CHP’de Tüzük Çalışmaları: Sosyal Demokratlar Neye Hazırlanıyor

Kuntay Gücüm
TEORİ Genel Yayın Yönetmeni

Trump’ın Kamala Harris’i “komünist” olmakla suçlaması üzerine Paul Krugman The New York Times’da “komünist” ithamını hakaret olarak nitelendirdi ve şunu yazdı: “Harris gibi politikacıların Avrupa’da bir adı var: Sosyal demokrat.” Bu cümleyi tersten de okuyabiliriz: Sosyal demokrasi, Harris’tir.

Türk sosyal demokratları için Amerikalı demokrat başkan ve başkan adaylarını sosyal demokrasinin tanımı olarak kabul etmek eski bir gelenek. 1918’de kurulan Sosyal Demokrat Fırka’nın başkanı Hasan Rıza Bey, 1919’da İzmir’in işgali üzerine toplanan Saltanat Şurasında, İmparatorluğun sosyal demokrat politikalara sığınması gerektiğini savunurken, “Wilson sosyal demokrattır” demiş, sosyal demokrasiyi bununla açıklamaya çalışmıştı.[1]

Sosyal demokrasi tarifi kolay olmayan bir kavram. Belki yapılmış en iyi tarif şu olabilir: “Sosyalist Enternasyonal neyi savunuyorsa sosyal demokrasi odur.” SI’nın yanına AB’deki sosyal demokrat partilerin çatı örgütü Avrupa Sosyalistler Partisi’ni ve Amerikalı demokratları da dâhil etmeliyiz. Bugünlerde sosyal demokrasiyi Harris üzerinden anlamaya çalışmak yanlış bir yöntem olmaz.[2]

Sosyal demokrasinin 2024 ve sonrasında ne söyleyeceği, CHP’nin hazırlandığı Tüzük Kurultayı ve ardında gelmesi beklenen program değişikliği açısından önemli. Öyle görünüyor ki parti içi liderlik yarışı kızışsa da, taraflar CHP’nin kimliğinde ve özellikle 6 Ok ile mesafeyi daha da açmakta uzlaşıyorlar. Liderlik mücadelesini haklı çıkartmak için tüzük detaylarında yaratılacak tartışmalar uzlaşıyı ortadan kaldırmaz. Uzun süredir muhafazakâr bir hükümet tarafından yönetilen Türkiye, 2023’ten itibaren sosyal demokrat iktidar ihtimalini tartışmaya başladı. CHP de “değişimi” iktidar hazırlığı olarak sunuyor. Emperyalizm 21. yüzyılda ideolojik olarak liberal, politik olarak sosyal demokrattır. Liberal Batı sosyal demokrasisinin Türkiye seksiyonu olarak CHP’nin hem tüzük hem de program düzeyindeki değişimi, 21. yüzyılın ikinci çeyreğinde nasıl bir liberalizmle karşı karşıya geleceğimiz hakkında fikir verebilir. CHP’nin tüzük kongresi tartışmayı toplumun gündemine zaten soktu.

Liberalizm “parti içi demokrasiyi”, parti yönetiminin üyeler ve toplumla çelişkisini esas çelişkiye dönüştürerek tanımlıyor. Bu tartışmanın tarihsel bir arka plan var. Fakat tüzük tartışmalarını tarihsel perspektifle ele almadan önce Türkiye Sosyal Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı’nın (TÜSES) CHP tüzük değişikliğine ilişkin hazırladığı raporu incelemek, güncel tartışmaların içeriğinin ortaya çıkartılmasını kolaylaştırabilir. TÜSES Friederich Ebert Stiftung Vakfı gibi sosyal demokrat vakıflarla birlikte çalıştığından uluslararası sosyal demokrasinin görüşlerini yansıtıyor. Rapor “Yönetme Kültüründe ve Örgütlenme Modelinde Reform Önerileri” başlığıyla yayınlandı.

