Her nasılsa, Paropamisan tepeleri ile ilgili çok az bilgi Avrupa’ya ulaşmıştır. Nehirler sayıca azdır. Bunların içinde Helmend Nehri ve Kabil Nehri en önemlileridir. Bu nehirler Hindukuş’ta coşarlar. Kabil Nehri Attock’un yakınlarında İndus Nehri’ne, Helmend Nehri ise, Sistan bölgesinden batıya doğru akarak Zurrah gölüne dökülür. Helmend, Nil Nehri gibi her yıl kıyılarından taşma özelliğine sahiptir ve taşkın sınırının ötesinde kumlu çöl toprağına bereket getirir. Afganistan’ın başlıca şehirleri başkent Kabil, Gazne, Peşaver ve KandAhar’dır. Kabil, 34° 10’ Kuzey enlemi, 60° 43’ Doğu boylamında, aynı adı taşıyan nehir üzerinde kurulu, güzel bir şehirdir. Binalar ahşap, düzgün ve gösterişlidir. Şehrin güzel bahçelerle çevrili olması ise çok hoş bir görüntü oluşturmaktadır. Şehir, etrafı alçak tepelerle çevrili geniş bir ovanın ortasında ve etrafı köylerle çevrilidir. İmparator Baber’in mezarı şehrin baş anıtıdır. Peşaver, nüfusu 100.000 olarak tahmin edilen büyük bir şehirdir. Bir zamanlar büyük padişah Mahmud’un başkenti, eski ünlü şehir Gazne, eski görkemli varlığını kaybetmiş ve şimdi fakir bir yerdir. Yakınında Mahmud’un mezarı vardır. KandAhar, 1754 gibi yakın bir tarihte, antik bir kentin bulunduğu bölgede kurulmuştur. Hükümet merkezi 1774’te Kabil’e taşınana kadar, birkaç yıl boyunca Afganistan’ın başkentidir. Şehrin 100.000 nüfusa sahip olduğu düşünülmektedir. Şehrin yakınında, kurucusu Şah Ahmed’in mezarı bulunmaktadır. Mezar o kadar kutsal bir sığınaktır ki, mezarın surlarına sığınan bir suçluyu kral bile yakalatamaz.

Afganistan’ın coğrafi konumu ve insanların kendine özgü karakteri, ülkeye Orta Asya meselelerinde tahmin edilemeyecek bir siyasi önem vermektedir. Hükümet bir monarşi, ancak kralın enerjik ve çalkantılı tebaaları üzerindeki otoritesi kişisel ve çok değişkendir. Krallık, her biri hükümdarın bir temsilcisi tarafından denetlenen eyaletlere bölünmüştür. Bu temsilci, eyaletin vergilerini toplar ve başkente iletir.

Afganlar cesur, dayanıklı ve bağımsız bir ırktır. Hindulara ve kasabaların diğer sakinlerine küçümseyerek boyun eğdikleri ticaretten kaçınır ve yalnızca kırsal veya tarımsal meslekleri yaparlar. Onlarda savaş, bir heyecan ve endüstriyel işlerin monoton meşgalesinden bir rahatlamadır.

