Krizden çıkış rotası

Kuntay Gücüm

Teori GYY

Kamu ve ekonomi

2008 krizi sonrasında en çok tartışılan başlıklardan biri, ulusal ekonomilerde ve küresel piyasalarda devlet mülkiyetli işletmelerin genişleyen etkisiydi. Kamu mülkiyeti ve ekonomideki kamu rolünün güçlendirilmesi, gelişmiş kapitalist ülkelerde bile krize karşı başvurulan yöntem oldu. OECD 2015 tarihli raporunda şu tespiti yapıyor:

“Son birkaç on yılda piyasaların küreselleşmesi, teknolojik değişim ve eski tekelci piyasaların serbestleştirilmesi birçok ülkede devlet mülkiyetli işletmelerin reorganizasyonuna ve yeniden yapılandırılmasına yol açtı. Ayrıca DMİ’lerin uluslararası ticarete ve yatırıma katılımı önemli ölçüde artış gösterdi. DMİ’ler esas olarak kendi yerel piyasalarında temel altyapı veya diğer kamu hizmetlerinin tedarikiyle meşgul olurken, kendi toprakları dışında da gittikçe büyüyen önemli aktörler haline dönüştüler.”[1]

Türkiye küresel eğilimlerdeki değişime uyum sağlamada gecikti ve iktidar ve ana muhalefet partilerinin uzlaşmasıyla küresel kriz koşullarında da, pratikte bazı önemli adımların atılmasına rağmen 1980’lerin geride kalan paradigmalarıyla yola devam etmeye çalıştı. Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bile sadece Vatan Partisi’nin seçim bildirgesi[2] karma ekonomiden söz ediyordu: “Kalkınmayı ve bölgeler arasında dengeleri sağlayan, halkı zenginleştiren Planlı ve Karma Ekonomi, Türkiye’miz için biricik çözümdür.”

Devletçiliğin gelişmesi OECD bölgesinde bile o kadar etkin sonuçlara neden olmuştu ki, OECD ilk defa olarak 2005 yılında Guidelines on Corporate Governance of State-Owned Enterprises başlığıyla devlet işletmelerinin yönetimine ait standartlar oluşturma yoluna gitti; bu metin 2015’de revize edildi.[3] OECD devlet işletmelerinin yönetimiyle ilgili kontrol mekanizması kurmak için adım atan ilk uluslararası kuruluş oldu. İlan edilen amaç, devlet işletmelerinin sınır ötesi piyasalardaki “anti-liberal” etkilerini sınırlamaktır. OECD için yapılan bir çalışmada şu cümleler yer alıyor:

“Kamu Sermayeli İşletmeler için Kurumsal Yönetişim Rehberi devlet sahipliğiyle bağlantılı maliyetlerin en aza indirilmesine yardım edecek iyi bir kurumsal yönetim rejiminin ana unsurlarını oluşturuyor. Bu maliyetler sınır ötesine yayılabildiği ve Rehber adil bir temelde uygulanabildiği ölçüde, devlet mülkiyetli işletmelerin istenmeyen sınır ötesi etkilerini asgariye indirmeye hizmet edecek bir enstrüman olabilir.”[4]

OECD metinlerinde sınırötesi etki vurgusunun sıkça yapılması, devlet mülkiyetli işletmelerin “anti-liberal” etkilerinin OECD bölgesine Avrupa dışından taşınmasından kaynaklanıyor. Vatan Partisi bildirgesi de, Karma Ekonominin Asya Çağı ile bağlantılı olarak, gelişen ekonomilerin kalkınma modeline dönüştüğüne dikkat çeker:

“Bugün Karma Ekonomi dünya ölçeğinde yeniden yükseliştedir. Dünyamız Asya Çağına girdi. Asya’dan yeni bir uygarlık yükseliyor. Çin ve Hindistan gibi dünün yoksulları bugün dünya ekonomisinin gelişmesinin başını çekiyorlar. Karma Ekonomi uygulayan ülkeler, hızla kalkınıyorlar.”

Forbes Global 2000 listesinin en başında Çin kamu bankası olan ICBC yer alıyor. İlk beşte 3, ilk onda 5 Çin firması var ve bu firmaların dördü kamu bankası. Listenin 6. sırasında yer alan Ping an Insurance Group ise eski Çinli gerilla lideri, savaş kahramanı ve politikacı olan Yuan Geng tarafından kurulmuştu. Yuan, İş Bankası’nın kurucusu olan Celal Bayar’a benzetilebilir. Özel bir işletme olarak kurulmuş olsa da, II. 5 Yıllık Planda görev alan tek özel işletme olabilecek kadar kamusal role sahip olan İş Bankası, siyasal önderlik tarafından karma ekonomik modelin içinde çalışmak üzere teşvik edilmişti ve Türk Devriminin yarattığı en özgün kurumlardadır.

