18 Nisan Cumartesi günü yayınlanan 2424 sayılı İthalat Rejimine Ek Karar ile yaklaşık 130 kalem eşya için %5 ila %50 oranlarında ilave gümrük vergisi getirildi. Karar, iki ek liste içeriyor. Ek 2 liste Ekim ayına kadar, EK 1 liste ise Ekim ayı sonrasında uygulanacak vergi oranlarını gösteriyor.
Önümüzdeki 6 ay boyunca karar konusu ilave gümrük vergileri 3 ila 5 kat daha yüksek uygulanacak. Ekim ayından sonra da verginin indirimli oranda da olsa devam etmesi, kararın koronavirüsü aşan nedenlere dayandığının işaretidir.
Kararın, 1980 sonrası Türk dış ticaret rejimindeki en kapsamlı korumacılık düzenlemelerinden biri olduğunu söyleyebiliriz.
İlave Gümrük Vergileri Avrupa Birliğinden gelen ve ABD menşeli olmayan ürünleri de kapsıyor. Gümrük Birliği anlaşması serbest dolaşım esasına dayanır; buna göre Gümrük Birliği AB Menşeli olmayan fakat AB’de ithal edilerek serbest dolaşıma sokulan eşyaların da ithalat ve eş etkili vergilerinden muaf tutulmasını gerektirir. İlave Gümrük Vergileri yoluyla Türkiye Gümrük Birliğinin serbest dolaşım ilkesini sınırlandırmış oluyor.
İlave gümrük vergileriyle sınırlı bakıldığında Türkiye’nin AB ile ticari ilişkisi Gümrük Birliğinden çok serbest ticaret anlaşmalarını andırır. Bu yönüyle yeni korumacılık, Gümrük Birliğinin serbest ticaret anlaşmasıyla değiştirilmesinin olanaklarını da güçlendiriyor. Serbest ticaret anlaşmaları gümrük birliğinden farklı olarak menşe esasına dayanır.
Yeni korumacılık ve küresel ticaret
Dünya Ticaret Örgütünün yayınladığı veriler, 2009 sonrasında korumacılığın dünyada arttığını gösterir. Artan korumacılık tarife yoluyla değil, yeni korumacı araçlarla (tarife dışı korumacılık) uygulanıyor. Aşağıdaki tablo 2008-2019 yılları arasında yeni korumacı politikaların seyrini veriyor.
İlave gümrük vergisi, tarifeye en yakın yeni korumacı politikalar ve Türkiye’de yeni korumacılık 2008 sonrasında artış gösterdi. Türkiye 2011’de 64 kalem eşya için ilave gümrük vergisi uygulamaya başladı; 2014’den sonra ise ilave gümrük vergisine ilişkin düzenlemelerin sayısında artış gözlenir.
ABD-Çin arasındaki Ticaret Savaşlarında da karşılıklı olarak ilave gümrük vergileri kullanılıyor.
Yeni korumacılık, tarife korumacılığından farklı olarak menşe, fiyat ve miktarlara duyarlı olduğundan, 2008 krizi sonrasında küresel ticaret hacminin yükselmesini engellemedi. 1929 krizinde ise küresel ticaret hacmi %40’lara kadar daralmıştı.
Dünya Ticaret Örgütünün yayınladığı küresel mal ihracatı verilerini kullanarak aşağıdaki tabloyu oluşturdum.
Bu verilere göre 2008 krizi sonrasında küresel ihracat tutarı bir yıl içinde %23 azalmış, takip eden yıl ise %21 artış göstererek tekrar yükselme eğilimine girmişti. 2011’de toplam ihracat, 2008 yılı rakamlarının %11 üstündeydi. 2006-2018 yılları arasındaki artış yaklaşık %60’dır.
Bu tabloya bakıldığında, yeni korumacı politikaların küresel ticaret hacmiyle birlikte yükseldiğini görüyoruz ve bu uyum kapitalizm tarihi için de yeni bir olgudur.
Koronavirüsün küresel ticaret üzerinde yaratacağı kalıcı etkinin istatistiklere yansıması için beklememiz gerekiyor. Salgın sonrasında korumacılığın yükseliş göstereceğini söylemek için ise yeterli veriye sahibiz.
Türkiye’de korumacılık ve sınıflar
Yeni korumacılık 1930’larda ABD’de anti-tröst yasaların türevi olarak gündeme gelmişti. ABD II. Dünya Savaşı sonrasında saldırgan korumacı bir politika uyguladı. Hatta Japonya’ya ihracat kotalarını bile dayatmış, kabul ettirmeyi başarmıştı. Japonya, Amerika’ya yapacağı ihracatları sınırladı ve üreticilerine kota kadar ihracat izni verdi. Eğer ABD, Japonya’ya karşı korumacı politikalar yürütmeseydi, Japon ihracatının 1960 ve 1970’lerde Amerikan sanayisinin birçok sektöründe yıkıcı etkilere neden olması bekleniyordu. Bu etki, Amerikan işçisi için işsizlik anlamına gelecekti.
Amerika Birleşik Devletleri’nde yeni korumacılık güçlü bir kamuoyu desteğiyle uygulandı. Kamuoyunun oluşturulmasında sendikaların önemli rolü vardı. Korumacılık o tarihlerde Amerika’daki sendikal taleplerin üst sıralarında yer alıyordu.
Türkiye’de ise yeni korumacılık sadece sanayi sermayesi tarafından sahipleniliyor. Yeni korumacı tedbirlerin bir bölümü, ilave gümrük vergilerinde olduğu gibi hükümet kararı olarak yürürlüğe giriyor; bir bölümü ise sanayi sermayesinin talebiyle başlayan soruşturmalar sonucunda ortaya çıkıyor. Örneğin lastik üzerindeki korumacı tedbir Petlas Lastik Sanayi ve Ticaret AŞ, cam ürünleri üzerindeki ise Trakya Cam Sanayi AŞ ve Düzce Cam Sanayi ve Ticaret AŞ’nin başvurularıyla başlayan soruşturmalarla karar haline dönüştü. Sanayi sermayesi başvuruyu yapıyor, dosyayı takip ediyor ve soruşturmalarda tezi lehine savunmalar sunuyor.
1980’den sonraki süreç, sanayi sermayesinin iç piyasayı koruma dürtülerini de baskılamıştı; 2008 krizi bu baskının kırılmasına imkân sağladı. Sanayi sermayesinin mücadelesiyle Türk dış ticaret rejiminin liberal karakterinin önemli ölçüde yıprandığını söyleyebiliriz.
Ülkemizde sendikaların talepleri arasında korumacılık öne çıkmaz. Sendika yönetimlerinin korumacılık karşısındaki duyarsızlığı ancak ticaret sermayesinin çıkarlarıyla uyum sağlayabilir. İşçi sınıfı içinde de korumacılık yönünde bilincin geliştiğini söyleyemeyiz.
İşçi sınıfının en modern ve en millî sınıf olduğu doğrudur. Korumacılık bilincinin işçi sınıfı içinde gelişmemesi, sınıfa sendikalarda önderlik edenlerin siyasal zafiyetlerine işaret sayılabilir.
Korumacılık millî sınıfların ittifak zeminin önemli parçasıdır ve veriler koronavirüs sonrasında çok daha belirleyici rol oynayacağını gösteriyor.
Korumacılık, sanayi sermayesi kadar işçi sınıfının çıkarlarını da temsil ediyor.