Zincirdeki enerjinin kâşifi: Marx

Doğu Perinçek
Vatan Partisi Genel Başkanı

Karl Marx, bilimin devrimler çağındaki büyük sıçraması ile emekçilerin büyük düşleri arasındaki köprüyü kuran, çağımızın devrim ustasıdır. Bu köprü, düş dünyasında değil, yeryüzünde kurulmuştur; bir ayağı insanlığın 19. yüzyıldaki büyük bilgi birikimine dayanır.

Marx, insanlığın bilincine ve yüreğine, sınıfsız dünya özlemini gerçekleştirmesi için, eşsiz bir enerji kaynağı bırakmıştır. En büyük enerjinin, işçinin bileklerinde taşıdığı zincirde olduğunu bilimsel planda açıklamıştır. İşçi sınıfının bileğindeki zincirden başka kaybedeceği bir şeyi yoktu, ama kazanacağı koskoca bir dünya vardı. Marx, yoksulluğun eşsiz bir enerji kaynağı ve dünyayı yerinden oynatacak büyük itici güç olduğunu keşfetmişti. Marx, insan türünün oluşumuyla birlikte ortaya çıkan gerçek ile umut arasındaki büyük diyalektiğin, kapitalizm çağındaki çözümünü ortaya koyan büyük devrimci öğretmendir ve eylem adamıdır.

“Gülün gül ile tartıldığı” bir dünya

Sınıf mücadelesi gerçeğini, Marx’tan önce burjuvazinin Mignet, Thierry ve Guizot gibi sosyolojik tarihçileri ortaya koydular ve uygarlık tarihini açıklayan bilimsel kavram olarak değerlendirdiler. Yine burjuvazinin Ricardo gibi iktisatçıları, sınıf mücadelesinin ekonomi bilimindeki temeli olan emek-değer teorisini insanlığın bilim birikimine katmışlardı.

Marx, bu bilimsel kazanımları saptadıktan sonra kendi katkısını, 1852’de Weydemeyer’e yazdığı mektupta özetlemişti: Sınıfların varlığı, sadece üretimin belirli tarihsel dönemlerine bağlıydı. Sınıf mücadelesi, kapitalist toplumu kaçınılmaz olarak proletarya diktatörlüğüne götürecekti. Proletarya diktatörlüğü bütün sınıfların ortadan kalkmasına ve sınıfsız toplumun kurulmasına geçiş süreciydi.

Kapitalizmde gözü dönmüş çıkarcılık, insanca olan her şeyi yıkıma uğratmaktadır. Marx’ın İngiliz kapitalizmini eleştirirken söylediği gibi, “Bu açgözlülük ve para hırsı ortamında, bir tek insanca duygu ya da görüşün lekelenmeden kalması olanaksızdır.”

Marx, kapitalist piyasanın yalnız felsefe ve ekonomi düzleminde kalmayan, insanlığın büyük kitle pratiğiyle hayata geçirdiği devrimci eleştirisini yaptı. Piyasa, meta, para, sınıf, ordu, bürokrasi, devlet: Bütün bunlar tarihsel kategorilerdi. İşçi sınıfı kendisiyle birlikte bütün insanlığı kurtarmak için bütün sınıf ayrılıklarını, sınıf ayrılıklarına yol açan bütün üretim ilişkilerini, bu üretim ilişkileriyle bağlantılı bütün toplumsal ilişkileri ve bu toplumsal ilişkilerin üst yapısını oluşturan bütün siyasal ve düşünsel ilişkileri ve kurumları, taş baltanın ve çıkrığın yanına gönderecekti. Velhasıl bizim Seyyit Nesimî’nin 16. yüzyılda dile getirdiği, “gülün gül ile tartıldığı” bir dünya özlemi, düş değil, fakat emekçi pratiğinin büyük yönelişiydi.

Marx, hümanist ütopyacıların hayâl ettikleri dünya ile toplumsal ekonomik süreçler arasındaki bağı saptadı. “Gül ile gülün tartıldığı” bir dünya, ütopya değildi, insanlığın kaçınılmaz menziliydi.

En büyük üretici güç

Marx’ın teorisinde insan, biricik yaratıcıydı. O, “en büyük üretici gücün devrimci sınıfın kendisi” olduğunu ortaya koydu. İnsan ya da devrimci sınıf, biricik başvuru makamıdır. Bilimsel Sosyalizmin teori ve pratiğinde Gordion’daki kördüğümleri çözen, eskiyi yıkan, yeniyi kuran, hep insandır. İşte tarihin biricik yaratıcısı olan insan, varsaydığı efendiye ne kadar çok şey verdiyse, o kadar yitirmiştir. Marx’ın ahlak ilkesinin (etik) kökleri burada, “enel hak” diyen Anadolu dervişinden eski Yunan’daki Materyalist filozoflara kadar uzanır. Ne ekonomide ne siyasette ne de bilincinde bir başka efendi tanımayan insan, başı dik olan insan, ayağa kalkmış olan insan; sömürüden, baskıdan ve yabancılaşmadan kurtularak büyük paylaşma, barış ve uyum dünyasını yaratabilir.