Vatan Partisi bildirgesindeki, “Türkiye, Atatürk zamanında, 1930’lu yıllarda karma ekonomi yoluyla dünyanın en hızlı gelişen ilk iki ekonomisinden biriydi.” cümlesiyle, Çin ve Hindistan’ın gerçekleştirdikleri başarıların aynı ara başlık altında yer alması, Türk Devriminin kalkınma modeliyle günümüzde gelişen ülkelerin uyguladığı model arasında kurulan paralelliği vurguluyor.

Borç ekonomisinin sonu

ABD’nin 1980’lerde başlattığı “globalizm” hareketi, malların, hizmetlerin ve emeğin küresel serbest dolaşımından daha fazla, Amerikan kapitalizminin finansallaşmasına bağlı olarak sermayenin serbest dolaşımına, yani “serbest sermaye hareketlerine” dayanıyordu. Malezya Başbakanı Mahathir bin Muhammed, Asya krizi devam ederken Hong Kong’da gerçekleştirilen Dünya Bankası Yıllık Toplantısında yaptığı meşhur konuşmasında, serbest sermaye hareketlerini “ahlaksızlık” ve “soygun” olarak tanımlamıştı. Bu konuşma birçok yerleşik önyargı ve korkunun yıkılmasına katkı yaptı.

Teorik olarak gösterilmiştir; kapitalizmin merkezine yerleşen ülkede birikim süreci başlangıçta maddi genişlemeyle yükselir, belli bir noktada mali/finansal genişlemeye evrilir. Mali genişleme aşaması, o ülke için gerilemenin başlangıcını işaret eder. “Globalizm”, Amerikan ekonomisinin mali genişleme aşamasının ihtiyaçlarını yansıtıyordu.  

“Globalizm” az gelişmiş veya gelişmekte olan dünyada “borç ekonomisi” olarak kendini gösterdi. Vatan Partisi bildirgesi şu tespiti yapıyor:

“Borçlanma Ekonomisi, Türkiye’yi iflas noktasına getirdi. Devletçe ve milletçe borca battık. Devlet sektörü, sanayici, tüccar, esnaf, zanaatkâr, memur, emekli, işçi ve çiftçi, hepimiz borçluyuz. Borçlu millet olduk. Dış borcumuzun millî gelire oranı 2018’de yüzde 54’ü aştı. Sert bir devalüasyon veya petrol fiyatlarında hızlı yükseliş, dış borç oranını yüzde 80’in üzerine çıkarabilir. İç tasarruf oranımız ise, yüzde 13-14 seviyesine düştü. Yatırım oranımız yerinde sayıyor.”

Hazine ve Maliye bakanlığı verilerine göre 2018 yılı dördüncü çeyreğinde Türkiye’nin toplam dış borç stoku (kamu sektörü, TCMB ve özel sektör kısa ve uzun vadeli borçları toplamı) 444.878 milyon TL’ye, borç stokunun GSYH oranı %56.7’ye ulaştı. Son 30 yıl içinde sadece 2002 yılı ikinci ve üçüncü çeyreğinde bu oranın üstüne çıkılmıştı. 2018 sonu itibariyle toplam borcun yaklaşık %67’si özel sektöre ait. Yani “devletçe ve milletçe borca battık.”

Borç ekonomisinden kurtulmak, Vatan Partisi programının özünü oluşturuyor.

Türkiye’nin Özallı yıllarda attığı adımlardan biri 32 Sayılı Karardaki düzenlemelerle kambiyo denetimini ortadan kaldırmak olmuştu. Türkiye’de kambiyo denetimi ilk defa olarak I. Dünya Savaşı yıllarında zenginlerin altınlarını yurtdışına çıkartmalarını engellemek için getirilmiştir. 32 Sayılı Kararın da dayanağını oluşturan 1567 sayılı Türk Parasını Koruma Kanunu, devletçiliğe geçişin bir parçası olarak 1930’da yürürlüğe girdi. Türkiye, Özal’ın liberal müdahalelerine kadar korumacı bir kambiyo rejimiyle geldi. 

