1755 Büyük Lizbon Depreminden 2019 Kovid-19 dünya krizine

Mustafa Mersinoğlu

Koronavirüsün bilimsel olarak nasıl oluştuğunu, ilk vakanın nerede çıktığını ya da bir laboratuvarda biyolojik silah olarak mı çıkarıldığını bu yazımızda ele almayacağız. Nasıl çıkarsa çıksın hızla dünyamıza yayıldı. Bu yüzden de tetikliyeceği büyük sosyal değişimler bizim için daha önemli. Bunlar neler olabilir, ona bakacağız. “Musibet”, beklenmedik bir zamanda gelen kötülük, sıkıntı veren bir durumdur. Koronavirüs bir musibettir, biyolojik silah bile olsa… Atasözlerimiz, yüzyılların yaşam pratiğinden çıkmıştır. Büyük insanlık bundan ne nasihatler çıkaracak ve toplum buna karşı nasıl bir mücadele verecek, verirken de toplumu nasıl dönüştürecek?

“Sosyal Değişimin Dinamikleri”[1] adlı kitabın önsözünde, Marx, Engels ve Lenin’in tüm yazılarının bir şekilde “Toplumlar nasıl ve niye değişir?” sorusunun cevabını aradığını yazmış yazarları. Marx, felsefenin amacının yalnız yorumlamak olmadığını ve asıl amacının değiştirmek olduğunu söyler. Değiştirmek istediği toplumsal yaşamdır. Bu yaşamı yorumlamak için de değiştirmek için de pratik gerekir. Yine aynı önsöze göre toplumlar uzun süreler istikralı ve sabit yaşamlar sürerler ama değişmeleri kaçınılmazdır. İstikrar görecelidir ama değişim kesindir. Ve bu değişim insanın sosyal varlığının her yönünü etkiler. İnsanın yaşamını sağlayan üretici güçleri ile başlayarak inşa ettikleri ekonomik yapı ve üretim ilişkileri kendi ve dünya hakkındaki düşüncelerine, geleneklerine, kurumlarına, kültürüne ve psikolojisine kadar etkiler. Marksizm, sadece toplumların tarihte ve günümüzde nasıl değiştiğinin teorisi değildir. Bu yorumlarının amacı, bu değişimleri akılcılıkla yönetmektir. Marksizm’de teori ve pratik iç içedir. Bu düşünce ve aksiyon birliği Marksist düşünceyi dünyada bulunan sosyal teoriler arasında benzersiz kılar.

İnsanın doğa içindeki mücadelesi önce onu doğadan yabancılaştırmış, sonra mücadele zorunlulukları sınıflı toplumları doğurmuştur. İnsanın biliçlenmesi ve aydınlaması uzun bir süreç almıştır. Bu yukarıda bahsettiğimiz istikrarlı durgun süreler yer yer savaş ve devrimlerle büyük değişikliklere uğramıştır. Bu süreçlerde üretim güçlerinin ve üretim ilişkilerinin değişmesinde sosyal mücadele kadar doğal çevre de etkili olmuştur. Tarihin maddi temellerinin yorumlanması Marksizm’in temel yapısıdır: İnsanı ve doğayı iç içe görür ve insanın tarihi gelişmesini doğa tarihinin kendine öz bir evresi olarak yorumlar.

1 Kasım 1755’te, tarihe Büyük Lizbon Depremi olarak geçen deprem oldu. Hıristiyanların her yıl kutladıkları Azizler Günüydü. Bu kutlamalar 31 Ekim gecesi başlar. Bu gece Azizler Gecesi olarak bilinir ama şimdilerde Holloween ya da Cadılar Bayramı olarak kutlanıyor. Bir nevi korkunç kostümler giyilerek kutlanan seküler bir eğlenceye dönüştü. O zamanlar Portekiz’deki en kutsal günlerden biriydi. Sismolojistler bu büyük depreminin 8.5 – 9.0 arası kuvvette olduğunu tahmin ediyorlar. Merkez üssü Lizbon’dan 200 km. uzakta Atlantik Okyonusundaymış. Kimi tahminlere göre 100 bine yakın insan ölmüş. Lizbon’nun nüfusu 200 bin imiş. O zamana kadar bilinen en büyük ve hatta hâlâ en büyük depremler arasında. Deprem üç buçukla altı dakika arasında sürmüş. 5 metre genişliğinde yerde çatlaklar olmuş. Halk sahile, rıhtımdaki açık alana sığınmış, denizin çekilişini ve dipte yatan kayıp kargo ve gemi batıklarını görmüşler. Tahminen 40 dakika sonra büyük bir tsunami gelmiş; rıhtımı ve şehir merkezini basmış. Bu ilk dalgayı iki dalga daha takip etmiş. Deprem, Azizler Günü için bütün şehirdeki kilise ve evlerde yakılan mumları devrilip korkunç bir yangına sebep olmuş. Deprem sadece Lizbon’a değil civar bölgeye de büyük hasar vermiş. Depremin sarsıntısı tüm Avrupa’dan hissedilmiş. Bazı kaynaklara göre Grönland’dan Karayiplere ve Kuzey Afrika’ya kadar… Tsunami ise İngiltere ve İrlanda sahillerini vurmuş ve yeni bulunan kaynaklara göre Brazilya sahillerine de uzanmış.

