Nâzım Hikmet’te millî bilinç

Zerrin Öztürk

Nâzım Hikmet ülkemizde, üzerine en çok araştırma yapılıp kitap yazılan, kendisinden en çok söz edilen Türk şairidir. Bu yayınların önemli bir bölümünde, büyük şairin yaşadığı aşklar, abartılı bir biçimde öne çıkartılarak, onun devrimci, antiemperyalist yanı gizlenir. Bir kısmında ise, Nâzım’ın komünist, sosyalist, devrimci, kavgacı yanına vurgu yapılır. Ancak ne hikmetse millici (ulusalcı) yanı arkalara itilir; Nâzım’daki, “vatan”, “millet” kavramlarına oturan bilinç temeli, adeta görmezden gelinir.

Oysa Nâzım’ı gerçek devrimci kılan en önemli yanı, onun “vatan ve millet sevdası”dır. Nâzım’ın memleket ve millet bağlılığı tüm yaşamına egemen olmuş ve Nâzım, bu tutumundan hiçbir zaman vazgeçmemiştir. Nâzım Hikmet’in on binlerce dizesi, tüm şiirleri, yazıları, senaryoları, romanları bu gerçeği dile getirir. Nâzım, yaptığı pek çok konuşmada, yaşanmış pek çok olayda, vatanıyla, milletiyle, tarihiyle ne denli yüksek bir “Türk Milleti” bilincine sahip olduğunu her fırsatta ortaya koymuştur.

Her millet gibi büyük Türk Milleti                                                                                                   

Nâzım Hikmet, “milletim” derken, Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran Türkiye halkına ‘Türk Milleti’ denir” tanımıyla bütünleşir. Böylece, Atatürk’ün devrimlerine duyduğu inancı hep açığa vurur. Nâzım Hikmet, halkına, tüm yapıtlarında sadece ve açıkça büyük “Türk Milleti” diye seslenir. ABD Dışişleri Bakanı Dalles’in 1953 yılında “Nato’nun en ucuz askeri Türk Askeri’dir. Bize sadece 23 sente mal oluyor” demesi üzerine yazdığı ünlü şiirinde millet sevgisini şöyle dile getirir:

“yani benim fakir, cesur, çalışkan milletim,

her millet gibi büyük Türk milleti.”[1]                                                     

Nâzım Hikmet, Türkiye’nin uluslaşma (kendi deyimiyle milletleşme) sürecinin tanığıdır. Osmanlı’yla birlikte feodal parçalanmanın sona ermesini, bölgeler arasındaki ekonomik bağların kurulması ve yöresel pazarların ulusal pazarlara dönüşmesinin ekonomik temeli oluşturması kararının verildiği tarihî günleri görür, yaşar.[2] Türkiye Devrimi’ne doğrudan tanık olur.

O, “dilde ve edebiyatta millî benliğe dönüş” ruhunu benimsemiş, Osmanlıcaya karşı Türkçenin kullanımını savunan 1910’ların Genç Kalemler’inin “Türkçe’ye yabancılar değil, yalnız kendi kaidelerimiz hâkim olmalıdır” inancının takipçisidir.[3]

Orhun Yazıtları’na uzanan köklü bir tarihe dayanan, Oğuz Kağan’ın önderliğinde kavimlerin harmanlanıp kaynaşmasıyla sürüp gelen halkın torunları, şimdi tarihin ilk millî mücadelesini veriyordu.[4] Binlerce yıldır konuşulan Türkçe, devrimle birlikte ilk kez modern dünyanın en önemli “ulusal dil”lerinden biri oluyordu.

Onlar, gittikleri yerlerde bağımsız ve egemen devletler kuracak denli, olağanüstü yaşama ve örgütlenme becerisine sahiptiler. Her coğrafyaya uygarlık, hoşgörü, paylaşma ve kaynaşma ruhunu taşıyanlar, şimdi Anadolu’da yeni ve üstelik “millî” bir devlet kuruyorlardı. Kavimden, beylikten, imparatorluktan milliyet esaslarına dayanan, insanlığın tarihsel gelişimine uygun, “ulus” bilincine geçiyorlardı. İşte, o günlerin gencecik şairi Nâzım Hikmet, “Türk Milleti” olabilmenin nimetini, aklıyla ve yüreğiyle sezmişti. Onun için bir ulusun şairi olmak, şairliğin baş koşuluydu.