Kapitalizmin devrimle eleştirilmesi

Marx’ın kapitalizm eleştirisi diğer bütün eleştirilerden ayrıdır. Çünkü Marx’ın eleştirisi, fikir düzleminde kalmadı, emekçinin eleştirisi haline geldi. “Tarihin itici gücü, eleştiri değil, devrim”di. Marx, bu anlamda tarihin tanrısını emekçi kitlelerin bilincine çıkardı. Toplum, başrolünde insan olmayan bir toplumsal-ekonomik senaryo uyarınca kendiliğinden değişmiyordu. Toplumsal-ekonomik ilişkiler tarihin sahnesini oluşturuyordu. Ama bu verili sahnede tarihe müdahalenin anahtarı, siyasal düzlemdeydi. Siyasal devrim, yani emekçilerin siyasal düzlemi fethetmeleri, toplumsal değişmenin de yolunu açıyordu.  

Çünkü değişme, Marx’a göre yalnız eski toplumun yıkılması değil, bizzat devrimci sınıfın kendisinin değişmesiydi. “Devrim, yalnızca yönetici sınıfı devirmenin başka bir yolu olmadığı için değil, fakat aynı zamanda onu deviren sınıf, ancak ve ancak bir devrim içinde kendisini geçmişin birikmiş tortularından temizleyebileceği ve böylece toplumu yeniden kurtarabileceği için de zorunludur.” İşte bu büyük gerçeği, insanlığın bilincine yerleştirdi o büyük usta! Yalnız kapitalizmin değil, kapitalizmi yıkacak sınıfın da yeni toplumun kurucusu olabilmek için devrime ihtiyacı vardı. Marx’ın yaratıcısı kutsal kitaplardaki gibi mükemmel değil; fakat kendisi de yenilenen insanın kendisiydi.

Marx’ın Asya devrimleri öngörüsü

Marx’ın yaşadığı 19. yüzyılda dünya devriminin odağı, gelişmiş kapitalist ülkelerdi. Marx ve Engels, emperyalizm dönemini yaşamadılar. Ancak daha 19. yüzyıl sonlarında Asya Devrimlerinin ufukta göründüğünü saptadılar. 1871 Paris Komünü yenilgisinden sonra Avrupa’dan umutlarını kesmiş ve gözlerini Asya'ya dikmişlerdi. Kapitalizm, henüz emperyalizm çağının eşiğindeydi. Marx'ın kendisi, 1880'lerden önce 19. yüzyıl Marksizminin ufuklarını aşıyordu. Ancak bugün hâlâ 19. yüzyılın Avrupa merkezli Marksizmine saplanıp kalmış solcularımız var.

Marx ve Engels, özellikle Çin, Rusya ve Türkiye’deki gelişmeleri yeni bir devrimci yükselişin işaretleri olarak değerlendirdiler. Marx’ın, ömrünün sonlarına doğru Rusça ve Türkçe öğrenmeye merak sarması, özellikle bizlere heyecan ve gurur veren bir olaydır.

Marx’ın Türk köylüsünün devrimci yeteneğine güveni

Marx, daha 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sırasında Türk köylüsünün devrimci yeteneğini görmüştü. Niçin Türklerin yanında yer aldığını açıklarken, “Türk köylüsünün, yani Türk halkının Avrupa köylülüğünün en yetenekli ve en ahlâklı temsilcisi” olduğunu vurguluyordu. Marx, Türk köylüsünün erdemlerine işaret ederek, bir bakıma Türk Devriminin toplumsal dinamiğini saptıyordu. Mustafa Kemal’in önderlik ettiği Türk Devriminin haberini 40 yıl önce Marx’tan öğreniyoruz.

Marx ve Engels, Mithat Paşaların önderliğinde gerçekleşen 1876 demokratik devrimini "Doğudaki devrimlerin" bir örneği olarak izlediler. Türkiye'deki öğrenci hareketindeki devrimci cevherin altını çizdiler. Osmanlı Devletinin Rusya'ya karşı mücadelesinin nesnel olarak Avrupa'daki devrimci birikimi harekete geçirecek bir işlevi olduğunu belirlediler. Mithat Paşa'nın dayandığı demokratik güçlerin, laik temelli eşitliği savunan bir iktidar mücadelesi verdiğine dikkat çektiler.

