Sermaye Bir Sınıf Mı?
Grundrisse, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Marx hayattayken yayınlanan Kapital’in birinci cildi, Engels’in yayına hazırladığı Kapital’in ikinci ve üçüncü ciltleri, yayına hazırlanması Engels’in ölümünden sonraya kalan Artı Değer Teorileri; hepsi aslında tek bir metindir. Marx’ın bu metinde kurduğu teorinin sermaye teorisi olduğunu söyleyebiliriz. Bu yüzden metnin ana parçası Kapital adıyla yayınlandı. Sermaye sözcüğü Türkiye’de yaygın şekilde bir sınıfın adı olarak kullanılıyor. Oysa Marx sermayeyi proletaryanın değil, ücretli emeğin karşıtı olarak kullanır; birikmiş emek, nesneleşmiş emek olarak tanımlar. Nesneleşmiş ölü emek, canlı emeğin karşısına onun zıddı olarak çıkar. Sermayeyi bir sınıfın adı olarak kullanmak Marx’ın tahribi kolaylaştırdığı için, bu bilgi önemli.
Nesneleşmiş emeği özel mülkiyet biçiminde sahiplenen burjuvazidir. Sermaye işçi sınıfı tarafından da sahiplenilebilir. O zaman da sosyalist üretim ilişkileri filizlenmeye başlar.
Bu durumda onun sermaye niteliği değişmez; değişen mülkiyet biçimidir. Marx’ın cümleleriyle söylersek, “Değişen mülkiyetin toplumsal niteliğidir yalnızca.” Sermaye bireysel özel mülkiyet, kolektif mülkiyet, karma mülkiyet, kamusal mülkiyet biçimlerini alabilir ve ücretli emek ortadan kalkana kadar mülkiyet biçimleri farklılaşarak varlığını sürdürecek.
Marx’ın sermaye teorisi bize ücretli emek ile sermayenin ancak birlikte var olabileceklerini ve birlikte ortadan kalkabileceklerini söylüyor. Eğer sermaye işçi sınıfı karşıtı olsaydı, yani onun tarafından da sahiplenilebilir olmasaydı, sosyalist üretim ilişkileri içinde üretim araçları üzerindeki kamusal mülkiyetin ortaya çıkamaması gerekirdi. O zaman da işçi sınıfının “kendisini ulusal sınıf düzeyine getirmek, kendini ulus yapmak” hedefi hiçbir zaman gerçekleşemezdi.
Marx’ın ciltlere yayılmış uzun metninde “sınıflar” başlığı Kapital’in üçüncü cildinde, 7. kısım 52. bölümde yer alıyor. Muhtemelen yazarın yaşam süresi yetmediği için, sadece giriş bölümü yazılmış, bir kaç paragraftan sonra elyazmaları kesilmiş. Marx burada sınıfları bölüşüm ilişkilerine göre tanımlıyor; sermayenin bilgisi ise üretim ilişkilerini inceleyerek ortaya çıkartılmıştır.
Kapital’in “sınıflar” başlıklı bölümü kapitalizmde toplumun üç büyük sınıfa bölündüğünü söyler: Ücret alan işçi, özel mülkiyet altındaki sermayenin sahibi olarak artı değere el koyan burjuvazi ve rantı alan toprak sahipleri.
Kapital’in 3. cildinde sermaye, sanayi sermayesi, ticaret sermayesi ve faiz getiren sermaye alt başlıkları altında incelenmiştir. Bu incelemede faiz getiren sermaye sahibinin, sanayi sermayesini özel mülkiyet biçiminde sahiplenen sınıfı sömürdüğü, ikincinin birinci karşısında işçinin konumuna düştüğü gösterilir. Emperyalizm ortaya çıkmasından sermayenin bu iki türü arasındaki çelişki önemli rol oynadı.
Faiz getiren sermaye, Marx’a göre sermayenin tufandan kalma biçimi. Kapital 3. cildin faiz getiren sermayeye ilişkin bölümleri, kapitalizm emperyalizme nasıl dönüştüğünü anlamak isteyenler için önemli bilgiler veriyor.
