“Hangi kıyıda yaşam var?” Covid - 19, “yaşamın kıyısından” soruyor

Öniz Özsoy

İtalyan tarihçi Carlo Ginzburg şöyle söylemiş: “İnsan ırkının entelektüel tarihindeki en eski davranış şekli, yere çömelmiş, avının bıraktığı izleri inceleyen avcı olabilir.” Harvard Üniversitesi’nde görevine devam eden Güney Afrikalı antropolog Louis Liebenberg ise The Art Of Tracking adlı çalışmasında, avcı-toplayıcı toplumların iz sürme yeteneğinin, “bilimin kökenini” oluşturduğu savını tartışmıştır. Liebenberg’in tezine göre, iz sürmek “kuramsal tümdengelim mantığı üzerine kuruludur ve temelde modern fizik ve matematiğin gerektirdiği düşünsel becerileri gerektiren bir bilimdir.” “Bu bilgi, hipotezlerin izlere dayalı kanıtlarla sürekli test edildiği, kanıtlanamayan hipotezlerin reddedilip, yeni ve daha iyi hipotezlerin kurulduğu ‘yaratıcı bir problem çözme sürecinin’ altını çizmektedir.”

Liebenberg’in bu son cümlesi, insanın doğa ile mücadelesinin tarihinin özeti gibidir: Doğanın yasalarını pratik ederek öğrenmek, gerçeği kavramak, deneyimlerin en iyilerini süzmek, aktarmak ve ilerlemek.

İnsan, doğa karşısında mücadele ederken, emeği ile değer yaratırken, üretirken, doğanın yasalarının önüne koyduğu maddi zorunluluğu kavrayarak hareket etmiştir. İnsanlığın ilerlemesi, serseri bir arayış, rastlantısal bir süreç içinde, önceden söylenmiş ilahi cümlelerin keşfinden ibaret değildir. Goethe’nin Faust adlı eserinde dile getirdiği gibi “Başlangıçta söz değil, eylem vardır.” Bu ilerleme sırasında insan, nasıl bir toplumsal yapı yaratacağını öncesinden ne öngörmüş ne planlamıştır. Bir hayvanı, öldürmek yerine yakalayan, bir tohumu ehlileştirip toprağa eken insan, temelinde maddi zorunluluk bulunan bu eyleminin, toplumsal iş bölümü yaratacağını, efendileri ve köleleri doğuracağını, üretim fazlasının hayatına takas sistemini yerleştireceğini, “servet” ile tanışacağını, anaerkil sistemi yıkacağını, kadını alçaltacağını hesap etmemiştir. Bu sürekli devinim içinde, yeni üretici güçler ortaya çıkarken, eski üretim ilişkilerinin ördüğü duvarlar yıkılmış, yeni üretim ilişkileri içinde yükselen sınıflar, yeni sömürü biçimlerini şekillendirmişlerdir.

Kapitalist üretim ilişkileri ile örülmüş, kapitalist sömürü çağındayız. Sermayenin, pazar aramak için dünyayı hallaç pamuğu gibi attığı, bireyciliği besleyen bu sömürü sistemi, bugünlerde, insanın doğa karşısında ancak kolektif mücadele ederek ilerleyebileceği, yaşamak için yaşatmak gerektiği gerçeği ile yüzleşiyor. Kârı, canın önüne koymuş bu sistemin karşısına dikilen, ona ayna tutan ise canı olmayan “yaşamın kıyısında” bir organizma oldu: Covid-19

Çoğalmak için hücrelerimizde konaklayan bu “yaşamın kıyısındaki organizma”, on binlerce insanı yaşamla ölümün kıyısına sürüklerken, binlercesini yaşamdan koparırken, bizim konakladığımız dünyada bütünsel olarak ne gibi değişiklikler meydana getirecek, göreceğiz. Ancak, henüz birkaç aydır tanıştığımız bu virüs, bu kısacık sürede dahi, insanlığı hâlihazırda enfekte etmiş insan yapısı virüsleri de kendisi ile birlikte görünür kıldı.

İlkin Çin’in Wuhan kenti ile adını duyduğumuz Covid-19, Doğu medeniyetlerine ne kadar yabancılaştırıldığımızı ve önyargılarımızı göz önüne serdi: “Çinliler zaten yenmeyecek şeyleri yiyen, dünyayı kendileri ile birlikte hasta eden bir topluluktu. Bir illetin o topluluktan çıkmasından daha tabiî bir şey olamazdı.” Çin Devleti ve halkı, salgın ile mücadele ederken, bu tip önyargıların empati yeteneğini de ne denli körleştirdiğine tanık olduk. Çin’de binlerce insan hayatını kaybederken ,“Kendiniz ettiniz, kendiniz buldunuz.”, varlığı yadsınamayacak bir yaklaşım oldu. “Doğu’da, insan hayatının zaten bir değeri yoktu. Bu anlayış, Doğu medeniyetlerinin felsefesinden doğuyordu.” Oysaki yüceltilen Yunan ve Roma Batı medeniyetleri kölelik sistemi üzerinde yükselmişken, Çin, Hindistan gibi Doğu medeniyetleri, gücünü, elleri ile toprağı işleyen köylülerden almıştır. Batı’nın bir “karanlık çağı” vardır ancak Doğu karanlık çağ ile tanışmamış, kültürel mirasının devamlılığına gölge düşmemiştir. “Bilim ve akılla medeniyetler yaratan, insanlığı öğreten, ‘Batılı beyaz insandır’” düşüncesi, insanlık tarihinin gerçekleri ile yıkılmıştır ancak buna karşın, o yıkıntıdan yükselen tozlar, sosyal önyargılar, bilimselliğe bulaşabilmekte, gerçeği görme yetimizi ve muhakeme yeteneğimizi hâlâ perdeleyebilmektedir. Nitekim bugün, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Trump, Covid-19’u hâlâ “Çin virüsü” olarak tanımlarken, Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Lijian Zhao, Covid-19’un kaynağı olarak Amerika Birleşik Devletleri’ni işaret etmektedir. Zhao’nun bu açıklamasını dayandırdığı “virüsün kaynağına yönelik Japonya, Çin ve Tayvan raporları”na ilişkin makaleler, Engin Gül’ün çevirisi ile Teori Dergisi’nde yayımlanmıştır.