Büyük Sermayenin CHP Tasavvuru

Altında eski üst düzey CHP yöneticilerinin de yer aldığı 35 kişinin imzası olan rapor çok sayıda toplantı, görüşme ve çalıştay sonrasında kaleme alındı. TÜSES raporun hazırlanması süreciyle ilgili şu bilgiyi veriyor: “Çok katmanlı bir şekilde yaptığımız ‘CHP’nin yeni tüzük çalışmasına yönelik öneriler’ çalışmaları sırasında; her kademeden siyasetçiler, akademisyenler, sivil toplum ve düşünce kuruluşu temsilcileri, siyasal iletişimciler başta olmak üzere toplumun birçok kesimindeki çok sayıda kişiden, TÜSES’e sayısı binlerle ifade edilebilecek sayıda nitelikli öneri geldi. Üstelik bu önerilerin büyük çoğunluğu birbirine benzeyen öneriler oldu.” Her ne kadar raporun altında Murat Karayalçın, Ercan Karakaç gibi partinin eski dönem üst düzey yöneticilerinin de imzaları yer alsa da, TÜSES “Değişim için Önemli Bir Adım: CHP Tüzük Değişikliği” üst başlığını kullandığına göre, raporu hazırlayanlar CHP’nin için değişim ihtiyacını tespit ederek çalışmaya başlamış diyebiliriz.

Her değişim çağrısı bir yönüyle de geçmişin eleştirisidir. Burada değişim, özünde partinin sosyal demokrat karakterinin güçlendirilmesini ifade ediyor. TÜSES tüzüğün Kuruluş ve İlkeler bölümüne, “CHP Sosyalist Enternasyonal üyesidir” ifadesinin eklenmesini öneriyor. TÜSES’e göre bu madde “CHP’nin siyasal duruşunun açık ve somut bir ifadesi olacaktır.” Tüzük değişikliğini 2023 seçimlerinin başlattığı düşünülen değişime CHP’nin uyum çabası olarak görmeliyiz. Raporun amaç bölümünde öneriler, “2023 yılı seçimlerinde başlayan değişim” sürecinin iki boyutlu parçası olarak sunulmuş: Yönetim anlayışında ve örgütlenme modelinde değişim. Rapor yönetim yerine yönetişim kavramını öneriyor: “TÜSES olarak, CHP’nin yeni tüzüğünün bir yönetim modeli sunmasını değil, yönetme kültüründe reform yapmasını ve yönetişim anlayışını hayata geçirmesini beklemekteyiz. Bu anlayış, partinin paydaşları arasındaki hiyerarşinin dikey ilişkiler yerine yatay ilişkilerle kurgulanmasını; karar alma ve sorun çözme süreçlerinde müzakereyi ve uzlaşmayı esas almayı gerektirmektedir.”

CHP’nin “demokratikleşmesi”, raporda Türkiye’nin demokratikleşmesinin koşulu kabul edildiğinden, ulusal düzeyde de yönetimin “yönetişim” ile değiştirileceği bir siyasal sistemin kurgulandığını söyleyebiliriz. Dikey ilişkilerin yerini yatay ilişkilere bırakması burada partinin öncü olarak inkârını ifade ediyor. Ulusal düzeye taşındığında, yani Türkiye’nin “demokratikleştirilmesiyle” ilişkilendirildiğinde ise kamunun inkârına dönüşür; hem ulusal egemenliğin aracı olarak devlet gücünün, hem de mülkiyet biçimi olarak devlet mülkiyetinin ve devletçiliğin inkârı. Parti modeli olarak öncü rolün yadsınması ve kamu yönetiminde etkinliğin kısıtlanması, siyaset kurumunun planlayıcı ve mülkiyeti elinde tutabilen olmaktan çıkartılması, özel mülkiyetin yoğunlaşmış biçiminin kamudan ve kamusallıktan “özgürleşmesi” anlamına gelir.

