Eco National ser muharriri, Lozan Konferansı sona yaklaşırken Türk gazetecilere şunu söyler: “Şarkta Avrupalıların müdafaa edilecek menâfii bırakılmadığından Şark meselesi ortadan kalkmıştır.”
“Bilhassa İngiltere ve Fransa'nın sertini yapan; lordların, bankerlerin, büyük fabrikatörlerin hatır ve hayale sığmaz o servet ve daradlarını husule getiren müstemlekat ahalisinin ezici boyunduruk altında mütemadiyen çalışmasıdır.”
Bu cümle, Yusuf Hikmet Bey (Bayur) tarafından Ankara Hükümetinin Sevres Anlaşmasına cevabı olarak kaleme alınan Türk Muahede-i Sulhiyyesi ve Mahiyet-i Hakikiyesi adlı metinde yer alıyor. O tarihte Hikmet Bey Hariciye Vekaleti Umur-ı Siyasiye Müdür-ı Umumisi idi ve vekaleten müsteşarlık görevini yürütüyordu.
Metin Ankara, Trabzon ve Kastamonu matbaalarına basılarak dağıtılmıştır; (1) kişisel değerlendirme değil, Ankara’nın görüşlerini içeren resmi evrak niteliğindedir. Hikmet Bey, Anlaşmanın Avrupa devletlerinin egemen sınıflar bloğunu oluşturan feodal kalıntılar (lordlar), finans kapital (bankerler) ve sanayi sermayesinin (büyük fabrikatörler) sömürgelerdeki insanların boyunduruk altında mütemadiyen çalıştırma amacına göre düzenlendiğini yazıyor. Böylece belge, Milli Hareketin hangi sınıflarla mücadele ettiğini de göstermiş oluyor. Bu sınıfların yatırımları/menfaatleri İmparatorluğa imtiyazlı şirketlerin hisse senetleri ve Osmanlı istikrazlarının tahvilleri karşılığı geliyordu ve bu kağıtlar Batı kapitalizminin Doğuya doğru hegemonyacı genişlemesini sağlayan temel araçlardır.
Hikmet Bey şunu söyler:
“Çünkü hür ve müstakil olan adam kendi rızasıyla kulluğa bahusus garp kapitalizminin kulu olmağa razı olamaz.”
Metinde Sevres Anlaşmasının neden bu şekliyle ortaya çıktığı incelenirken, şu da belirtiliyor:
“Anadolu, Kafkasya, Kırım vesair Rus sevahilinde bulanık suda balık avlamak, Bolşevik hükümetine karşı para ile itmaa ettikleri bazı ceneral ve serserileri saldırmak gibi arzular kaim olmuştur.”
Böylece Avrupa’nın iktidar sınıf bloğunun, devrimleri ezebilmek için toplumların tortularıyla da (para ile satın alınan bazı general ve serseriler) birleştiği tespit edilmiş oluyor. Fakat Osmanlı İmparatorluğu’nu yönetenlerin 19. yüzyılda o iktidar sınıfları ile derin bir ittifakı olmuştu.
Tanzimat ile başlayan süreçle Türkiye, Yusuf Hikmet Bey’in adlarını andığı Avrupalı sınıfların da teşvikiyle, Batıcı modernleşme sürecine girdi. Modernleşme maliyetli bir iştir. Tanzimat Fermanı feodal iltizam usulünün kaldırılmasını ve mültezim sınıfının tasfiye edilmesini vaat ediyordu. Merkezi hükümet tarafından vergilerin toplanması ülkenin her yerine yayılmış maliye teşkilatı, yetişmiş kadro ve o kadroları yetiştirecek eğitim kurumlarını; örgün eğitim yaygın eğitim örgütü ve eğitilmiş eğitimcileri; şerrî hukuku modern hukuk ile değiştirmek ülkenin her yerinde adliye teşkilatını, o kanunları yazacak ve uygulayacak eğitime sahip kadroları, onları eğitecek okullar ve eğitimcileri; merkezi devlet bütçesi gelir ve giderleri kontrol edip yönetecek donanımda teşkilat ve insanları; modern şirket yatırım ve yine eğitimli insanı; 19. yüzyılda modernleşmenin simgesi olan demiryolları güçlü sermayeyi ve teknik beceriyi gerektirir.
Batıda bu süreçler ulusal burjuva sınıflar tarafından üstlenilmişti; bu yetersiz kaldığında kıta içi finans piyasalarına başvuruluyordu. Avrupa’da burjuva sınıfı hem üretimi örgütleyerek modern ekonominin hem de vergi ödeyerek ve devlet tahvillerine yatırımlarıyla modern devletin inşacısıdır.
