Andımız’ın gösterdiği millî-gayrimillî saflaşması

Mustafa Solak

Andımız’ın okutulması, PKK ile yürütülen “açılım süreci”nde “ırkçı” olduğu gerekçesiyle 8 Ekim 2013’te AKP tarafından kaldırılmıştı. Eğitim İş ve Türk Eğitim Sen’in Millî Eğitim Bakanlığı’nın Andımız’ın okutulmasını kaldıran düzenlemenin iptali istemiyle açtığı davalar sonucu Danıştay 8. Dairesi, ilköğretim okullarında uygulanan Öğrenci Andı’nı kaldıran yönetmelik hükmünü iptal etti. İktidar da bu iptali temyize taşıdı.

Andımız, Türk Milleti bilincini pekiştirmek, millî devleti yaşatmak, millî emeğe sahip çıkmak amacıyla yazıldı. Osmanlı Devleti’nde Türk “akılsız Türk (etrakı biidrak)” diye aşağılanıyordu. Dahası Sırplar, Bulgarlar, Yunanlar, hatta Müslüman milletler Osmanlı Devleti’nden ayrılırken ancak Türklük bilinci gelişiyordu. Türk var ama Türk Milleti kavramı yani milletleşme 19. yüzyılda oluşmaya başladı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla pekişti. Ziya Gökalp bunu şöyle belirtir:

“Anadolu inkılabına kadar devletimizin, hatta milletimizin adları Osmanlı kelimesi idi. Türk kelimesi ağıza alınmazdı. Hiç kimse ‘ben Türküm’ demeğe cesaret edemezdi. Son zamanda Türkçüler böyle bir iddiaya kalkıştıkları için, sarayın ve eski kafalıların nefretini üzerlerine çektiler.”

Andımız ve “Türk” kavramı ırkçı değil birleştiricidir

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “sizin Türkçülük yapma hakkınız var ama benim Kürt vatandaşımızın Kürtçülük yapmak hakkı doğar. Asla bunu ırkçılık yapma boyutuna taşımayalım” şeklindeki ifadesiyle Andımız’daki “Türk” kavramını “ırkçı” görmesi, emperyalizme karşı millî birliğimizi korumaya çalıştığımız bu döneme uygun düşmemektedir. Türk kavramı “Türk Milleti” yerine kullanılmaktadır. Bugün Türk Milleti yerine Türkiye Milleti kullanılmak istenmektedir. Dolayısıyla Andımız’ın ırkçı bulunması, Türk Milleti kavramının da ırkçılığına kadar varmaktadır.

Andımız, Avrupa’nın “Biz beyaz ırkız, Brakisefal’ız, Türkler Dolikosefal, geri ırktır” şeklindeki ırkçı tezine karşı “biz sizlerle eşit, medeni milletiz” tezini savunan Türk Tarih Tezi’nin yansıması olarak gündeme getirildi. Amaç, Türk Milleti’nin aşağılanmasının önüne geçmek ve Batılılarla eşit olduğumuzu göstermekti. Türk Tarih Heyeti Genel Sekreteri Reşit Galip Bey, Türk Tarih Tezi’nin ırkçılığa karşı olduğunu ama Batı’nın tezinin “ırkçı” olduğunu Birinci Türk Tarih Kongresi’nde şu sözleriyle belirtmişti:

“Her şeyden evvel şunu ilan edelim ki, biz insanlığın deri veya saç rengine göre parlayıp karardığına, ruhların iskelet boyundaki santimetre yekûn [toplam] ile yükselip alçaldığına inanan ve âlemi inandırmak isteyenlere istihfaf [küçümsemeyle] ve istihkarla [aşağılamayla] bakarız ve onları insanlık mefhumunu anlamakta çok ve hâlâ gecikmiş olmakla hakiki ruhlarını temsil eden ihracat gümrüğü vinçlerinin ve manifatura balyalarının üstünde hâlâ kurunuvusta [Orta Çağ] taassubu taşımakla itham ederiz [suçlarız]”[1]

Bu Kongrede Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Akçura da ırkçılığın emperyalizmden kaynaklandığını, Avrupa’nın kendini üstün, diğer milletleri hizmetçi gördüğünü dile getirmiş ve ırkçılığa şu sözleriyle karşı çıkmıştır:

“Irk nazariyelerini müstemlekeci [sömürgeci] milletler, emperyalist devletler icat ettiler… Bu nazariyenin taraftarları Arya ırkından başka ırkların aşağı, pes olduklarını ve Allah tarafından Aryalılara mahkûm ve hizmetçi olmak üzere halk edilmiş [yaratılmış] bulunduklarını neşir ve telkin ediyorlardı. Aryacıların nazarında Aryalı, Ari olmayan kavimler adeta at ve eşek gibi Arilerin hayat ve saadetinde terakki [ilerlemesi] ve tekamülünde [gelişiminde] onlara alet ve vasıtadan ibaretti. Aryalılık haricinde bıraktıklarına insanlık haklarını tanımıyorlardı. Zira onlar insanla hayvan arasında bir mahlûk addolunuyorlardı...

