Sarı Yelekliler halk hareketi: Neoliberalizmin iflası

Ali Rıza Taşdelen
Sosyolog, Aydınlık gazetesi Fransa temsilcisi

Son üç aydır, sadece Fransa değil, tüm dünya neoliberalizmin temsilcisi Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuelle Macron’un tahtını sallayan Sarı Yeleklileri konuşuyor, tartışıyor ve anlamaya çalışıyor. Avrupa Birliği (AB) ile ABD arasındaki ilişkilerin zayıflamaya başladığı, Atlantik cephesinin bu iki ana gücü arasındaki çelişmelerin açıkça dillendirildiği ve restleşmelerin olduğu bir dönemde patlak veren Sarı Yelekliler Hareketi birçok çevrenin kafasını da karıştırmış oldu.

“Macron “Avrupa Ordusu” çıkışıyla Trump’ın ayağına bastı? Öyleyse Sarı Yeleklilerin arkasında ABD var! Yoksa Soros mu? Ne de olsa “sarı” rengi hareketin niteliğini ele veriyor!” gibi çıkışlar ve iddialar gerçeklerden, olgulardan uzak; Trump-Macron “çatışması” ve Soros’un renkli devrimlerinden yola çıkarak yapılan fantezilerden ibarettir ve olgulara dayanmamaktadır.

Halk hareketleri bıçağın kemiğe dayandığı, devlet ve kurumlarından umudun kesildiği, kendilerini temsil iddiasını taşıyan siyasal parti ve sendikalara güvenin yittiği şartlarda ortaya çıkar. Hiç bir güç düğmeye basarak, çağırıda bulunarak veya davet ederek bu düzeyde bir halk ayaklanmasını yaratamaz.

Dip dalgası

Kasım-Aralık ayları boyunca, Aydınlık gazetesindeki köşemde[1] her Pazartesi Sarı Yeleklileri yazdım. Ulusal Kanal’dan her hafta 3-4 kez bağlanarak hareketi değerlendirdim. Eylemler başlamadan önce, bulunduğum bölgede yapılan hazırlık toplantılarına katıldım, tartışmalarını izledim. Otoyol gişelerinde nöbet tutan, polisin gazına, copuna direnen bu insanlarla birlikte oldum. Kavşaklarda direniş çadırları ve tahta barakalarla karargâh kuran işçi, emekli ve çiftçilerle sohbet ettim. Daha da ötesi 40 yıla yakın Fransa’da yaşanan grevleri, gösteri ve yürüyüşleri, mitingleri ve halk hareketlerini izledim. Bu tecrübelerime ve elbette somut olgulara dayanarak diyorum ki bu bir halk hareketidir. Bu hareket küreselleşmenin ve neoliberalizmin ruhuna Fatiha okuyan bir yoksullar ve orta sınıf hareketidir, bir başkaldırıdır, bir ayaklanmadır. Bu hareketin örgütlenmesi ve yönetilmesinde siyasî partiler ve sendikalar yoktur. Ülkenin tüm kurumları, yöneticileri ve aydınlarıyla halk arasındaki bağlar kopmuştur. Halkın kendisi, kendiliğinden harekete geçmiştir. Yaşanan bir dip dalgasıdır.

 

2005 banliyö eylemlerinde öne çıkan sistemin dışına itilmiş, çoğunluğu göçmenlerden oluşan ve gettolara tıkılmış, gelecek güvencesi olmayan ve toplumun en alt kesimini oluşturanlar değil Sarı Yelekliler. Ortalama asgari ücretle çalışan işçi veya asgari ücretin altında bir aylıkla geçinmeye çalışan emekli ve işsizler, çiftçiler, esnaflar... “Aşağı Fransa” yani. Bu kesim düzenle uyumlu, ses çıkarmayan, kendi halinde yaşayan ve çoğu daha önce bir eyleme katılmamış, bir sendikaya üye olmamış, belki bir siyasî partiye üye, sempatizan değil. Yani toplumun dibindeki sessiz kesim. İşte bu kesim hiç beklenmedik bir çıkış yapıyor. Hükûmet gibi sağ ve sol elit kesimlerin küçümsediği, hor gördüğü, bir işe yaramaz dediği kesim.

 

Hareket işte bu nedenle Fransız halkının ezici çoğunluğunu arkasına aldı; işçisinden işsizine, emeklisinden çiftçisine, küçük esnafından zanaatkârına kadar; aşırısından ılımlısına, sağ ve sol ayrımı yapmadan halkın alt ve orta kesimlerini, Arabı, Beyazı ve Zenciyi birleştiren bir halk hareketine dönüştü. Küreselleşmenin neoliberal politikalarının yıkıntıları altında kalan, inim inim inleyen halkın ezici çoğunluğunu oluşturan kesimi temsil eden Sarı Yelekliler ayağa kalktı ve zaten can çekişen neoliberalizme son darbeyi vurmanın ve tarihin çöp tenekesine atmanın yolunu açtı. Hareket, süreç içerisinde yerel önderlerinin siyasal konumuna ve seviyesine göre giderek siyasallaşma eğilimi gösterecektir. Gelinen aşamada ileri sürülen talepler bunu göstermektedir.