Marx, faiz getiren sermayeyi sahiplenen mali aristokrasinin geçim yöntemleri açısından “lümpen proletaryanın burjuva toplumunun doruklarında yeniden doğuşundan başka bir şey olmadığını” söylemişti. Emperyalizm bir anlamda kapitalizmin lümpenleşmiş biçimidir. Bu sayede lümpenliğin küçük burjuvazinin içinde türeyen biçimi sisteme coşkuyla eklemlenebilir. TİP’in işbirlikçiliğini, küçük burjuva lümpenliğinin politik tavrı olarak görebiliriz.
Revizyonist Bir Karikatür
Bilimsel sosyalizm Marx’ın tekrar edilmesi değildir. Ama bu makalenin amacı TİP’in en temel tezlerinde bile Marx’ı tekrar veya takip etmediğini, tahrip ettiğini gösterebilmek.
TİP programında şu söyleniyor: İçinde bulunduğumuz “bu evre, işçi sınıfının sermaye sınıfına karşı savaşından başka bir şey değildir.”
Yüzeysel okumayla yukarıdaki paragrafın Komünist Manifesto’daki şu cümlelerin tekrarı olduğu düşünülebilir: “Giderek toplumun tümü birbirine düşman iki safa, birbirine doğrudan karşıt iki büyük sınıfa ayrılıyor: Burjuvazi ile proletarya.”
Toplumun iki sınıfa ayrılması, tüm sürecin iki sınıf arasındaki mücadeleye sıkıştırılması anlamına gelir mi? Marx, burjuva toplumunun süreçlerini iki safa ayrılmış tek parçadan oluşan iki sınıfın kavgasına mı indirgedi?
Manifesto’nun ilk paragrafında, komünizme karşı kutsal sürgün avı başlatan Avrupa’nın eski güçleri olarak “Papa ile Çar, Metternich ile Guizot, Fransız radikalleri ile Alman polisleri” sayılıyor.
Guizot’un kim olduğuna bakalım. 19. yüzyılda Fransız monarşizmi üç partiye ayrılmıştı: Bonapartistler, Orleansçılar ve Burboncular. 1830’da Louis-Philippe Kral ilan edilince Orleansçılar iktidarı ele geçirdi (Temmuz monarşisi); Manifesto yazıldığında Guizot Orleansçı partinin lideriydi.
Fransa’da Sınıf Mücadeleleri’nde Temmuz Monarşisinin iktidarı tüm burjuvazi adına değil, onun içindeki mali aristokrasi adına kullandığını, sanayi burjuvazisinin de bu iktidarın altında ezildiği anlatılır. 1848 devriminde “Bankerlerin Kralı” Louis-Philippe devrilir. Manifesto’nun giriş cümlesinde anılan Guizot, tüm burjuvaziyi temsil etmemektedir. Hatta burjuvazinin sanayici kesimiyle mücadele içindedir. Bu çelişkiler, burjuvazi sonrasında işçi sınıfına ihanet etse de, 1848 devrimlerini tetikledi.
İkinci Cumhuriyet, en azından başlangıçta, mali aristokrasinin elinden tek başına iktidarı alacak şekilde kurgulanır.
Fransa Üçlemesi’ndeki anlatı, sadece kendi içinde bütünleşmiş iki sınıfın kavgası değildir. Bu anlatı, Kapital’deki faiz getiren sermaye ve onun sanayi sermayesiyle çelişkileri üzerine soyutlamanın pratikte gösterilmesidir, diyebiliriz.
Hem burjuva toplumu tam anlamıyla geliştiğinde bile siyaset, işçilerle burjuvaların çift kale maç yapacağı bir alan olmayacaktır; hem de katışıksız burjuva toplumu 19. yüzyılda bile Avrupa’da mevcut değildi. Nitekim Engels Kapital’in önsözünde tam anlamıyla bir burjuva toplumunun Amerika Birleşik Devletleri dışında hiç bir yerde görülmediğini yazar.
Kapitalizmin sınıf ilişkilerini basitleştirmesi ve toplumu iki temel sınıfa ayırması, burjuva toplumunda siyasal süreçlerin burjuva-proleter çelişkesine hapsedildiği anlamına gelmiyor. Fakat yaşadığımız süreçleri “işçi sınıfının sermaye sınıfına karşı savaşından başka bir şey” olmadığını söylemek, küçük burjuva arzularının idealleştirilmesini kolaylaştırıyor; aynı sermayeyi bir sınıfın adı olarak telaffuz etmekte olduğu gibi.