Sonuç, tekelleşmiş özel mülkiyetin ve emperyalist sınıfların toplumun karşısında güçlenmesi olacağından, bunu da liberalizmin ileri biçimi olarak görebiliriz. TÜSES temelde üç araç önermiş: Çarşaf liste, ön seçimle aday belirlenmesinin esas alınması ve seçilmiş görevler için dönem sınırlandırması. Tek tek devrimci partilerde de uygulanan mekanizmalar -örneğin çarşaf listeli kurultay- liberal paradigmayla birleştiğinde ancak kamudan temsil edilebilecek güçlerin zayıfladığı büyük özel mülkiyete dayalı toplumun mekanizmalarına dönüşebilir. Devrimci olanla tekelci sermayenin çelişkisi, topluma her zaman parti yönetimi ile toplumun çelişkisi olarak sunuldu. Liberal paradigma buna göre şekilleniyor. Parti yönetiminin ve paralel olarak ulusal siyasetin ileri liberal biçimlere evrilmesiyle, CHP’nin geçmişindeki halkçılığından/toplumsallığından ve devletçiliğinden/kamusallığından uzaklaşmasında yeni bir aşamanın ortaya çıkacağını öngörmek kolaydır. Ortaya çıkacak daha da liberalleşmiş parti mekanizması da emperyalist sınıfların denetimini kolaylaştırır.

Tüzük ve Devrim

Öncü parti, toplumsal ve siyasal devrimlerin yarattığı modeldi. En açık biçimde Lenin tarafından teorileştirildi. Burada tercihin sonuçları sadece liberalleşme tartışmalarıyla ilgili olmayacaktır. Tarihçi Hobsbawn öncü partinin Sovyetler Birliği’nin ülke bütünlüğünü koruyarak ayakta kalabilmesinin temel nedenlerinden biri olduğunu söyler ve liberalleşmenin ötesindeki sonuçlarına dikkat çeker: “1917-1918’de seçim, liberal demokratik ya da liberal olmayan bir Rusya arasında değil, Rusya ile Avusturya-Macaristan ve Türkiye gibi öteki arkaik ve yenilgiye uğramış imparatorlukların kaderi olan parçalanma arasında yapılacak bir seçimdi. Bu imparatorlukların aksine Bolşevik Devrimi, en azından 74 yıl için eski Çarlık devletinin çokuluslu bölgesel birliğini korudu.”[3]

Her millet multietniktir ve milletleşme süreçleri multietnik bir yapının ulus kimliği kazanmasıdır. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu da bunun dışında değildi. Bu yüzden CHP devrimci uluslaşmanın ve vatandaşa dönüşmenin ihtiyaçlarına göre biçimlendi.   CHP kuruluş ve iki savaş arası dönemde öncü parti modeline uygun yapılandı ve o yapı savunuldu. Örneğin kadrocular öncü parti modelinin teorisini yaratmayı denediler. Şevket Süreyya Aydemir muhtemelen Rusya’dan aldığı siyasal eğitimi de kullanarak İnkılap ve Kadro kitabında bu fikirleri sistemli hale getirmeye çalışmıştı; öncülük görevini aydın kadrolara verdi. Aydemir’e göre inkılabın irade ve menfaati bilinçli, ileri ve disiplinli bir “öncü kadronun” iradesinde temsil olunur ve “inkilabın derinleşmesi demek, her şeyden önce, işte bu inkılap bilincinin, inkılap ahlak ve disiplininin, onu temsil eden azınlık kadronun dimağından, genç neslin, yeni kuşakların, geniş köy ve şehir halkının dimağlarına inmesi, yerleşmesi demektir.”[4]

CHP tüzüğü iki savaş arası dönemde bu amaca göre şekillendi. TÜSES’in “siyaseti meslek olmaktan çıkartma” önerisi, Aydemir’in devrime göre tanımladığı kadronun yaratılamamasını da doğal olarak içeriyor. TÜSES raporunun başlığında da yer alan “yönetme kültürü reformu”, devrim dönemi CHP kadrolarından farklı bir CHP’li karakterini yansıtır. Milli Mücadele önderliğinin liberal kanadıyla hemen savaş sonrasında yolların ayrılması, başka şeylerin de yanında CHP’nin öncü parti olarak örgütlenmesinden kaynaklanan ihtiyaçlarla da ilgiliydi. Nutuk, bu ayrışmanın siyasal manifestosudur. Liberal parti modeli ise kendisini Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasında var etmeye çalıştı. Terakkiperver Fırkanın programını “Batı Avrupa çeşnisini taşıyan ılımlı liberal bir program” olarak tanımlayan Zürcher’e göre TCF “ulusal hareketin mirasının gayrımeşru bir tarzda özgün hareketin yalnızca bir kanadı, yani kendisini hareketin koruyucusu olarak gören kanadı tarafından tekelleştirildiğini düşünen” grubun örgütlenmesiydi.