Daha ilk haftasından itibaren hükûmete geri adım attıran, Fransız, hatta Avrupa tekelci burjuvazi ve malî oligarşisine korkulu anlar yaşatan bu hareketin nereye kadar gideceğini bugünden hiç kimse kestiremiyor. Ama şurası kesin ki, Sarı Yelekliler hareketi, çöken küresel düzenin neoliberal politikalarının iflasını dünyaya ilan ediyor. Kapitalizmin insanları tüketim manyağı yaptığı, yalnızlaştırdığı, bencilleştirdiği; birbirinin sırtına basarak yükselen, dostuna çelme takan insanlar yarattığı çok yazıldı çizildi. 70’lerde başlayan petrol kriziyle bir daha belini doğrultamayan, ekonomisini borç ile çeviren kapitalist sistem, son çare başvurduğu neoliberal politikalarla halka yaşamlarını insanca sürdürebilecekleri payı veremeyince kıyamet koptu.

Hiç kimse bu kalkışmanın bir devrim hareketi olduğunu, Fransa’nın devrime gittiğini iddia etmiyor. Avrupa’da devrimci durumun olgunlaştığını iddia eden kimse de yok. Ama ekmeği için, insanca yaşamak için, kendilerini ilgilendiren konularda daha fazla söz sahibi olmak için ayağa kalkan insanlar topluluğu var. Milliyetçisini, solcusunu bir cephede ekonomik ve demokratik talepler etrafında birleştiren bir hareket. Bunu göremeyenler hiç bir halkçı-devrimci-milliyetçi bir mücadeleye önderlik edemez.

Neoliberalizm iflas etti

Küreselleşmenin ne olduğu ve kapitalist ülkelerde ne gibi sonuçlar doğurduğunu Fransa özelinde kısaca hatırlatmakta yarar var.[2]

Dünya kapitalist sisteminin, 1970’li yıllarda içine düştüğü krizden kurtulmasının yolu olarak ortaya atılan neoliberal düşünce, küreselleşme projesi ile İkinci Dünya Savaşından sonra dünyada oluşan, sosyal ve politik dengeleri altüst etti. Dünyada yeni bir neoliberal rüzgâr esmeye başlamıştı. Başını Reagan’ın çektiği bu akım, Avrupa’da Thacher ve Kohl ile yankı bulmuş ve Sosyal Demokrat François Mitterrand’ı da içine çekerek, ABD’nin küreselleşme politikası adım adım Avrupa’yı sarmaya başlamıştı.

1980’li yıllardan günümüze kadar inanılmaz boyutlara ulaşan uluslararası sermayenin saldırısını kapitalist ülkelerin emekçi sınıfları da günlük yaşamlarında hissetmeye başmamıştı. 1945-1975 döneminde kapitalist dünyada oluşan “sosyal refah devleti”, “korumacı devlet” (L'État-providence) küreselleşme hareketinin saldırısına uğradı. Daha önce orta halli bir yaşam süren küçük esnaf, zanaatkâr, çiftçi ve küçük burjuva kesimleri de bu saldırıdan payını aldı.

Kendilerini yeni liberaller olarak adlandıran siyasal çevreler, krizin nedeni olarak devletin ekonomiye müdahalesini gösteriyordu. Açık bir şekilde kamuculuk ve devletin sosyal yönü hedef alınıyordu. Kapitalist ülkelerde İkinci Dünya Savaşından sonra uygulanan Keynesçi politikalar (devletin ekonomiye müdahalesi, gelir dağılımını düzeltmeye yönelik sosyal düzenlemeler vb.) ile oluşturulmuş kamu teşekkülleri ve işçi sınıfının yüz elli yıllık mücadelesi ile kazanılmış sosyal ve sendikal haklar hedef alındı. Sermayenin önündeki bütün sınırlar ve engellerin kaldırılması hedeflendi.

Neoliberalizmin en önemli silahlarından biri de özelleştirmedir. Ulusal devletlere önemli bir politik ve ekonomik manevra olanağı sağlayan kamu işletmeleri, uluslararası sermayenin baş hedefi durumundaydı. O halde devletin ekonomiye müdahalesi asgariye indirilmeli, hatta yok edilmeliydi. Gelişmiş kapitalist ülkeler içinde, gerek sanayi gerekse hizmet sektöründe en güçlü kamu teşekküllerine sahip Fransa, 80’li ve 90’lı yıllarda sistemin sol ayağı sosyal demokratların 14 yıllık iktidarı döneminde ardı arkası kesilmeyen özelleştirme operasyonlarına sahne oldu. İktidarı devralan sağ muhafazakârlar da 80’li yılların başında sosyal demokrat Mitterrand ile başlayan neoliberal politikaları günümüze kadar devam ettirdiler.

Le Monde Diplomatique gazetesi Genel Müdürü İgnacio Ramonet, gazetenin eki Manière de voir dergisinin Ağustos 1994 tarihli 23. sayısında, “Fransa tüm dünyaya önerdiği laik prensiplerle yoğrulmuş devlet-vatandaş politik modelini terk etti. (...) ekonomi, sosyal ilişkiler, ulusal dayanışma, savunma, dış politika ve kültür alanında büyük Fransız gelenekleri birbiri ardına ihmal edildi, yıkıldı ve unutuldu. Böylece, küreselleşmenin düzmece erdemleri ve neoliberal dogmalar adına Fransa’ya özgü planlamacılık ve ekonomide müdahalecilik gerek sağ gerekse sosyalist hükûmetler tarafından ısırganlara atıldı. Yalnızca sermayenin çıkarlarına ve piyasa kurallarının egemenliği altına giren ekonomi; yirmi yıl boyunca yıkıcı bir sosyal krizin içine sürüklendi.”, diye yazdı.

