13 Eylül günü Birgün gazetesinde bir yazı yayımlandı. Yazarı Merdan Yanardağ, “İhtiyacımız yaratıcı yıkıcılıktır” dedi. Kendisine göre Türkiye’de Siyasal İslam kaynaklı bir karşı devrim süreci var ve buna karşı “Sol” düşünceli bir kaos ortamı yaratılmalı. İfadesi şöyle: “Bu tarihsel dönemeçte ihtiyacımız olan şey yaratıcı yıkıcılıktır. (...) yaratıcı yıkıcılık, siyasal ve toplumsal bir yenilenmeye yol açacak yaratıcı bir kuruculuktan başka şey değildir.”
Yıkın kelimesi tesadüf değil
Mesele çok açık. Merdan Yanardağ, toplumu iktidara karşı sokağa ve sokak çıkışlı bir yıkıcılığa davet ediyor. Bunu yaparken de “Sol” ve “sosyalist” söylemler kullanıyor. Kesinlikle tesadüfi ve masumane bir halk hareketi çağrısı olmadığı belli olan bu yazıda, kullanılan ifadelerin aslında daha önce emperyalist merkezler tarafından uygulanan bir kalıp olduğuna dikkat çekmek isteriz. “Yaratıcı Yıkıcılık” ve “Yaratıcı Kargaşa” (kaos) olarak kullanılan bu terimler en çok Otpor yada yeni adıyla Canvas adı verilen kurum tarafından sıklıkla kullanıldı. Bilindiği üzere Otpor ve devamı olan Canvas, bizzat ABD tarafından desteklenen ve Sırbistan merkezli örgütler. O kadar ki bu örgütler Yugoslavya isminin tarihten silinmesi sırasında en önemli rolü oynamışlar ve “sivil itiaatsizlik” başlığında sokaklara çıkmışlardı. Belgrad’taki merkezlerinde bizzat Richard Hoolbrooke tarafında yönetilerek “Buduçni Haos” Türkçesiyle “Varoluşçu Kaos” ya da “Yaratıcı Kaos” olarak adlandırdıkları yöntemle halk ayaklanmaları planladılar. Otpor daha sonra bu “kadife devrimler” sürecini ihraç etmeye başladı. Ukrayna, Gürcistan ve Ermenistan’da, Sırbistan benzeri ayaklanmaları çıkarırken de aynı şablonu kullandılar. Bunu broşür olarak da yayınladılar, dağıttılar.
Sözde Sol söylemler
“Yaratıcı Yıkıcılık” aslında bir programın parçası. Önce “Yaratıcı Kaos” etrafında toplanmalar yapılıyor ve sokak hareketlerine zemin hazırlanıyor. Ardından bu hareketler daha örgütlü bir hale getirilerek “Yaratıcı Yıkıcılık” aşamasına geçiliyor. Kısacası yıkıcılık için kaos ortamı yaratılması, kaos için fırsatların gündeme alınması ve sürekli abartılması amaçlanıyor. Bu yolda yürünürken liberal ve sosyal demokrat kitlelerin hoşuna gidecek “Sol” söylemler kullanılıyor.