Afganlar, çeşitli şeflerin başlarında olduğu feodal klanlara [2] bölünmüştür. Hükümdarlığa karşı kırılmayan nefretleri ve bireysel bağımsızlıklarına düşkünlükleri güçlü bir ulus olmalarını engellemektedir. Ama tam da bu düzensizlik ve hareket belirsizliği onları tehlikeli komşular yapar. Geçici heves rüzgârıyla savrulmaya, tutkularını ustaca harekete geçiren siyasi entrikalar tarafından kışkırtılmaya müsaittirler. Durraniler ve Ghilgieler her zaman birbirleriyle kavga halinde olan iki ana kabiledir. Durraniler daha güçlüdür ve üstünlüklerinden dolayı emirleri kendini Afganistan’ın kralı yapmıştır. Yaklaşık 10.000.000 £ geliri vardır. Fakat otoritesi sadece kendi kabilesinde üstündür. Askerî birliklerin büyük bir kısmı Durraniler tarafından kurulmuştur. Geri kalanı ya diğer klanlar tarafından ya da ücret-yağma umuduyla hizmete giren askerî maceracılar tarafından sağlanır. Kasabalarda adalet kadılar tarafından idare edilir, ancak Afganlar nadiren hukuka başvururlar. Hanlar, ölüm kalım ölçüsünde dahi cezalandırma hakkına sahiptir. Kan davası bir aile görevidir. Bununla birlikte, kışkırtılmadıklarında liberal ve cömert bir halk oldukları söylenir. Misafir hakları o kadar kutsaldır ki, hile ile elde ettiği ekmeği ve tuzu yiyen ölümcül bir düşman intikamdan kutsaldır ve ev sahibinden diğer tüm tehlikelere karşı koruma talep edebilir. Dinleri İslam’dır ve Sünni mezhebine mensupturlar. Fakat bu konuda bağnaz değildirler, Şii mezhebi ile Sünni mezhebi [3] arasında sık sık ittifaklar kurulur.

Afganistan dönüşümlü olarak Moğol [4] ve İran egemenliğine girmiştir. İngilizlerin Hindistan kıyılarına gelişinden önce, Hindistan ovalarını süpüren yabancı istilalar her zaman Afganistan’dan gelmiştir. Sultan Mahmud, Cengiz Han, Timur ve Nadir Şah, hepsi bu yola girdiler. 1747’de Nadir’in ölümünden sonra, bu askerî maceracının altında savaş sanatını öğrenen Şah Ahmed, İran boyunduruğundan kurtulmaya karar vermiştir. Onun yönetiminde Afganistan, modern zamanların en yüksek büyüklük ve refah noktasına ulaşmıştır. Şah Ahmed, Suddosis ailesine mensuptu ve ilk işi, rahmetli şefinin Hindistan’da topladığı ganimeti ele geçirmek oldu. 1748’de Moğol valisini Kabil ve Peşaver’den kovmayı başardı ve İndus’u geçerek Pencap’ı hızla ele geçirdi. Krallığı Horasan’dan Delhi’ye kadar uzanıyordu ve hatta kılıçlarını Mahratta güçleriyle ölçtü.[5] Her nasılsa bu büyük girişimler, onun barış sanatları ile ilgilenmesini engellemedi. Beğenilen bir şair ve tarihçi olarak biliniyordu. 1772’de öldü ve tacını, ilginç bir şekilde bu ağır yük için yeterli olmayan oğlu Timur’a bıraktı. Timur, babası tarafından kurulan ve birkaç yıl içinde zengin ve kalabalık bir şehir haline gelen KandAhar şehrini terk etti ve hükümet merkezini Kabil’e geri götürdü. Onun saltanatı sırasında, Şah Ahmed’in demir yumruğuyla bastırılan aşiretlerin iç çekişmeleri yeniden canlandı. 1793’te Timur öldü ve yerine Siman geçti. Bu prens, Hindistan’ın Müslüman gücünü sağlamlaştırma fikrini tasarladı. İngiliz topraklarını ciddi şekilde tehlikeye atabilecek bu planın o kadar önemli olduğu düşünüldü ki, Sir John Malcolm, herhangi bir harekete karşı Afganları kontrol altında tutmak için sınıra gönderildi ve aynı zamanda, yardımıyla Afganları iki ateş arasına yerleştirebilecek olan İran ile müzakereler başlatıldı. Ancak bu önlemler gereksizdi çünkü Siman Şah, komplolar ve iç kargaşalarla fazlasıyla meşguldü. Sonuç olarak büyük planları başlamadan bitti. Kralın kardeşi Mahmud, bağımsız bir prenslik kurma planıyla kendini Herat’a attı, ancak bu girişim başarısız oldu ve İran’a kaçtı. Başında Şir Efras Han olan Bairukshee ailesi Siman Şah’a tahta geçerken yardım etti. Siman’ın sevilmeyen bir vezir ataması, ortaya çıkan bir komplo düzenleyen eski destekçilerinin nefretini uyandırdı ve Şeir Afras idam edildi. Mahmud komplocular tarafından geri çağrıldı, Siman esir alındı ​​ve gözleri oyuldu. Durraniler tarafından desteklenen Mahmud’a karşı, Gilgieler tarafından Şah Şucâ öne sürüldü ve bir süre tahtta kaldı. Ancak sonunda, kendi destekçilerinin ihaneti yüzünden yenildi ve Sihler arasına sığınmak zorunda kaldı. [6]