Türk şairi Nâzım Hikmet                                                                                                                         

Şiir sanatının gelmiş geçmiş en büyük ustalarından Nâzım Hikmet’in yapıtı kendi ülkesinin kültüründe kök salmış ulu bir çınar gibidir. Türk milletinin en sıkıntılı anlarında hep yanında olan Nâzım’ın kökleri vatan toprağında, dalları evrensel sonsuzluktadır:

“Ben, bir insan

Ben, Türk şairi komünist Nazım Hikmet ben.”      

Nâzım Hikmet’teki “millî bilinç” sürecini şiirleriyle izdüşümlü olarak üç ana bölüme ayırabiliriz: 1) Milliyetçi ilk gençlik dönemi. 2) Komünist sınıf şairi dönemi. 3) Millî bağımsızlıkçı, devrimci milliyetçi dönemi.

Büyük şair olacak çocuk                                                                                                                          

Nâzım Hikmet, 1912’de, on yaşında Selanik’e vali olarak atanan dedesi Mehmet Nazım Paşa’nın yanına, okul tatilini geçirmeye gider. Balkan Savaşları ardından kentin Yunanistan’a terkedilmesi çocuk Nâzım’ı çok sarsar. İlk şiirlerini o günlerde yazarken, küçük yüreği vatanseverlikle çarpmaktadır. Bir yandan çok okuduğu Jules Verne’in özgürlükçü etkisi, öte yandan ülkede kabaran milliyetçi dalga içinde ilk dizelerini kaleme alan Nâzım’ın, önemli bir şair olacağı o günlerde bellidir.[5]

“Her şaha kalktıkça atlılarımız                                                                                                                   

Bin asi kölemiz geberecektir…                                                                                                          

Ölüm, göğsümüzde bir al çiçektir

Ölüm, bir içimlik badedir bizde …”[6]

Bahriye Mektebindeki delikanlı                                                                                                                           

1917-1919 yılları arası Birinci Dünya Savaşında, Osmanlı orduları neredeyse bütün cephelerde yenilmek üzeredir. Hamidiye okul gemisinde öğrenim gören “Bahriye Mekteb”li Nâzım ve arkadaşları, İstanbul’un işgali karşısındaki acılarını bir anda isyana dönüştüreceklerdir:

“…Bize Alman devrimini, gemilerdeki isyanları öğretiyorlardı bunlar. Mustafa Kemal önderliğinde çetelerin işgalcilere karşı savaştığı haberleri de geliyordu Anadolu’dan. Bütün bunlar sabrımızı taşıran son damlalar oldu ve ayaklanmaya karar verdik!”[7]

Ardından Nâzım, Bahriye Mektebinden ayrılacaktır.

On yedisinde çeteci Nâzım                                                                                                                         

O sırada Mustafa Kemal Paşa, Anadolu’ya geçer. Genç Nâzım, beyniyle ve yüreğiyle onu izlemekte ve şöyle demektedir:

“Vazifesi güya, Doğu Karadeniz Bölgesi’ndeki ‘Pontusçu’ Rum çetelerine karşı direnişe geçen bizimkileri zaptürapt altına almaktı ama ben, Dünya Savaşı’nda yüzakımız olan Çanakkale savunmasında adını duyuran ‘Anafartalar Kahramanı’nın böylesi haince bir zaptürapt girişimine âlet olmayacağından emindim.”[8]

Şöyle sürdürür:

“… bu arada olmadık işler de yapıyordum 17-18 yaşın delikanlılığıyla. Bir çete kurmuştuk arkadaşlarla. Hava kararınca, daha çok ‘gayrimüslimlerin’ oturduğu Cadde-i Kebir (İstiklal Caddesi) civarına dağılır ve buradaki düşman bayraklarını, utanmazca asıldıkları yerden indirir çöpe atardık.”[9]

İstiklal Caddesi’nde, Ağa Camisi’ne asılı kocaman bir Yunan bayrağını söküp indirdiği gecenin şiirini yazar:

“Ne kadar yabancısın böyle sokaklarda sen!