“Schumpeter’in fırtınası”
“Yaratıcı Yıkıcılık” sistemi “Schumpeter’in fırtınası” olarak da bilinir. Kaynağı, “Marksist” olduğunu söyleyen bir ekonomist, Joseph Schumpeter. Bu sistem 1950’li yıllardan itibaren Avusturyalı-Amerikan ekonomist Schumpeter’in, Karl Marx’ın çalışmalarından türettiğini söylediği bir ekonomik yenilenme ve iş döngüsü teorisi olarak popülerize ettiği konsepttir. Bu yüzden Merdan Yanardağ, yazısında sürekli “Sol” vurgular yapıyor. Elbette düşünüründen ziyade, Marksizm’i sulandırma amacına dönüştürülen “Yaratıcı Yıkıcılık”, İngilizcesiyle “Creative Destruction” ABD’nin yıkım projelerinde progresive çevreler tarafından kullanıldı. Finansör Soros’tu. “Yaratıcı Yıkıcılığı” tetikleyen “Yaratıcı Kaos” terimi de bizzat ABD’li yetkililerin lügatinde yer aldı. Literatüre “Creative Turmoil” olarak geçti ve bizzat Condenezla Rice, Richard Hoolbroke, John McCain gibi isimlerin dilinde sürekli dolandı. Balkanlar, Kafkasyalar ve Batı Asya’da çıkarılan halk ayaklanmaları hep bu projeler kapsamında yürüdü. Temel amacı, memnun olunmayan iktidarın devrilmesidir. Bunun için hedef iktidar ekonomik ve askerî alanda zayıflatılarak işlemez hale getirilir. Ayaklanmalara zemin hazırlayan bu durum için ekonomik yaptırımlar uygulanır, mevcut olumsuz koşullar abartılır ve ABD destekli propaganda araçlarıyla hedef kitleler örgütlenir. Bu arada sistemin önemli mimarlarından biri de Sloven düşünür Sloven Zizek’tir. Zizek, Otpor’un en önemli akıl hocasıdır ve progresive çevrelerin has düşünürü olarak öne çıkarılır. Rand raporu, Kemal Kılıçdaroğlu’nun “küresel salgın” üzerinden yaratmaya çalıştığı korku iklimi ve “madalya” dağıtımı, uluslararası anlamda da Biden ve Macron açıklamalarının zamanlamasıyla birlikte yazılan yazılar... “Yaratıcı Yıkıcılığın” önerildiği yazının son paragrafı amacı deşifre ediyor: “Sonuç olarak; İslamcıların silahlandığının artık rutin bir haber haline geldiği bu günümüz Türkiye’sinde çok katlı ve sert bir mücadeleye hazır olmak gerekiyor. Sokağa egemen olan ülkeye de egemen olacaktır.” İslamcıların silahlandığına dair en ufak bir delil, belge veya somut bilgi yok. Sadece fısıltı gazetesi aracılığıyla ortalık bulandırılıyor. Yazının ilk bölümü Aydınlık’ta da yayımlanmıştı. Bundan sonrasını doğrudan deneyimlenmiş ve tarihe geçmiş bilgiler ışığında en canlı örnekle aktaralım. “Yaratıcı Yıkıcılığın” temeli “Şiddetsiz Direniş” olarak da adlandırılan ama esas amacı belli kalıplar etrafında toplumsal bir kaos yaratmak olan Soros destekli ayaklanmalardır. En büyük örnek kuşkusuz Yugoslavya’dır.
Sosyal demokrasi ve liberalizm
“Şiddetsiz Direniş” (Nonviolent Resistance), “Sivil İtaatsizlik” (Civil Disobedience), “Yaratıcı Kaos” (Creative Turmoil), “Yaratıcı Yıkıcılık” (Creative Destruction)… Görüldüğü gibi hepsinin İngilizce karşılığı derin Amerikan siyaset sözlüğünde mevcut. “Diktatöre ve Faşizme karşı muhalefet birliği” de aslında Budapeşte’de başlayan ilk eğitimlerin temel hareket planıydı. Budapeşte önemli, çünkü George Soros esasen bir Macar Yahudi’sidir. Gelelim bugün sokak hareketlerinin çalışma merkezi olan Canvas’ın öncüsü Otpor’un Yugoslavya operasyonuna. Otpor kurulduğunda liderliğini “Voyvodina Sosyal Demokrat Ligi” yapıyordu. Bu kurum Sırbistan’dan ayrılık isteyen Voyvodina bölgesinin illegal bir siyasi oluşumuydu. Örgüt, bünyesinde anarşist, liberal ve sosyal demokratları barındıran bir kuruluştu. Sloganları tahmin edebileceğiniz gibi daha çok insan hakları, daha çok hürriyet ve daha çok demokrasiydi. Sırbistan ve Karadağ’ın oluşturduğu yeni Yugoslavya Federasyonu’nun sisteminin değişmesi gerektiğini savunuyorlardı. Amaçlarının artık tarihe karışan Yugoslavya’nın tamamen haritadan silinmesi olduğunu açıkça dile getiren Otpor’un Türkçe karşılığı “Direniş.”