1809’da Napolyon, Şah’ı (Fath Ali) Hindistan’ı işgal etmeye ikna etme umuduyla General Gardane’ı İran’a göndermişti. Hindistan hükümeti ise İran’a karşı bir muhalefet yaratmak için Şah Şucâ’nın sarayına bir temsilci (Mountstuart Elphinstone) gönderdi. Bu devirde, Runjeet Singh güç ve ün kazandı. O bir Sih reisiydi ve dehası sayesinde ülkesini Afganlardan bağımsız hale getirdi. Pencap’ta bir krallık kurarak kendisine Maharajah (baş rajah) unvanını ve İngiliz-Hint hükümetinin saygısını kazandı. Ancak gaspçı Mahmud, zaferinin tadını uzun süre çıkaracak durumda değildi. Hırsları, geçici çıkarları doğrultusunda Mahmud ve Şah Şucâ arasında gidip gelen veziri Fettah Han, kralın oğlu Kamran tarafından yakalandı, gözleri çıkarıldı ve ardından acımasızca öldürüldü. Öldürülen vezirin güçlü ailesi, ölümünün intikamını almaya yemin etti. Kukla Şah Şucâ tekrar öne çıkarıldı ve Mahmud kovuldu. Ancak, Soojah suçlu olduğu için görevden alındı ​​ve yerine başka bir kardeşi taç giydi. Mahmud, elinde bulundurmaya devam ettiği Herat’a kaçtı ve 1829’da ölümü üzerine oğlu Kamran o bölgenin yönetimini ele aldı. Hâkim kuvvet haline gelen Bairukshee ailesi, toprakları kendi aralarında paylaştırdı. Ancak ortak kullanım konusunda çatıştılar ve sadece ortak bir düşmanın varlığında birleştiler. Kardeşlerden biri olan Muhammed Khan, Runjeet Singh’e haraç ödediği Peşaver şehrinde, başka bir kardeş Gazne şehrinde, diğer bir kardeş KandAhar şehrinde ve ailenin en güçlüsü olan Dost Muhammed Kabil’de hüküm sürüyordu.