Geçtiğimiz yılın Eylül ayında 32 Sayılı Kararın 4. maddesinde yapılan değişiklikle, iç piyasadaki ödeme yükümlülüklerinin döviz cinsinden veya dövize endeksli olarak kararlaştırılamayacağı hükmü getirildi. 32 Sayılı Karara bu müdahale, neo-liberal politikalardan uzaklaşmayı gösteriyor. Fakat iktidar dâhil siyasal partiler, hâlâ kambiyo denetimini programlarına almaktan kaçınıyorlar. Sadece Vatan Partisi programında (md 27), “IMF’nin dayattığı tarıma destekleri, gümrükleri, KİT’leri, kamu hizmetini ve paranın giriş çıkışına kontrolü kaldıran politikalara son verilecektir.” ifadesi yer alıyor. Aynı konuya bildirgede de yer verildi:

“Paranın giriş çıkışını denetleyeceğiz. Türkiye’de Dolar ve Euro baskısına son vereceğiz. Dışalım ve dışsatım için gerekli olanlar dışındaki yabancı para mevduatlarını rayiç bedel üzerinden Türk Lirasına çevireceğiz. Millî Paramızı güçlü hale getirerek yurttaşlarımızın yatırımlarını Türk Lirası olarak değerlendirmelerini teşvik edeceğiz.”

Yükselen korumacılık

Dünya Ticaret Örgütü’nün yayımladığı aşağıdaki tablo, yeni-korumacı politikaların (tarife dışı önlemlerin) 2008 krizi sonrasındaki gelişimini gösteriyor.

2008 krizi sonrasında uluslararası ticarette korumacılık ivme kazandı ve hâlâ yükselmeye devam ediyor. Aslında Türkiye de aynı dönemde, özellikle sanayi kesiminin talebiyle yeni korumacı politikalara yönelmeye başladı. Örneğin ABD-Çin Ticaret savaşlarında kullanılan İlave Gümrük Vergilerine Türkiye ilk defa 2011 yılında başvurdu. Bugüne kadar 21 tanesi 2014 ve sonrasında olmak üzere 22 ayrı Bakanlar Kurulu Kararıyla 770 kalem eşyada %20 ila %70 arasında değişen oranlarda İlave Gümrük Vergisi uyguluyor. Ayrıca anti-damping gibi doğrudan vergi yükünü artıran diğer tedbirler, matraha müdahale yoluyla dolaylı olarak vergi yükünü artıran tedbirler ile işlem maliyetlerini yükselten diğer yeni-korumacı tedbirler Türkiye’de de yoğun olarak kullanılıyor.

Yeni korumacı bazı tedbirler re’sen kamu idaresi tarafından yürürlüğe sokuluyor (işlemlerin re’sen başlatılması sanayici sınıfın kulis faaliyetinin bulunmadığı anlamına gelmez.); bazı tedbirler ise sanayi sınıfının yazılı başvurularıyla başlatılan soruşturmalar sonrasında yürürlüğe giriyor. Sanayiciler, soruşturmanın her aşamasını takip ediyorlar. Yeni-korumacılığın sanayi sermayesinin talebi ve mücadelesine dayandığı söylenebilir.  

Gerek Cumhur İttifakı gerekse Millet İttifakı partilerinin ise korumacılığa programlarında yer vermekten kaçındıklarını, söylem düzeyinde neo-liberal politikaları savunmaya devam ettiklerini görüyoruz. Korumacılığı savunun sadece Vatan Partisi oldu. Yine 2018 bildirgesinden okuyoruz: “Sanayi ve tarım üreticimizi gümrüklerle koruyacağız. Bu amaçla Avrupa Birliği ile yapılan Gümrük Birliği Anlaşması’na son vereceğiz. Ülkemizde üretilebilen malları dışarıdan almayacağız, yerli üretimi geliştireceğiz.”

Dünya genelinde AB dâhil 17 gümrük birliği bulunuyor. Bu birliklerden bir bölümü Arap Gümrük Birliği, Belarus-Kazakistan-Rusya Gümrük Birliği, İsviçre-Liechtenstein Gümrük Birliği gibi ileri düzeyde siyasal birliğe sahip ülkeler arasında; bazıları ise Avustralya-Yeni Zelanda Gümrük Birliği, Doğu Afrika Gümrük Birliği, Körfez İşbirliği Konseyi gibi bölgesel birliğe sahip coğrafyalarda kurulmuş. Kendisi de bir gümrük birliği olan AB’nin Türkiye dışında iki ülkeyle daha gümrük birliği anlaşması var: Yaklaşık 80 bin nüfuslu Andorra ile yaklaşık 30 bin nüfuslu San Marino.