Soros finanslı sözde Solcular
Otpor örgütü zamanla güçlendi çünkü elinde çok ciddi mali imkânlar vardı. Mali gücü sayesinde bedava maç ve konser biletleri dağıtan örgüt, yurtdışı eğitim için de önemli olanaklar sağlıyordu. Zamanla Soros destekli Açık Toplum Enstitüsü’nün Balkanlar kolu olduğunu açıklayan Otpor, bu sayede Batı desteğini tamamen arkasına aldı. Ülke ekonomisi zayıflarken Belgrad’ın NATO güçlerince bombalanmasından üç ay önce Otpor’un iki üst düzey yöneticisi Branimir Nikoliç ve Vukaşin Perişiç Kıbrıs Rum Kesimi’nde kampa alındı. Belgrad bombardımanı 72 gün sürdü. Hızla ekonomisi bozulan Yugoslavya’da Vojvodina ve Karadağ’dan da ayrılık söylemleri gelmeye başladı.
Zaman geldi
Belgrad bombardımanın ardından Sırbistan ve Karadağ’ın oluşturduğu Yeni Yugoslavya ekonomik olarak çöktü. 24 Eylül 2000’de yapılan ilk genel seçimler ilginç sonuçlar getirdi. Miloşeviç’in liderliğindeki Sosyalist Parti ile milliyetçi Şeşel’in liderliğindeki Sırp Radikal Partisi ittifak kurdu. Bu ittifaka karşı başını Demokrat Parti’nin çektiği Koştunica ve Cinciç’in liderliğindeki çok partili bir ittifak kuruldu. Seçimler yapıldı. Devlet Başkanlığı seçimi olduğu için ilk turda yüzde 50 barajı aranıyordu. Sonuçlar açıklandığında Miloşeviç bloğu yüzde 48.8, Demokrat blok ise yüzde 40.8 oy almıştı. İkinci tura geçilmesi için hazırlıklar yapılırken Zoran Cinciç kıyameti kopardı ve Batı’dan aldığı destekle ikinci turun yapılmaması gerektiğini söyledi. Miloşeviç ikinci tur için çalışırken Otpor devreye girdi ve Belgrat’ta meclis önünde gösterilere başladı.
İtiraf yazısı
Washington Post yazarı Michael Dobbs, Belgrat’ta gerçekleşen olayı daha sonra birinci elden aldığı bilgilerle ve Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de katıldığı bir toplantıyı aktararak kaleme aldı. Olayların başlangıcı, bir yıldan biraz daha öncesinde, 1999 Ekim’inde kapalı kapılar ardında gerçekleşen bir toplantıya uzanıyordu. Bu noktada yazıyı tırnak içine alalım:
“Amerikalı kamuoyu araştırmacısı Doug Schoen loş bir biçimde aydınlatılmış konferans odasında, 840 Sırp’ın katıldığı anketin sonuçlarını tepegözle yansıtıyor ve Avrupa’daki komünist devrin son iktidarını devirmeye yönelik stratejiler çiziyordu. Sırbistan’ın geleneksel aksi muhalefetine aktarılan mesaj basit ve güçlüydü. Dört kaybedilen savaştan, iki önemli sokak ayaklanmasından, 72 günlük NATO bombardımanı ve on yıllık uluslararası yaptırımdan sağ çıkan Slobadan Miloseviç, iyi örgütlenmiş bir seçimin getireceği meydan okumaya karşı ‘tamamıyla savunmasızdı.’ Devrilecekti ve bunun anahtarı, muhalefetin birliğindeydi. Schoen’in, 1999 Ekim’inde kapalı kapılar ardında, Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de lüks bir otelde verdiği bildirge, bir yıl sonra Miloseviç’i devirecek seçim sonrası ayaklanmaya işaret ediyordu. Dobbs diyordu ki: Amerika Birleşik Devletleri hükümeti Miloseviç’in indirilmesini 41 milyon dolara ‘satın aldı’. Birleşik Devletler Büyükelçisi Miles’ın ofisinde yürütülen operasyonda, özel eğitimli ajanlar, daha iyi bir dünya ‘Amerikan tarzı bir yaşam’ için mücadele verdiklerini düşünen öğrenci birliklerini eşgüdümlüyorlardı.”