Böyle sokaklarda ki, anası can verirken,

Işıklı kahvelerde kendi öz evladı var…

Böyle sokaklarda ki çamurlu kaldırımlar

En kirlenmiş bayrağın taşıyor gölgesini,

Üstünde orospular yükseltiyor sesini.

Burada bütün gözleri bir siyah el bağlıyor.”

İki büyük Türk karşı karşıya

Artık Nâzım, kabaran millî mücadele dalgasının dışında kalamaz. Paşa torunu, evinde yabancı diller konuşarak büyümüş gencecik şair, bilmediği ülkesinin yaşadıklarını yüreğinde duyarak cesaret ve atılganlıkla kendini yollara vurur. Çocukluk arkadaşı Valâ Nurettin’le “Yeni Dünya” adlı eski bir gemiyle yola çıkarlar. Vapurda iki şair daha vardır: Yusuf Ziya (Ortaç) ve Faruk Nafiz (Çamlıbel). Zonguldak’a uğradıklarında, şehrin gençleri açıklardan dört şairi renkli bayraklarla süslenmiş kayıklarla karşılarlar, sevgiyle ağırlarlar. “Yeni Dünya” daha sonra onları İnebolu’ya getirir. Ama Yusuf Ziya ve Faruk Nafiz’e Ankara’ya gitme izni çıkmaz. Nâzım ise, Kuvâyı Milliye’ye katılmak için 1921 yılı Ocak ayında, karlı yollardan dört günde yürüyerek İnebolu’dan Ankara’ya geldiğinde, on dokuz yaşına henüz yeni girmiştir.

“Hey anam hey! Yolcu yolunda gerek.

Bazı altımızda taş toprak döşek,

Bazı örtünecek yorgan bulunmaz!”

Ankara’da Ali Fuat Paşa’nın yaşlı babası İsmail Fazıl Paşa’nın Nâzım Hikmet’i Meclis’e çağırmasıyla beklenen an gelir ve Nâzım, Atatürk’le tanıştırılır. Nâzım, tarihsel karşılaşma anını, büyük hayranlıkla betimler:

“Tam da başının üzerine vuran güneşin ışıklarıyla ikinci bir güneş gibi parlıyordu. ‘Güzel şiirler yazdığınızı söyledi bana paşa hazretleri. Mevzulu şiirler mi bunlar?’ diye sordu. Cevap verdim: ‘Umumiyetle öyleler.’ O, ‘Umumiyetle yetmez! Şu sıralar yalnız mevzulu şiirler yazmalısınız. Memleketin buna ihtiyacı var' dedi.”[10]

Ziya Gökalp, Mehmet Akif, Peyami Safa

Nâzım, o günden sonra Türk dilinin en güzel memleket şiirlerini yazar. Emperyalizmin lideri ve Millî Mücadelemizin baş düşmanı İngiltere’yi kastederek kaleme aldığı bir şiirini arkadaşı Valâ Nureddin, Ziya Gökalp’e okur. Ziya Gökalp, Nâzım’ı öven sözler söyler:[11]

“Nuhun beklediği güvercin gibi

Dualı dudaklar özleyen ruhlar

Bekliyor Asya’nın kızıl kuşunu.

Istırap içinde bütün bir cihan

Asya’dan umuyor kurtuluşunu.”