Biz, hakka ve hakikate mugayir [aykırı] yaratılmış olan bu noktai nazarı [bakışı] asla kabul etmiyoruz. Bir haftadan beri huzurunuzda söz söyleyen arkadaşlarımız ispat ettiler ki, Avrupalıların tahakküm [baskı] gayesini istifdab ederek [amaçlayarak] ortaya attıkları ırk nazariyesinin ilmi bir kıymeti yoktur.

Biz, Avrupa müstemlekeleri haline getirilen memleketlerin ahalisine müstemlekeci milletler nazarından bakacak değiliz; biz bütün dünyada yaşayan insanları, Avrupalılar gibi, onlar derecesinde hukuku haiz adam evlatları telakki ediyoruz [sayıyoruz] (alkışlar). Avrupalıları doyurtmak ve semirtmek için halk olunmuş [yaratılmış] bir nevi hayvan sürüleri gibi değil (şiddetli alkışlar).”[2]

Prof. Dr. Zafer Toprak, Atatürk’ün ilgilendiği fizik antropolojinin “Nazi antropolojisine alternatif” olduğunu ve Atatürk’ün kafatasıyla değil bilimle uğraştığını söylemiştir.[3] Hatta Toprak, Tek Parti döneminde ırk sorununun bilim dünyasında etnik temele dayanmadığını şu şekilde belirtmiştir: “İnsanlar Türk, Kürt, Laz, Çerkez gibi etnik ayrıma uğramıyor; brakisefal mezosefal ve dolikosefal türü fiziki tasnif görüyorlardı. Brakisefal bir Kürt ya da Laz, dolikosefal bir Türk’e oranla daha ‘mütekâmil’[gelişkin] idi.”[4]

Atatürk, Türk Milletini “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” diye tanımlamıştır. Bu tanım biyolojik değil siyasal bir tanımdır. Türkiye Cumhuriyeti sınırlarında yaşayan herkes Türk milletini oluşturmaktadır. Bu yönüyle hangi etnik, dinsel bağı olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu esnadaki herkes Türk Milletini oluşturur. Bu yönüyle millet herkesi kapsar.

Hâlâ emperyalizm çağındayız

“1930lar döneminde yaşamıyoruz, Andımız okunmamalı” diyen Kemalist ve sosyalistlere bugünkü çağın o dönemden farklı olmadığını belirtelim. Hâlâ emperyalizm çağındayız. Atatürk en büyük düşman “kapitalizm afeti ve onun çocuğu olan emperyalizmdir” der. Lenin, emperyalizmi şöyle tanımlar: “Dünyanın, şimdi gördüğümüz gibi, çok sayıda ezilen millet ile muazzam zenginliklere ve güçlü silahlı kuvvetlere sahip bir avuç ezen millet arasında ikiye bölünmesi.”

Emperyalizmin temel özelliği azamî sömürü yönünde gerektiğinde ülkeyi işgal etmesi, milleti dinsel, mezhepsel, etnik temelde ayrıştırması, devleti parçalamasıdır. Bu gerçek değişmiş midir? Hayır. Yugoslavya, Afganistan, Irak, Libya, Tunus, Mısır, Suriye’de emperyalist müdahaleyi gördük. Suriye’de çoğu aynı dinden olan insanlar mezhepsel ve etnik temelde ayrıştırılmaya çalışılıyor.

Emperyalizm kapitalizmin üst aşamasıdır. Emperyalistlerin kendi fikrindeki yöneticileri iktidara getirmesinde, ülkeleri işgal etmesindeki mantık, kâr oranını yükseltmektir. Bunun için savaşlar çıkarmıyorlar mı? Dolayısıyla millî devlet kavramına sahip çıkmanın, emperyalizme belli ölçülerde engel olması yönüyle sınıfsal mücadeleyle bağı vardır.

Türk Milletini, milliyetçiliği savunmak

sınıf mücadelesini pekiştirir

Kimi solcunun Andımız’ı sahiplenmemesinin bir nedeni de sınıf mücadelesiyle ilgisi olmadığı iddiasıdır.