İşte Otpor’un Amerikan Büyükelçiliği’nde beslendiği gerçeğinin en önemli delili Doobs’un bu yazısı oldu. Tabii Amerikalı gazeteci olayların nasıl geliştiğini ve süreci de özetledi... Bakın neler olmuş neler:
“Amerika tarafından akçelendirilen danışmanlar, iktidar karşıtı hareketin her alanında önemli bir role sahipti. Anketlerin yürütülmesi, muhalif göstericilerin eğitimi ve hayatî öneme sahip paralel bir oy sayımının yürütülmesi gibi… Sırbistan’da duvarlara, öğrenciler tarafından baştanbaşa boyanan iktidar karşıtı duvar yazıları için 5000 kutu püskürtme boyanın parasını Amerikan vergi mükellefleri ödedi. Üzerinde ‘Gotov Je’ (O bitti) sloganı yazan yaklaşık 2,5 milyon çıkartma bütün Sırbistan’a yapıştırıldı. ‘Gotov Je’ devrimin anahtar sloganı hâline geldi. Bu guruba ‘direniş’ anlamına gelen ‘Otpor’ deniliyordu.”
ABD Büyükelçisi işin başında
Belgrat’ta da bunu Sırbistan Büyükelçisi Richard Miles yönlendiriyordu. Birleşik Devletler Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID), fonların dağıtımını ticari yüklenicilerle ve STK olarak bilinen NED, NDI ve IRI aracılığıyla gerçekleştiriyordu.
IRI, yaklaşık iki düzine Otpor önderine, Budapeşte Hilton Otel’inde düzenlenen şiddetsiz “direniş seminerine” katılım için para ödedi. Bu seminerde Sırp öğrenciler, grev örgütlemek, simgelerle iletişim kurmak, korkunun üstesinden gelmek, bir diktatör rejimini devirmek konularında eğitim aldılar. Bu eğitimcilerin başındaki kişi, Otpor göstericilerini eğiten ve 70.000 kopya şiddetsiz direniş kılavuzu dağıtan Amerikan Ordusu emeklisi, Savunma İstihbarat ajanı Robert Helvey idi. Helvey, Pentagon’un darbelerini “şiddetsiz direniş” kisvesi altında gizlemeyi öğrendiği, ihtilaflı Albert Einstein Enstitüsü’nün kurucusu Gene Sharp ile birlikte çalışmıştı. Bu sırada da CNN, “bu şiddetten uzak protestocu” gençlerin dünya çapındaki görüntülerini yayınlıyordu. Şiddetten uzak ama kaos ortamı yaratan ve yarattıkları kaostan sonra yeni bir iktidar kurmayı hedefleyen yıkıcılık.
5 Ekim 2000 günü Belgrat’ta Otpor’un başını çektiği gösterilere Sırp polisi de destek verince Miloşeviç devrildi ve La Haye’deki uluslararası savaş suçları mahkemesine gönderildi.
Otpor’a ne oldu?
Otpor örgütü başarılı olmuştu. ABD daha sonra bu örgütü kullanmaya devam etti. Gürcistan’a gönderdi, Ukrayna’ya gönderdi, Kıbrıs Rum Kesimi’nde Annan Planı’na evet çıksın diye kullandı, Özbekistan’a gönderdi. Mısır’da Mübarek’e karşı “6 Nisan Örgütü”nü destekledi, yöneticilerini Sırbistan’da eğitti. Otpor, Pora oldu, Kmara oldu. Otpor geliştirildi ve adını Canvas olarak değiştirdi. Hâlen “Şiddetsiz Direniş Eğitimi” verdiğini iddia eden bir dernek olarak Sırbistan merkezli faaliyet yürütüyor ve Soros parasıyla dünya genelinde emperyalist finans kapital çevrelerin tetikçiliğini yapıyor. Yani mesele Miloşeviç’in devrilmesi meselesi değil. Mesele, Amerikan finans kapital ve emperyalist fikirlerinin dünya hâkimiyetinin kurulmasıdır.
Yugoslavya’yı önce parçaladılar sonra tamamen yok ettiler. İkinci aşamada başta yapılan hatalara ek olarak vatanseverlerin savrukluğu da etkili oldu. Boşluğu dolduran Amerikancı güçler iç kargaşalar çıkardı.
Kargaşaların hedefi ülkeyi felç etmekti. Yugoslavya, Ukrayna ve Gürcistan örnekleri başarılı modeller ama Türkiye’de bu modelin uygulanması zor. Elbette devletin tehlikeyi görerek iç cephede en güçlü birliği sağlaması önemli. Doğu Akdeniz ve Karadeniz’de yaşanan gelişmelere bakıldığında ülkemizin bir savaş tehdidiyle karşı karşıya olduğu ortada. Buna karşı iç cephede ayrışma için süreç ilerlerken ABD’nin silahlı kuşatması da göz ardı edilmemesi gereken bir olgu.
