“Şimdi tatbikatta, bütün kanunlarımızda yer bulan inkilâb prensibleri, teşkilâtı esasiyemize giriyor. Bu onun son ahenkli olan yeridir. Çünkü başarılan inkilâbların yeri, o memleketlerin teşkilâtı esasiye kanunlarıdır.”
(Aziz Akyürek, Erzurum Milletvekili; 6 Ok’u anayasanın 2. maddesine dahil eden değişiklik hakkındaki meclis görüşmeleri konuşmasından; 05.02.1937)
Devrimi Anayasaya Yazmak
TBMM 5 Şubat 1937 günlü oturumda, İsmet İnönü ve 153 arkadaşının imzasıyla verilen anayasanın bazı maddelerinde değişiklik önergesini görüştü. Kabul edilen önergenin iki maddesindeki değişiklikleri önemlidir.
Anayasanın 2. maddesine 6 Ok ilkeleri ilave edildi; “Türkiye Devleti, Cümhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, lâik ve inkılâpçıdır” ifadesi eklendi.
74. maddeye, ikinci paragraf olarak, toprak reformu hakkında kanunun önünü açacak şekilde şu cümle ilave edildi: “Çiftçiyi toprak sahibi yapmak ve ormanları Devlet tarafından idare etmek için istimlâk olunacak arazi ve ormanların istimlâk bedelleri ve bu bedellerin tediyesi sureti, mahsus kanunlarla tayin olunur.”
CHP yönetimine göre Anayasanın yeni biçimi demokratik devrimin ifadesidir ve değişiklik tasarısı Meclis oturumunda demokrasinin ileri biçimi olmasıyla gerekçelendirilmiştir. Örneğin Dahiliye Vekili Şükrü Kaya neden halkçılık ilkesinin anayasaya girdiğini şöyle açıklar: “Bizim halkçılığımız; halka doğru, halk için değil, halk tarafından ve halkla beraber sistemidir. Bu sistem memleketin doğrudan doğruya halk tarafından idaresini istihdaf eder… Halkçılığımızın tatbikatta ve teşriî hayatta yeni yeni elemanlar olarak cihana numune olacak kadar ileriye varmış hukukî eserleri vardır. Partimizin her sene toplanan ocak kongreleri, iki senede bir toplanan vilâyet kongreleri, dört senede bir toplanan büyük kurultay; Avrupa hukukunda insiyatif, lejislatif ve referandum denilen esasların amelî tatbikinden başka bir şey değildir.”
Dahiliye Vekili halk demokrasisi olarak isimlendirilebilecek bir sistemin tarifini yapmaya çalışmıştır, denilebilir. Şükrü Kaya anayasa değişikliğinin bir amacının da topraksız köylüyü toprak sahibi yapmak olduğunu söylüyor.
Refet Bele anayasaya dahil edilen ilkeleri tek tek incelerken, “Geriye kaldı Devletçilik. Zannediyorum şimdi işin en canlı ve en mühim noktasına geldik” demişti. Bele, “Bir Devlet tüccar, bir Devlet sanatkâr olamaz” tezini savunuyordu.
Bele bir noktada haklıdır; anayasa değişikliğinin en önemli yönü, devletçiliğin anayasaya girişiydi. TBMM’de büyük toprak sahipleri adına konuşan, devletçiliğin Meclisteki önemli muhaliflerinden Halil Menteşe hem ikinci maddedeki değişikliği hem de toprak reformu amaçlı değişikliği eleştirir. Tasarının, büyük özel mülkiyetin ve sermayenin özel mülkiyet altında birikmesinin önünü keseceğini ileri sürer:
“Terakki yolunda hızlı yürümeğe mecbur olan bir milletiz. Tasarruf ve mülkiyette emniyetsizlik ve istikrarsızlık verebilecek işlerden tevakki etmek lâzımdır. Zira bu emniyet her terakkinin hem kaynağı, hem de temelidir zannındayım.”
Burada tasarrufu, sermayenin özel mülkiyet altında birikmesi anlamında kullanıyor.
Erzurum Milletvekili Aziz Akyürek ise “İnkilâb başlamıştır, fakat yapılacak daha çok inkilâb işleri vardır, İnkilâb durmaz, daima yürüyecektir” demişti. Akyürek’in ifadeleri o dönemin meclis üyeleri tarafından paylaşılıyordu; en azından siyasetin egemen söylemiydi.
1937’de altında İnönü’nün imzası olan anayasada değişiklik paketini savunanlar, tasarıyı inkılabın devam ettirilmesi hedefiyle gerekçelendirmiştir. Fakat İnönü, 1960’da “ihtilal rejiminden çıkmak demokrasi rejimine geçmek için çok çaba harcadık” diyecektir.
1961 Anayasasında 2. madde şöyle düzenlendi: “Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, millî, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir.”