Çin, Covid-19 salgını ile mücadelesinde başarıya ulaştı. Avrupa ise hastalığın merkezi haline geldi. Çin’in başarısının “insan üstü bir mücadele” neticesinde gerçekleştiğini söylemeyeceğim. Aksine Çin, tüm dünyaya, insanın kolektif emeğinin doğa karşısındaki gücünü, insanı neyin insan kıldığını gösterdi.

Çin, gerçeğin yasalarını ve onun ortaya koyduğu maddi zorunlulukları kavrayarak, kolektif emekle ve bilimsel yöntemlerle mücadelesini sürdürürken, Avrupa ülkelerinin, gerçeğin yasaları ile inatlaşan yaklaşımlarını gördük. Tedbir almakta geç kalmaları, binlerce insanın hayatına mâl oldu. “Batı’da insan hayatının değeri vardır. Batı’nın çözümlerinin temeli gerçeğe ve bilime dayalıdır.” inancı, Batılı liderlerin, tedbir almak yerine, özünde “belli oranda canı gözden çıkardıklarını” ortaya koyan açıklamalarla sarsıldı. Canı kâr olan kapitalizmin bohçası, “önce insan” gerçeği ile yüzleşince ortaya döküldü, içindekiler saçıldı ve görüyoruz ki küreselleşmenin hamisi Batı, artık tüm hastaneleri kamulaştırarak, önemli şirket ve hizmetleri kamulaştırma ihtimalini gündeme getirerek, bohçasını toparlamaya ve yamamaya çalışıyor. Başarısını, artık ihtiyaç duymadıkları hastanelerin önünde, maskelerini çıkaran sağlık çalışanlarıyla dünyaya duyuran sosyalist Çin, Avrupa’ya yardım elini uzatıyor. İçinde hasta yolcular bulunması sebebiyle, kimsenin kabul etmediği İngiliz yolcu gemisi Küba’ya demirliyor; sosyalist Küba “Pandemi herkesin ortak çabalarıyla sona erecek. Yolcuları kabul etmemizin sebebi insani kaygılar. Ülkemiz, başarılı bir operasyon için gerekli kaynak ve araçlara sahiptir.” açıklamalarıyla insanlığı kucaklıyor. Tüm bunlar, dünyanın gözleri önünde gerçekleşirken, bu deneyimler, insanlık tarihinin sayfalarına, reddedilecek yahut kabul edilecek, iyi-kötü hipotezlere ilişkin izler yerleştiriyor; neyin ölmekte ve neyin doğmakta olduğuna ilişkin düşünceler uyandırıyor; bizleri doğanın ve gerçeğin yasaları ile yüzleştiriyor, özümüzle kucaklaştırıyor, özgürlüğün “zorunluluğu kavramak” olduğunu bir kez daha hatırlatarak bilincimizi şekillendiriyor.

Doğanın yasaları bize göstermiştir ki, her şey birbiri ile ilgilidir. Neden ve sonuç ilişkisi içinde, sonuçlar yeni nedenlere, nedenler yeni sonuçlara gebedir ve her şey sürekli olarak değişir. Nicel değişiklikleri, kaçınılmaz olarak köklü nitel değişiklikler izler. Bu devinim, doğanın ve toplumun genel yasasıdır. İnsanlığın Covid-19 karşısındaki pratiği ve bu pratiğin uyandırdığı bilinç, o köklü nitel değişimi tek başına yaratacak, “suyu buharlaştıracak” kuvvete sahip değil ancak kapitalizmin suyunun biraz daha ısındığını söylemek de yanlış olmayacaktır. “Yere çömelerek, avının izini süren avcı ile başlayan” o uzun zincire, gece gündüz demeden insanlık için çalışan, maskeleri yüzlerinde derin oyuklar açmış hekimler, yaşamak için yaşatmak gereğini kavrayan, çekildikleri evlerinde üretmeye ve öğrenmeye devam eden, balkonlarında şarkılar söyleyerek birbirinin umudunu besleyen insanlar, yaşlıların ve kronik hastaların ihtiyaçlarını karşılamak için gönüllü olan gençler, sosyal medya üzerinden yaptıkları canlı yayınlarla tüm insanlara konser veren sanatçılar gibi, insanlığın ancak birlikte ve el ele mutlu olabileceğini ve ilerleyebileceğini gösteren niceleri eklenmiştir.

Yazımın sonuna gelirken, dışarıdan alkış sesleri yükseliyor. Türk Milleti, ülkenin dört bir yanından, kendileri için canla başla çalışan, gecesini gündüzüne katan sağlık emekçilerini alkışlıyor. Milletimizin ve tüm insanlığın, bu zorlu dönemi tez zamanda geride bırakmasını diliyorum. Temennimiz, insanlığın bu kara günlerden, kendini aydınlatacak ışığı daha da sıkı kavrayarak, el ele çıkmasıdır.

İdeolojiler