Türkiye-AB Gümrük Birliği, her açıdan sıradışı bir durum oluşturuyor.

İktidar 2017 içinde bu sıradışı durumu tarım ve işlenmiş tarım ürünlerini de kapsayacak şekilde genişletmeyi önerdi. Millet İttifakı muhalefetinin de gümrük birliğine sadık kalacakları biliniyor. AB ile ilişkiler konusunda da en gerçekçi programı savunan Vatan Partisi oldu.

Aynı bildirge ve Genel Başkan Doğu Perinçek’in birçok konuşma ve yazısında Avrasya vurgusu yapılır. Avrasya, Asya ile Avrupa’nın toplamından oluşuyor. 2018 verilerine göre Türkiye ihracatının yaklaşık yarısını AB ülkelerine yapıyor. Almanya, 2018 rakamlarına göre 16 milyar Dolar ile en fazla ihracat yaptığımız ülke. Türkiye, AB ülkeleriyle ilişkisini serbest ticaret anlaşmasıyla düzenleyerek ihracat potansiyelini korurken, gümrük birliğinin yarattığı sıradışı bağımlılık durumuna son verebilir. Aralarında Balkan ülkeleri, İsviçre, Mısır, Ürdün, İsrail’in de bulunduğu birçok ülke, AB ile ilişkisini ticaret anlaşmalarıyla düzenliyor.

Acil ihtiyaç: Gıda güvenliği

2019 yılının Türkiye açısından en çarpıcı gündemlerinden biri hızla yükselen gıda fiyatlarıydı. Sistemin temelinde işbölümleri, en başta da kırla kent arasındaki işbölümü yer alır. Neo-liberal politikaların uygulandığı yıllarda kır ile kent arasındaki işbölümü bozuldu; kırların kentleri beslemekte zorlandığı bir dönemden geçiyoruz.

Türkiye, sanayide yaşadığı tıkanıklığı sanayici sınıfın gücüne dayanarak korumacılık yoluyla aşmaya yönelirken, hükümet, gıda kıtlığını ise ithalat ile çözmeye çalıştı. Çiftçi zayıflatılmadan, ne 1980 sonrasındaki tarım kesimine yönelik yıkıcı politikalar ne de mevcut hükümetin tarım ürünleri fiyatlarındaki yükselişe karşı ithalata yönelmesi mümkün olabilirdi.

Vatan Partisi bildirgesinde köylüye yönelik geniş bir bölüm yer alıyor:

“Vatan Partisi hükümetinde köylü memleketin efendisi olacaktır.

Büyükşehir Yasası’nı kaldıracağız.

Köy Kanunu, çiftçinin ihtiyacına göre yeniden yürürlüğe girecek.

Köy merası, köylünündür. Meralarımızı kurtaracağız. Doğu ve Güneydoğu illerimize huzur getirerek meraları hayvancılığa açacağız ve besicimizi destekleyeceğiz. Hayvancılığı ıslah edecek, balıkçılığı koruma önlemleriyle geliştireceğiz.

“Çiftçi örgütlerinin, meslek odalarının ve tarımla ilgili akademik çevrelerin, görüş ve önerilerini de dikkate alarak, ülkemizi tekrar tarımda kendine yeterli hale getireceğiz. Bunun için çiftçi kooperatiflerini, Türkiye Ziraat Odaları Birliği’ni, Ziraat Mühendisleri Odası’nı, tarım sanayicilerimizi ve üniversitelerimizdeki ilgili öğretim üye ve yardımcılarını, uzmanları ve kamunun gücünü seferber edeceğiz. Kapsamlı bir plan ve yol haritası hazırlayacak ve uygulayacağız.

“Tarım kooperatiflerini güçlendireceğiz. Üretim kooperatifleri ile tüketici kooperatifleri arasında işbirliğini geliştirecek, aracıya giden kaynakları çiftçiye kazandıracağız. TARİŞ, FİSKOBİRLİK, MARMARA BİRLİK, TRAKYA BİRLİK, ANTBİRLİK, ÇUKOBİRLİK, PANKOBİRLİK gibi tarım satış kooperatiflerinin hukuksal sorunlarını çözecek, kooperatiflerimizi ürünleri işleyecek fabrika ve tesislere kavuşturacağız. Böylece çiftçimizin üretme şevkini yükseltecek, tarım üretiminde büyük bir atılım gerçekleştireceğiz. Gıda güvenliğimizi sağlayacağız.