Cumhuriyet İhtilalinden Çıkmak İçin Çok Gayret Sarfetmek
“İhtilâl aslında bir millet hayatının asla arzu etmiyeceği çetin ve tehlikeli bir ameliyattır. Birçok memleketlerde görüyoruz. Çok iyi niyetlerle, vatanperver hislerle ihtilâl yaparak idare kuranlar, kurdukları idarenin ertesi gününden itibaren kâbus içinde yaşarlar.”
(İsmet İnönü, 18 Mayıs 1960)
1960’da Demokrat Parti CHP hakkında Tahkikat Komisyonu kurmak üzere Meclise takrir sundu. TBMM’nin 18 Mayıs 1960 günlü oturumunda, “Bursa Mebusu Mazlum Kayalar ve Denizli Mebusu Baha Akşit'in, Cumhuriyet Halk Partisinin yıkıcı, gayrimeşru ve kanun dışı faaliyetlerinin memleket sathında cereyan tarzı ve bunların mahiyetinin nelerden ibaret olduğunu tahkik, tesbit ve memleketin her tarafında yaygın bir halde görülen kanun dışı siyasi muhtelif sebeplerine intikal etmek, matbuat meselesi ile adlî ve idari mevzuatın ne suretle tatbik edilmekte olduğunu tetkik eylemek üzere Meclis tahkikatı açılmasına dair takrir” görüşüldü.
Takririn amacı, çok açıktır ki 27 Mayıs’ın önüne geçmekti. Fakat 27 Mayıs’ın gerekçelerinden oldu.
Takrirde CHP aleyhine orduyu siyasete müdahaleye teşvik etmekten, silahlı siyaset çeteleri örgütlemeye, halkı gayrimeşru yollarla hükümete karşı kışkırtmaktan Türkiye’nin NATO müttefikleriyle arasını bozacak şekilde Amerikalılar aleyhine propaganda yapmaya kadar çeşitli iddialar yer alıyordu. Tahkikat Encümeninin, “Türkiye'deki her türlü siyasi hareket ve faaliyetleri durdurma kararı da dâhil olmak üzere lüzumlu göreceği bilcümle tedbir ve kararları da ittihaz etmeye” yetkili olması isteniyordu.
Tasarı hakkındaki Meclis görüşmelerinde CHP adına Genel Başkan İsmet İnönü, tarihe geçen ünlü sözünü söylemişti: “Sizi ben bile kurtaramam.” İnönü’nün konuşmasında çarpıcı bir bölüm daha var: “Biz ihtilâlden gelmiş bir nesiliz. Meşrutiyet ihtilâlinden geldik. Cumhuriyet ihtilâline yöneldik. En sonu, Cumhuriyet ihtilâlinden demokratik rejime geçinceye kadar çok gayret sarf ettik ve çok zahmet çektik. Çok güç bir devirdi bu. Ama, sabırla muvaffak olduk. Bu ihtilâl rejimi; eşit haklarla, dürüst yapılan seçimlerle, iktidar değişmesiyle neticelenebildi ve hiçbir kıyamet kopmadı.”
“İnkilâb durmaz, daima yürüyecektir” iddiası geride kalmış, Türkiye demokratik rejime Cumhuriyet İhtilalini nihayetlendirerek yönelmişti; İnönü bunu söylüyor. Hatta CHP için ihtilal rejimine dönüşün mümkün olmadığını da eklemiştir: “Bu ihtilâl rejimini biz demokratik rejime çevirmek için çok güçlük çektik. Bizim böyle bir harekette tekrar tevessül etmemizde mâna yoktur, mantık yoktur.”
CHP Genel Başkanının Demokratik Rejim ifadesi ile neyi kastettiği, en özlü şekilde 1959’da yayınlanan CHP İlk Hedefler Beyannamesinde ortaya konulmuştur. Beyannamedeki hedeflerin 1961 Anayasasıyla hayata geçirildiği kabul ediliyor. Örneğin Anayasa Mahkemesi, Senato vs beyannamede yer alıyordu.
Sonuç: Devrimsiz Anayasalar
Tahkikat Komisyonuna tepki olarak bazı anayasa profesörleri, haklı olarak ortada anlatılabilecek anayasa kalmadığını söyleyerek derslere girmemiştir.