Yine, Valâ’nın Ankara’nın Kuyulu Kahvesi’nde karşılaştığı Mehmet Akif de, Nâzım’dan “sitayişle bahsedecek”, ona selam gönderecektir.[12] Peyami Safa ise 835 Satır’ın yayımlandığı yıl, Nâzım Hikmet şiirinin biçimsel özelliklerine değinirken şöyle yazar:

“…O sadece ağlamayan, haykıran zekâsının malzemesini eski insanlıktan edindiği halde, çatısını yeni bir teknikle kuran, ona müstakbel dünyaların rengini veren büyük bir kalfa mimarıdır. En yeni binalarda kullanılan taşlar da bu dünya kadar eskidir. Nâzım bilir.”[13]

TKP’de Kemalist Nâzım

Nâzım Hikmet, doğrudan cepheye gönderilmeyi ister. Ancak, Bolu’ya öğretmen olarak tayin edilmiştir. Ancak, Bolu’dan tanıdığı ağır ceza reisi Ziya Hilmi’den, İnebolu’dayken tanıyıp dinlediği Spartakistler’den duyup merak saldığı Sovyet Devrimini görüp anlamak ister. Bunun üzerine Moskova’ya gider. Vatan ve Millet vurgunu şair, Doğu Halkları Komünist Üniversitesi (KUTV)’ne yazılır. 1923’te, 21 yaşında Türkiye Komünist Fırkası üyesi olur. Sovyet Devrimi tüm dünya halklarına insanca düzen örneğidir. Ülkelerin yurtseverlerini umut ve inanç çoktan sarmıştır.

1924 sonlarında Nâzım, Türkiye’ye döner. Son Telgraf gazetesi, Aydınlık, Orak Çekiç gibi dergilerdeki yazılarıyla ilgili mahkûmiyet kararları verilir. Nâzım, Mayıs 1925’te İzmir’deyken yazılarındaki fikirlerinden dolayı 15 yıllık ceza alır. Karar açıklanınca yurtdışına çıkar. 27 Mayıs 1926’da 24 yaşında Viyana’da bir konferansta görüşünü açıklar:

“Biz Kemalizme, antiemperyalist olduğu müddetçe inkılapçı fırka deriz.”[14]

Nâzım, insanlığın doğmakta olan ilk sosyalist devletine tanıklık etmektedir. Ancak yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde gerçekleştirilen köklü değişimleri de yüksek bir duyarlıkla sahiplenir. Kendi ülkesinde Cumhuriyet Devrimleri art arda gelmektedir. Nâzım, Ağustos 1928’de tekrar yurda girerken, Hopa’da tutuklandığında 26 yaşındadır. Kasım 1928’de kısa süre hapis yatar. 1929’da yine tevkifatlar başlar. Önceden uç veren parti içi muhalefetinde “Kemalist dönek ve polis ajanı, küçük burjuva, Troçkist, oportünist”tir. Yapıtları da art arda gelmektedir: 835 Satır, Jokond ile Sİ-YA-U, Varan 3, Benerci Kendini Niçin Öldürdü, Gece Gelen Telgraf… 8-13 Mart 1933’te, Partisi onu ihraç eder.[15]

“Harita çizilmiş buzun üstüne,

Elimde olsaydı bu yolculuğa

başlayıp başlamamak

başlardım yine.”[16] 

“Memleketimin mapusaneleri”

Mart 1933’te “Gece Gelen Telgraf” kitabıyla ilgili ikinci tevkifinde, Temmuz 1934’te Cumhuriyet’in 10. yılından dolayı çıkarılan Af Yasası’ndan yararlanarak tahliye olur. 1936’da ilk kez yayınlanan Simavne Kadısı Şeyh Bedrettin Destanı’nın sonundaki “Zeyl”de yer alan Millî Gurura ilişkin bölümle, Nâzım Hikmet’in, iki dünya arasındaki bir süreçte henüz soğuk savaşın başlamadığı ve komünist heyecanın dalga dalga ülkelerde estiği bir dönemde bile ‘millî şuur, millî gurur’ temelinde bir düşünce olgunluğuna ulaştığı görülür:

“Ben ne zaman Sinan’ın Süleymaniye’sini hatırlasam Türk emekçisinin yaratıcılığına olan inancım artar. Kendimi feraha çıkmış hissederim.

