İş hayatında bireyleri kimler yönetiyor? Ya da soruyu tekrar soralım, iş hayatında sağlıklı ve ahlaklı elek sistemi görmesi gereken liderler, neden tüm yükü ve yükten fazlasını çalışanın sırtına tereddütsüz yükleyebiliyor?
Bu liderlerin alt-orta-üst olması pek bir şey fark ettirmez. Bir liderden, bulundukları pozisyona göre gelen yükü önce anlamaları, ardından emek verenin yük alabilirliğini, iş yeri kapasitesini, insanların iş dışı yaşamını etkilememeyi özenle elemesi beklenir. Ardından iş yükünü ekibine paylaşırken gerekiyorsa yeni iş gücü ile, halkı için istihdamı hedeflemesi gerekir. Aynı zamanda hedefleri ya da iş yükünü vereni, doğru geri besleme ile doğru yönlendirmesi ve baskılar için anlamlı bilgilendirme yapması beklenmelidir.
Oysa genelde liderler, Yönetim Kurulu bir istiyorsa, o aşağıya 1.2’yi hedef olarak koymayı ve bunun için kariyeri, geçimi, kimliği içinde sıkışmış olan alt yönetici ve uzmanları zorlamayı, tehdit etmeyi, manipüle etmeyi tercih ederler. Bu talep eden pozisyonunda ve aynı zamanda rol model olan, hikâyeleri bireyler arasında ve kurumda, kurum kültürü adına dolaştırılan liderlerin devamcıları da genelde yolun bu olduğu varsayımı ile aynı şeyin daha acınası kopyaları ile işlerini yapmaya devam ediyorlar.
Geçen gün yeni mezun bir genç kadın ile konuştuk. İş başvurusu yapıyor. Yetkili iş sahibi, bu genç kadını arkadaşı geldiği için bir saat bekletiyor. Ardından ondan beklentilerini söylerken her an sana ulaşılmalı. Gece 2’de olsa telefonu açmalı ve cevap yazmalısın. Bir insan elindeki gücü empatiyi ve ötekinin beklenti ve insanca haklarını es geçerek nasıl dillendirebilir. Genç kadın bütün iş hayatı ve benlik algısını yeniden yorumluyordu, sıkışmıştı.
Devleti yönetenlerin bu konuda kaygıya sahip olmaları, birey, aile ve toplum sağlığı için talep olmadan elindeki olanaklarla harekete geçmesi gerekmez mi?
Bu durum, yukardan aşağı sirayet eden olağan bir durum. İş hayatında, “biz o telefonu boşa mı verdik”ten “istemiyorsan çalışmazsın”, “adam mı yok” tehdidine olağanmış gibi sürüp gidiyor.
Liderin ahlaklı olmasına her zamandan fazla ihtiyacımız var. Ahlakı şöyle tanımlamayı tercih ederim. Kendinin ve başkasının sınırlarını içsel ve dışsal baskılara rağmen gönüllü olarak ihlalden kaçınmaktır.
Bu ahlak zafiyeti, pandemi ile zati üç kişinin işini bir kişiye gördürme eyleminden, o kişiyi evde ve mazeretsiz bırakmaya yöneldi. Çok rahatlıkla saat 20:00 – 21:00 toplantıları ya da eğitimleri atanabildi.
Düşünsenize evdesiniz, çocuklar okula ya da kreşe gidemediğinden evdeler, ikiniz de ya da tek ebeveyn olarak siz hem işten hem de onların sağlıklı yetişmesinden sorumlusunuz. Hele bir de kalabalık aile iseniz durum daha da zorlayıcı bir hal almaktadır.
Eğer tek yaşayan biri iseniz iş yükü sizi evinizde daha da çok zorlamaktadır.
Bu durumun kendisi aynı zamanda mekân-insan ilişkisi ve oradaki psikolojik yapılanmayı da doğrudan etkilemektedir. Çok sevdiğiniz ve dinlendiğiniz bir mekân düşünün, oraya yeniden gittiniz ki her şey değişmiş ve kalabalık, o vakit o mekân ile ilişkiniz nasıl olur?
Ev dinlendiğiniz, yenilendiğiniz, dostlarınızı ağırladığınız bir mekândır. Evli ve çocuklu iseniz çocuklarınız ile hayatınızı var ettiğiniz, sırlarınız olan yani size göre bir dili olan özel alandır. O elbise o koltukta kalabilmekte, o perde dışardan bakana farklı da gelse sizin için özel olandır. Akşam yemeği, ev halleri, dinlenmek vb. içeren psikolojik sığınanızdır. Eve gideyim de biraz dinleneyim ne çok ettiğimiz veya duyduğumuz cümledir.
Oysa pandemi ile birlikte cart diye yırtılan bir perde gibi birdenbire evimiz kamuya açıldı. Biz genelde eve misafir geleceği zaman (dostlarımız da olsa) telaşlanan bir kültürün insanlarıyız. İnsan, genelde öbürünün gözünde ne olduğuna dikkat edip, çoğunluk kendini ona göre ya da ona karşı yapılandırır. Bu sebeple insanlar, canlı bağlantıda evinin gözüken alanları için, arka planda gözüken köşeye kadar, kendilerini tedirgin ettiğinden özel çaba, para ve emek harcama ihtiyacı hissetmektedirler. Bu teknolojik alt yapı ve donanım, üstelik tüm aileyi de kapsamak durumundadır. Bunun getirdiği maddi ve psikolojik yük ekstra zorlanmayı tetiklemektedir.