“Su kaynaklarının özelleştirilmesini öngören ve arazi toplulaştırmasını DSİ’ye bırakan KHK derhal iptal edilecektir. Sulama birliklerinin ve çiftçinin sulamada kullandığı elektrik enerjisinin rüzgâr, güneş, biyogaz, yeraltı ısısı gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılanması için olanaklarımızı belirleyecek, bu konuda elverişli projelerin uygulanmasını teşvik ederek devreye sokacağız. 

“Çiftçinin ve besicinin bankalara olan faiz borçları silinecek, vâdesi gelen anapara ödemeleri dört takside bağlanacaktır.

“Tarımsal sanayide büyük atılım gerçekleştireceğiz.

“Toprak Mahsulleri Ofisi, TEKEL İdaresi, Et Balık Kurumu ve Süt Endüstrisi Kurumu gibi çiftçiyi destekleyen KİT’leri canlandıracak veya yeniden kuracağız. Köylünün ürününü değer fiyattan ve peşin ödemeyle alacağız.

“Tarımımızı yok eden ve çiftçimizi üretimden koparan Kemal Derviş Yasalarını iptal edeceğiz. Tütün ve şeker pancarı kotalarını kaldıracağız. Tütün ithalatına son verecek, Türkiye’de sigara üretimi yapan fabrikalara, Türk tütünü işleme zorunluluğu koyacağız. Devlet destekleme alımları yapacak ve piyasanın çiftçileri de gözetecek tarzda oluşması için gereken önlemleri uygulayacağız. Bu amaçla TEKEL idaresi yeniden kurulacaktır. Yaprak tütün işletmelerine on binlerce işçi alınacaktır.

“Vatan Partisi iktidarında devlet, kendi yerli tohumlarımıza dayanan organik tarımın geliştirilmesi için üreticilerimize her türlü desteği verecektir.

“Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM) üreticilere yeniden tohum ve damızlık hayvan dağıtır duruma getirilecektir. Kiraya verilen işletmeler geri alınacaktır.

“Hal Yasası, üretici lehine değiştirilecektir. Ayrıca tedarikçi firmaların büyük marketlere olan ve üreticiye yansıyan uzun vadeli finansman uygulamalarına sınır getirilecektir. Ürünü tarlasına kadar denetleyebilen marketler, çiftçinin parasını tedarikçiye en geç bir hafta içinde ödeyecektir.

“39 milyon dekar tarım dışı kalan arazi üretime geçirilecektir. Bu arazilerin bölgelere göre özellikleri saptanacak, gerekli önlemler uygulamaya konulacaktır.

“Sınırlardaki mayınlı arazileri yoksul köylülere dağıtacağız. Toprak ve Tarım Reformuyla yoksul köylüyü toprağa kavuşturacak ve tarım arazilerinin verimli şekilde işletilmesini sağlayacağız.

“Tarım ürünlerinin paketlenmesi, standartlaştırılması ve depolanması teşvik edilecek, tarımda makineleşmeye ağırlık verilecektir. Sanayiye dönük tarım ürünleri, ekim yeri saptanarak yerinde işlenecektir. Tarımsal ilaçların bilinçli kullanılması sağlanacak, gübreyle birlikte fiyat ayarlaması yapılacaktır.”

Milli seçenek

Her çözüm dayanacağı sınıfları da açıklamak zorunda. Vatan Partisi bildirgesi de kendi sınıflar ittifakını “İşçiler, çiftçiler, esnaf, zanaatkâr, kamu emekçileri, sanayici ve tüccarın Millî Hükümeti” diyerek tanımlıyor.

Vatan Partisi’nin çözümü “ihracat odaklı ekonomiden üretim odaklı ekonomiye geçmek.” Seçim bildirgesinde, “İşçiler, çiftçiler, kamu çalışanları ve emekliler başta olmak üzere halkın alım gücünü genişleterek piyasada talebi artıracak ve çarşıları şenlendireceğiz.” cümlesiyle, iç talebe dayanan kalkınma stratejisi işaret ediliyor.