Türkiye’nin Atlantik sistemiyle kurduğu ilişkinin sorgulandığı iddiası, Tahkikat tahririne gerekçe oldu. Samet Ağaoğlu DP grubu adına takriri savunan konuşmasına şu cümleleri de eklemişti: “İktidarın, memleketi yabancılara, hem de kendileriyle Türk milletinin hayat ve istikbali üzerinde sıkı ittifaklar yaptığımız müttefiklere satıldığı, yabancı orduların iç hâdiselere müdahalelerini temin edecek anlaşmalar yapıldığı ve Türk kadın ve kızlarımızın yabancılara peşkeş çekildiği söylenmekte…”
Tahkikat Encümeni kurulması hakkındaki Takririn müzakereleri, Cumhuriyet Devrimine yönelik sorgulamanın kendini gösterdiği yerlerdendir. Samet Ağaoğlu’nun CHP’nin iktidar dönemini eleştirdiği cümleleri, Devrim üzerinden kurulmuş 1937’de kendini gösteren mutabakatın DP tarafından da nasıl yadsındığını kanıtlar: “… bir fes dâvasında, şu veya bu şekilde ufak bir sözden dolayı bütün bir şehrin meydanlarını haklı, haksız sehpalarla donatmaktan çekinmemiş, hususi mahkemelerde suçlu, suçsuz yüzlerce, binlerce insanı mahkûm etmiş ve ettirmiş insanlar, hattâ daha ileri gidilerek, suçlu buldukları birkaç adamı ele alıp o şahsın içinde bulunduğu bütün bir zümreyi toptan yok eden insanlar yer almışlardır.
“… ben 15 - 16 yaşında bir çocukken, aylarca hergün bu sözlerin binde biri için şurada, Ulus meydanında siyaset adamlarının ipe çekildiğini dehşetle titreyerek gördüm. O zamanlar İsmet Paşa Başvekildi.”
Samet Ağaoğlu 1909 doğumludur ve 1925’de 16 yaşındaydı. 1925, bazı tarihçiler tarafından Kemalist Devrimin tam iktidarının kurulduğu yıl kabul ediliyor.
Ağaoğlu’na göre Tahkikat Encümeni şu amaçla öneriliyordu: “Bu memleketin sehpalar devrine bir daha dönmesine asla meydan vermiyeceğiz. Türkiye Büyük Millet Meclisi, bugün varacağı karar ile o melun devirlerin bir daha hortlamasını önliyecektir.”
Anayasanın varlığı sorgulanır hale geldiğinden DP hükümetin devrilmesinin anayasa tartışmalarını tetiklemesi doğaldır. Fakat Cumhuriyetin en özgürlükçü anayasası kabul edilen, işçi sınıfının ve sosyalist düşüncelerin örgütlenmesinin önünü açan, planlamayı, asgari ücreti hayata geçiren 1961 Anayasasının 10 yıl sonra değiştirilmesi, 20 yıl sonra da tamamen ortadan kaldırılması özgürlüklerin ve anayasanın kalıcı olmayı başaramadığını kanıtlar. Bu başarısızlığın, “Cumhuriyet İhtilalinden” başka rejime geçilmesiyle ve anayasanın devrimle bağının koparılmasıyla nasıl bir ilişkisi olduğu araştırılmalı.
Ordu Milletvekili Muhittin Baha Pars’ın 1937 Şubatının 5. günkü Meclis görüşmelerinde tutanaklara geçen aşağıdaki cümleleri, anayasanın 2. maddesindeki değişikliğine neden ihtiyaç duyulduğunu anlatır: “Atatürk te olsa bir gün ölebilir. Çok temenni ederiz ki, Allah bize o günleri göstermesin. Fakat istikbale bakarken ve bugün bütün dünyanın şûriş içinde bulunduğunu düşünerek, yarın benim milletim de birbirini boğacak bir hale gelir, yani bir İspanya olursa ben kabrimde rahat edemem, demiş ve bunları bir kitabı mukaddes halinde teşkilâtı esasive kanununa koymağa karar vermiştir. Diyebilirsiniz ki, mademki fırka programında vardır, buna ne lüzum var? Fırka programına koymakla bütün milleti o fırkaya girmeğe davet etmiş değildir. O bu güne kadar başka fırkaların teşekkülüne de müsaade etti. Fakat dünyaya baktı ki, artık bu fırkalar bu Türk milletini dahi batırabilir. Teşkilâtı esasiye kanununa bunu koymakla bu umdeleri, bu memleketin müebbed hayatı için esas ittihaz ettiğimizi evlâtlarımıza da ilân etmiş olduk. Yarın bir Hükümet teşekkül ederde 10 sene. 20 sene sonra bir meclis gelirde teşkilâtı esasiye kanununun bu maddelerine dokunmak isterse, içlerinden bazıları diyebilir ve millet, ne yapıyorlar, Atatürkün kovduğu esasları nasıl bozuyorlar diyebilir. Ben bu maddelerle Türkün ve istikbalinin sigorta edilmiş olduğunu görüyorum.”
Türkiye, devrimi “son ahenkli olan yerine”, anayasaya kaydetme, anayasada devleti devrimle tanımlama geleneğini sürdürememiştir. CHP’de de “sen ne yapıyosun, Atatürk’ün kovduğu esasları sen nasıl bozabilirsin?” itirazı ya hiç dillendirilmedi ya da sesini güçlü şekilde duyuramadı.