1835’te bu prense, Rusya ve İngiltere’nin İran ve Orta Asya’da birbirlerine komplolar kurdukları sırada, Yüzbaşı Alexander Burnes büyükelçi olarak gönderildi. Yüzbaşı, Dost’un kabul etmeye çok hevesli olduğu bir ittifak teklif etti, fakat İngiliz-Hint hükümeti ondan her şeyi talep ederken karşılığında kesinlikle hiçbir şey teklif etmedi. Bu arada 1838’de İran, Rus yardımı ve tavsiyesi ile Afganistan ve Hindistan’ın anahtarı olan Herat’ı kuşattı [7]. Daha sonra bir İranlı ve bir Rus ajanı Kabil’e geldi. İngilizlerin tüm tekliflerini reddeden Dost, sonunda diğer taraflardan teklif almaya mecbur kaldı. Burnes ayrıldı ve o zamanlar Hindistan’ın genel valisi olan Lord Auckland, sekreteri W. McNaghten’den etkilendi ve Dost Muhammed’i, kendisini yapmaya zorladığı şey için cezalandırmaya karar verdi. Onu tahttan indirmeye ve şimdilerde Hindistan hükümetinin emeklisi olan Şah Şucâ’yı getirmeye karar verdi. Şah Şucâ ve Sihler ile bir anlaşma yapıldı ve Şah, İngilizler tarafından finanse edilen ve yönetilen bir ordu toplamaya başladı. Bir İngiliz-Hint kuvveti Satlec’de yoğunlaştı. Burnes tarafından görevlendirilen McNaghten, Afganistan elçisi olarak sefere eşlik edecekti. Bu arada İran, Herat kuşatmasını kaldırdı ve böylece Afganistan’a müdahale için tek geçerli neden ortadan kalktı. Ancak yine de Aralık 1838’de ordu Sinde’ye yürüdü. Ülke boyun eğmeye, Sihlere ve Şah Şucâ’ya para ödemeye zorlandı.[8] 20 Şubat 1839, İngiliz ordusu İndus’u geçti. Şahın yeni askerlerinin yanında, 40.000’den fazla kamp izleyicisiyle, yaklaşık 12.000 adamdan oluşuyordu. Bolan Geçidi mart ayında geçildi, erzak ve yem eksikliği hissedilmeye başlandı, yüzlerce deve düştü ve yol eşyasının büyük bir kısmı kayboldu. 7 Nisan’da ordu Hocak Geçidi’ne girdi, direniş olmadan geçti ve 25 Nisan’da Dost Muhammed’in kardeşleri olan Afgan prenslerinin terk ettiği KandAhar’a girdi. İki aylık bir dinlenmeden sonra, komutan Sir John Keane, KandAhar’da Nott komutasında bir tugay bırakarak ordunun asıl kuvvetiyle kuzeye doğru ilerledi. Afganistan’ın zaptedilemez kalesi Gazne, 22 Temmuz’da, duvarlarla örülmemiş tek kapının Kabil kapısı olduğu bilgisini getiren bir kaçak sayesinde alındı. Sonrasında havaya uçuruldu ve şehir alaşağı edildi. Bu felaketten sonra, Dost Muhammed’in topladığı ordu hemen dağıldı ve Kabil’in kapıları da 6 Ağustos’ta açıldı. Şah Şucâ usulüne uygun biçimde idareye geçti fakat hükümeti esas yöneten kişi, Şah Şucâ’nın tüm masraflarını Hindistan hazinesinden ödeyen McNaghten’di.

Afganistan’ın fethi tamamlanmış görünüyordu ve birliklerin önemli bir kısmı geri gönderildi. Ancak Afganlar artık Frenk Kâfirleri (Avrupalı ​​kafirler) tarafından yönetilmekten memnun değildi. 1840 ve ‘41 yılları boyunca ülkenin her yerinde art arda ayaklanmalar çıktı. İngiliz-Hint birlikleri sürekli hareket halinde olmak zorundaydı. Yine de McNaghten bunun Afgan toplumunun normal durumu olduğunu ilan etti ve ülkesine her şeyin yolunda gittiğini, Şah Şucâ’nın gücünün kök saldığını yazdı. Askerlerin ve diğer siyasi ajanların uyarıları boşunaydı. Dost Muhammed, Ekim 1840’ta İngilizlere teslim oldu ve Hindistan’a gönderildi. ‘41 yazındaki her ayaklanma başarıyla bastırıldı. Ekim ayına doğru Bombay valisi olarak atanan McNaghten, birliklerin başka bir kısmıyla Hindistan’a gitmek niyetindeydi. Ama sonra bir fırtına çıktı. Afganistan’ın işgali Hindistan hazinesine yılda 1.250.000 sterline mal oldu. Afganistan’da 16.000 askerin, İngiliz-Hint ve Şah Şucâ, maaşı ödenmek zorundaydı. 3.000 kişi daha Sinde ve Bolan Geçidi’nde yatıyordu. Şah Şucâ’nın muhteşem görkemi, görevlilerinin maaşları, sarayının ve hükümetinin tüm masrafları Hindistan hazinesi tarafından karşılanmıştı. En sonunda, Afgan şeflerine onları itaatsizlikten uzak tutmak için aynı kaynaktan destek, daha doğrusu rüşvet verildi. McNaghten, bu oranda para harcamanın imkânsız olduğu konusunda uyarıldı. İşten çıkarma girişiminde bulundu, ancak bunu uygulamanın tek yolu şeflerin ödeneklerini kesmekti. Bunu denediği gün, şefler İngilizleri yok etmek için bir kumpas kurdular ve böylece McNaghten, o zamana kadar Afganlar arasında İngiliz egemenliğine karşı duyulan nefretin en yüksek noktaya ulaştığı kesin olsa da şimdiye kadar işgalcilere karşı tek başına, birlik veya uyum olmadan mücadele eden bu isyancı güçlerin birleşmesini sağladı.