İmparatorluk kendi dinamiklerine sahip olmadığı için boşluğu, Tanzimatla başlayan süreçte Avrupa finans kapitali ile ittifak yaparak doldurdu. Yaşanan, üretici güçlerin Türkiye’de var edilmesi değil, Batıdaki üretici güçlerin Türkiye’ye doğru genişlemesidir. Tanzimat bir anlamda, imtiyazlı şirketlerin hisse senetleri ve Osmanlı istikrazlarının tahvilleri üzerinden Avrupa mali aristokrasisi tarafından finanse edilmiştir diyebiliriz. İstibdat dönemi de 19. yüzyılın son çeyreğinde kapitalizmin yaşadığı dönüşümün Levant coğrafyasındaki izdüşümü, bir yönüyle Avrupa’daki süreçlerin Türkiye özgülünde tekrarlanmasıydı. Avrupa mali aristokrasisiyle ilişkilerin daha da derinleştiği dönemdi. Berlin Anlaşması ancak II. Abdülhamid’in temsil ettiği monarşiyle uygulanabilirdi.
Modern mutlak monarşinin teorisi, Mahmut Nedim Paşalar tarafından 1870’lerin başından itibaren kurulmaya başlamıştır. Mütareke döneminde Damat Ferit-Vahdettin partisi mutlak monarşiyi tekrar ayağa kaldırmayı deneyecektir.
19. yüzyıl Türkiye açısından, bazı kesintilerine rağmen, 1920’de Ankara’nın savaştığını söylediği sınıflarla işbirliği yaparak geçti.
Milli Mücadele önderliğinin 1924’de halkçılardan ayrılarak Terakkiperver Fırkayı kuracak olan liberal kanadı, bu ittifakın sürdürülmesini önermiştir; fakat bu sefer Amerikan sermayesine dayanarak. Amerikan mandası önerisi, Sivas Kongresinde, Türkiye’nin sermayeye sahip olmadığı ve istikraz yapmadan ayakta kalamayacağı, Amerika’da fazlasıyla sermaye bulunduğu ve ancak o sermayenin sahipleriyle anlaşarak İmparatorluğun savaş öncesi sınırlarını muhafaza edebileceği tezleriyle savunuldu. Amerikan mandası başlığıyla önerilen, Amerikan mali sermayesiyle ittifak yoluyla İmparatorluğu kurtarmaktır.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası programında Batı mali sermayesiyle işbirliği fikri sürdürülmüştür. Parti programının 40 ve 41. maddelerinde devletin dünyadaki mali itibarını yani istikraz yapabilme olanaklarını artırmak için çalışılacağı; ülke çapında bayındırlık işlerinin yalnız kendi servet ve sermayesiyle gerçekleştirmek fikrinin doğru olmadığı; asayişin temini, istikrar ve yabancı sermayelere sağlanacak kolaylıklarla güven telkin edileceği; memlekete yabancı sermaye gelmesine mâni durumlardan biri olan kambiyo değişimine son vererek milli paranın yabancı paralarına karşı istikrarını temin için Devlet Bankası ile bir anlaşma imzalanacağı yazar. Bayındırlık işleri için yabancı sermayeye başvurmanın imtiyazlı şirketleri, borçlanabilme olanaklarını güçlendirmenin ise istikrazları devam ettirmek istenildiğini gösterdiği söylenebilir.
Milli Mücadelenin ilk aşamalarında gündemde olan manda tartışmalarının temelinde “İmparatorluğa tamam mı devam mı” tartışması vardı. İmparatorluğa devam iddiası manda fikrine ulaşmıştır. Tartışma, Misak-ı Milli kararıyla son buldu. Misak-ı Milli ile tanımlanan ulusal devlet, o gün için Amerikan mali sermayesi ile ittifak arayışlarının en temel gerekçelerini ortadan kaldırdı.
Misak-ı Milli sınır çizgilerini tayin etmez; üzerine sınırlar çizilmiş bir harita eki yoktur. Sınırlar için temel prensipler ortaya koyar. O sınırlar içinde, beyannamenin 6. maddesinde ifade edilen mali ve iktisadi bağımsızlığa sahip ulusal devlet hedeflenmişti. Lozan müzakereleri o amaç gözetilerek yürütüldü. Bu yüzden sadece toprak mücadeleleri üzerinden incelenerek Lozan metninin anlaşılamayacağını düşünüyorum. İçinde devletin kurulduğu sınırların nasıl çizildiği kadar, Türkiye’nin küresel sistemle ilişkisini nasıl düzenlediği de önemlidir. O bilgi de Lozan Konferansının özellikle imtiyazlı şirketler ile daha çok Fransızların muhatap olduğu Osmanlı borçları üzerine müzakerelerinde en açık şekilde kendini gösterir. Konferansın ikinci döneminde Fransız delegasyon başkanı General Pellé’nin başkanlığını yaptığı ikinci komite ve İtalyan delegasyon başkanı Montagna’nın başkanlığını yaptığı üçüncü komitenin tutanakları itinalı incelenmelidir.
Lozan görüşmelerinin ikinci dönemini Tevhid-i Efkar adına izleyen ve düzenli makaleler gönderen Velid Ebuzziya o görüşmelerle ilgili şu bilgileri okuyucularına aktarmış: (3)
“General Pellé buraya, kendi arzusu veçhile hareket için değil, hukûmetinin talimatı dairesinde ifâ-yı vazife için gelmiştir. Hükûmeti ise, istese de istemese de sermâyedarların şirketlerin taht-ı nufûs ve tesiri altındadır. Binaenaleyh şarkta biran evvel insâni bir gaye ile sulhun tesisini istemekten, asırlarca nice hukukunu pâyımâl ettikleri Türke karşı artık adl ve insaf dairesinde muameleyi düşünmekten ziyade sermayedarların meşru veyahut gayr-ı meşru menfaatlarını gözetmek mecburiyetinde bulunmaktadır.”
