CIA’nın 12 Eylül’ü; Türkiye’nin Yeniden Kalıba Dökülmesi

Dr. Cüneyt Akalın
Teori Yazı Kurulu Üyesi

 

CIA’nın “Türkiye’nin Yeniden Kalıba Dökülmesi” başlıklı raporunun araştırması 15 Ocak 1981’de tamamlandı; gizli damgalı  CIA raporu hakkında 2007’de yayın onayının çıkması üzerine, belge açıklandı.

Kim Kimi Kalıba Döktü! (1) 

CIA’nın 12 Eylül rejimi ve getirdikleri hakkında hazırladığı rapor, yakın tarihimize ışık tutacak özellikler taşıyor. Raporun araştırmasının Ocak 1981 tarihini taşıdığı yani yeni Anayasayı hazırlayacak kurulun bile ortada olmadığı bir dönemde (Danışma Meclisi 23 Ekim 1981’de faaliyete geçti, y.n.) yapıldığı dikkate alındığında, önemli bir Türkiye tahliline dayanan CIA istihbarat raporunun, aslında ABD’nin 12 Eylül askeri yönetimine dayattığı siyasal-ekonomik program niteliği taşıdığı görülüyor.

Raporun başlığı kimseyi aldatmasın. Yapılan, “Türkiye’nin Yeninden Kalıba Dökülmesi”  değil, “ABD’nin Türkiye’yi Kalıba Dökme” çabasıdır.

12 Eylül Darbesi öteki askeri müdahalelerden farklıdır. Dahası, ötekilerden farklı olarak köklü, kalıcı sonuçlar doğurdu. Askeri hiyerarşiyi bir yana iten, bir halk hareketi olarak gelişen, günümüzde haksız yere karalanan, 27 Mayıs Müdahalesinden tümüyle farklıdır. Kanlı bir dönemin ardından emir-komuta zinciri içinde yapılan 12 Eylül’de müdahale için neden o kadar kan dökülmesi beklendi, 12 Eylül müdahalesinin 24 Ocak 1980’deki “İstikrar Paketi” ile ilgisi var mıydı, 12 Eylül‘ün arkasında ABD mi vardı sorularına bugüne kadar birçok yazar, düşünür yanıt aradı. “Türkiye: Yeni bir Düzenin Kalıba Dökülmesi” başlığını taşıyan CIA istihbarat raporu yakın tarihimizin bu sorulara ışık tutuyor. Üzerinde önemle durulmalıdır.

Ayrıntılarını ele alacağız rapor şöyle başlıyor:

“ Generaller 12 Eylül’den beri, en azından bir süre için, reformcu zihniyetli genç subayların 1961’de giriştiği liberal parlamenter demokrasi tecrübesine son verdi. 1960’lı-1970’li yıllarda yaşanan hızlı ekonomik kalkınma ve toplumsal dönüşüm, karşılanması güç beklentilere, aşırı siyasal gerginliklere, yaygın şiddet olaylarına, siyasal düzenin çöküşüne yol açtı. 1961 Anayasası’nda kurulan sistemin çöküşünün eşiğine gelmesi, Türkiye’nin olağanüstü özgürlükçü bir demokratik sisteme hazır olmadığını gösterdi. Bunun üzerine generaller  müdahale ettiler, Anayasayı askıya aldılar, tüm siyasal faaliyetleri yasakladılar, sıkıyönetimi ülkenin geneline yaydılar. Kısa süre içinde şiddeti durdurdular, terörizmin nedenlerini irdelemeye ve yeni siyasal kuralları koymak için planlar geliştirmeye başladılar. Komutanların, kısa erimde Demirel’in  başlattığı kemer sıkma politikasını (24 Ocak Kararları kastediliyor, y.n.)  sürdürmekten başka çareleri yoktu. O program meyvelerini vermeye başlamış görünüyordu, öte yandan Türkiye’nin bağımlı olduğu Batılı kredi kuruluşları desteğin sürmesi için o programın devam etmesini şart koşuyorlardı. Bununla birlikte zaman zaman Irak ve İran’dan alınan  petrol desteği, Türkiye’nin uzun erimli ihtiyaçları, akut kısa erimli enerji ihtiyaçları ve öteki gereksinimleri ve petrol ithalatı için gerekli döviz sıkıntısı, yeni rejim için ciddi sorunlar yaratabilirdi.

Askeri liderlerin öngördüğü yeni siyasal düzen, tutkulu ve kapsamlı idi. Generaller ileriki sonbahar için (1981 sonbaharı kastediliyor; y.n.) siyasal kimliği olmayan kişilerden oluşan bir kurucu meclisin toplanmasını vaat etmişlerdi.”

