Kurtlu elma ve zirai ilaç oyunu-2

Süleyman Yurddaşer
Zir. Yük. Müh.

Birinci bölümde zirai mücadele ilaçlarının ambalajları üzerinde olması zorunlu açıklamaları yazmıştık. Yalnız iki hatta üç hususu atlamışız. Birincisi su kaynaklarındaki balıklara etkisi, ikincisi ise arılara olan etkisi. Bu konuda değinmemiz gereken en önemli mesele ise zirai mücadelede kullanılan pestitislerin ambalajları meselesidir. İlaçlama yapacak çiftçi, bir su kaynağının başında ilaçlama aleti tankını (pülverizatör) su ile doldurmalıdır. Tankını doldururken, ürününe atacağı zirai ilacı da ilaçlama tankına koyar ve kullandığı ilaçların ambalajlarını da orada bırakır. Bu işle uğraşanlar iyi bilirler ki en çok çevre kirliliği yaratan bu ambalajlardır. Bu tespitimi bakanlık yetkililerinin de bulunduğu birçok toplantıda dile getirdim ama şimdiye kadar bu konuda bir değişiklik olmadı. Hatta zirai ilaç firmalarının tanıtım toplantılarında bir öneride bulunuyordum. Şöyle ki: Zirai ilaç ambalajları depozitolu olsun, ilaçlama yapan çiftçi ambalajlarını toplayıp ilaç bayisine götürsün ve bunun karşılığında bir miktar ambalaj parası kendilerine ödensin; bayi de bu ambalajları ilaç firmalarına teslim etsin, ilaç firmaları da bunları usulüne göre imha etsin ya da değerlendirsin. Bu yüzden bazı toplantıları terk etmem istendi.

Bu bölümde, o açıklamaların en önemlilerinden LD=Letal Doz’dan (öldürücü doz) ve ilaçlama ile hasat arsındaki süreden bahsedeceğim.

LD=Letal doz (öldürücü doz) ibaresi mg/kg olarak belirtilir. Yani bir insan ya da hayvanın, bu zirai ilaçtan canlı ağırlığının bir kilogramı için mg olarak vücuduna aldığında öleceğini ifade eder. Örnek verecek olursak: Zirai ilacın ambalajında LD=1000 mg yazıyorsa, 80kg ağırlığındaki bir insanın bundan hayatını kaybetmesi için, 80*1000=80000 mg vücuduna girmesi gerekir (veya 80 gr).

Burada, tarlada ya da bahçede ilaçlamanın nasıl yapıldığını da anlatmak gerekirse: Günümüzde piyasada en yoğun teknik madde içeren zirai ilaç %40 seviyesindedir. Bu pestitis, ilaçlama tankının (pülverizatör) içindeki bir ton suya karıştırılarak meyve bahçesinde 5 dekar araziye, sebze tarlasında ise 10 dekar araziye püskürtülür (pülverize edilir). İlaç yaptığımız bahçe elma bahçesi olsun. 5 dekar elma bahçesinde en fazla 3000 kg elma olur. Şimdi bir hesap yapalım: 0,40/1000=0,0004/3000=0,0000000133 kg. Bu, bir kg elmaya isabet eden zirai ilacın aktif maddesidir. Bunu grama çevirirsek: 0,0000000133/1000=0,0000000000133 gr. Bitmedi, bir kg elmada beş adet elma olduğu kabul ederse: 0,000000000133/5=0,000000000026 gr. Bir elmaya düşen zehir miktarıdır. Zirai ilaçlara zehir diyorlar ya, şimdi 80 kg ağırlığındaki bir insanın zehirlenmesi için kaç elma yemesi gerektiğini siz hesaplayın. Kaldı ki hiç kimse bahçe ilaçlandıktan hemen sonra elma yemez, üretici de hasat etmez. İşte şimdi burada ilaçlama ile hasat arasındaki süre devreye giriyor. Bu süre ilaçlamada kullanılan pestitisin aktivitesini kaybedip dekompoze (bozulduğu) olduğu ve bitkinin de kendini bu kimyasaldan arındırdığı süredir. Zira örneğimizdeki zirai ilaç ruhsatlandırılırken, güneş ışınları ile temasında ya da oksijenle temasında ne kadar sürede etkinliğini kaybedeceği tespit edilmiş ve bu süre ambalaja yazılmıştır. Bu süre içinde bitkinin kendini temizlemesi de söz konusudur. Her canlının belli bir miktara kadar kendini, yabancı maddelerden arındırma yeteneği olduğu bilinmektedir.