Lizbon’da binaların yüzde seksen beşi yıkılmış. Bunların içinde meşhur saray ve görkemli kiliseler de varmış. Depremden kurtulanlar da çıkan yangında yanmış. Bunların arasında daha yeni açılan muhteşem bir opera binası da varmış. Yanan Ribeira Sarayında 70 binlik bir kütüphane ve içinde Titan, Rubens ve Corregio olan yüzlerce sanat eseri de kül olmuş.

Lizbon o zamanların Avrupa’sının en güzel ve en zengin şehri. O zamana kadar Avrupa’da görülmemiş şekilde büyük bir ticaret ve asırlardır süren fetihlerle gelen aşırı bir servet içinde. Lizbon’un böyle bir göz kamaştırıcı görünümünü daha onaltıncı yüzyılda doğuya doğru küresel ticaret imparatorluğunu kuran tüccarlar ve denizciler sağlamış. Gemiler dolusu altın ve diğer kıymetli madeni önce Afrika ve Asya kıyılarından, sonra keşiflerden, sonra da Latin Amerika’dan bilhassa Brazilya’da kurdukları köle emeği ile işletilen plantasyonlardan Lisbon’a getirmişler. Ve de daha birçok kıymetli kargoları: baharat, kıymetli taşlar, kumaş, kereste, şeker ve tütün… Lisbon Avrupa’nın rekabetsiz denişaşırı ticaret merkezi olmuş. Yüzlerce yabancı tüccar da böyle görülmemiş bir servetin bulunduğu bu şehre üşüşmüşler. Bunların başında İngilizler geliyordu. İngilizler, daha gerilerde, 1385’te Haçlı seferleri sırasında 500 okçu ile Portekiz’e yardım etmişlerdi. Portekiz’i kendi memleketleri gibi koruyacaklarına da söz vermişlerdi. Buna karşılık tek istekleri de şuydu: Tekstil ürünü satmaları tamamen şartsız serbest bırakılacaktı. İngiliz yazar Henry Fielding sağlığı için geldiği Lizbon’da birçok tüccarla tartışmıştı. Günlüğüne 1754’te ölmeden önce yazdığı son cümle şu idi: “Burada bir takım insanlar para için birbirlerinin ciğerini söküyor.” Büyük deprem olduğunda Lizbon’da durum bu idi.[2]

Büyük Lizbon Depremi Avrupa’da başlamış olan Aydınlanmayı tetikliyen en önemli olaylardan. Aydınlanma filozofları arasında büyük bir tartışma konusu olmuştur: Kiliselerin yıkılıp kenar mahallerdeki genelevlerin yıkılmaması ve mahkûmların ölmemesi gibi olaylar insanları hatta din adamlarını tanrıyı sorgulamaya yönetmiştir. Tanrı hakkı denilen Teodise, yani din felsefesinde kötü ile iyi olan tanrı kavramı arasındaki bağı anlamaya çalışan çabalar yeni bir boyut kazanmıştır. Aydınlanma ya da Rönesans insancılığı, bilimde devrimle birlikte gelişmiştir. Kimileri bunu, Newton’un “Matematiğin İlkeleri” eserinin 1687’de yayınlanması ile başlatırlar. Daha gerilerde Bacon ve Descartes vardır. Ancak aydınlanmanın ivme kazanması deprem sonucunda tanrı sorgulanması ile başlamıştır.

