Bolivya’da şimdilik başarılı olduğu görünen ABD destekli darbenin ardından, Alp Altınörs “artıgerçek” isimli internet dergisinde yayınlanan “Bolivya’da Askeri Darbe” isimli yazısında, darbenin sebeplerini ABD üslerinin kapatılması, doğalgazın ulusallaştırılması ve yerli halklara tanınan demokratik özerklik olarak sıraladı. Şüphesiz ilk iki maddede saydıklarının gerçek birer sebep olduğuna kimse itiraz edemez, o yüzden bunların üzerinde özellikle durmaya gerek yok. Ama Altınörs, darbenin önde gelen sebeplerini sayarken, Bolivya’nın çok-uluslu, çok-kültürlü bir ülke olduğunu ve tanınmış özerklik haklarının ABD’yi rahatsız ettiğini vurgulayarak, bu türden bir anayasal modelin antiemperyalist bir siyasetin gereği olduğuna dair kesin bir çıkarımda bulunmaktadır.
Bu yargıya, olası ki birbirlerinden on binlerce kilometre uzakta vuku bulan farklı olguları bir evrensel yasa ile açıklama hevesiyle, ama daha büyük olasılıkla hayatın akışını kafadaki ideolojiye uydurma çabasıyla varılmıştır. Fakat öte yandan Güney Amerika hakkındaki birçok tarihsel gerçeği es geçmiş ve HDP ideolojisinin antiemperyalist olduğunu gösterebilmek için aceleci bir şekilde ortaya atılmıştır. Yazara göre, ABD, Bolivya’da demokratik özerkliği hedef almıştır, demek ki bu fikri savunan HDP de antiemperyalisttir, o halde solcular yanlış yerlerde oyalanmak yerine bu fikri benimsemelidir. Peki, gerçekte durum böyle midir?
***
Güney Amerika’daki güncel durumu hâlâ, sömürgeci dönemdeki bir İspanyol karakteri belirler. İngiliz sömürgecileri girdikleri bölgede yerel halkla evlenmez ve dolayısıyla kovulmalarının ardından geride melez bir nüfus bırakmazlardı. Ama İspanyol sömürgecileri Güney Amerika’da birçok evlilik yapmıştır. Bu durum, Kuzey Amerika’dan farklı olarak burada Mestizo adı verilen Yerli-İber karışımı, şehirli melez bir ırk yaratmıştır. Bolivar’la beraber Güney Amerika’nın İspanyol hâkimiyetinden arınmasından sonra, siyasi çatışmalar çoğu zaman, Mestizolar (ve beyaz elitler) ile Yerliler arasında görülmüştür. Bu çatışmalar, yirminci yüzyıla gelindiğinde, yerlilerin yurttaş mı sayılması yoksa yurttaşlıktan dışlanması mı gerektiği soruları çevresinde gelişir.
1950’lerden sonra, ırkçı sorunun çözümünde iki ayrı yaklaşım ayırt edilir. Bunlardan ilki sosyalist bakış açısıdır. Burada yerliler dışlanmak yerine, yurttaşlık haklarından eşit bir şekilde yararlanacak, sosyal ve hiyerarşik bölünmüşlük ve ırkçılığın yerini özgür ve eşit bireyler alacaktır. Örneğin, Bolivya’daki Marksist geleneğin 1940’lar ve 50’ler boyunca takip ettiği Ulusal Devrimci Program (MNR), kullanılagelen “yerli” kavramı yerine “köylü” kavramını öneriyor, kırsal nüfusu yurttaş olarak kabul ediyor ve ulusal bütünlük siyaseti izliyordu.[1] Peru’da ABD varlıklarını 1960’larda ulusallaştırmış olan sosyalist general Velasco Alvarado da, resmî söylemden indigena (yerli) sözcüğünü çıkarmış, kırsal nüfusu köylü ve yurttaş olarak tanımlamıştır.[2] Güney Amerika’daki ırkçı geleneğe karşı yükseltilen ikinci çözüm ise, yine 60’lardan itibaren yükselen sosyal liberalizm ya da liberal çok-kültürcülüktür. Burada ekonomik liberalizmi ve ulusal kalkınma modelini benimseyen geleneksel sağ, entegrasyonu hızlandırmak ve nüfusun farklı katmanlarını ulusal bütünlük içinde toparlayabilmek amacıyla, sömürgecilik döneminde ayrıştırılmış ırklara statü ve özerklik önerir.[3]