“Mafyokrasi, Emperyalist-Kapitalist Sistemin Mafyalaşması ve Türkiye” adlı kitabında, “Hangi çağdayız? İnsanlık kapitalizmin ya da ‘modernizmin’ ötesine mi geçti? Söylendiği gibi, gerçekten ‘Bilgi çağı’ diye bir zamana mı geldik? Yoksa emperyalizm çağının son demlerini mi yaşıyoruz?”, diye soran Doğu Perinçek, “Emperyalist-kapitalist sistem, mafyalaşmış bulunuyor. Bugün sistemin hâkim sınıfı, kapitalizmin yükseliş dönemindeki gibi, sanayi ve ticaret burjuvazisi değildir; emperyalizm döneminin malî sermayesi ise büyük ölçüde mafyaya dönüşmüştür. Sistem üretimden kopmuş ve sanallaşmıştır”[3] şeklinde cevap verir.

Mehmet Ulusoy da Perinçek ile aynı doğrultuda belirlemede bulunur:

“Küreselleşme... Kapitalizmin temel dinamiklerine müdahale edip onları çarpıtan, geriye doğru saptıran siyasî bir olaydır. Çürümüşlüğün ve asalaklaşmanın son noktasına varmış, bu özelliklerin bir sonucu olarak, sanayicilikten ve üretimden koparak büyük ölçüde mafyalaşmış tekelci burjuvazinin egemenliğini sürdürebilmek için başvurduğu siyasî nitelikte bir operasyondur.”[4]

Küreselleşme[5] girdabının içine çekilen tüm ülkelerde bu politikalar uygulanmaya kondu. Uluslararası sermayenin bu saldırılarının ezilen dünyada yarattığı yıkım ve yoksulluk ve ulus devletlerin yok edilmesi bilinen bir gerçektir. Fakat aynı zamanda, küreselleşmenin bizzat emperyalist kapitalist ülkelerde de toplumsal sonuçları oldu. Fransa bunların dışında kalamazdı.

Neoliberal küresel saldırı sadece geniş halk kitlelerinin ekmeğini küçültmedi; ulus devletin temellerini dinamitledi; ulusal egemenlik, ulusal dil ve kültür, ulusal kimlik aşındırıldı. Dolayısıyla bu süreç milliyetçiliği de tetikledi. Fransa’da olduğu gibi Avrupa’da milliyetçi partilerin ortaya çıkmasına ve büyümesine neden oldu. Ekonomik krizin yükünü çalışan halk kesimlerinin üzerine yıkan sağ ve sol merkez partileri erimeye başlayınca, milliyetçi partiler yanında sol uçlarda da partiler güçlenmeye başladılar.[6]

Emperyalizm çürüyen kapitalizmse, küreselleşme de çürüyen, mafyalaşan ve asalaklaşan emperyalizmdir. Fransa Cumhurbaşkanı Macron işte bu miadını dolduran neoliberalizmin temsilcisi olarak cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturtulmuştu. Merkez sağ ve sol partilerin iflas ettiği bir ortamda gidilen seçimin birinci turunda toplam seçmenin sadece yüzde 18 oyunu alan, ikinci turda “aşırı sağcı”, “faşist” diye damgalanan milliyetçi Marine Le Pen karşısında dizleri titreyen ve seçmeni Le Pen “öcüsüyle” korkutan Macron, sağlı sollu Le Pen karşıtlarının oyları ile cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmuştu. Görevi, çökmekte olan neoliberal sistemin bir avuç temsilcisinin çıkarlarını savunmak ve sistemi kurtarmaktı. Bunun için reform adı altında kazanılmış ekonomik ve sosyal haklara saldırdı.

Yoksulluk bir kavram olarak devletin istatistiklerinde yer alıyor ve günden güne çoğalıyordu. İşsizlik yüzde 10’ları aşmış, İşsizlik yardımı almayan yüzbinler haftada 10-15 saat çalışarak ayda 5-6 yüz Euro ile geçimini sağlamaya çalışıyor, asgari ücretin çok altında bir aylıkla yaşam mücadelesi veren emekliler ayın sonunu getiremiyor; çiftçiler, küçük esnaf ve zanaatkârlar ağır sosyal primler ve gelir vergileri ile iflas ediyor, işyerleri kapanıyor, intiharlar artıyor, aileler dağılıyordu. Satın alma gücü düşen insanlar evlerine ekmek götürememe korkusuna düşmüştü. Kurumsal vergiler yetmiyormuş gibi, hükûmet bütçe açıklarını kapatmak için dolaylı vergilere başvuruyordu. İşçi, memur, emekli, çiftçi, küçük esnaf ve zanaatkârlar hem kurumsal vergi ve sosyal primlerle hem de dolaylı vergilerle kelimenin tam anlamıyla inim inim inliyordu.

Modern dünyanın yoksulları

Dünya kapitalizmi neoliberalizm rüzgârıyla öyle bir sistem yaratmıştır ki, bırakalım Afrika’da açlıktan ölen insanları, kendi ülkesinin insanları yoksulluk ve sefalet sınırına gelip dayandı. İşsizlik ve yoksulluğun yol açtığı psikolojik bunalım, intihar, ailelerin parçalanması (boşanma), suç işleme oranlarının yükselmesi, cezaevlerinin dolup taşması, ırkçılığın güçlenmesi ve gelişen yabancı düşmanlığı, kapitalist ülkelerdeki sosyal krizin boyutlarını bize göstermektedir.