Kurtlu meyve yenmesini önerenlerin görmediği başka bir konu ise, hastalık ve zararlıların meyve ve sebzede yaratacağı ürün kaybının başka bir yönü de hastalık ve zararlının mahsul üzerinde açacağı lezyonlardır (yaralanmalar). Oluşan bu lezyonlarda üreyecek fungus (mantar) ve bakteriler düşünülmemektedir. Meyve üzerinde üreyecek bu mantar ve bakterilerin insan sağlığına ne kadar zarar vereceği düşünülmemektedir. Yani, zirai ilaç üreticilerinin yeni ürünlerine Pazar açmak için kamuoyunda oluşturdukları algı ile hareket edip, kurtlu elma yiyin önerisinde bulunmaktadır. Güzide basınımız da bu okumuş cahillere bol bol yer verip tüketicilerin kafasını karıştırmaktadırlar.

Yeni nesil zirai ilaçlar

Konu ile ilgili bundan önceki yazımızda ve burada da bahsettiğimiz gibi, asılsız ve doğru olmayan bilgilerle, zirai ilaçlar konunda istenilen kamuoyu oluştuktan sonra, çokuluslu zirai ilaç firmaları son yıllarda yeni nesil ilaçlar geliştirmişlerdir. Bu yeni nesil zirai ilaçlarda hiç rezüdi (kalıcı) riski bulunmamaktadır. İlk bakışta bu yeni formülasyonlar iyi olmuş gibi gözükse de esası sömürünün hızlanmasını sağlamaktır. Şöyle ki: Bu yeni formulasyonlarla ilaçla, topla-hasat et denmektedir. Bu preparatların ilaçlama yapıldıktan bir gün ya da iki gün sonra hastalık ve zararlıya etkisi olmamaktadır. Üç -beş gün sonra yine hastalık ve zarlı riski oluşmaktadır. Yeniden ürünün ilaçlanma zorunluluğu doğmaktadır. Bu da zirai mücadele masrafının 8-10 kata çıkmasına sebep olmaktadır. Bununla birlikte üreticinin bu işe ayıracağı zaman da artacak, ilaçlama için gerekli enerji de 8-10 katına çıkacaktır.

Sebze, meyve ihracatı

Yeri gelmişken, özellikle sebze, meyve ihracatında kullanılan bir konudan da bahsetmek gerekir. “MRL= Maksimum resudi limit” deyimi, zirai ilaçların mahsul üzerinde tespit edildiğinde tolere edilebilecek zirai ilaç kalıntısını ifade eder. Bu miktarlar, her zirai ilaç için farklıdır ve ülkelere göre de değişiklik gösterir. Her ülke, yılbaşında bu miktarları gümrük tebliğlerinde yayımlar. Zirai ilaç kalıntısı yönünden MRL değerlerinin yanında, meyve ve sebzeler üzerinde olması muhtemel, ülkelerine girmesine izin vermeyecekleri hastalık ve zararlı kalıntıları da yayımlarlar. Sebze, meyve ihracatçıları da bunları bilir ve ürünlerini buna göre hazırlarlar. Bilindiği gibi, ihraç edilecek gıda maddelerin öncelikle dâhili gümrüklerden geçmesi gerekir. Ürünlerin çıkışına izin verilmesi için, dâhilde uluslararası geçerliliği (akredite) olan laboratuarlardan gideceği ülkenin normlarına uygun MRL ve zararlılar yönünden de sağlık raporu alma zorunluluğu vardır. Bunlara uyulmadığı takdirde dâhili gümrüklerden çıkışa izin verilmez.