Voltaire, Lizbon Felaketi Üzerine Şiir’i (Poeme sur le desastre de Lisbonne) 1756’da yayınlamıştır. Bu felsefi şiirinde Pope ve Leibniz gibi dini kişilerin felsefelerini, tanrının ilgisizliğini ve acımasızlığını eleştirmiştir. Buna karşı şüpheci Pierre Bayle ve deneyci John Locke’u övmüştür. Jean-Jacques Rousseau, Voltaire’e bir mektup yazarak bu şiiri, ruhani sorunları bilimsel olarak çözümlemesiyle şuçlamıştır. Evrenin olabilmesi için kötülüğün de olması gerektiğini söylemiş ve bu kötülüğün toplum için faydalarının olduğunu belirtmiştir. Tanrı kavramını ya reddetmesi ya da faydalı olduğunu kabul etmesi gerektiğini yazmıştır. Rousseau’ya cevap olarak Voltaire, Candide ya da İyimserlik (Candide ou l'Optimisme) adlı eserini 1759’da yazdı. “Candide” Türkçede saf, temiz demektir. Bu felsefi roman, kahramanı Candide’nin başına gelen yarı gülünç yarı trajik olayların anlatıldığı alaycı bir eserdir. Bu felsefi serüven romanında Volteire, şiirinde olduğu gibi yine Leibniz’in iyimser dünya görüşüne, “her şey olacağına varır” yaklaşımına olan inancını eleştirir. Bu romanda geçen deprem de Lizbon depreminden esinlenmiştir. Bu tür doğal afetlerin hiçbir akla uygun insanlara yararı yoktur tezini savunur. Bu romanın kahramanlarından ve sözüm ona akıl hocası Pangloss ne kadar felsefe yaparak saf Candide’ye olaylar hakkında akla yatkın bir açıklama yapmaya kalksa bile traji-komik ve anlamsızdır. Theodor Adorno, Negative Dialektik kitabında, Lizbon Büyük Depreminin Voltaire’i sarsarak Leibniz’in teodisesinin yanlışlığını anlamasını sağladığını yazmıştır.

Immanuel Kant da Lizbon Büyük Depremi üzerine üç yazı kaleme almıştır. Kant, gençliğin verdiği heyacanla 22 yaşında bu deprem üzerine yazılanları toplamış ve depremin olmasını doğa üstü güçler yerine doğanın yapısıyla açıklayan bir teori geliştirmiştir. Bu teori doğru çıkmasa da bu bir depremin ilk defa sistematik incelemesi olmuştur. Walter Benjamin, Kant’ın bu küçük kitapçığının bilimsel jeolojinin ve sistomolojinin başlangıcı olduğunu belirtmiştir. Werner Hamacher ise bu depremin felsefiyi derinden etkilediğini yazmıştır.

Marx, teorisinin sadece rehber olduğunu, incelemenin yerini alamayacağını üstüne basa basa belirtmiştir. Yukarıda kısaca incelediğimiz Büyük Lizbon Depreminin daha birçok ekonomik, sosyal ve politik yönleri var. Hepsinin burada detayına girmeyeceğiz. Marx’ın belirttiği gibi maddi olaylar, insanların düşünce sistematiğine yön veriyor ve gördüğümüz gibi Büyük Lizbon Depremi o zamana kadar gelen düşünce sistemini allak bullak etmiş, daha akılcı düşüncelerin ortaya çıkmasına sebep olmuş. Köhnemiş düşünceleri yıkmış ve sarsmıştır.

Dünya çapında görünen Kovid-19 pandemiği de bu türde büyük bir düşünce değişimi sağlayacaktır; insanlığın köhnemiş birçok düşüncesi tarihin çöplüğüne atılacaktır.

Bunlardan en önemlisi neoliberalist kapitalizm dogması. Zaten son yıllarda birçok ekonomik sorunlara yol açan ve sosyal mücadele ile yıkılmaya başlayan bu dogma, bu salgından sonra ortaya çıkan maddi sebeplerden dolayı pratik olarak da yıkılmaya inanılmaz bir hızla başladı. Ben burada kısaca içinde yaşadığım İngiltere’yi nasıl etkilediğini anlatıp, yukarıdaki tezimize ne kadar uyduğunu irdeleyeceğim.

21 Mart 2018’de Aydınlık gazetesinde “Neoliberalizm Dogması İngiltere’de Ölüyor” başlıklı yazımda bu konuyu biraz incelemiştim. Yazıda, Londra’nın en zengin mahallesinde kısıtlı gelirlilerin oturduğu Grenfell adlı çok katlı toplu konuttan bahsetmiştim. Orada oturanların kurduğu halk komitesinin birçok uyarısına rağmen belediyenin ve devletin birçok ihmali ve hatta ticari olarak edineceği kâr sonucu binalar kolay tutuşan maddelerle kaplandı ve en sonunda yandı. Bu kaplamalar şu yüzden yapıldı: Bulunduğu lüks mahallede bina göze çarpmasın, lüks evlerin fiatları düşmesin. Tam olarak kaç kişinin yandığının bile tespit edilemediğini yazmıştım. Olayın üzerinden yıllar geçmesine ve hükümetçe verilen bütün sözlere rağmen yaralar hâlâ sarılmadı. Onun gibi önlem alınmamış yanmayı bekleyen binlerce bina var.