Neoliberal düşünce, daha az ve daha ucuz insan gücüyle daha çok üretim yapmayı öngörmektedir. Bugün yaşanan yoksullaşmanın nedeni sosyal demokratların iki döneminde (1981-1995)[7] vahşice uygulanan ve temelleri atılan neoliberal politikalardır. 1993’e kadar özelleştirmelere devam edildi. “1993 yılında sosyalist iktidarın satışa çıkardığı kamu teşekküllerinin hisse senetlerinden devlet bütçesine 16,7 milyar frank girdi yapıldı.”[8] Ardından yüzbinlerce işçinin işten atılması geldi. 1984’te 98 bin işçi çalıştıran Renault’dan 10 yıl içinde 40 bin ve son 20 yılda da 21 bin işçi işten çıkarılmıştır. Ama araba üretimindeki sayı düşmemiştir, artmıştır. 1989 yılında özelleştirilen Pechiney (Alüminyum fabrikası) 1989-1995 yılları arasında 12 bin işçiyi kapının önüne koymuştur. 1982’de 46 bin işçi çalıştıran Michelin lastik fabrikasında 1992’ye kadar 18 bin 300, günümüze kadar 17 bin 700 işçi işten çıkarılmıştır.[9] Bu örnekleri çoğaltabiliriz.

Vergi ile dövülen halk

Neoliberal küresel saldırılar başladığında sosyal demokrat François Mitterrand iktidardaydı.  Michel Rocard’ın Başbakanlığı döneminde hükûmetin sloganı, “Pazar ekonomisi içinde dayanışmacı toplum”. Rocard günümüze kadar uzanan ve sağ hükûmetlerce de benimsenen yeni bir vergi sistemi getirdi. “Sağlık sigortası katkı payı” olarak bilinen CSG (La contribution sociale généralisée).[10] Bu vergi ilk başta Sosyal Sigortalar Kurumu’nun açığının kapatılmasına yönelikti; çalışanların maaş bordrolarından doğrudan kesiliyordu. Yüzde 1,1 ile başlayan bu yeni verginin oranı gelecek hükûmetlerce yükseltilerek 1998’de sosyalist Lionel Jospin hükûmeti döneminde yüzde 7,5’a çıkarıldı. Daha sonra genişletilerek diğer gelirlere de uygulanır oldu. Öyle ki işsizlik ve emeklilik maaşından (yüzde 6,6), sigortanın istirahat ödeneğine kadar bu vergiye tabii tutuldu. Bunlar da yetmedi; kira ve sabit varlıklar gelirlerine (yüzde 8,5) kadar uygulandı. Devlete 72 milyar Euro olan kazanç vergisinden daha çok gelir getiriyordu. 29 milyon çalışandan şu veya bu şekilde kesilen CSG, devlete ortalama 100 milyar gelir getirirken, bunun sadece 3 ila 4 yüz milyonu, sosyal yardım adı altında sadaka olarak dağıtılıyordu. Sosyal demokratların temelini attığı ve bugün Macron’un bu vergiyi 20 milyar daha artırmak istediği, yukarda ek vergi olarak belirttiğimiz vergi, bu vergidir. Diğer taraftan Macron iktidarı Fransa’nın en zenginlerini kapsayan servet vergisini kaldırdı. İşten çıkarmaları kolaylaştıran iş yasasını Meclisi es geçerek kararnameyle yasalaştırdı.

Macron yönetemez tespiti

Macron’un seçilmesinin daha birinci yıl dönümünde.Odoxa-Dentsu Consulting araştırma şirketinin yayımladığı anket sonuçlarına göre, ankete katılan Fransızların yüzde 72’si Macron’u zenginlerin cumhurbaşkanı olarak görüyordu.[11] Seçilmesinden 3 ay sonra Ifop’un anketinde Macron’a duyulan güven yüzde 64’lerden 54’lere, daha sonra 36’lara[12], bugün ise yüzde 18’lere gerilemiş durumda.

Macron’un seçildiğinin ertesi günü 8 Mayıs 2017 tarihli Aydınlık gazetesindeki köşemde özetle şu belirlemede bulunmuştum: Fransa’da yeni bir dönem başlayacak. Avrupa’da yükselen milliyetçilik ile çözülen küreşelleşme arasında kavganın fitili Fransa’da ateşlenmiştir. Macron Fransa’yı yönetemeyecektir. Atlantik gemisinin su almaya başladığı Batı’nın küreselleşmeci politikalarının iflas ettiği bir dönemde Macron’un neoliberal politikalarının başarı şansı yoktu. Ve iki yılını doldurmadan Sarı Yelekliler hareketi başladı.