“Hiçbir zaman bu terimlerle dile getirilmemiş olsa da, bu duygunun Rauf ve çevresindeki grubun ‘muhalefetinin’ temelini oluşturduğu kanısındayım.”[5] Kemalist CHP’ye karşı muhalefet biraz da Mustafa Kemal’in güçlenmesini engelleyecek liberal bir tüzük olmadığı için ortaya çıkmıştı diyebiliriz. 1924 tartışmaları program kadar tüzük tartışmasıydı. Eğer Halk Fırkası yönetiminde liberal kanadın desteği oranında temsil edebilmesini sağlayacak bir tüzük olsaydı, 1924 ayrışması yaşanmayabilir, en azından Cumhuriyetin ilk muhalefet partisi Milli Mücadele önderliği içinden çıkmayabilirdi. TÜSES önerilerinin temel amacı, muhtemelen tüzük değişikliğinde her şeyden daha fazla göz önünde bulundurulacak, tam da destek oranında temsildir. Zürcher’e göre “liderlik sorunu göz önüne alındığında TCF klasik bir liberal demokratik yapıya sahipti. Önde gelen parti yöneticileri ulusal düzeyde kongrelerce seçiliyordu.”[6]

Burada liberal ile devrim birbirinin karşıtıdır. 1924’teki mücadelenin tek sonucu TCF değildi; ondan daha önemli olan 1925’teki Devrim Kanunlarıydı.  Avrupa’da sosyal demokrat partiler Birinci Dünya Savaşından itibaren devrime inkârıyla paralel olarak kitle partisine dönüştüler. Bu sürecin ne kadar hızlı yaşandığını ülkelerin sanayileşme düzeyi, daha doğrusu burjuva toplumuna dönüşebilme ve emperyalizmle bütünleşerek işçi sınıfına refahtan pay verebilme olanakları belirlemiştir. Örneğin Norveç’e göre daha önce sanayi ülkesine dönüşen İsveç’in partisi sosyal demokrat kitle partisi modelini Norveç İşçi Partisi’nden daha önce benimsedi; hem de Norveç’teki demokratikleşme süreci İsveç’e göre daha hızlı ilerlediği halde.  CHP ise aynı süreci İkinci Dünya Savaşından sonra yaşamaya başladı ve Türkiye’nin dönüşümü ile CHP’nin tüzük değişiklikleri birbirini takip edip güçlendirdi. Örneğin 1946 İkinci Olağanüstü Kurultayda tüzük değişiklikleri, Batılı siyasal modelin yerleştirilmesinin önünü açtı. 1953’teki Onuncu Kurultay’da CHP programındaki “Kemalizm” ifadesinin “Atatürk yolu” olarak değiştirilmesi, parti tüzüğündeki önceki “demokratik” değişiklikler yapılmadan mümkün olamazdı.[7]

Onuncu Kurultay da, Tüzük Komisyonu İnönü’nün genel sekreterin Genel Yönetim Kuruldan seçilmesi teklifini kabul etmese de, İrtibat Kurulu’nun oluşturan tüzük değişikliği yaptı. CHP’nin özellikle Yedinci Kurultay’dan itibaren yaptığı “demokratik” değişiklikleri, Türkiye’nin girdiği yeni rotanın doğal sonuçları olarak görmek gerekir. Rotanın yönünü gösteren en iyi ifadelerden biri, Nihat Erim’in Günlüğüne 6 Aralık 1946’da not düştüğü İnönü’nün sözleriydi. Erim, “mahirane idarenizle demokratik sistem inşallah memleketimizde sarsıntısız yerleşecek” dedikten sonra İnönü şu cevabı verir: “Selamet tuttuğumuz yoldadır. Asyai idareden artık kurtulmalıyız. Onun sonu yoktur.”[8]

Asyai idare, hiç şüphesiz devrim dönemindeki CHP idaresi ve partinin devrim yıllarındaki tüzüğüydü.