Burada bir konuya daha açıklık getirmek gerekir. Hani basında sık sık rastlarız ya, falanca ülkeye giden domates, biber, portakal vb. geri geldi… Bu haberleri duyan halkımız da panikler, bunları bize mi yedirdiler diye. Aslında böyle bir şey söz konusu olamaz. Maksatlı haberlerdir, söylentidir. Çünkü ihracatı gerçekleştirilen ürünün geri gelmesi söz konusu olmaz, olamaz. Şöyle ki: İhraç edilen ürünün geri gelmesi, ithalat işleminin yapılmasını gerektirir. Hiçbir ihracatçı kendi ürününü ithal etme riskini göze almaz, ithal edilmesi akılcı da değildir. İhraç edilen ürünün gittiği yerde ayıplı olduğu, standartlara uygun olmadığı veya sağlık yönünden riskli olduğu tespit edilmişse, kurallara uygun olarak raporlanır ve orada imha edilir. Masrafları da ihracatçıya fatura edilir.

Peki, bu sebze, meyvelerimiz için oluşturulan yaygara niye? Bunun bana göre iki sebebi var: Bir, Türk tarım ürünlerini değersizleştirmek için; İki, içerde fiyatların düşmesi ve dolayısı ile enflasyonun düşük çıkarılması gayretlerinden de kaynaklanmaktadır. Hâlbuki tarım ürünleri geçmişte olduğu gibi bugün de millî ekonomimizin kurtarıcısı olabilir. Dünya çapında beğenilen ve aranan sebze ve meyvelerimizi değersizleştirecek eylem ve söylemlerden uzak duralım. Üreticilerimizin de kurallara uymasını sağlayalım. Bilir bilmez uzatılan mikrofonlara kurtlu elma yiyin demeyelim, kurtlu elmayı yurtdışında kimseye satamayız. Kurallara uyarak mücadelemizi yapalım, elmalarımızı kurtlara değil insanlara yedirelim.

Sebze ve meyve de hormon

Nerede ise bu hormon meselesi artık beşikteki çocuğun bile bilgisi dâhilindedir. Bazı çokbilmiş medya bülbülleri, nerede düzgün, gelişkin bir meyve ya da sebze görseler yapıştırırlar “bu hormonlu yemeyin “ cümlesini. Hekimler kusura bakmasın ama bunu söyleyenler genellikle doktorlardır. Hiç düşünmezler ki her canlının bünyesinde onlarca hormon bulunur. Bünyesinde hormon bulunmayan canlılar inorganik minerallerdir. Bilindiği gibi canlıda olması geren bir hormonun eksikliği o canlının sağlığını bozacaktır. Kaldı ki sebze ve meyvede kullanılan hormon terkipli bir preparat yoktur. Bazı bitki gelişim düzenleyiciler (BGD) kullanılır ki bunlar asla hormon değildir. Sağlıklı bir bitki, ihtiyacı olan hormonu kendisi üretir. Özellikle sebzede görülen şekil bozuklukları için teşhis hazırdır, “HORMONLU”. Bütün canlılarda genetik sapma sonucu anomaliler görülür. Bunların da hormonla bir ilgisi yoktur. Meyve ve sebzelerin tüm özellikleri genetik yapısı ile ilgilidir. Daha sonra bu genetik yapının tezahürü bakım-beslemeye bağlıdır. Özet olarak, aynen Ermeni Soykırımı ifadesinde olduğu gibi hormonlu deyimi de emperyalist bir yalandır.

Ekonomi