Kabil’de İngilizlere gutlu, kararsız, emirleri sürekli birbiriyle çelişen, tamamen çaresiz yaşlı bir adam olan General Elphinstone komuta etti. Birlikler bir tür tahkimli ordugâha yerleşti. Bu alan o kadar genişti ki savaş alanında harekete geçmek için cesetleri ayırmak bir yana, garnizon, surları yönetmek için zar zor yeterliydi. Yaptıkları işler o kadar kusurluydu ki, hendekler ve siperler at sırtında istila edilebilirdi. Bu yetmezmiş gibi ordugaha komşu tepelerden, neredeyse tüfek menzili içinde, komuta edildi. Alan düzeninin mantıksızlığını taçlandırmak için, tüm erzak ve tıbbi depolar, alandan biraz uzakta, duvarlarla çevrili bahçelerle ve İngilizlerin işgal etmediği başka bir küçük kaleyle ordugâhtan ayrılmış iki müstakil kaledeydi.

Kabil Kalesi ya da Bala Hisarı, tüm ordu için güçlü ve mükemmel bir kışlama alanıydı. Ancak Şah Şucâ’yı memnun etmek için işgal edilmedi. 2 Kasım 1841, isyan patlak verdi. Alexander Burnes’in şehirdeki evi saldırıya uğradı ve kendisi öldürüldü. İngiliz general hiçbir şey yapmadı ve ayaklanma cezasız kalarak güçlendi. Elphinstone, tamamen çaresiz bir halde, her türlü çelişkili tavsiyenin insafına kalmıştı. Çok geçmeden her şeyi, Napolyon’un üç kelimeyle tanımladığı bir karmaşaya soktu; düzen, karşı-düzen, düzensizlik. Bala Hisarı şimdi bile işgal altında değil. İsyanı bastırmak için binlerce isyancıya karşı birkaç şirket gönderildi ve elbette şirketler yenildi. Bu, Afganları daha da cesaretlendirdi. 3 Kasım, ordugâha yakın kaleler işgal edildi. 9’unda, sadece 80 adam tarafından tutulan, komiserlik kalesi Afganlar tarafından alındı ​​ve böylece İngilizler açlığa mahkûm edildi. Ayın 5’inde, Elphinstone ülkeden serbest çıkış satın almaktan bahsetmeye başlamıştı bile. Hatta, Kasım ayının ortalarında, kararsızlığı ve yetersizliği birliklerin moralini o kadar bozmuştu ki ne Avrupalılar ne de Sepoylar [9] artık Afganlarla açık alanda karşılaşmaya uygun değildi. Sonra müzakereler başladı. Bunlar sırasında, McNaghten Afgan şefleriyle yaptığı bir konferansta öldürüldü. Kar toprağı örtmeye başladı, erzak kıttı. Sonunda, 1 Ocak’ta, bir şartlı teslim üzerinde anlaşmaya varıldı. Mevcut tüm paranın, 190.000 sterlin, Afganlara verilmesi kararlaştırıldı ve 140.000 sterlin daha verilmesi için senet imzalandı. 6 adet altı librelik ve 3 adet dağ topu hariç tüm ağır silahlar ve mühimmat kalacak, bütün Afganistan boşaltılacaktı. Şefler ise karşılığında güvenli bir idare, erzak ve yük sığırları vaat etti.