Bardağı taşıran son damla

Halk patlamaya hazır bir bomba gibiydi! Bardağa damlayacak bir damla yeterliydi. İşte o damla da akaryakıta getirilecek ek vergi oldu. Bununla birlikte emeklilerden alınan verginin de artırılacağı, Sosyal Sigortalar Yasası’nda yapılan değişiklikle ambulansların kullanılmasının sınırlandırılması bardağı taşırmıştı. Bir kıvılcım gerekiyordu. O kıvılcım da, Brötanya bölgesinde oturan Jacline Mouraud adlı bir bayanın Ekim 2018 başında cep telefonundan kaydettiği videoyu sosyal medyadan paylaşmasıyla çakıldı. Jacline Mouraud, “Bay Macron, Başkan Macron söyle nereye gidiyoruz? Bizden aldığınız paraları ne yapıyorsunuz? Mazot fiyatlarını artırdınız, emeklilerin vergilerini artırdınız, yollarda radarlarınız çalışıyor ve cezaları kesiyorsunuz. Bir de bisikletlere ruhsat getiriyor ve büyük şehirlere gişelerden para ödeyerek girileceğini söylüyorsunuz. Yeter, yeter artık...” diye isyan ediyordu. İki haftada 6 milyon kişi izledi bu videoyu. Bu video sosyal medyayı salladı. Jacline Mouraud’dan önce, Fransa’nın deniz aşırı sömürgelerinden Martinikli Siyahi Priscillia Ludosky akaryakıta yapılan zamları protesto etmek için bir imza kampanyası başlatmıştı. Mouraud’nun videosuyla sallanan sosyal medyada, Eric Drouet adlı bir kamyon şoförü, Facebook sayfasından tüm Fransızlara “sarı yelek”[13] giyerek 17 Kasım sabahı tüm Fransa’da yaşamı durdurma çağırısı yaptı. Gerisi çorap söküğü gibi geldi. Her bölge, her kent, her ilçe ve köylerde kendi örgütlenme komitelerini oluşturdu. Eylemin ilk gününde aralarında bir eşgüdüm yoktu.

Eylemler başlıyor

Bir ay boyunca hazırlandılar. Hazırlıklar parti binalarında, dernek lokallerinde veya sendika salonlarında değil araba parklarında, ıssız meydanlarda veya AVM önlerinde yapıldı. Akşamları iş çıkışı toplanarak, sosyal medyadan çağırıyı yapan genç, yaşlı, erkek veya kadın sözcülerin yönetiminde eylemi tartışarak ortak kararlar aldılar.

17 Kasım Cumartesi günü erken saatlerde başlayan Sarı Yeleklilerin eylemi Fransa’nın dört bir yanını sarı gelincik tarlalarına dönüştürdü. Kara giyimli polislerin ve onların sıktığı gaz fişeklerinin duman bulutları bile bu güzel sarı gelincik tarlalarının ahengini bozamadı. Sarı Yelek, eylemin sembolü olmuştu. İçişleri Bakanlığının açıklamasına göre Fransa’nın 2400 noktasında eylem gerçekleştirdiler. Fransa’nın bütün oto yolları, önemli yol kavşakları, petrol rafinerileri ve havaalanlarına giden yollar, AVM ve benzin istasyonları girişleri kesildi. Eyleme katılanların kararlılığı yüzlerinden okunuyordu. Polisin karşısında kol kola dimdik durdular. Ne cop ne de gaz geri adım artırdı. “Hükûmet istifa”, “Macron istifa”, “Bizden çalıp bir avuç soyguncuya veriyorsunuz”, “vergilerden, zamlardan bıktık” derken o kararlığı görüp anlamamak mümkün değildi. Cumartesi sabah başlayan eylemler diğer gün sabaha kadar sürdü.

17 Kasım’da kırsalda başlayan eylemler, Cumartesi günleri düzenli ve sürekli devam etti. Ama bu kez büyük şehirlere ve en önemlesi de başkent Paris’in kalbine taşındı. 24 Kasım, 1 Aralık, 8 Aralık, 15 Aralık… Bir yandan tüm Fransa’da eylemler devam ederken diğer yandan Paris’e, uzaklığa göre kimileri Cuma akşamından kimileri gece yarısından arabalar, otobüsler ve trenlerle geldiler. Hepsinin istikameti Paris’in en işlek ve en lüks caddesi Champs Elysee’ydi. Bu caddenin başında bulunan Zafer Takı’ndan başlayıp Concorde Meydanı’na, oradan Seine nehri üzerindeki köprüden geçip Millet Meclisi’ne ve hemen ilerisindeki Başbakanlığa ve en önemlisi de Concorde Meydanı yakınındaki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na (Elysee) kadar olan bölge eylemcilere yasaklanmıştı. Ama eylemciler yasak dinlenmedi; kararlıydılar. Champs Elysee’de toplanılacak ve Cumhurbaşkanlığı Sarayına yürünecekti. Eylem, bayram havasında başlamıştı. Yer yer Fransa’nın millî marşı Marseillaise söyleniyor, Fransız bayrağı sallanıyor ve neredeyse tek slogan olan Macron İstifa sloganı atılıyordu. İktidar, eylemi, bunları Marine Le Pen kışkırtıyor diyerek kötüleme ve güvenlik güçleriyle bastırma yoluna gitti. Polis panzerleri harekete geçti. Ardarda biber gazı ve tazyikli su ile eylemciler dağıtılmak istendi. Direnenler coplandı. Ama dağıtamadılar. Caddeye çıkan, ara sokaklara dağılan eylemciler yeniden caddede toplandılar. Ortam gerilmişti; barikatlar oluşturulmaya, 68 eyleminin simgesi olan parke taşları sökülmeye, tahta paletler ateşe verilmeye başlanmıştı. Champs Elysee Caddesi savaş meydanına dönmüştü. Eylemler bir buçuk ay boyunca böyle devam etti. Sarı Yelekliler Hareketi talepleriyle, giderek radikalleşen eylemleriyle ve yüzde 80 gibi oldukça önemli halk desteğiyle gerçek bir halk hareketine dönüşmüştü.