1980’lerin sonuna, yani neoliberalizmin yükseldiği döneme gelindiğinde, klasik sosyalist ve klasik liberal anayasa modellerine yenileri eklenir. Bunlardan bir tanesi neoliberal modeldir. Burada yine çok-kültürcü model vardır (neoliberal çok-kültürcülük), ama amaç bu sefer ulusal kalkınma projesi değil, “iyi yönetim” adı altında desentrilizayon, merkezî hükümetin ve devlet müdahaleciliğinin sahadan bertaraf edilmesidir. Bir başka deyişle, amaç azınlıkları ulusla birleştirmek değil, onları küresel piyasalara uyumlu hale getirmek, onlardan birer piyasa değeri oluşturmak, ulusal ve merkezî karar alıcılığın yerini bağımsız (emperyalizme bağımlı) ekonomik bölgelerin almasını sağlamaktır. Örneğin bugün AB, özerk bölge yönetimlerinin, emperyalist ülkelerle ekonomik ve ticari anlaşmalar imzalamasını serbest bırakmak istemektedir. Sözde bu model de bir tür entegrasyon önermektedir, ama entegrasyonun anlamı buradaki bağlamda yurttaş-tüketiciler üretmek, egzotik müşteriler yaratmak, ırksal farklılıkları abartarak onları piyasada eşitlemektedir.[4]
Neoliberal modeli, Dünya Bankası, OECD ve AB gibi yapılar destekler ve finanse eder.[5] Örneğin Dünya Bankası, yayınladığı iki ayrı raporda, Güney Amerika’daki demokratik özerkliği ve çok-kültürcülüğü desteklediğini açıklamış, yine de anayasalarda ve uygulamalarda hâlâ çeşitli eksiklikler bulunduğunu ve daha ileri gidilmesi gerektiğini belirtmiştir.[6] [7] Güney Amerika anayasaları da zaten 1990’ların başından itibaren az çok bu neoliberal modele uyacak şekilde dizayn edilmişti. Brezilya (1998), Kolombiya (1991), Paraguay (1992), Ekvator (1998), Peru (1993), Venezuela (1999), Bolivya (1995, 2009), Arjantin (1994), Meksika (1992), Kosta Rika (1989) anayasa reformları, Dünya Bankası’nın taleplerinden çok da uzak atılımlar değildir.[8] “Dünya Bankası, yerli halkların geçimleri için ekonomik gelişme bölgeleri kurulmasını onaylayan… onların toprak üzerindeki haklarını, kaynaklarını, etnik kimliklerini ve kültürel özerkliklerini destekleyeceğini vaat eden… ilk uluslararası gelişme ajansı oldu…”[9]
Güney Amerika’daki postmodern tabloya sonradan eklenen ikinci bir model, sosyalistlerin eskiden olduğu gibi ırk ve din bağlarını haklı olarak görmezden gelerek yurttaşlığı ve yurttaşlık haklarını savunması değil, son 20-30 yıldır artan bir şekilde, liberal ve neoliberal anayasa yazımlarını temellük ederek sosyalizmi demokratik özerklikle birleştirdikleri melez anayasalardır. Evo Morales de bu akımın içinde yer alır. Ama sosyalizmin, merkezî yönetimi ve varlıkların ulusallaştırılmasını gerektirmesi, demokratik özerklik ve liberalizmin ise desentrilizasyonu talep etmesi yüzünden (yani artık çelişki aşılamaz olunca), ilerleyen yıllar içinde Bolivya’daki simgesel anayasal özerklik dahi liberaller tarafından özerkliğin kırsala sıkıştırılması, yerlilerin anayasada veto hakkının bulunmaması ve çeşitli otoban projelerinin hükümet – yerli çatışmalarını tetiklemesi nedeniyle eleştirilir.[10] Yani liberaller, Morales’i anayasada vaat edilen güç paylaştırımı yerine gücü başkentte ve üzerinde toplamakla itham eder.