ABD’nin üslerle kuşatması
Türkiye ile savaşını derinleştiren Amerikan yönetimi, Balkanlar üzerinden geliştirdiği kuşatma ve çevreleme planını hızlandırdı. Sırbistan ve Kosova arasında imzalanan ekonomik normalleşme anlaşması bunun son örneği. Sırbistan Başbakanının aşağılandığı görüntüler üzerinden magazinleştirilen olayın perde arkasında yeni bir Amerikan oyunu ve Balkan düzeni var. Sırbistan-Kosova anlaşması, Yugoslavya parçalandıktan sonra ortaya çıkan devletlerden biri olan “Yeni Yugoslavya”nın ayrılan parçalarını ABD lehine yakınlaştırıyor. Bilindiği üzere önce Karadağ Cumhuriyeti, Yeni Yugoslavya ya da son bilinen adıyla Sırbistan-Karadağ Cumhuriyeti’nden ayrılarak 600 bin nüfuslu bir şehir devleti olmuştu. Burada amaç Sırbistan’ın deniz bağlantısını kesmek ve deniz gücünü jilete çevirmekti. Daha sonra Sırbistan’dan Kosova da ayrıldı. Kosova ayrılırken orta ölçekli bir çatışma yaşandı ve 1999 yılında Belgrat NATO tarafından bombalandı. Kanlı ayrılığın ardından ABD, Ferizay bölgesine büyük bir üs kurdu.
Sürpriz anlaşma
Günümüzde beklenmedik şekilde Sırbistan ve Kosova “ekonomik normalleşme” adıyla anlaşma imzaladı. Geleneksel politika olarak Kosova’yı kendi toprağı sayan Sırplar, Amerikan başkanının önünde en azından ekonomik olarak Kosova’yı tanımış oldu. Sırp Başbakanı Vuçiç’in ABD başkanı önündeki oturuşu ve anlaşma metni okunurkenki yüz ifadesi tartışıldı. Görünen o ki Sırp lider, İsrail’deki büyükelçiliklerini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıyacaklarını oval ofiste canlı açıklama sırasında öğrendi. Gerçi daha sonra çark etti ama önemli olan oturma düzeninde verilen mesajdı. Anlaşma uyarınca Sırbistan’a mali destek ile denize çıkış garantisi verilirken, Kosova ve Sırbistan arasında da serbest ticaretin önü açıldı.
İsrail olgusu
İlginç olan nokta ise konuyla tamamen bağlantısız olan İsrail. Anlaşma metninde yer alan maddeye göre Sırbistan büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyacak, Kosova da hem İsrail’i resmen tanıyacak hem de büyükelçiliğini Kudüs’te açacak. Anlaşmanın perde arkasında büyük bir resim var. Resme bakıldığında, Türkiye’ye yönelik açık bir çevreleme ve Rusya ile Türkiye’nin Balkanlar’daki etkisini kırma hamlesi ortaya çıkıyor. Türkiye’nin açık etkisi olan Kosova, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyor ve Ankara’yı hayal kırıklığına uğratıyor. Vuçiç yönetimindeki Sırbistan da kuzey Slav kardeşi olan Rusların karşısına ABD ve İsrail bloğuna yakınlaşarak dikiliyor. ABD, Sırbistan-Kosova anlaşmasıyla Balkanlar’daki muhtemel Rusya ve Türkiye etkisini kırmayı hedefliyor. ABD başkanlık seçimleri adayı Biden’ın da bir hafta boyunca Balkanlarda turladığını hatırlatalım.
Resmin okuması
Şimdi büyük resmi biraz daha açalım. Balkanlar’da oluşan yeni tablo, sadece Sırbistan ve Kosova ile mi sınırlı? Olguların bütünü Türk-Amerikan savaşında nereye oturuyor? Kuşkusuz yeni dünya dengeleri içinde Türkiye bağımsızlık mücadelesi veriyor. Açıkça ABD tarafından hedef haline getirilen Türkiye’ye karşı Mavi Vatan’da, Fransa ve Yunanistan faaliyet halinde. Balkanlarda da ABD’nin yeni üsleri dikkat çekiyor. Yani ABD, Türkiye’yi çevrelerken Balkan kartını açıyor.