Marjinal gruplar ve provokasyonlar 

Türkiye de dâhil Avrupa basını eylemlerin özünü görmek istemedi. Eylemleri, özellikle Paris’te gözden düşürmek, kriminalize etmek ve eylemcilere polisin saldırması için fırsat vermek için ortaya çıkan vurucu, kırıcı, yakıcı, yıkıcı marjinal gruplarının araba yakan, vitrin kıran, polisle çatışan görüntülerini servis ettiler. Gerçek haberciliği ve analizleri yapan, özel programlar düzenleyen Ulusal Kanal ve Aydınlık gazetesi oldu. Aynı şekilde Türkiye’de bir çok parti lideri Sarı Yelekliler Hareketinin bir Soros kışkırtması olduğunu söylerken, Vatan Partisi Genel Başkanı Dr. Doğu Perinçek, Ulusal Kanal Çıkış Yolu programında, Sarı Yelekliler eylemleri için “Milliyetçileri ve solcuları birleştiren bir halk hareketidir” ifadelerini kullanmıştır.

12 Aralık’ta Şerif Şekak adlı Cezayir kökenli bir gencin Strazburg’ta Noel pazarında 4 kişinin ölümüne neden olan saldırısı eylemleri olumsuz etkiledi. Cumhurbaşkanı Macron ve Başbakan Philippe eylemlerin durdurulması çağırısında bulundular. Bu saldırı eylemi Sarı Yelekliler cephesinde şüpheyle karşılandı ve bir çok komplo teorisi ileri sürüldü. Saldırıların arkasında devletin bulunduğu, amacın, eylemlerin önünü kesmek ve eylemi bölmek olduğu açıklamalarında bulunuldu. Bu açıklamalar o hafta etkili de oldu. 15 Aralık Cumartesi günü eyleme katılımda bir düşme yaşandı.

 

Partiler ve sendikaların tutumu

Bizzat Macron’un, eylemcileri Marine Le Pen kışkırtıyor, bunlar aşırı sağcılar açıklaması, sol partilerin ve sendikaların eyleme mesafeli yaklaşmalarına neden oldu. İlk olumlu tavır Jean Luc Melanchon’dan geldi. Melanchon, “haklı taleplerle ortaya çıkan halkın içinde aşırı sağcılar var diye eylemcilerin yanında yer almayacak mıyız?”, sorusunu sordu ve eyleme destek çağırısında bulundu.

İkinci haftasında eylemin büyümesi, kitleselleşmesi ve hükûmeti sarsması sonucunda Merkez Sağ Cumhuriyetçiler ve Sosyal Domokrat Sosyalist Parti de eyleme destek çağırısında bulundular. Strasburg saldırısından sonra Cumhuriyetçiler desteklerini çektiler. Hatta Nicolas Sarkozy açıktan Macron’u destekledi.

Kitlelerin içine kapanması, yalnızlaşması ve toplumsal dayanışmanın zayıflamasından sendikalar da payına düşeni almıştı. 1980’de yüzde 17,5 olan sendikalaşma oranı 1990’larda yüzde 9,8’e ve bugün yüzde 7’lere kadar düşmüştü. Avrupa’da en düşük sendikalaşma oranı Fransa’daydı. İlk başta sendikalar da iyi bir sınav vermediler. Le Pen öcüsü onların da geri durmasına neden olmuştu. Daha sonra aynı merkez partileri gibi onlar da desteklerini açıkladılar.

Sarı Yelekliler Hareketinin ısrarla partilerden ve sendikalardan uzak durmalarının haklı nedenleri vardı. 2008’de Küresel ekonomik kriz patladığında Nicolas Sarkozy Fransa cumhurbaşkanıydı. Kriz bütün dünyayı sarsmış ve Avrupa da bundan payını almıştı. Avrupa Birliği (AB) krize ortak bir çare bulmada çıkmaza girmişti. Finansal krizden banka kurtarma planları AB’yi bölmüştü. Herkes kendi başının çaresine bakacaktı. Sistem çökmüştü. Fransa borç batağındaydı. Bütçesini denkleştiremiyor, sosyal sigortalar ve işsizlik kurumları iflas derecesinde açık veriyor, sermaye işgücünün daha ucuz olduğu ülkelere kaçıyor, sanayi yatırımı geriliyor. Bütün bu gelişmeler işsizliğin ve yoksulluğun artmasına neden oluyordu. Çözüm? Sarkozy’den Hollande’a, Hollande’dan Macrona aynıydı: Yükü çalışanların, emekçilerin üzerine yıkmak; kemer sıkma paketleri, vergilerin artırılması, sosyal yardımların kısılması... Sendikaların hatta partilerin bir hükmü yoktu artık. Macron, sistemin bu siyasî, ekonomik ve sosyal çıkmazının ortaya çıkardığı bir “çözüm”dü. Ama bırakın sistemi kurtarmayı artık kendini kurtarması ve iktidarda kalmasının zor olduğu bir dönemin kapısı aralanıyordu.[14]

Hareketin talepleri

Eylemlerin tetikleyicisi ve ilk talepleri akaryakıta yapılan zamlar ve emekli aylıklarına 1 Ocak 2019’da getirilecek ek vergilerdi. Eylemler başarı kazanarak ilerledikçe, eylem komiteleri arasında iletişim ve eşgüdüm sağlandıkça taleplerin kapsamı da genişledi. Asgari ücretin ve emekli aylıklarının yükseltilmesi, yeni ek vergilerin kaldırılması, esnaf ve zanaatkârların sosyal prim ödemelerinde indirime gidilmesi, lojman yardımının artırılması, servet vergisinin konulması, Fransa sanayisinin muhafaza edilmesi, üretimin ülke dışına kaydırılmasına son verilmesi, gaz ve elektrik şirketlerinin kamulaştırılması, büyük şirketler için vergi indiriminin kaldırılması, sığınmacılara iyi davranılması, onlara barınak, güvenlik, temel gıda ve çocuklarına eğitim olanağı sağlanması, küçük yerleşimlerdeki demiryolu hatlarının, postane şubelerinin ve ilkokul ve anaokullarının kapatılmasına son verilmesi, emeklilik yaşının 60 olması, eski cumhurbaşkanlarına ömür boyu ödenek uygulamasına son verilmesi, milletvekili aylıklarının düşürülmesi ve akaryakıt vergisi dâhil çevre dönüşümü ile ilgili alınan kararın referanduma sunulması, kurum olarak Senatonun kaldırılması, Yurttaş Konseylerinin kurulması … gibi 42 maddelik bir talepler listesi hükûmete sunuldu.[15] 