5 Ocak’ta İngilizler, 4.500 savaşçı ve 12.000 kamp izleyicisiyle çekildi. Tek bir geri çekilme adımı, düzenin son kalıntısını dağıttı, askerlerle kamp izleyicilerini umutsuz bir kargaşa içinde birbirine düşürdü ve tüm direnişi imkânsız hale getirmeye yetti. Soğuk, kar ve erzak eksikliği, Napolyon’un 1812’de Moskova’dan geri çekilmesindeki gibi etki etti. Ancak bu sefer Kazakların saygılı bir mesafeyi koruması yerine, her tepeyi işgal etmiş, uzun menzilli tüfeklerle silahlanmış, çileden çıkmış Afgan nişancıları İngilizleri taciz etti. Kapitülasyonu imzalayan şefler, dağ kabilelerini ne durdurabilirlerdi ne de durdururlardı. Koord-Kabil Geçidi neredeyse tüm ordunun mezarı oldu. Geriye kalan 200’den az Avrupalı Jugduluk Geçidi’nin girişinde düştü. Sadece bir adam, Dr. Brydon, hikâyeyi anlatmak için Celalabad’a ulaştı. Birçok subay Afganlar tarafından ele geçirilmiş ve tutsak edilmişken Celalabad Sale’nin tugayı tarafından tutuldu. Kendisinden teslim olması istendi, ama o kasabayı tahliye etmeyi reddetti. KandAhar’daki Nott da öyle yaptı. Gazne düşmüştü; bölgede silahlar hakkında bir şey bilen tek bir adam yoktu ve garnizonun Sepoy’ları iklime yenik düşmüştü.

Bu arada, sınırdaki İngiliz yetkilileri, Kabil felaketinin haberi geldiğinde, Afganistan’daki birlikleri rahatlatmak için gönderilen askerleri Peşaver’de yoğunlaştırmıştı. Ancak ulaşım yetersizdi ve Sepoy’ların büyük kısmı rahatsızdı. General Pollock, şubat ayında komutayı devraldı ve 1842 Mart ayının sonunda daha fazla takviye birliği geldi. Daha sonra Hayber Geçidi’ni zorladı ve Celalabad’ı Sale varlığından temizlemek için ilerledi. Burada Sale, Afgan ordusunun kuşatmasını tamamen yarmadan önce birkaç gün geçirdi. Artık Hindistan genel valisi olan Lord Ellenborough, birliklerin geri çekilmesini emretti. Ama hem Nott hem de Pollock, ulaşım konusunda geçerli bir bahane bularak geri çekilmedi. Sonunda, temmuz ayının başında, Hindistan kamuoyu, Lord Ellenborough’u İngiliz ordusunun ulusal onurunu ve prestijini geri kazanmak için bir şeyler yapmaya zorladı. Bundan sonra hem KandAhar’dan hem de Celalabad’dan Kabil’e ilerlemeye izin verdi. Ağustos ayının ortalarında, Pollock ve Nott, ilerlemeleriyle ilgili bir anlaşmaya vardılar. 20 Ağustos’ta, Pollock Kabil’e doğru ilerledi, Gundamuck’a ulaştı ve 23’ünde bir Afgan cesedini arkada bıraktı. 8 Eylül’de Jugduluk Geçidi’ne ilerledi, 13’ünde Tezeen’de düşmanın birleşmiş kuvvetini yendi ve 15’inde Kabil surları altında kamp kurdu. Bu arada Nott, 7 Ağustos’ta KandAhar’ı boşalttı ve tüm kuvvetleriyle Gazne’ye doğru yürüdü. Bazı küçük çarpışmalardan sonra büyük bir Afgan grubunu yendi. 30 Ağustos’ta, düşman tarafından terk edilen Gazne’yi ele geçirdi, 6 Eylül’de, eserleri ve şehri tahrip etti, Afganları Alydan’da güçlü bir pozisyondayken tekrar yendi. 17 Eylül’de, Pollock’un onunla hemen temasa geçeceği Kabil’in yakınlarına geldi. Şah Şucâ, uzun zaman önce bazı şefler tarafından öldürülmüştü ve o zamandan beri Afganistan’da düzenli bir hükümet yoktu. Sözde, oğlu Futteh Jung kraldı. Pollock, Kabil mahkûmlarının ardından bir süvari birliği gönderdi, ancak bunlar muhafızlara rüşvet vermeyi başardılar ve onunla yolda karşılaştılar. İntikam işareti olarak, Kabil çarşısı tahrip edildi, askerler şehrin bir bölümünü yağmaladı ve birçok vatandaşı katletti. 12 Ekim, İngilizler Kabil’den ayrıldı, Celalabad ve Peşaver üzerinden Hindistan’a ilerlendi. Futteh Jung, kendi durumundan ümidini keserek onları takip etti. Dost Muhammed serbest bırakıldı ve krallığına geri döndü. Böylece, İngilizlerin Afganistan’da kendi yarattıkları bir prens kurma girişimi sona erdi.