“Tarihinde Bedrettin hareketi gibi bir destan söyleyebilmiş her milletin şuurlu proleteri bundan bir millî gurur duyar. Evet, Bedrettin hareketi aynı zamanda benim millî gururumdur. Millî gurur! Sözlerden ürkme! İki kelimenin yan yana gelişi seni korkutmasın.

“Lenin’i hatırla. Aktardığı uzun bölümde Lenin şöyle sesleniyor: ‘Biz şuurlu Rus proleterleri millî şuur duygusuna yabancı mıyız? Elbette hayır!(….) Biz millî gurur duygusuyla meşbuuz (dopdoluyuz)’.”[17]

Lenin bu son cümleyi konuşmasının içinde defalarca tekrarlar.

Aralık 1936’da, üçüncü kez suçlanır. Tutukluluğu Nisan 1937’de biter. 17 Ocak 1938’de otuz altı yaşındayken son tutuklanışından itibaren, artık yıllar sürecek cezaevi yaşamı başlar. 1939’da kendisi İstanbul Tevkifhanesinde, aklı memleketindedir.

1940’ta, otuz sekiz yaşında Çankırı Hapishanesi’ne yollandığında, “Memleketimden İnsan Manzaraları”nı da artık yazmaya başlar. Her zamanki gibi milletine vurgundur. 

“Büyük Türk halkı, nasıl bütün dünya halkları gibi yaratıcıdır ve nasıl sevilmeğe, hayran olunmağa değer ve uğrunda gebermek en ehemmiyyetsiz iştir. Çalışmak lâzım, yaşamak ve çalışmak ve dövüşmek…”[18]

Nâzım’ın memleketine olan bağlılığında hesaplılık, ikirciklik, ürkeklik, yan çizme, aldatma yoktur. Bedelini çok ağır ödese de, yeteneğiyle genç yaşta kavuştuğu üne rağmen, “millet” bilincine sonuna dek sahip çıkmaktan, nerede nasıl olursa olsun, memleketinin geleceğini, milletinin gelişip uygar dünyada yerini almasını savunmaktan geri durmamıştır.

Büyük Türk Devriminin destanı

1942’de “Kurtuluş Savaşı Destanı”nı “Memleketimden İnsan Manzaraları” içine alır. Adını da “Kuvâyi Milliye Destanı” olarak değiştirir. Nâzım, Büyük Türk Devriminin benzersiz destanını tarihin silinmez sayfalarına yazmıştır.

“Yaralıydı, yorgundu, fakirdi millet,

en azılı düvellerle dövüşüyordu

fakat,

           dövüşüyordu, köle olmamak için

    iki kat,

          iki kat soyulmamak için.”

***

“Ateşi ve ihaneti gördük.

Dayandık,

dayandık her yanda,

dayandık İzmir’de, Aydın’da,

Adana’da dayandık,

dayandık, Urfa’da, Maraş’ta, Antep’te.”

 Destana aldığı “Türk Köylüsü” şiirinde, Nâzım, kendi insanını derinden kavrar:

“Topraktan öğrenip

kitapsız bilendir

Hoca Nasreddin gibi ağlıyan

Bayburtlu Zihni gibi gülendir.

Ferhad’dır

Kerem’dir

Ve Keloğlan’dır

Ve bir kere vakterişip

‘Gayrık yeter!...’

Demesinler”

*** 

“Onlar ki suda balık,

havada kuş kadar

çokturlar,

korkak

cesur,

cahil,

hakîm

ve çocukturlar

ve kahreden

yaratan ki onlardır,

kitabımızda yalnız onların mâceraları vardır”

 ***

“Ateşi ve ihaneti gördük.

Ruhumuz fırtınalı, etimiz mütehammil.

Sevgisiz ve ihtirassız çıplak devler değil

İnanılmaz zaafları, korkunç kuvvetleriyle

Silahları ve beygirleriyle insanlardı dayanan.”