Rapor, 12 Eylül generallerinin siyasete müdahalelerini ve ellerindeki olanakları sıraladıktan sonra 12 Eylül rejimini şekillendiren esaslar için tahminlerini, daha gerçekçi bir ifade ile ABD’nin askeri rejime dayatmaları ile devam ediyor. Dayatmalar yeni bir siyasal sistemi tasarlamaya yönelik kurucu iradeye yöneliktir (Danışma Meclisi) ve parlamenter düzenin yasama, yürütme, yargı erklerinin, bürokrasinin (askeri-sivil), Üniversitelerin, TC’nin çimentosu olan Atatürk milliyetçiliğinin tasfiyesine yöneliktir.

CIA  önerileri (dayatmalar) şöyle sıralanıyor: 

“Meclisten (Danışma Meclisi kastediliyor, y.n.) çıkan ve askerlerin onayından geçecek olan Anayasa büyük olasılıkla, şu hususları  içerecek:

  • Daha az yetkili, güçlendirilmiş başkanlıkla desteklenen bir hükümet sistemi,   yenilenmiş bir parlamento, daha fazla sorumluluk alan bir yargı sistemi
  • Küçük partilerin etkilerini azaltacak olan bir seçim yasası, bürokrasiyi, sendikaları ve eğitim sistemini siyasetten arındıracak (depolitizasyon; ç.n.) önlemler,
  • Kamu sektörünü daha uyumlu hale getirecek ve Türk ekonomisinin devletçi yapısını yeniden tanımlayacak önlemler,
  • Seküler sistemi pekiştirmek, dinsel ve kesimsel (sectarian; ç.n.) unsurların politika üzerindeki etkilerini asgariye indirmek.”

Bu dayatmaların büyük bölümünün 12 Eylül rejimi tarafından hayata geçirildiği biliniyor.

Gerçekten de 82 Anayasası Meclis’in yetkilerini kısıtlamış, Yürütmeyi yeni yetkilerle donatarak güçlendirmiş, 61 Anayasası’nın sol siyasal partilere ve işçi örgütlerine sağladığı imkanları kısmış ya da tümüyle ortadan kaldırmış, Üniversite, TRT özerkliğini yok ederek bu kurumları siyasal iktidarın denetimi altına sokmuştur.

12 Eylül rejimi, 24 Ocak kararları ile başlayan “kemer sıkma politikasını” onaylayarak daha ileri noktalara taşımış, grev hakkı büyük ölçüde engellenmiş, ekonomik buhranın yükü halkın sırtına yüklenmiştir. Ekonomide kamu kesim adım adım ikinci plana itilmiş, özelleştirme dalgası başlatılmış, ekonominin ve bir bakıma Cumhuriyet’in güvencesi olan Kamu İktisadi Teşebbüsleri’ni (KİT) teker teker ya özel kişilere ya da yabancı şirketlere açılmıştır. Dikkat çekici bir başka husus CIA  raporunun “Atatürk sevgisi”, laikliğe olan düşkünlüğü (!) ve Erbakan karşıtlığıdır. Bu nitelikler özellikle Batıcı medya tarafından yaygınlaştırılarak hem Cumhuriyet’in dine bakışı saptırılmış hem de mütedeyyin kesim ile laik kesim arasındaki gerginlik artmıştır.

12 Eylül’ün lideri Kenan Evren’in konuşmalarını zaman zaman vaaza çevirmesi hatırlardadır.

Dahası, 12 Eylül yönetiminin devletin valilerini Suudi RABITA örgütünün paralarıyla hacca yolladığını araştırmacı gazeteci Uğur Mumcu bulup çıkarmıştı.  

1980 sonrasından farklı olarak Raporda  Kürtçülüğe, Kürt bölücü örgütlerine açık bir destek yoktur. O yıllarda ABD’nin Türkiye’deki bölünmeyi laik-dinci ikilemi içinde tasarladığı anlaşılıyor. 

CIA  raporu, dış politikaya özel bir bölüm ayırmış, Türkiye’nin generallerle birlikte NATO’ya uyumunun arttığımı vurguluyor:

“Dış politikada  generaller, önceki iktidarlar gibi, bir ikilem ile karşı karşıya. Ekonomik yardımlar ve küresel savunma ihtiyaçları açısından Batıya bağımlılar ancak Ortadoğu ülkelerinden sağlanan petrol olmadan Türkiye hareket edemez. Bununla birlikte, askerler, sert önlemlerle de olsa Türkiye’yi Atatürk’ün çizdiği yoldan geri götürecek ve Türk toplumunun yapısını bozacak şiddeti kontrol altına alarak ülkeli NATO ile daha uyumlu hale getirdiler.”