Millî devlet, merkezî örgütlenmesiyle, gümrükleriyle, merkez bankasıyla, kamu iktisadî kuruluşlarıyla, tarıma destek uygulamalarıyla, emperyalist sömürünün önündeki en güçlü engeldir. Lenin, “Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm” adlı kitabında, emperyalizmin amacının son tahlilde devletsizleştirmek yani sömürgeleştirmek olduğunu söyler. Birbirine soğuk bakan toplum ruhen dağıldığı için kendisine mesafeli, yaban, hatta düşman haline gelen diğeri karşısında emperyalizmden medet umar.

Bu sebeplerle millî devleti ve Türk Milleti kavramını savunmak sınıf mücadelesi gereğidir. Andımız ve Türk Milleti kavramını savunmak dinsel, mezhepsel, etnik ayrışmaya karşı toplumsal huzurun gereği olduğu gibi millî emeği, millî devleti savunmak açısından da önemlidir. Milli değerlerimiz ve günlerimiz arasında yer alan Türk Bayrağını, 29 Ekim’i, 19 Mayıs’ı, 23 Nisan’ı, 10 Kasım’ı sahiplenmek tam da sınıf mücadelesinin gereğidir.

Emperyalizme direnmenin anahtarı olarak Türk Milleti

Bugün “millet” kavramıyla emperyalizme direnebiliriz. Ümmetçilikle, kimlikçilik ile toplum bir arada tutulamaz; fakat ayrıştırılır. Çünkü çıkarını milletin genel çıkarında görmeyen insanlar, geri kalanına karşı konumlanarak kendisini destekleyen emperyalizmin oyununa gelir. Eğer beraber yaşamaktan mutlu toplum yani millet olamazsak tehlikelere karşı nasıl birleşeceğiz?

Andımız’ın Türk kavramı Türk Milletini kastetmesi yönüyle ırkçı değil birleştiricidir. Millet, ortak geleceği kurma amacında birleşen, tasada ve kıvançta ortak olan insanlar topluluğudur. Bu, insanlar arasında her türlü aidiyetin (etnik, dinsel, kimliksel) önemsizleşerek çağdaş hukuk önünde insanların eşit olmalarıyla olanaklıdır. Andımız’da vatan sevgisi, Türk Milleti için feda olmak bilinci vardır. İşte Andımız birleştirici özelliğinden dolayı emperyalizme direnmenin kilometre taşlarındandır.

Andımız’ın bir kez daha gösterdiği saflaşma:

Millî-gayrimillî

Andımız tartışması vesilesiyle ülkede yeni saflaşma oluştu. Andımız’a karşı çıkan Eğitim Bir-Sen’le Eğitim-Sen bir yanda, Andımız’ı savunan Türk Eğitim-Sen ile Eğitim-İş öte yanda kaldı. Cumhur İttifakı cephesinde AKP ile MHP, Danıştay’ın Andımız’ın okunması yönündeki kararı nedeniyle karşı karşıya geldi. AKP ile HDP aynı safta yer aldı. Kılıçdaroğlu Andımız hususunda sessiz kalmayı tercih etmişti. Hürriyet gazetesinden İpek Özbey’in “Andımız tartışmalarında da ciddi bir tavır almamakla eleştirildiniz...” sorusunu Kılıçdaroğlu şöyle yanıtladı:

Öncelikle şunu söyleyeyim, duymak istediklerini duymadığı zaman gürültü çıkaran küçük bir grup var. Oysa biz zamanında ve yerinde söylenmesi gerekenleri söyledik. Ben, parti sözcümüz, grup başkanvekillerimiz… Bu tartışmada öne çıkması gereken iki önemi konu var aslında. Birincisi şudur: Erdoğan Danıştay hâkimlerini saraya toplayıp, tamamını fırçaladı. Yargı bağımsızlığının olmadığını bir kez daha kanıtlandı, Erdoğan’ın bu konuşmasıyla. Üzerinde durulması gereken temel bir nokta... Niye bunu tartışmıyoruz? Bu hâkimler, adım gibi biliyorum, Erdoğan’ın istediği yönde oy kullanacak. İkinci konu ise iktidar ekonomik krizin tartışılmasını istemiyor: Ekonomik sıkıntılar nedeniyle canına kıyan onlarca vatandaşımızın acısının ya da ekonomik sıkıntılar nedeniyle psikolojik tedavi gören on binlerce vatandaşımızın çaresizliği tartışılsın istemiyor. İş bulamayan milyonlarca gencimizin, işsiz kalan yüzbinlerce vatandaşımızın çaresizliği görülsün, duyulsun istemiyor, iflas eden sanayicimizin, kepenk kapatan esnafımızın, icrayla boğuşan çiftçimizin gündem olmasını istemiyor. Bu nedenle O hâkimlere de “Siz böyle karar verin, biz sonra nasılsa düzeltiriz” demişlerdir. Gerçek krizlerin üstünü örtmek için suni gündem yaratılıyor. Ben o oyuna gelmem…”[5]

Kılıçdaroğlu Andımız’a “suni gündem” diyerek aslında duruşunu netleştirdi. Türk Milleti, Andımız kararına tepki olarak 29 Ekim ve 10 Kasım’da geçen yıllara göre daha fazla meydanlardaydı. Demek ki Türk Milleti Kılıçdaroğlu’na göre suni bir gündemin peşinden gidiyor; oysa yargı ve ekonomiden başka bir şey konuşmamalılar.