"Vatan hainliğine devam ediyor hâlâ”

Nâzım Hikmet, tepeden tırnağa bir “Vatan ve Millet Şairi”dir. Uğruna hapislerde yattığı vatanı ve büyük Türk Milleti’nden, memleket ve milletseverliğinden, bir an olsun vazgeçmez. Yaşadığı ve dolaştığı bütün ülkelerde kendi millî değerlerini, “millî istiklâlini”, “Mavi gözlü başkumandan”ını yazar, onu cansiperane savunur.[19]

Nâzım Hikmet’e yurt dışına çıkmaktan başka yol bırakmayanlar, dönüp ona “dışarıya kaçıp, komünistlik yapan vatan haini” dediler. Bu karaçalma, hâlâ sürdürülmektedir. Bilinen ilk Türkçü araştırmacı ve “Üç Tarz-ı Siyaset” in yazarı Yusuf Akçura[20], Paris’te Türkçe Şurayı Ümmet gazetesini çıkaran arkadaşı Ahmet Rıza Bey, 1905 Rus Devrimi sonrası kendi gazetesi Tercüman’ın başına “Dilde, fikir’de, iş’te birlik” prensibini ekleyen İsmail Gaspıralı, ilk Türk komünistlerinden Mustafa Suphi[21], 1912-1914’te Kurtuluş Savaşının genç milliyetçileriyle yakın ilişkiler kuran Ethem Nejat, Şefik Hüsnü[22]; Abdülhamit zulmünden kaçarak Avrupa’ya giden Jöntürkler, 1930’larda Türkiye’yi terk ederek uzun yıllar Almanya’da yaşayan Zeki Veli Toganlar; çok sonraları da, 12 Eylül sonrası pek çok aydın yurtdışına kaçmıştır.

Önemli olan, yurt dışında vatanseverliğin sürüp sürmediğidir. Yurdunda olup bitenlere sırtlarını dönüp dönmedikleridir. İşin garibi, Nâzım’a vatan haini yaftasını yapıştıranlar, Türkiye’yi düşmana pazarlamakla meşguldüler.

Nâzım’ın 1951’de yurtdışına zorunlu çıkışından kısa süre önce, yazar Sabahattin Ali askerden kaçtığı bahanesiyle komployla öldürülmüştür. Hapisten henüz çıkmış olan kalbi hasta Nâzım’ın, bir yıl sonra askerlik yoklamasına çağrıldığında[23], birkaç aylık oğlunu ve eşini bırakıp yurt dışına gitmekten başka yolu kalmamıştır.[24]

Bizim Radyo’da, 1958-1963 yılları boyunca yorumlar yazar, yayınlar. Bir sohbetinde İdris Dağlıca adıyla şöyle der: “… Siyasi kanaatlarım bakımından, yüzde yüz, Atatürkçü milliyetçiyim.”[25]

Yurdunda arkasından hâlâ sürdürülen anti-propagandalara ve kendisine “Vatan haini” diyenlere birkaç yıl sonra, açık ve net olarak yanıt da verir:

“Vatan çiftliklerinizse,

Kasalarınızın ve çek defterlerinizin   

içindekilerse vatan,

Vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,

Vatan, it gibi titremek ve

Sıtmadan kıvranmaksa yazın,

fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,

vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,

vatan, mızraklı ilmühalse, vatan,

polis copuysa,

ödenekleriniz, maaşlarınızsa vatan,

vatan, amerikan üsleri, amerikan bombası,

donanması topuysa,

vatan kurtulmamaksa kokmuş

karanlığınızdan

ben vatan hainiyim.

Yazın üç sütun üstüne kapkara

Haykıran puntolarla:

Nâzım Hikmet vatan hainliğine

Devam ediyor hâlâ.”