Oysa burada iş yeri nasıl ki giyim kuşam, makyaj önemli deyip bu konuda bir maddi desteği genelde vermiyorsa, şimdi de evimizi, mekânlarımızı yapılandırmamız istenmekte, ama katkı verilmemektedir. Yakın zamanda bunun ile ilgili imaj eğitimleri yapılandırılacaktadır ya da zati yapılmaktadır.
Online çalışılmayan durumların doğal dinlenme aralıkları vardır. Bu aralıklar fark edilmese de ruh sağlığı açısından çok çok önemlidir. Örneğin toplantı ardından diğer toplantıya geçene kadar üç beş laf edip, bir çay-kahve aralığında dinlenilirdi. Birey kafasını dağıtır ve ardına zihinsel ve psikolojik hazırlık yapardı. Bunlar aynı zamanda sosyal kontaklar, aidiyet ve ekip oluş içinde çok önemli aralıklardır. Unutmayalım, yaşam çatlaklarda hayat bulur. Bir tohum, toprakta bir çatlak bulunca orda hayat vermeye başlar. Oysa şimdilerde evde online çalışılınca bu kutsal dinlenme ve yenilenme aralığını çalışan insanlar kaybetti. Bireylerin kendilerini, içsel ya da dışsal baskılara rağmen buna göre yeniden yapılandırmaları, kendileri, eşleri, çocukları ve toplumsal ruh sağlığı açısından elzemdir. Bunda mükemmeliyetçi, kendini eksik hisseden, narsist, bağımlı vb. karakterlerin evde ve çalışanlarda yarattığı bireysel terörü de atlamamak gerekir.
Bu durum, aynı zamanda ailenin ya da ilişkilerin, varlık alanında, birbirlerine karşı konumladıkları ve onları, güvende ya da sürdürülebilir kılan pozisyonlarda, onarılamaz yeniden yapılanmalara, çatlaklara ve yıkımlara itti.
Pandemi süreci ile toplum yeniden, yeni bir şekilde yapılandırılır iken, bu durum öğrenci ile geleceğin çalışanını da buna uygun yapılandırmanın yolunu açtı. Her an ulaşır ve ulaşılabilir olmak… Bu çok büyük bir tehlike. Neden her an bize ulaşmalı, iş arkadaşımız, müşterimiz, yöneticimiz. Patronumuz, annemiz, komşumuz. Neden benim sabah, aralıklarda, öğlen ve akşam kendime ait bir dünyam olmamalı? Neden ben, varsa sevdiğim, eşim ya da ikimiz, çocuklarım vb. her an gelecek mail, telefon ya da densiz bir girişimin kurbanı olmalıyız?
Düşünsenize ailecek bir film izliyor ve birine ya da hayallerinize sarılmışsınız. Ruhunuz dinleniyor. Tam dinlenmenin bir yerinde, örneğin saat 21:30’da bir mail, telefon vb. ile acil diye birileri bir şey istiyor sizden, kalkıyorsunuz, öbür odaya çekiliyor ya da ortak mekânda konuşuyorsunuz. Siz zati yarıldınız ya diğerleri? Bunu duyuyor ya da keyifle sarıldığı eşi, baba ya da annesi yanından kalkmış; o filmin sağladığı keyif ve ruhsal iyileşme ne olur? Bu devamlı oluyorsa ya?
Bir şirkette bir yönetici anlatmıştı, farkına varmadan hep telefon ile iş yerinden biri ile konuşarak eve giriyor ve süreç öyle devam ediyor. O gün tesadüf telefon ile konuşmuyor. 12 yaşındaki oğlu açıyor kapıyı. Anneye sarılıyor ve çok mutlu olarak, “anne ilk kez telefonla konuşmadın ve beni fark ettin, gözümün içine baktın.” diyor sevinçle. Hüzün ile bunu anlatmış ve bir daha dikkat ettim demişti.
Pandemi yeni kuşağın gelecek algısında da yeni tasarımlar ve kaygılar oluşturdu. Geçen hafta dışarda kar yağıyordu, oğlum “geçmiş olsun yeni kuşaklara” dedi. Neden, diye sordum. “Artık kar tatili de olmayacak, o günlerde online eğitime geçecekler.” dedi. Çok büyük bir acı değil mi? Varlığımızı sorguladığımızda, birçok düşünür, bu dünyaya hikâyeler biriktirmeye geldik diye tanımlar. Gerçek hikâyelerimiz aralıklarda yaşadığımız şeyler değil mi? Olaylar, aşklar, tatiller, kaçamaklar vb.?
Ayrıca şimdi evin internetinden elektriğine, ısıtmasına cebimizden paralar çıkarken bunu da kimse kaygı olarak alıp, telafisine gitmeyi tercih etmemektedir. Evi, iş adresi yaptığınız bir şahıs şirketiniz olsa en azından bunları vergiden düşme şansınız olurdu.
İşte onun için liderin ahlakına şimdilerde daha da çok ihtiyacımız var. Bu toplumsal sağlığımız için de derinden sonuçları olan bir durum üstelik.
Ne dersiniz