Devlet Bahçeli ise Danıştay’ın “Andımız” kararına Millî Eğitim Bakanlığı’nın itiraz metninde yer alan, “Andımız” için kullanılan “çağ dışı” ve “işlevselliğini yitirmiştir” ifadelerine tepki gösterdi.[6] 

Kendine solcu diyenin Andımız’ın karşısında yer alması veya Andımız’ı sahiplenmemesi, sağcıyım diyenin sahiplenmesi ülkemizdeki temel saflaşmanın sağ-sol değil millî-gayrimillî olduğunu bir kez daha hatırlattı.

İktidar, dış politikada tutarsız tavırları olsa da genel itibariyle ülkemizin çıkarlarına uygun davranmaktadır. Andımız konusunda ise Türk Milleti kavramının karşısında yer almıştır.

Farklı siyasî eğilimdeki kurumların Andımız karşısındaki tavırları, her somut durum karşısında siyasî aktörleri yeniden değerlendirmemiz ve ona göre tavır almamız gerektiğini gösteriyor. Dahası bir konuda bir araya gelmediğimiz kurumlarla ve kişilerle başka bir konuda ortak mücadele yürütebiliriz. Cumhur İttifakı’nın içinde yer alan MHP, Andımız konusunda AKP’den ayrışabilmiştir. Dolayısıyla Andımız konusunda birlikte mücadele geliştirilebilir. Nitekim Andımız ile ilgili basın açıklamaları yapmak, platformlar kurmak çabalarında daha önce pek yan yana gözükmeyen kurumlar bir araya gelmektedir.

Emperyalizme karşı millî birliğimizi, millî devletimizi savunma mücadelemizde kimlerle ne mücadelesi vereceğimizi ilgili kurumların geçmişteki duruşu değil, o anki somut mücadeleye bakışı belirlemelidir. İlgili kurumlarla millî meseleleri sahiplendiklerinde işbirlikleri geliştirmeli, gayrimillî tavır sergilediklerinde karşı çıkmalı ve eleştirmeliyiz.

Birçok kurumla millî meseleler hususunda yaratılacak ortak mücadeleler, anlayış birliğinin gelişmesinin önünü açarak onların diğer hususlarda da millî noktaya gelmelerini sağlayacaktır. Ürkek olmamalı, ilgili kurum ve aydınların geçmişteki olumsuz tutumları veya başka konulardaki gayrimillî tavırları, millî tavırlarını görmezden gelerek ortak mücadele etmemizi önlememelidir. Bu, hatalarını eleştirmemizi engellemez. “Geçmişi şu olanın bugün millî tavır almasını beklemeyelim” cümlesi dogmatiktir. Yaşanana bakacağız. Teori pratikten üretilir.

Ölçütümüz sağcı-solcu, laik-anti-laik değil milli-gayrimillî olmalıdır. Emperyalizmi gerileten millî birliği pekiştiren tavır millîdir. Ortak mücadeleyi de eleştiriyi de millî ve gayrimillî tavır belirlemelidir.

 

[1] Birinci Türk Tarih Kongresi, Konferanslar, Zabıt Tutanakları, Maarif Vekaleti Devlet Matbaası, Ankara, 1932, s.158.

[2] Age, s.606-607.

[3] Atatürk'ün Kürt sorunu değil, din sorunu vardı”, Radikal, 09.04.2012, erişim tarihi 12.10.2018, http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ezgi-basaran/ataturkun-kurt-sorunu-degil-din-sorunu-vardi-1084339/.

[4] Zafer Toprak, Darwin’den Dersim’e Cumhuriyet ve Antropoloji, Doğan Kitap, İstanbul, 2012, s.340.

[5] İpek Özbey, “Kemal Kılıçdaroğlu: Nesini taklit edelim?”, 12.11.2018, erişim tarihi 13.11.2018, http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ipek-ozbey/kemal-kilicdaroglu-nesini-taklit-edelim-41015921.

[6]https://www.mhp.org.tr/htmldocs/mhp/4472/mhp/Milliyetci_Hareket_Partisi_Genel_Baskani_Sayin_Devlet_BAHCELI__nin_TBMM_Grup_Toplantisinda_yapmis_olduklari_konusma_13_Kasim.html.

Güncel