Demokrasi için Aydınlanma İhtiyacı

2023 sonrası değişim ile CHP tüzük tartışmalarının eşzamanlı olması rastlantı değil. Tartışmalara hangi sınıfların çıkarlarının nasıl yansıdığını bilinçlere çıkabilmesi için demokrasinin ne anlama geldiğinin tekrar masaya yatırılmasına ve liberal demokrasinin hangi sınıflara hizmet ettiği hakkında toplumun aydınlanmaya ihtiyacı var. Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı Serdar Üsküplü’nün, emperyalist hegemonyanın ABD’ye bağlı “demokrasi enstitüleri” ve NGO’lar üzerinden nasıl inşa edildiğini gösteren basın toplantıları bu açıdan önemli hizmet oldu. Liberal demokrasinin mi yoksa Devrim yıllarında Türkiye’de veya günümüzde Çin Halk Cumhuriyeti’nde olduğu gibi halk demokrasilerinin mi gerçek anlamda temsiliyeti, toplumun yönetime katılımını ve gerçek demokrasinin imkânlarını daha fazla geliştirebildiği tartışılmalıdır.

1937’de 6 Ok Anayasa’ya girerken Dahiliye Vekili Şükrü Kaya halkçılığı, halk demokrasisi olarak tanımlamıştı:  “Bizim halkçılığımız; halka doğru, halk için değil, halk tarafından ve halkla beraber sistemidir. Bu sistem memleketin doğrudan doğruya halk tarafından idaresini istihdaf eder… Halkçılığımızın tatbikatta ve teşriî hayatta yeni yeni elemanlar olarak cihana numune olacak kadar ileriye varmış hukukî eserleri vardır. Partimizin her sene toplanan ocak kongreleri, iki senede bir toplanan vilâyet kongreleri, dört senede bir toplanan büyük kurultay; Avrupa hukukunda inisiyatif, lejislatif ve referandum denilen esasların amelî tatbikinden başka bir şey değildir.”[9]

Bugün CHP’liler tarafından ayıplanan ve kaçılan devrim dönemi CHP tüzüğü, “cihana numune olacak kadar ileriye varmış” demokratik bir eser yaratabilmişti; en azından CHP’nin o dönemki yöneticileri bunu iddia ediyorlar. CHP’nin tüzük ve program tartışmalarının CHP’yi aşan sonuçları olacak. İdeolojik mücadele için bu tartışmalar yeni imkânlar da oluşturabilir. Ne kadar imkâna dönüşeceğini, sosyal demokrasinin devrimci eleştirisinin kendisini ne kadar güçlü ifade edebildiği belirleyecek. 

Dipnotlar

[1] Onur Alp Yılmaz, Cumhuriyet Döneminin İlk Sosyal Demokrat Partisi: Türk Sosyal Demokrat Partisi (1946-1951), SDÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Ekim 2023, Cumhuriyetin 100. Yılı Özel Sayısı, s.54.

[2] Krugman Amerikalı cumhuriyetçilerin önemli bölümünün de aslında sosyal demokrat olduğunu söylüyor; ama bu seçmen düzeyinde bir tespit olduğu için Cumhuriyetçi partiyi sosyal demokratlar listesine almak anlamına gelmez.

[3] Eric Hobsbawn, Kısa 20. Yüzyıl 1914-1991 Aşırılıklar Çağı, Çev.: Yavuz Alogan, Everest Yayınları, 2023, s. 85.

[4] Şevket Süreyya Aydemir, İnkilap ve Kadro, Remzi Kitabevi, 1990, s. 73.

[5] Erik Jan Zürcher, Cumhuriyetin İlk Yıllarında Siyasal Muhalefet, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (1924-1925), Çev.: Gül Çağalı Güven, İletişim Yayınları, 2007, s. 157.

[6] A.g.e. 105.

[7] Hikmet Bilâ, Sosyal Demokrat Süreç İçinde CHP ve Sonrası, Milliyet Yayınları, 1987, s 208.

[8] Nihat Erim, Günlükler 1925-1979, I. Cilt, YKY, 2021, s. 75.

[9] TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: V, Cild: 16, Îçtîma: 2; (05.02.1937).

Siyaset
Etiketler
Sosyal Demokrasi; CHP; Teori Dergisi;