Rapor, generallerin Türkiye’nin NATO’daki müttefiki Yunanistan ile ilişkileri düzeltme eğiliminde olduğunu da belirtiyor:

“ Yeni rejim (askerler kastediliyor) Kıbrıs’ta çözüme ve Ege Denizi’ndeki haklar konusunda gerginlik yaşadığı Yunanistan’la yaşanan sorunları çözüme kavuşturma eğilimindedir.”

Rapor, generallerin Batı’dan (Batı ülkelerindeki demokratik kamuoyu baskısı kastediliyor, çn.) gelecek baskılara rağmen, hedefledikleri düzen oturuncaya kadar ödün vermeyeceklerini,  iktidarı sivil otoriteye devrettikten sonra da denetlemeyi sürdüreceklerini belirtiyor. Aslında rapor, 12 Eylül’cü generallere “iktidarı devrederken dikkatli olun” uyarısını yapıyor.

Rapor yukarıda belirtilen hususların ayrıntıları ile devam ediyor.

Sonuç 

  1. Aslında  raporda belirtilen fikirler, şu yada bu şekilde kamuoyuna mal olmuştu ancak 12 Eylül yönetimine sunulan önerilerin neredeyse bire bir uygulandığı gerçeği ışığında raporun tarihsel önemi açıkça ortaya çıkıyor. CIA Raporu, 12 Eylül Darbesi ile ABD arasındaki yakın ilişkiyi adeta belgeliyor. Türkiye 24 Ocak kararları ile itildiği yolda, halkın demokratik hakları kısıtlanmadan, ülke dışa daha bağımlı hale sokulmadan nefes alamazdı.
  2. Rapor, 12 Eylül sürecinde generalleri ve milletin bir kesimini, Erbakan’ın başını çektiği mütedeyyin kesim ile karşı karşıya getiriyor. Bu iki kesim arasında umduğu çatışmayı yaratamamış olduğunu tespit edince, sonraki yıllarda var gücüyle bölücü Kürt hareketine destek verecektir.
  3. Rapor, o yıllarda ABD’nin “laik Türkiye” imajına önem verdiğini belirtiyor, bunu Ortadoğu’daki ittifaklar manzumesinin bir ekseni olarak  kullanıyor. Nitekim 1979’daki İran İslam Devrimi’nden sonra ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından ABD “laik Türkiye” modelini Orta Asya ülkelerine ihraç etmeye çalışacak ancak bunda başarı kazanamayacaktır.
  4. Rapor, ekonomide var olduğunu iddia ettiği “devletçi yapıyı” tasfiye, Üniversite ve bürokraside temizlik talebi ile, etkileri günümüze kadar uzanan 12 Eylül sonrası yapılanmanın sırlarını ifşa ediyor.
  5. CIA raporunu hazırlayanların Türkiye’nin sosyo-ekonomik, siyasal yapısını iyi bildikleri anlaşılıyor. ABD ile ittifak ilişkilerinin ardından kapıları sonuna kadar açan, Haydar Tunçkanat’ın ifadesi ile ABD ile kaç tane “İkili Anlaşma” imzalandığından haberi olmayan Türkiye’nin emperyal uzmanlara ya da onların işbirlikçilerine sağladığı imkanlar bu raporda varlığını hissettiriyor.
  6. CIA raporunda “askerlerin Türkiye’yi NATO’ya daha uyumlu hale getirdiği” tespiti de önemlidir. Şimdilerde Türkiye bunun acılarını etinde-kemiğinde hissediyor.
  7. Bu raporun ardından, Batıcı sağ kesimlerin göklere çıkardığı, o sürecin kilit ismi Turgut Özal ve getirdiği cumhuriyet karşıtı Batıcı liberal-muhafazakar politikalarla hesaplaşmanın önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. Muhafazakar kesim, Özal’la başlayan Batı’ya teslim olma sürecini masaya yatırmadan, o süreçle hesaplaşmadan ulusal yönelişin iğreti yolcusu olacaktır. 

Dipnotlar

(1): CIA arşivlerinde bulduğu raporu dikkatime sunan Kuntay Gücüm’e teşekkür ederim.

Tarih
Etiketler
12 Eylül; CIA; ABD;