 

Dipnotlar

* İngilizce metinde her ne kadar 130 derece olarak belirtilmişse de orijinal metinde 130 fahrenhait olarak yazılmış olmalı. Bu da 54.4 santigrat yapıyor.

1. Engels'in Afganistan üzerine bir makale yazmak istediği, (1838-42 İngiliz-Afgan savaşına vurgu yaparak) bu konuyu 28 Mayıs 1857’de Marx’a yazdığı mektupta The New American Cyclopaedia’nın geçici makaleler listesine dâhil etmesinden bellidir. Ancak 11 Temmuz 1857’de Engels, Marx’a makalenin kararlaştırıldığı gibi 14 Temmuz’a kadar hazır olmayacağını bildirir. Makale üzerindeki çalışma görünüşe göre beklenenden uzun sürmüştür. Marx, mektubu 11 Ağustos’ta almış ve defterindeki bu tarihe ilişkin kayıttan da anlaşılacağı gibi, New York’a göndermiştir. 2 Eylül 1857’de Marx’a yazdığı bir mektupta Charles Dana, “Afganistan İstilası”nın alındığını belirtmiştir. Bu makale üzerinde çalışırken Engels, JW Kaye’nin Afganistan Savaş Tarihi Cilt. I-II, Londra, 1851 (bkz. bu cilt, s. 379-90) kitabını kullanmıştır.

2. Engels, Batı Avrupa’da yaygın olan “klan” terimini, Afgan kabilelerinin bölündüğü helileri (kabile grupları) belirtmek için kullanır.

3. Sünniler ve Şiiler İslam’ın kurucusu Muhammed’in halefleri arasındaki çatışmaların bir sonucu olarak yedinci yüzyılda ortaya çıkan iki ana Müslüman mezhebinin üyeleridir.

4. Moğollar, on altıncı yüzyılın başlarında ve 1526’da Orta Asya’dan Hindistan’a gelen Türk kökenli işgalciler, Kuzey Hindistan’da Büyük Moğol İmparatorluğu’nu (İmparatorluğun yönetici hanedanının adını almıştır) kurdular. Çağdaşlar onları Cengiz Han’ın Moğol savaşçılarının torunları olarak gördüler, dolayısıyla isimleri “Moğollar”dır. On yedinci yüzyılın ortalarında Moğol İmparatorluğu, Hindistan’ın büyük bir kısmını ve Afganistan’ın bir kısmını içeriyordu. Ancak daha sonra imparatorluk, köylü isyanları, Hint halkının Müslüman fatihlere karşı artan direnişi ve artan ayrılıkçı eğilimler nedeniyle gerilemeye başladı. On sekizinci yüzyılın ilk yarısında Büyük Moğol İmparatorluğu neredeyse ortadan kalktı.

