Türkiye – Çin işbirliği

Bernard de Chartres, “biz devlerin omuzlarına tünemiş cüceleriz.” demişti. “Böylece onlardan daha çok şeyi ve daha uzakları görüyoruz; bunun nedeni gözümüzün daha keskin olması veya daha uzun boylu olmamız değil, onların bizi havaya kaldırmaları ve dev gibi boylarıyla yükseklere taşımalarıdır.”[1]

12. yüzyılda yaşamış Chartres’in hâlâ sıklıkla başvurulan bu cümlesi, Çin’in bugünkü ilerlemesi için de geçerli olmalı. Çünkü Çin, köklü bir tarihin omuzlarına tüneyerek ufkun ötesini görebilmektedir. Çin ve Hindistan ve Batı Asya 1800’lere kadar ekonomik olarak dünyanın merkezinde yer alıyordu; Avrupa’da Sanayi Devrimine rağmen Asya, dünya ekonomisinde Avrupa’ya göre çok daha üstün ve üretkendi. Denilebilir ki Avrupa, yüz-yüz elli yıllık bir kesinti dışında, Asya’ya tutunarak kalkınmıştır.[2] Kısa süreli kesintiden sonra yeniden Asya merkezli dünyanın yükselişinin tarihi ise en azından son yüzyıla yayılmaktadır.[3] Son yüzyıl, Avrupa’nın önceki yüzyıllık yükselişinin gerilediği ve Asya’nın Demokratik Devrimlerle sömürgeciliği alt ettiği tarihtir.

İçinden geçtiğimiz bu sene, Çin Devriminin 70. yıl dönümüdür. Çin tarihinin özellikle son 40 senesi, devrimin getirdiği kamucu mirasın atılımıyla geçti. Üstelik bu atılım sadece ulusal boyutlarla sınırlı da değil; Çin, bölgesel ve küresel ekonomiye yön vermektedir. Çin’e özgü sosyalizm paradigması, teknolojide ve ekonomide dünya üstünlüğüne hızla ilerlerken, Asya ülkelerinin kalkınmasına da hizmet ediyor.

Tutanaklarını yayımladığımız “Üretimde Atılım İçin Türkiye – Çin İşbirliği” toplantılarında yapılan konuşmaları okuduğunuzda, Türkiye ve Çin arasındaki ticari ilişkiler üzerine yapılan önerilerin bir adım ötesine geçerek, aslında, alternatif bir küreselleşme tartışması yapıldığına da tanık olacaksınız. Ethem Sancak konuşmasında bu gerçeği şöyle ifade ediyor: “özgürlükçü, adil, paylaşımcı, kanaatkâr ve insanı temel alan bir uluslararası sistem…” Bu, Şi Jinping’in sıklıkla vurguladığı “küresel gelişmenin düzensizliğinin aşılması” önerisiyle de uyumludur.

Türkiye için bu tartışmayı anlamlı yapan yaklaşım özetle şudur: Son 30 yıldır yaşadığımız Amerikan merkezli küreselleşme modelinin kuralsızlığına kurban edilen ekonomimizin bu sistem içerisinde çıkışı yoktur. Türkiye’nin sanayicileri ve iş insanları tarafından bu gerçeğin kavranması, avrupamerkezli ekonomi kurgusunun (sosyal teorinin de) artık geçersizliğini gösteriyor. Ayrıca sermaye ihracına dayanan bir küreselleşme modelinin iflası sadece ekonominin değil, emperyalist hegemonyanın da geleceği hakkında veriler sunuyor. Türkiye – Çin İşbirliği toplantılarının ana konusu olan üretime dayalı ticari dolaşım modeli, Türkiye’yi kalkındıracak bir model olarak geliştirilmeyi bekliyor.

Son 30 yıldır başımızın belası olan, kısa vadeli serbest sermaye hareketlerine dayanan Amerika merkezli küreselleşme tek kutuplu bir dünyanın programıydı; o programın iflas ettiği artık bir sır değil. Türkiye – Çin İşbirliği toplantıları ise çok kutuplu bir dünyanın ekonomik bakımdan önemli bir göstergesi oldu. Bu toplantıların, emperyalist gelişmeyi sınırlayan işbirliği ve ortaklıklara yönelen bir dünya modelinin halkası olduğu söylenebilir. Doğu Perinçek’in konuşmasında vurguladığı gibi, “21. yüzyıl, Çin ile Türkiye’nin dostluk ve işbirliği yüzyılıdır. İki ülke, el ele vererek insanlığın gelişmesine, barışa ve kalkınmaya büyük katkılarda bulunacaklardır.”

Cemil Gözel

[1] Aktaran Jacques Le Goff, Ortaçağda Entelektüeller, çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, II. Basım Kasım 2017, s. 18.

[2] Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Andre Gunder Frank, Yeniden Doğu – Asya Çağında Küresel Ekonomi, çev. Kâmil Kurtul, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara: I. Baskı Mart 2010; Der. Andre Gunder Frank, Barry K. Gills, Dünya Sistemi, – Beş yüz yıllık mı, Beş Bin Yıllık mı?, Yayına Haz. Alâeddin Şenel, Yavuz Alogan, çev. Esin Soğancılar, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara: I. Baskı Nisan 2003.

[3] Ayrıntılı bilgi için bkz. “Yüzyıllık gerçek Asya’nın millî uyanışı”, Teori, sayı: 329, Haziran 2017.