Hükûmet geri adım atıyor

Eylemin üçüncü haftasında, hükûmetin eylemi şiddetle bastırmak istemesi, eylemcileri şiddet yanlısı aşırı sağcı militanlar olarak gösterme propogadası tutmadı. Eylem ciddiydi; hızla gelişiyor ve halkın desteğini alıyordu. İlk geri adım, akaryakıta getirilen ek verginin 6 ay boyunca askıya alındığının açıklanması oldu. Bu durumun eylemciler üzerinde bir etkisi olmadı ve eylemler hafta içinde de devam etti. Bu kez El verginin tamamen iptal edildiği ilan edildi. Eylemler yine durmadı. Mesele sadece akaryakıt vergisi değildi. Sarı Yelekliler artık taleplerini genişletmişti. Sosyal adalet ve katılımcı demokrasi istiyordu.

Dördüncü hafta eylemler hız kesmeden devam etti. Cumartesi yeniden Paris’te toplanılacaktı. Hükûmet tam bir çaresizlik içindeydi. İçişleri Bakanı Castener, “Paris’e gelmeyin, binlerce saldırgan gruplar silahlarıyla öldürmek için gelecekler”, şeklinde açıklamalar yaparak eyleme katılımı önlemeye çalıştı. Paris’te polis sayısı iki katına yani 8 bine çıkarıldı. Fransa çapında 89 bin polis göreve çağırıldı, bu yetmedi, askerî zırhlı araçlar Paris Şanz Elize Caddesinin çevresine konuşlandırıldı. İktidarın kitleleri korkutma taktiğinin yanında, sosyal medyaya sürülmüş trollerin, “Paris’e silahlarımızla öldürmeye geleceğiz”, şeklindeki yalan yanlış paylaşımları... Bütün bunlar Sarı Yelekliler için vız geldi tırıs gitti. Korkmadılar; geldiler, eylemi yaptılar, polisin gazına, copuna ve tazyikli suyuna direndiler.[16]

Macron konuşmaya karar verdi. Amacı, eylemcileri ikna etmek ve eyleme son vermelerini istemekti. Ama beklenen olmadı. Konuşmasına, eylemlerdeki şiddet olaylarını affetmeyeceğini söyleyerek başladı. Halkın öfkesini anladığını, askıya alınan akaryakıt vergisinin yeterli olmadığını, beklentilerin daha derin olduğunu, ay sonunu zor getiren ve zor koşullarda yaşayanların farkında olduğunu, dolayısı ile ekonomik ve sosyal olağanüstü hal ilan ettiğini söyledi. Sorunlara 40 yıl boyunca yapılan yanlışların neden olduğunu, kendisinin de bunda payı olduğunu ekledi ve şu önerilerde bulundu:

1-Asgari ücretle çalışanların aylıkları 100 Euro artırılacak. (Asgari ücretin kendisi artmayacak; sadaka ekonomisi çerçevesinde 100 Euro sosyal yardım verilecek.)

2- Fazla mesaiden ne patronlardan ne de çalışanlardan vergi ve sosyal prim alınmayacak.

3- 2000 Euro’nun altında emekli aylığı alanlardan 2019 yılında öngörülen ek vergi kesintisi olmayacak. Yani bugünkü durum korunacak. (Zaten zor durumda olan emeklilerin durumlarında bir iyileşme olmayacak.)

4- Yıl sorunu primi verilecek. Ve bu primden ne patron ne de çalışan prim ve vergi ödemeyecek. (Peki, kim verecek? İşveren. Mecbur mu? Değil. Canı isterse verecek.)

Dağ fare doğurmuştu. Sarı Yelekliler ikna olmadılar. İşsizler, esnaf ve zanaatkârlar, çiftçiler ile ilgili bir iyileştirme önerisi yoktu. Servet vergisinin yeniden getirilmesi reddediliyordu. Asgari ücretle çalışanlara 100 Euro sadaka vererek hareketi bölmek istiyorlardı. Bu kabul görmedi ve eyleme devam kararı alındı.

Hareketin zayıf tarafı

Kendiliğinden gelişen ve çok geniş bir alana yayılan eylemler, sosyal medyadan yapılan çağırılarla gerçekleştiriliyor. Ortalama 2000 noktada eylemler gerçekleştirildi. Bu eylemleri yerelde 700 ila 1000 komite yönetti. Her biri birbirinden kopuk, her komitenin yerel önderleri değişik siyasî düşünceye sahip ya da tamamen apolitik.

 

Bölgelerde eşgüdüm çalışmaları sürüyor ama ulusal çapta merkezî bir önderlik oluşturulmuş değil. Eylemin ilk çağırıcılarından 3 kişi önde görülüyor; hükûmet de bu kişilerle görüşüyor. Diğer taraftan medyanın öne çıkardığı bazı kişiler hareketin sözcüleri gibi konuşuyor, ama bunlar Sarı Yelekliler tarafından kabul görmüyor.