İç piyasada gelişme, fiyat istikrarını sağlamayı, fiyat istikrarı da kambiyo kontrolü ve para politikalarının doğru yönetimini gerektirir. Merkez Bankası Kanununda “Bankanın temel amacı fiyat istikrarını sağlamaktır.” cümlesi yer alıyor. Vatan Partisi bildirgesinde, Merkez Bankasının küresel mali sermayenin denetiminden kurtarılacağını vadeden bir ara başlık ayrılmıştır: “Merkez Bankası’nı dünya para merkezlerinin denetiminden kurtaracağız ve güçlendireceğiz. Merkez Bankası ile ekonomiyi yöneten diğer kurumlar arasında eşgüdüm sağlanacaktır.”

Fiyat istikrarı, maliyet kaynaklı enflasyona düşmanlık anlamına gelmez. İktisat tarihçileri arasında kapitalizmin 16. yüzyıldaki gelişmesinin temelinde, üretimi teşvik eden Fiyat Devriminin yer aldığı yaygın şekilde benimsenen bir görüştür. Çin de reform süreci içinde kendi Fiyat Devrimini yaşamış, 1989’daki Tienanmen olaylarını kışkırtanların kullandıkları propaganda malzemelerinden biri, fiyat artışları olmuştu.

Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek enflasyon hakkındaki algıları “IMF öcüsü” olarak nitelendirdi. Aydınlık’ta yer alan “Sanayi Kentlerinin Uyarısına Biricik Yanıt: Üretim Devrimi” başlıklı 3 Nisan tarihli Rota yazısında, “Ekonomi Programı bugün pazardaki etiket fiyatlarına bakarak değil, üretime odaklanarak çözülebilir. Pazardaki etiketi de denetleyecek siyaset budur.” diyor. Perinçek’in ifadesiyle, IMF öcüleriyle ekonomiyi yöneterek ancak “patates fiyatı düşsün diye Suriye’den patates alır ve Nevşehirli, Kayserili patates üreticisinin ürünlerini çimlenmeye terk edersiniz”; “Zonguldak dağının altında yatan kömürü çıkartmak yerine, ucuzdur diye Güney Afrika’dan, Ukrayna’dan kömür getirirseniz, borç batağında boğuluruz.”

Vatan Partisi’nin çözümü, iç talebe dayanarak, üretim odaklı büyüme stratejisini güçlü küresel bağlarla uygulamayı öngörüyor ve 2018 seçim bildirgesi gerekli ilişkilerin kurulduğunu ilan ediyor:

“Çin Halk Cumhuriyeti yöneticileriyle görüşüyoruz. Çin ile ekonomik ilişkilerimizde Gelişmeyi Paylaşma temelinde büyük bir yatırım atağı gerçekleştireceğiz. Türkiye’yi bir üretim üssü haline getireceğiz. Çin ile işbirliğini, milyonlarca işsize çalışma alanları açmak ve teknolojimizi geliştirme amacıyla değerlendireceğiz. Çin pazarını Türk sanayici ve tarımcısına açacağız. Çin’den milyonlarca turistin ülkemize gelmesi için gerekli çalışmalara başlamış bulunuyoruz. Perinçek Hükümeti döneminde, Çin’in “Bir Kuşak Bir Yol” adını verdiği Yeni İpek Yolu projesinde Türkiye’miz kilit ülke olacaktır.”

Teori, bu sayısında, Türkiye’nin ekonomik krizini ve çözümlerini dosya olarak sizlere sunuyor.

 

[1] OECD (2015), OECD Guidelines on Corporate Governance of State-Owned Enterprises, 2015 Edition, OECD Publishing, Paris. http://dx.doi.org/10.1787/9789264244160-en

[2] Seçim bildirgesi Teori dergisinin Haziran 2018 sayısında, “Herkese İş Üreten Millet Teröre Son Güçlü Devlet Çözüm Perinçek” başlığı ile yayınlanmıştır.

[3] 2015 tarihli metin Türkçe olarak Kamu Sermayeli İşletmeler için OECD Kurumsal Yönetişim Rehberi 2015 adıyla Türkiye Kurumsal Yönetim Derneği tarafından yayınlanmıştır.

http://argudenacademy.org/docs/content/ArgudenAkademi_KamuSermayeliIsletmelerdeKurumsalYonetisim_18042016_WEB.pdf

[4] Kowalski, P. et al. (2013), “State-Owned Enterprises: Trade Effects and Policy Implications”, OECD Trade Policy Papers, No. 147, OECD Publishing, Paris. http://dx.doi.org/10.1787/5k4869ckqk7l-en