Romanya’nın, Mihail Kogalnice Hava Üssü’nde, 3 bin civarında ABD askeri ve teçhizatı bulunuyor. Romanya Parlamentosunda karar 257 evet 1 hayır ve 29 çekimser oyla 10 yıl süreyle kabul edildi.
Bulgaristan’da da Yambol kentinde Bezmer Askeri Hava Üssü, Sliven’de Novo Selo Eğitim ve Tatbikat Alanı, Burgaz’da Aytos Askerî Lojistik Merkezi ve Türkiye sınırına diğer üslerden görece daha uzak bir konumda bulunan Plovdiv’de de Graf Ignatievo Hava Savunma Üssü kuruldu. ABD, bu anlaşmayla birlikte, 2500 askerini, sınırsız yetki ve dokunulmazlıkla söz konusu üslere yerleştirdi. Dikkat çeken nokta şu: Bütün bu üsler Bulgaristan’ın Türkiye sınırına yakın bölgelerinde yer alıyor.
Kosova’da, Ferizaj’da kurulu dev bir ABD üssü de bulunuyor. “Camp Bondsteel”, ABD’nin Balkanlar’daki askerî varlığının sembolü. Üssün, sadece Kosova’nın muhtemel Sırp saldırısına karşı kurulmadığı açık. Son Sırbistan-Kosova anlaşmasıyla muhtemel bir Sırp veya Rus saldırısı da engellenmiş oldu.
Türkiye’nin Balkanlar’da en etkili olduğu ülkelerden biri de Makedonya. Ancak Makedonya NATO üyesi yapılırken Yunanistan’a yakınlaştırıldı. Yunanistan ile 1991’de eski Yugoslavya’dan ayrılıp bağımsızlığını ilan ettiğinden beri yaşadığı isim sorununu 2018’de imzalanan Prespa Anlaşması ile çözüme kavuşturan Makedonya, geçtiğimiz günlerde NATO’ya katılım protokolünü imzaladı. Yunanistan da, Makedonya’nın NATO üyeliğiyle ilgili protokolü onayladı. Atina’nın bu hamlesi önemliydi, zira Makedonya’nın pakta üyeliği için, üye ülkelerin onayı gerekiyor. Sırbistan ile Kosova’nın arasının yapıldığı gibi Makedonya ve Yunanistan’ın da arası yapıldı.
Elbette Balkanlar’da Yunanistan ve Arnavutluk faktörü de var. Yunanistan’ın Türkiye sınırındaki Dedeağaç bölgesine yani Batı Trakya’ya Amerikan üssü kurulacağı bilinen bir gerçek. Son günlerde Arnavutluk ve Yunanistan arasında deniz sınır sorunu olarak duran 12 mil meselesi de çözüldü. ABD’nin baskısıyla Arnavutluk, Yunanistan’ın 12 mile çıkmasına ses çıkarmadı hatta olumladı. Üstelik iki ülke arasında Yunanlıların büyük bir Arnavut kıyımı yaptığı Çamerya sorunu ortadayken. Görüldüğü gibi son Sırbistan-Kosova anlaşması tek başına bir ekonomik anlaşma değil. İçinde ABD, İsrail ve Yunanistan’ın da bulunduğu Türkiye karşıtı saflaşma politikasının bir parçası.
İki tatbikat
ABD, İsrail, Fransa, Yunanistan ve GKRY’nin Türkiye’yi tehdit eden ve silah gösteren tavrına iki yeni tatbikat eklendi. Biri İsrail, Yunanistan ve GKRY’nin “Akdeniz Fırtınası 2020” tatbikatımıza karşı başlattığı deniz tatbikatı. Diğeri de ABD ve Yunanistan’ın Batı Trakya’da başlattığı kara tatbikatı. Elbette Dedeağaç’ın da o bölgede olduğunu ve tatbikat alanı olarak Türklerin yaşadığı yerlerin seçilmesinin önemini de vurgulamak gerekiyor. Son olarak ABD yönetiminin yalanlamasına rağmen bazı yayın organlarında Amerikalı senatörlere dayandırılarak verilen habere göre ABD, İncirlik’i Girit Adası’ndaki bir askerî üsse taşımak istiyor. Özetle bir yandan kuşatma adımları, Rand raporu merkezli kışkırtma ve yıkıcılık girişimleriyle, sokak eylemleri için yapılan çağrıları birleştirerek tehlikeye karşı iç cephenin sağlamlaşması gerektiği net biçimde ortaya çıkıyor.