Karantina iklimi

Güney Güneyan

Bugün dünyanın her bir yanında bir kaos ortamı hâkim. Tüm dünyadaki üretim üçte bir dolaylarında durdu; dünya nüfusunun yarısına yakını ise kısmen veya tamamen eve kapandı. Fakat Türkiye’de durumlar pek de böyle değil. Yasaklara direnen ve bu direnişten dolayı artan sosyalleşme isteği var. Tabii bu size basit bir inatçılık olarak görünmesin. Çünkü hayat hiç de öyle toz pembe değil. Risk grupları dışarıda hayatlarına devam ediyor, evet ama bir de unutulan bir gerçek var: Türkiye’de gelir dengesi yer ile yeksan. 

Çalışan nüfusun çok büyük bir kısmı asgari ücret alıyor. Dolayısıyla dünya genelinde sosyal ilişkilerin en aza indiği bir dönem nüksediyorken, Türkiye bu karantina şartlarına uymakta zorluk yaşayan milyonları içerisinde barındırıyor. Üstelik birçok kimse tarafından uyumsuzluk olarak atfedilse de, zorunluluklar sebebiyle başta kendileri olmak üzere birçok insanın yaşamı pahasına çalışmak zorunda kalanlar tarafından gerçekleşiyor. Hem de bu durumun farkındalığı ve gerçekliğini iliklerine dek yaşayanlar tarafından...

İktisadi daralmalar

Böylece yaratılan iktisadi daralmalar da olacak. Dünya ölçeğinde derinleştiği gibi, az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler için durum çok daha vahim. Türkiye, temel olarak yalnızca belli başlı sorunlarla yüzleşmekle kalmayacak; bir yandan sağlık ve ekonomi ile boğuşuyorken, öte yandan toplumsal sorunlarla karşılaşacak. Bugün dünyada yüz milyonlarca insan, sabahtan akşama dek çalıştıkları halde ancak ve ancak açlık sınırı dolaylarında hayata tutunuyor. Orta sınıf ise kredi kartı ve tüketici kredileriyle yaşıyor. Küçük ya da orta ölçekli işletmeler için kriz derinleşirken, alınan mali önlemler neticesinde neler olacağı ise öngörülemeyen bir şey. 

Yedi gün yirmi dört saat boyunca her yerde ve her kişice “Evde Kal” çağrısı yapılıyor. Yapılıyor yapılmasına da birçok insan devlet tarafından maddi destek sağlanmadan evde kalmayı başaramıyor. Halka maddi destek sağlanmadan evde kalmasını söylemek ironik bir şeyken, yapılan kampanyaların karşılık bulması çok zor. Üstelik başlatılan bu kampanyanın öngörülen bir bitiş tarihi de yok. Dolayısıyla da beklentilerin tümü bir bilim insanının çıkıp salgına çare bulmasını beklemek oluyor.

Türkiye zor bir süreçten geçiyor, evet. Fakat bir jest olarak görülmemeli. Nihayetinde çağrıyla başlayan bu yardım kampanyası, dar gelirli vatandaşa yönelik iyileştirici adımların halen atılmadığı gerçeğini değiştirmiyor. Söylenildiği gibi, herkesin kendi olağanüstü halini ilan etmesi de imkânsız. Çünkü kapıda büyük bir ekonomik buhran bizi bekliyor. Cehalet, mecburi çalışmalar ve önlenemeyen sosyalleşme isteği sebebiyle içerisinde bulunduğumuz bu durum çok daha karmaşık bir hal alacak. Kısa süreli çözümler değil, halkı pozitif yönde etkileyecek politikalara ihtiyaç var.

Dünyada da durumların karmaşık olduğu gerçeğini unutmamak gerekir. Tüm dünya ülkeleri halka milyonlarca ve hatta trilyonlarca dolar destek paketi ayırmış olsa da bu tutarlar halka çok da uzun bir süre dayanacak gibi de durmuyor. Bir zaman sonra halk daha hırçın, hükümetler ise yorgun olacak. Bu durum Türkiye’nin yaşadığı hiçbir buhranlı döneme denk olabilecek büyüklükte bir bunalım olarak atfedilemez. Çünkü küresel bir sorunun ulusal yöntemlerle çözülmesi takdir edersiniz ki çok daha zordur. Aklın ve bilimin yolunda gerekli önlem ve çalışmaların yapılması gereklidir. 

Toplumsal hareketlenme yaratmak için halka destek, işverene çözüm sunmak gerekiyor. Yüzlerce kalem vergiden milyonlarca lira ihtiyaç akçesinin akıbeti ise halen merak konusu. İşte şu an o akçelere ihtiyaç var. Fakat vaka sayısının artmasına ve ölümlerin nüksetmesine rağmen, halen ne sokağa çıkma yasağı getirildi ne de o ihtiyaç akçesinden bahsedildi. (Ayrıca bir anekdot vermem gerekir ise, askerin sokağa inmemesi için sokağa çıkma yasağı ilan edilmediği söyleniyor. Pek âlâ polis gücü ile bu durumun kontrol altına alınabileceğine eminim. Bu noktada tek sorunu halkın parasını ödeyecek kaynak olmamasına ve yaratılamayacağına bağlıyorum. Dolayısıyla da sokağa çıkma ilan edilmiyor. Yoksul kesimleri, işsiz kalmış işçileri, çaresizliğe düşmüş olan küçük serbest meslek erbabına halen neden yardım eli uzatılmıyor? 

Nafile çabalar

Nafile çabalardan vazgeçilmelidir artık. Çünkü zamanın ederi artık insan yaşamıyla ölçülür hale geldi. Üretim ve ticaretin durması, zaten yüksek olan işsizliğin zirve yaptığı bu günlerde, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı apaçık. Ama unutulmaması gerekilen noktalardan biri de ekonomik tahakkümler olacak. Hatta öyle bir duruma gelecek ki; bu salgın küresel üretimleri yerelleştirmeye yetecek kadar ağır bilançolar doğuracak. Belki ütopik olabilir ama dünya otokratik bir döneme girecek de olabilir. Nitekim Macaristan otokratı Orban’ı hatırlayın. Her krizi fırsat bilip, ülkesini süresiz biçimde kararnamelerle yönetme yetkisi almıştı. Dünyada da böylesi bir tablo ortaya çıkabilir ve bunu ancak ve ancak yükselen sağ popülizm ile yapabilir. Bugün bizler koronavirüs ile ilgili konuşuyorken, küresel anlamda birçok değişim da oluyor olabilir. Belki birileri her şeyi denetim altına alacak siyasal dinamiklerini oluşturmuştur bile. Bunlar yalnızca varsayım.

Her şeyi ne çok yakın bir zamanda ne de çok öte bir gelecekte göreceğiz. Şimdilik toplum olarak şahit olacağımız şey, mali, iktisadi ve anti demokratik hareketlerle doğacak yeni sorunlardır. Ortaya çıkan bilançoda birkaç aylık süreçte gerekli adımlar atılırsa her şey eskisi gibi olmasa da stabilize edilebilir. Çünkü durdurulsa da önüne geçilemeyecek bir dizi kriz kapıda bekliyor. Türkiye başarabilir. Başarabilir ama doğru bir programla.

İdeolojiler