23 Haziran 2016’da yapılan bir referandumla İngiltere, bilindiği gibi, Avrupa Birliği’nden çıkmıştı. Bu kısaca Brexit diye adlandırıldı. O yandan bu yana, İngiltere’de hükümetteki Muhafazakâr Parti ve muhalefetteki başta İşçi Partisi ve diğer partiler arasında, bir de partiler içindeki klikler arasında kıran kırana büyük bir at pazarlığı yapıldı. Avrupa Birliği ile pazarlık hâlâ sürüyor, yıllarca da sürecek. Tüm işçi sınıfının toplumsal, ekonomik sorunları ve önemli çevre sorunları unutulmuş, herkes bu konu ile uğraşıyor. İşçi Partisinin başına eski usul sosyalist bir ekip seçildi. Bu ekip ve lideri Jeremy Corbyn, dağınık sol ve sosyalist gençliği birleştirdi ve eski tüfek sosyalistleri canlandırdı. Partiye 100 binlerce yeni üye kazandırdı ve Parti beklenmedik bir şekilde yarım milyonu aşan üyesi ile Avrupa’nın en büyük partisi oldu. Erken yapılan 2017 seçimlerinde İşçi Partisi yok olacak derken, seçimi kazanmasa da büyük bir başarı kazandı. Bu başarıyı, partinin milletvekillerinin çoğunluğunun bu yeni sosyalist lidere ve ekipe karşı olmasına rağmen elde etti. Avrupa Birliği ile at pazarlığı kızıştıkça kızıştı, Parlamento sıkıştı ve mecburen 1 Kasım 2019’da tekrar erken seçim yapıldı. 2017 seçimiden ders alan ve ürken burjuvazi, uluslararası sermaye ve Zionistler, İşçi Partisinin sosyalist ve Filistin’i ve devrimci Venezuela’yı savunan başkanını ve ekibini topa tuttu; Ergenekon sürecinden de bildiğimiz her türlü itibarsızlaşma politikasıyla ve de Brexit’i ve yabancı düşmanlığını kullanarak seçimlerde büyük bir yenilgiye uğrattı. İşçi Partisi eski köklerine döndüğü için partiyi işçi sınıfının bilinçli sosyalist kesimi faal olarak destekledi çünkü partinin demiryollarının millileştirilmesi de içinde büyük bir kamucu programı vardı. Ayrıca bu program Milli Sağlık Servisinin özelleştirilmesine ve bazı hizmetlerde taşaron kullanılmasına da karşıydı. Yıllardır kısıtlanan bütçenin de artışını istiyordu. Daha çok doktor ve hemşire yetiştirilmesi için burslar gibi birçok önemli eksikliğin giderilmesi de parti programında vardı. Üniversitelerin tekrar ücretsiz olması, şimdiye kadarki öğrenci borçlarının silinmesi gibi gençliğin sıcak baktığı birçok konu da vardı. Yukarıda belirttiğimiz gibi uluslararası planda barışçıl ve ilerici idi. Burada bu programın tüm kamucu ideallerini sayacak yerimiz yok. Seçimden önce sallanan hükümet partisi büyük çoğunlukla geri döndü.[3] İşçi Partisinin geleneksel yerlerinde bile birçok milletvekiliği kazandı. Buna göre hükümet göz boyayıcı olarak o bölgeye bütçe ayırdı. Ama aslında tam klasik neoliberal ekonomik programlarına ve ABD ile ticaret anlaşmalarına başlayacaklarken buna, Milli Sağlık Servisinin yıllardır ABD ile yapılan gizli görüşmelerle özelleşmesini de katacaklarken Koronavirüs çıktı, İngiltere adasına geldi ve Doğu Perinçek’in deyimi ile balonu patlattı.