Artık cin şişeden çıkmıştır. Fransız halkı küreselleşmenin neoliberal politikalarının yıkıntıları altından çıkmak için ayağa kalkmış ve yürümeye başlamıştır. Yol engebeli ve uzundur. İçine sızmalar, yönlendirmeler olacaktır. Birbirlerine karşı kışkırtılarak bölmeye çalışacaklar ki bu süreç başlamış görünüyor. Hareketin yumuşak karnıdır bu. Artık örgütlenme ve merkezî bir yapıyı oluşturma zamanıdır. Yoksa yılanlara, çıyanlara yem olacaklar.

Siyasal bir parti önderliğinin olmaması bu hareketin en zayıf yanıdır. Sosyal demokrat ve muhafazakâr sistem partilerin çöktüğü, sağ ve sol uç partilerin büyüdüğü bir dönemde gelişen böyle bir halk hareketi partilerin yönelimini nasıl etkileyecek sorusunu gündemde tutuyor.

 

[1] Ali Rıza Taşdelen, “Fransa’da halk hareketi: Sarı Yelekliler”, (12/11/2018); Sarı Yelekliler: Bu daha başlangıç”, (19/11/2018); Sarı Yelekliler Paris’in kalbinde”, (26/11/2018); Sarı Yeleklilerin direnişi sürüyor”, (03/12/2018); Sarı Yelekliler kararlı, hükûmet çaresiz”, (10/12/2018), Aydınlık.

[2] Bu bölümde, Ağustos 1996 tarihli Teori dergisine yazdığım “Küreselleşme ve Kapitalizmin Sosyal Sefaleti” başlıklı yazıdan yararlanılmıştır. Genel olarak küreselleşmenin ne olduğu ve kapitalist ülkelerde yarattığı sonuçlar ele alınmış ve çevre ülkelerde yarattığı sonuçlara girilmemiştir (ulus devletlerin hedef alınması; millî ekonomilerin çökertilmesi, etnik ve dini temelde bölme ve parçalama).

[3] Doğu Perinçek, Mafyokrasi Emperyalist-Kapitalist Sistemin Mafyalaşması ve Türkiye, Kaynak yayınları, Temmuz: 2004, s.11.

[4] Mehmet Ulusoy, Ulusal Devrim ve Küresel Karşıdevrim, Kaynak Yayınları, Kasım 2011, s.21.

[5] Bu bölümde amaç ayrıntılı bir küreselleşme ve neoliberalizm tahlili yapmak değildir. Sarı Yelekliler Hareketini anlamak için kısaca değinme ihtiyacı dulduk. Küreselleşmeye ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz: Mehmet Ulusoy, Ulusal Devrim ve Küresel Karşıdevrim, Kaynak Yayınları, Kasım 2011; Doğu Perinçek, Mafyokrasi Emperyalist-Kapitalist Sistemin Mafyalaşması ve Türkiye, Kaynak yayınları, Temmuz 2004; Alpaslan Işıklı, Yeni Ortaçağ, Toplumsal Çözüm Yayınları, 2007.

[6] Fransa’da, Marine Le Pen’in Ulusal Birliktelik, Jean Luc Melanchon’un Boyun Eğmeyen Fransa partileri.

[7] 1986 yılında yapılan genel seçimlerde, Sosyalist Parti seçimleri kaybetmiş, Jacques Chirac başkanlığındaki sağ koalisyon iktidara gelmişti. Cumhurbaşkanı Mitterrand, Başbakan ise Chirac olmuştu. Bu sağ koalisyonun ömrü 2 yıl sürdü. Çünkü 1988’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimini tekrar Mitterrand kazanmıştı. Mitterrand aynı yıl Meclisi feshetti ve genel seçime gidildi. Sosyalistler tekrar iktidara geldi.

[8] Daniele Gervais, “La droite française s'apprête à relancer la privatisation de l'économie”, Le Monde diplomatique, Nisan 1993.

[9] Rakamlar, l’Expansion dergisi, 1996, sayı.523. Ve, https://www.lamontagne.fr/clermont-ferrand/economie/emploi/2016/03/02/michelin-a-clermont-17-000-salaries-en-moins-en-trente-quatre-ans-infographies_11806243.html

[10]Alain Bergounioux/Gerard Grunberg, Le Long demords du pouvoir, Le Parti Socialiste Français 1905-1992, Fayard, 1992, s.455

[11] Ali Rıza Taşdelen, “Bir imza da benden”, Aydınlık gazetesi, 07/05/2018

[12] Ali Rıza Taşdelen, “Halkın güvenmediği cumhurbaşkanı”, Aydınlık gazetesi, 07/08/2018

[13] Sarı yelek, Fransa’daki trafik kurallarına göre her sürücünün kaza sonrası giymesi gerektiği için arabasında bulundurması zorunlu olan reflektörlü yelek, protestoculara ismini verdi.

[14] Ali Rıza Taşdelen, “Sarı Yelekliler: Fransa’da Halk Hareketi”, Aydınlık gazetesi, 12/11/2018

[15] Aydınlık yazarlarından Emekle Amiral Soner Polat “42 Emir” başlıklı yazısında konuyu geniş bir şekilde ele almıştır. 14/12/2018.

[16] Ali Rıza Taşdelen, “Sarı Yelekliler kararlı, hükümet çaresiz”, Aydınlık gazetesi, 10/12/2018

Avrupa