5. Mahrattas (Marathalar), Kuzeybatı Deccan’da yaşayan etnik bir grup. On yedinci yüzyılın ortalarında Büyük Moğol İmparatorluğu’na karşı silahlı bir mücadeleye başladılar ve çöküşüne katkıda bulundular. Mücadele sırasında Mahrattalar, yöneticileri yakında fetih savaşlarına girişecek olan bağımsız bir devlet kurdular. On yedinci yüzyılın sonunda, devletleri iç feodal çekişmelerle zayıfladı, ancak on sekizinci yüzyılın başlarında, yüksek bir vali olan Peshwa’nın altında güçlü bir Mahratta beylikleri konfederasyonu kuruldu. 1761’de Hindistan’daki üstünlük mücadelesinde Afganlar tarafından ezici bir yenilgiye uğratıldılar. Bu mücadele ve iç feodal çekişmeler yüzünden zayıf düşen Mahratta beylikleri, 1803-05 İngiliz-Mahratta savaşının bir sonucu olarak Doğu Hindistan Şirketi’nin tuzağına düştüler ve onun boyunduruğu altına girdiler.

6. Sihler, on altıncı yüzyılda Pencap’ta (Kuzeybatı Hindistan) ortaya çıkan dini bir mezhep. Eşitliğe olan inançları, 17. yüzyılın sonunda Büyük Moğol İmparatorluğu’na ve Afgan işgalcilerine karşı mücadelede köylülerin ve alt kentsel sınıfların ideolojisi haline geldi. Daha sonra Sihler arasında yerel bir aristokrasi ortaya çıktı ve temsilcileri Sih beyliklerine başkanlık etti. On dokuzuncu yüzyılın başlarında bu beylikler, Sih eyaleti Pencap ve bazı komşu bölgeleri içeren Ranjit Singh altında birleşti. Hindistan’daki İngiliz yetkililer, 1845’te Sihlerle silahlı bir çatışmayı kışkırttı ve 1846’da Sih devletini bir vasal haline getirmeyi başardı. Sihler 1848’de isyan etti, ancak 1849’da kontrol altına alındı.

7. Herat’ın İranlar tarafından kuşatılması Kasım 1837’den Ağustos 1838’e kadar sürdü. İngiltere’nin Afganistan’daki nüfuzunu artırmak ve Rusya’nın İran’daki etkisini zayıflatmak isteyen İngiliz Hükümeti, Şah’ın hareketlerini İngiltere’ye düşmanca ilan etti ve kuşatmayı kaldırmasını istedi. Onu savaşla tehdit ederek 1838’de Basra Körfezi’ne bir filo gönderdi. Şah, İngiltere ile tek taraflı bir ticaret anlaşmasına boyun eğmek ve kabul etmek zorunda kaldı. Marx, “İran’a Karşı Savaş” adlı makalesinde Herat kuşatmasını anlatmıştır.

8. İngiliz-Afgan savaşı sırasında Doğu Hindistan Şirketi, Hindistan’ın kuzeybatısında (şimdi Pakistan’da) Afganistan sınırındaki bir bölge olan Sind’in feodal yöneticilerinin İngiliz birliklerinin topraklarından geçişine onayını almak için tehdit ve şiddete başvurdu. Bundan yararlanan İngilizler, 1843’te yerel feodal prenslerin kendilerini Şirketin vassalları ilan etmelerini istedi. İsyancı Baluchi kabilelerini (Sind yerlileri) ezdikten sonra, tüm bölgenin İngiliz Hindistan’a ilhakını ilan ettiler.

9. Sepoylar, İngiliz-Hint ordusundaki Hintli nüfustan toplanan ve İngiliz subayları altında hizmet veren paralı askerler. İngilizler tarafından Hindistan’a boyun eğdirmek ve Afganistan, Burma ve diğer komşu devletlere karşı fetih savaşlarında savaşmak için kullanıldılar. Bununla birlikte, Sepoylar, Hint halkının sömürge rejimi çatışmalarında ortaklaştılar ve 1857-59’da Hindistan’daki ulusal kurtuluş ayaklanmasına katıldılar.

 

Tarih