Önce hükümet Koronavirüsü ciddiye almadı. Tuhaf bir sürü bağışıklığı önerip daha çok ekonomi ve şirketleri koruyan bir nevi Sosyal Darvinist politika uyguladılar.[4] Fakat işler ciddi boyutlara varınca birçok ülkedeki durumu gördüler. Bilim adamlarının imzaladıkları bildirilerle ve ölümlerin de artması üstüne İşçi Partisi ve diğer muhalefet partileri yanlıştan döndüler. Bunda, İskoçların, Galler’in ve İrlanda’nın baskısı, bir de Fransa’nın İngiltere’ye sınırı kapayacağı tehdidi de etkili oldu.[5] Ateş bacayı sardı. Ancak yine de emekçilerden önce şirketlere milyarlarca pound yardım açıkladılar. Baskı arttıkça küçük işletmelere de yardım vereceklerini söylediler. Ancak serbest çalışanlara yardım, halktan ve muhalefetten gelen büyük zorlamalarla neden sonra çıktı ve bunun kapsamı da kısıtlı. Burada serbest çalışanlar denilenlerin büyük çoğunluğu zor geçinen zanaatkârlar, sanatçılar, serbest meslek sahibleri ya da kontratla ucuza uzun saatler çalışan Amazon şöförleri vs. Yeni bir Ken Loach filmi bu şöförlerin nasıl zor şartlar altında çalıştığını anlatıyor. Sıfır Saat Kontratı denilen bir emekçi katagorisi son yıllarda iki milyonu buldu. Bunlar, aylık ya da haftalık ücretle çalışanlar. Çoğu zaman da çalışmayan ancak günden güne iş olursa çalışanlar. Bu katogoriye de pek bir yardım yok. 20 milyon kiracıya, kiralarını ödeyemezlerse sadece üç ay evden atılmamalarının sağlanacağı söylendi. Ama İşçi Partisi başkanının mecliste bildirdiğine göre evden atılmalar başlamış.

Durum sıkıştıkça, düne kadar Milli Sağlık Servisinin özel olmadığı için iyi çalışmadığını söyleyerek kurumu özelleştirmeye çalışanlar, söylem olarak yere göğe sığdıramıyorlar. Çünkü Kovid-19’a karşı başka seçenekleri yok. Yaşam, kamuculuğun ve sosyalizmin önemini ortaya çıkardı. Ayrıca bu kriz sırasında sorun olan demiryollarını da mecburen altı ay için devletleştirdiler. Thatcher’den beri millî devlet yollarını komünist icadı ve verimsiz diye aşağılıyorlardı. Şimdi yaşam bunu yapmalarına zorladı. Daha önce 2008 krizinde 30 yıldır dünyayı yöneten neoliberalizm sarsılmış, birçok finansal kuruluş iflas etmiş ya da devlet tarafından kurtarılmıştı. Bir kısmı da millileştirilmişti. Kovid-19 krizi de böyle bir duruma yol açabilir ve bu sefer havayolları, gemicilik ve tüm sektörlerdeki dev şirketler de batabilir. Bunlar kurtarılırsa halk bunların artık tekrar özel sektöre geçemesine kolay kolay izin vermez; en azından bunlar kamu ortaklıkları olarak çalışırlar. Her şey karma ekonominin önemli olacağını gösteriyor.

Kısaca bu Kovid-19 krizi de Büyük Lizbon Depremi gibi insan yaşam ve düşüncesini kökten etkileyecektir. Ayrıca bu kriz, dünya çapında olduğu için daha da etkili olacak. Büyük insanlığı bir yandan birliğe çağıracak ve bir yandan da sınıf çatışmasını yükseltecek. Bilimin öncülüğü tüm dünyada kabul görecek. Daha adaletli ve eşitlikli sosyal bir düzen istenecek. Sosyal güvenlik kuramı için mücadele güçlenecek. Çevre kirliliğine ve ilkim değişmesine karşı daha akılcı tutum takınılacak. Aydınlanma, insancıllık ve sosyal devlet tüm dünyaya yayılacak.

“To be or not to be” değil.

“Cogito ergo sum” hiç değil...

Asıl iş, anlamak kaçınılmazı,

Durdurulmaz çığı

Sonsuz akımı.

(Ahmet Arif)

 

[1] Dynamics of Social Change: A Reader in Marxist Social Science Howard Selsam, Davıd Goldway, Harry Martel International Publishers New York 1970

[2] Terra: Yerkabuğunun Öyküsü: Dünyamızı Değiştiren Dört Olay, Richard Hamblyn, Picador 2009.

[3]Boris Johnson Hükümeti Nereye Koşuyor?” Mustafa Mersinoğlu, Aydınlık, 6 Ağustos 2019

[4] “Coronavirusle Mücadelede Sosyal Darvinizim”, Atahan Hatipoğlu, Aydınlık, 20 Mart 2020

[5] “Johnson’ın ‘sürü bağışıklığı’ planı Birleşik Krallık’ta tutmadı”, Berna Bridge, Aydınlık, 16 Mart 2020

İdeolojiler