“Burada müzâkerât üzerinde en ziyâde icrâ-yı te’sir eden ve sulhün akdine mani olan avâmilden biri duyûn-i umumiyedir. Malûm olduğu üzere duyûn-i umûmiyyede ki dâyinler vekillerinden ikisi burada bulunmaktadır; ki bunlardan biri İtalyan dâyinler vekili Nogara, diğeri Fransız dâyinler vekili De Koloziyer’dir.”
“(…) Hükümet de bu açgözlü, doymak bilmez memleketlerin kuvvetine istinat ederek en haksız taleplerin dermeyanından utanmaz (imtiyazlı) şirketlerin, bu gibi tahammül edilmez taleplerini redde mecbur olmuştur.”
“Fransa’nın Şark siyaseti, gittikçe tehlikeye düşüyor ve bu da sırf Fransa sermayedarlarının âdi menfaatlerını himâye yüzünden vuku buluyor.”
O tarihte Türkiye’de kapitalist ve sermayedar sıfatları sanayi burjuvazisi için değil, Osmanlı tahvil ve imtiyazlı şirketler hisse senetlerine yatırım yapan sınıflar için kullanılıyordu. Bizim yutmak isteyen kapitalizm de aslında emperyalizmdir. Velid Ebuziya’nın sayılarının 3000 kadar olduğunu söylediği sermayedarların direnci Lozan Anlaşmasının imzalanmasını birkaç hafta geciktirdi.
“(Fransızların) yapmak istedikleri bizi tamamen kendi sermâyedârlarının esâret-i iktisâdiyesi altında tutmaktan ibârettir.”
“Sulh işinin böyle fâiz meselesine gelip dayanması başda Mösyö Poincaré olmak üzere bütün Fransa hükûmetinin mahâfil-i mâliyenin taht-ı nufûs ve te’sirinde olduğunu gösterir. Poincaré, bu nufûsdan yakasını sıyırabilse hiç şüphesiz sulhün akdi kolaylaşmış olurdu.”
Aynı bilgileri Lozan Konferansını İkdam gazetesi adına izleyen Ahmet Cevdet’in haberlerinde buluyoruz: (3)
“Fransız milletinden ziyade Fransız sermayedarların menâfii müzakerata hâkim olursa bittabi bundan iyi bir netice çıkmaz.”
“Diyorum ki Türkiye’yi maliye cihetiyle bilvasıta esarete sokmak istiyorlar.”
“Şimdi son bir teşebbüs vâki oluyor ki o da muamelat-ı maliyede olsun bizi kayıt ve rabıta altında tutmak, ileride bizde kımıldanacak hal bırakmamaktır. Bütçemizin varidat ve mesarif kısmı arasında tevazün hasıl olmasından endişe ediyorlar, diye hükmediyorum. Bu muvazenet hasıl olmamak daima istikraza müracaat ederek açık kapatmaya mecbur olmaklığımız onlar için bir istikbal emelidir.”
Bir Avrupalı gazetecinin dediği gibi, Avrupa egemen sınıflarının Türkiye’de savunulabilecek çıkarı bırakılmadığından, 200 yıllık şark meselesi devrim yoluyla tasfiye edilmişti; emperyalist sınıfları temsil eden müttefiklerin istikbal emeli Türkiye’de gerçekleşmemiştir.
Millî Mücadele Avrupa mali sermayesine ve Amerikan mali sermayesiyle ittifak arayışlarına karşı kazanıldı. Nasıl ki II. Abdülhamid dönemi istibdatı, Berlin Anlaşmasıyla Doğu’da kurulan emperyalist düzeneğe uyum sağlama biçimiyse, Cumhuriyet de küresel sistemden kopuşun rejimiydi.
Cumhuriyet’e, Türkiye’nin üretici sınıfları adına emperyalist sınıflarla mücadele yoluyla ulaşılmıştır.
DİPNOTLAR
1 Bu metin basılı halde sahaflarda bulunabiliyor. Kendi arşivimde Kastamonu baskısı var. Mete Tuncay tarafından Latin harflerine de çevrilmiştir. Alıntılar için Tuncay’ın çevirisini kullandım.
2 Velid Ebuzziya’nın Lozan’dan gönderdiği makaleler Ahmet Temiz tarafından derleyip yayınlanmıştır. Ahmet Temiz, Velid Abuzziya’nın Lozan Mektupları, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2007.
3 Ahmet Cevdet’in Lozan’dan gönderdiği makaleler Nuri Sağlam tarafından derlenip yayınlanmıştır. Türk Basınında Lozan Ahmet Cevdet’in Lozan Makaleleri, Hazırlayan: Nuri Sağlam, alBaraka Yayınları, İstanbul, 2023.