Türk Ordusu’na sarsılmaz güven

Türk Ordusu bir devrimle kurulan, halka dayanan, bütün kademelerinde halkın çocuklarının yer aldığı bir ulus ordusudur. Bağımsızlık için savaş verilmiş, devlet kurulmuş ve ordu, devrimi gerçekleştiren kaynağa, yani halka dayandırılmıştır. Nâzım Hikmet, bunun bilincindedir. Şiirlerinde, Türk Devleti’nin en büyük güvencesi orduya, Türk Ordusu’nun yurtsever subaylarına bağlılıkla seslenmiştir. 3 Ağustos 1959’da yazdığı bir mektubunda şöyle diyor:

“Türk milletiyle, Türkiye halkı ile el ele vererek Sultan Hamit zulmünü yıkan genç subaylarımız vardı. Memleketi Amerika’ya peşkeş çekmek istiyen mandacılara karşı; Sultanın kuvvayı inzibatiyesine, Anzavur haydutlarına karşı, milletle el ele vererek dövüşen subayların başında Mustafa Kemal vardı. Emperyalizmi İzmir’den denize döken Türk ordusunun başında kahraman subaylarımız vardı. Milletin istediğini gerçekleştirip saltanatı, hilafeti yıkan, Cumhuriyeti ilan edenlerin arasında şanlı kumandanlarımız vardı. Yani bugün Türk ordusunu Amerikalıların emrine kumandasına verenleri cehennemin dibine yollamak için savaşan Türk milletinin yurtsever oğulları, subayları vardır.”[26]        

Başı dimdik bir Türk

Nâzım 1960 Ağustos’unda gazeteci Orhan Karaveli ve arkadaşlarını Moskova Havaalanı’ndan Türkiye’ye uğurlarken şöyle diyor: “Soran olursa, ‘Moskova’da bir Türk Şairi Nâzım var’ deyin, başı dimdik Türklüğüyle!”[27]

O günlerde yurttaşı Karaveli’yle arasına giren Rus kadınını azarlayıp diyor ki: “Sen her şeye burnunu sokma. Biz iki Türk birbirimizi bulmuşuz. Araya kimseyi sokmayız. Görüşlerimiz ayrı olsa bil, sonunda ne yapar yapar anlaşırız, sıkılmış bir yumruk gibi oluruz. Türklük için, Türk vatanı için.”[28]

Yine 15 Ağustos 1960 günü Sovyet Barış Komitesi Merkezi’ndeki bir Türkiye tartışmasında Nâzım, Rus “ev sahiplerinin” gözlerinin içine baka baka şunları söylüyor:

“Burada Türkiye’nin toprakları konuşuluyor. Her Türk gibi ben de, her gram Türk toprağının Türklere ait olduğuna kaniim. Vücudumdaki yirmi kilo kanı, bu bir gram Türk toprağı için dökmeye hazırım.”[29]

Sevdaların oyası gene aynı hasret

Dünyanın tanıdığı büyük şair, ülkesinden ayrılmasa öldürülme olasılığını bildiği halde “Ne çıkar bundan?” diyecek kadar toprağına ve ulusuna bağlı, gerçek bir halkçı, Türk milliyetçisidir. Çünkü gerçek milliyetçinin ırkçı değil, devrimci ve ulusçu olduğunun ayırdındadır:

“Ülkemden ayrılmakla hatâ ettim. Dağlara çıkmak ve çetecilik yapmak gerekirdi. Halkının geleceği için mücadele eden insanın halkıyla canlı bir bağ içinde olması gerekir. Bugün gerçekçi olan tek yol budur. Öldürülürdük. Fakat ne çıkar bundan? Birkaç yüz şiir daha az yazılmış, ne önemi var bunun? Ülke içinde mücadele etmek gerekir. Ben hatâ ettim. Buradan onlara yararlı olamazdım.”[30]

Millîci Nâzım Hikmet

Nâzım, Mustafa Kemal Atatürk’ün milliyet esaslarına verdiği değeri[31] bütünüyle benimsemiş, Türk tarihinin, Türk yurdunun, millî bağımsızlığımızın[32] her koşulda savunucusu olmuştur. Türk Milleti kavramı, “Dörtnala gelip uzak Asya’dan, Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket”in topraklarında yaşayanların ortak geleceklerini kuracakları bir büyük kardeşlik çatısı olacaktı. Bu nedenle

Nâzım, Türk Milleti kavramını içten savunmuş, bunu sosyalistliğe ve komünist düşünceye aykırı saymamıştır. Tam tersine, millici kararlılığın, devrimciyi enternasyonalizme vardırdığı bilinciyle hareket etmiştir.