***
Özetle Güney Amerika kıtasında anayasal özerklik, Bolivya’ya ve MAS hareketine özgü değildir, bugün sosyalist olmayan ve ABD’nin hâkim olduğu tüm ülkelerin anayasalarında benzer maddeler vardır ve Dünya Bankası tarafından teşvik edilmektedir. İkincisi, Bolivya’daki bazı toprakların yerli bölgesi olarak tayin edilmesi 90’ların başına dayanır ve 1995 anayasası da özerkliği destekler. Yani bu gelişmeler Morales’in iktidara gelişinden çok daha önceye dayanır. Morales’in göreve gelmesi ardından 2009 anayasa reformunda da özerklik anlayışı sürdürülmüş ve yeni maddeler eklenmiştir, ancak yer altı ve yer üstü kaynakların denetimi merkezî hükümettedir, kırsal bölgedeki özerkliğin merkezî hükümeti veto hakkı ve bağımsız ekonomik anlaşmalar yapma özgürlüğü yoktur. Bu haliyle sahadaki durum, Dünya Bankası ve AB’nin önerdiği yapıyla hâlâ uyumsuzdur. Dolayısıyla ABD’nin Bolivya’da yaptığı darbenin sebebi demokratik özerklik değil, aksine devlet müdahaleciliğinin Morales iktidarı boyunca artmasıdır. Zaten aksi olsaydı, ABD’nin bütün Güney Amerika ülkelerine, hatta bununla kalmayarak Kanada ve Avustralya’ya müdahale etmesi, Dünya Bankası’nı da “sosyalizmi savunduğu” için kapatması gerekirdi.
***
Çok uzaklarda çekilmiş bir fotoğraf karesini ele alıp, tarihsel arka plan ve siyasi mücadele süreçleri ihmal edildiğinde, gerçekte olan biten hakkında yorum yapılmış değil ideolojik bir önyargı ile aceleci yargılarda bulunulur. Oysa emperyalizmin ilkeli bir çalışma tarzı bulunmaz ve gerçek göründüğünden daha karmaşıktır. Örneğin Dünya Bankası Güney Amerika’ya demokratik özerklik modelini dayatırken, aynı zamanda böyle bir ülkede sosyalistler iktidara geldiğinde, sahadaki ırkçı çeteleriyle müdahale edebilir; veya örneğin ABD Suriye’de ayrılıkçı olabilirken Kıbrıs’ta birleştirici olabilir. Bu durumda her bir ülkeyi ve her bir savaşı kendi gerçekliği içinde ele almak dışında bir çıkış yoktur. Dahası, bu fotoğrafın yaşadığımız coğrafyayı açıkladığına inanıldığı takdirde, ABD’nin neden açılım siyasetinden geri dönüldüğünde 15 Temmuz darbesine kalkıştığı açıklanamaz hale gelir ve ideolojik tutarlılığın yerini muammalar zinciri alır.
[1] Miguel Centellas, Bolivia's New Multicultural Constitution: The 2009 Constitution in Historical and Comparative Perspective, 2013.
[2] Rainer Grote, The Status and Rights of Indigenous Peoples in Latin America, 1999.
[3] Will Kymlicka, Neoliberal Multiculturalism?, 2013.
[4] Guillaume Boccara, The Government of “Others”: On Neoliberal Multiculturalism in Latin America, 2011.
[5] Neoliberal Multiculturalism?
[6] Roque Roldán Ortega, Models for Recognizing Indigenous Land Rights in Latin America, 2004. (The World Bank, Environment Department).
[7] Jorge Familiar Calderón, Ede Ijjasz-Vasquez, Indigenous Latin America in the Twenty-First Century, 2018. (The World Bank).
[8] Rodrigo Uprimny, The Recent Transformation of Constitutional Law in Latin America: Trends and Challenges, 2011.
[9] Shelton Davis, The World Bank and Indigenous People, s: 2; 1993 (The World Bank).
[10] Bolivia's New Multicultural Constitution: The 2009 Constitution in Historical and Comparative Perspective.