19. yüzyılın son çeyreğinde gelindiğinde mali aristokrasi emperyalist sınıfa evrilmişti.
Eğer 1848 devrimlerinin anlatımı işçi sınıfının tüm burjuvaziyle mücadelesine indirgenseydi, mali aristokrasi bütün günahlarından arınabilirdi; en azından kitap sayfalarında. Zamanında Marx’ın yapmadığını, revizyonizm şimdi yapıyor. Hayal dünyasındaki küçük burjuva cennet başka türlü kurulamazdı. Cennet kurulduğunda göre artık halk, “özel mücadele gündemlerine sahip olan toplumsal hareketler ve özneler”, halkçılık ise “farklı çıkar ve taleplere sahip” bu hareketlerle birleşmek olarak tanımlanabilir.
Böylece sisteme, sosyetenin doruklarına tırmanarak eklemlenmenin önündeki son engeller de aşılmıştır.
Gelişen Dünyayı Yok Saymanın Karşıkonulamaz Konforu!
TİP Programına göre “Dünya üzerindeki halklar eşi görülmemiş bir sefalet ve yoksulluk ile boğuşuyor.”
Veriler bu iddiayı yalanlar. Örneğin Brookings Üniversitesi'nde Homi Kharas ve Kristofer Hamel'in yaptığı araştırmaya göre tarihte ilk defa olarak 2018 Eylül ayından sonra yoksullar veya yoksullaşma tehdidi altında olanlar dünya nüfusunun çoğunluğunu oluşturmuyorlar. Kharas ve Hamel’e göre bu tarih, Asyalı “yeni orta sınıf çağının başlangıcını” işaretliyor: “Yeni orta sınıf esas olarak Asyalı -hemen hemen gelecek bir milyar orta sınıf tüketicinin onda dokuzu Asyalı olacak- Çin, Hindistan, Güney ve Güney Doğu Asya'ya yayılıyorlar.”
Gelişen dünyanın Asya’daki yükselişi hegemonyanın alanını daha önce olmadığı kadar sınırladı. Küresel düzeydeki çatışma, gelişen dünya ile emperyalist merkezin çelişkisinin kendisini göstermesidir, diyebiliriz. Bu çelişkinin hayaller dünyasında yok sayılmasına dayanan ve gelişen dünyayı “emperyal emeller taşıyan güçler” olarak tanımlayan TİP Programı, emperyalist dünya ile gelişen dünyayı aynılaştırıyor. Böylece Atlantiğin emperyalist sınıflarına karşı mücadeleye katılmaya gerek kalmıyor! TİP, sermayeyi sınıf olarak telaffuz ederken ve siyasal süreçleri işçi-burjuvazinin saf çelişkisine indirgerken yaptığı gibi, kendisine konfor alanı açıyor!
Direten gerçekleri dile getirenler, küçük burjuva solculuğunun mutlu cennetine giren iblislerdir.
Küçük Burjuva sosyalizmini Manifesto’dan okuyalım: “En sonunda, direten gerçekler kendi kendini aldatmanın bütün başdöndürücü etkilerini tuzla buz ettiğinde, bu sosyalizm biçimi umutsuzluk içinde yürekler acısı bir çırpınışla can verdi.”
Yürekler acısı bir çırpınışla can verenlerin kurduğu TİP, Marksizmde revizyonun türevi. Yani sosyal demokrattır. En sonunda Marksizmin karşıtına dönüşmüş, birleşebileceği tek sınıf olan emperyalist sınıfların sistemine eklemlenmiştir. Bu yüzden, Sosyalist Enternasyonal ve Avrupa Sosyalistler Partisi’nin Türkiye kararları içinde, altına imza atamayacağı yoktur. Teori’nin Emperyalizm ve Sosyal Demokrasi başlıklı Şubat 2024 sayısında bu kararların çevirilerini kimlerin sosyal demokrat olduğunu göstermek için yayınladık.
TİP kendisini barışın Türkiyeli muhatabı olarak tanımlayarak, o imzayı bir kez daha teyit etti.