Ellisinden sonra sevgili memleketinden ve insanlarından ayrılan Nâzım Hikmet, 3 Haziran 1963’te memleketinden ve milletinden çok uzakta, “memleketim, memleketim” diye diye, sonsuzlukla buluştu.

“Sen şimdi yalnız saçımın akında

İnfarktında yüreğimin,

Alnımın çizgilerindesin

memleketim,

memleketim,

memleketim.”

Nâzım Hikmet bugün yine millici (ulusalcı), devrimci şiirlerinin gücüyle ülkemizin tam bağımsızlığını savunmayı sürdürüyor. Türkiye’nin tüm antiemperyalistlerini, Kemalistlerini, devrimci milliyetçilerini, sosyalistlerini, komünistlerini Türkiye’nin kurtuluşu için bir araya gelmeye çağırıyor.

 

[1] Nazım Hikmet Tüm Eserleri 7, Haz. Asım Bezirci, Cem Yayınevi, s.22

[2] Felsefe Sözlüğü, Aziz Çalışlar, Cem Yayınevi, 2.basım, s.491

[3] Genç Kalemler Dergisi, TDK Yayınları, Ank.1999, s.510

[4] Bozkurt Efsaneleri, Doğu Perinçek, Kaynak Yay., Geliştirilmiş 5.basım, s.130

 

[5] Romantik Komünist, S.Göksu-E.Tımms, Doğan Kitapları, 5.basım, s.138

[6] Tanıdığım Nazım Hikmet, Orhan Karaveli, Pergamon, 1.basım, s.62

[7] age s.70

[8] age s.76

[9] age s.77

[10] age s.120

[11] Bu Dünyadan Nazım Geçti, Valâ Nureddin, Remzi Kitabevi, 2.baskı, s.171

[12] age s.175

[13] Nazım’ın Bilinmeyen Mektupları, Şükran Kurdakul, Broy Yayınları, 1.basım, s.86

[14] Komintern Belgelerinde Nazım Hikmet, Erden Akbulut, Tüstav, 1.basım, s.71

[15] age s.212

[16] age s.217

[17] Nazım Hikmet Tüm Eserleri 3, Haz.Asım Bezirci, Cem Yayınevi, s.204

[18] Nazım Hikmet’le Yedi Yıl , Balaban, Berfin, 1.basım, s.54

[19] Su Başında Durmuşuz, Gün Benderli, Belge yay., s.284

[20] Türkçülüğün Tarihi, Yusuf Akçura, Kaynak Yay., 2.basım, s.125

[21] Teori aylık dergi, Mehmet Ulusoy, Ekim 2003, s.27

[22] age s.26-27

[23] Nazım, Aydın Aydemir, Broy Yay., 3.basım, s.347

[24] Tanıdığım Nazım Hikmet, Orhan Karaveli, Pergamon, 1.basım, s.243

[25] Bizim Radyoda Nazım Hikmet, Tüstav, 1.basım, s.109

[26] Bizim Radyoda Nazım Hikmet, Tüstav, 1.basım, s.99

[27] Tanıdığım Nazım Hikmet, Orhan Karaveli, Pergamon, 1.basım, s.185

[28] age s.247

[29] age s.248

[30] Nâzım’la Söyleşi, Vera Tulyakova Hikmet, Cem Yayınevi, s.133

[31] Türkçülüğün Tarihi, Yusuf Akçura, Kaynak Yay., 2.basım, s.182

[32] Bizim Radyoda Nazım Hikmet, Tüstav, 1.basım, s. 95

Tarih