Bilimsel Sosyalizmin kurucularının Türk tarihine ilgileri, demokratik devrimler dönemiyle sınırlı değildi. Onlar, Asya'nın bozkır imparatorluklarının büyük ordular örgütleme ve bu orduları binlerce kilometre uzaklara seferber etme yeteneklerini de hayranlıkla saptadılar. Bunun nedenleri üzerine de tartıştılar ve çok çarpıcıdır: Bu orduların meta ekonomisi sayesinde çok güçlü bir örgütlenme, seferberlik ve savaş gücüne sahip oldukları sonucuna vardılar.

Asya devrimleri çağının ilk ışıkları

Asya devrimleri çağı, Marx ve Engels’in 1870’li yıllarda öngördükleri üzere, 1905 Rus ve 1908 Türk devrimleriyle başladı. İran (1907-1909) ve Çin (1911) devrimleriyle devam etti. Arkasından Rusya'da 1917 Şubat ve Ekim devrimleri ve 1920'de Kemalist Devrim geldi.

Marx'ın erdemlerine işaret ettiği Türk köylüsü, Kurtuluş Savaşının temel gücüydü. O savaşla kurulan Cumhuriyet hükûmeti ise kendisini "Köylü Hükûmeti" olarak da adlandırdı. Mustafa Kemal Atatürk, "Köylü Memleketin efendisidir" saptamasıyla demokratik devrimin temel dinamiğine ve özgürleştirdiği emeğe vurgu yapıyordu.

Rus, Türk ve Çin devrimleri, özel çıkarcı kapitalist sistemin duvarlarını zorladılar. Asya’nın millî demokratik devrimleri, Batı’nın İngiliz, Amerikan ve Büyük Fransız Devriminden farklı olarak, halkçı-devletçi gelişme yolunu açtılar.

Marx’ın Asyalılaşması

Marx ve Engels’in Asya devrimleri öngörüsü, aslında Bilimsel Sosyalist pratiğin ve teorinin 20. ve 21. yüzyıldaki gelişmesinin habercisidir. Lenin ve Mao gibi öğretmenlerin katkısı, Asya Devrimleri zemininde olmuştur.

Marx’ın zamanında dünyanın devrim haritasında yalnız Avrupa ve onun bir parçası olan Kuzey Amerika vardı. Diğer iklimler tarihin büyük akışının henüz kenarlarında yer alıyorlardı. Marx’ın dünyadan göçtüğü, 19. yüzyılın sonlarında insanlık yeni bir döneme adım attı. Kapitalizm, emperyalizm dönemine girerek, sömürdüğü toplumları, dünyanın devrim haritasının içine çekti.

Kapitalizm, kendi çelişmelerini bütün insanlığa dayattı. Avrupa’da yumuşatılan sınıf çelişmelerinin faturası, ezilen insanlığa çıkarıldı. Kapitalizmin sınıf çelişmeleri, uluslararası çelişmeler düzlemine de ihraç edildi. Böylece devrim odağı, kapitalizmin merkezlerinden ezilen dünyaya, Lenin’in değişiyle Batı’dan Doğu’ya kaydı. Artık Marx, yalnız işçi sınıfının öğretmeni değildi. Ezilen halklarla birlikte köylülük de Marx’la tanıştı. Lenin ve Mao, 20. yüzyılda Bilimsel Sosyalizme yaptıkları katkılarla Marx’ın teorisini derinleştirdiler ve dünyalılaştırdılar.

Böylece Bilimsel Sosyalizm, Asya devrimlerinin açtığı yolda Avrupa merkezli sınırlarını aştı ve dünyalılaştı. Marx ve Engels’in sınıfsız bir dünya hedefinin bayrağını bugün öncelikle Asya, Afrika ve Latin Amerika halkları yükseltiyor. Bilimsel Sosyalizm, öncelikle Asya pratiklerinde ispatlanıyor.

Kanıtını bulan teori

Emekçilerin ve halkların devrim pratikleri, Marx’ın teorisini kanıtladı. Neredeyse iki yüzyıldır dünyayı değiştirme mücadelesi, ışığını Marx ve Engels’in ortaya koydukları Bilimsel Sosyalizmden alıyor. Yaşadığımız yüzyılda milyarlarca emekçiyi ayağa kaldıran bir başka eylem kılavuzu yok. Çağımızda kapitalist sömürü ve zulme karşı kim ayağa kalksa, Bilimsel Sosyalizm bayrağı altında toplanıyor. Böylece Marx’ın teorisi, kendi öngörüsüne uygun olarak felsefe tartışmalarıyla değil; yoksul insanların büyük yığın pratikleriyle kanıtlandı.

Anlamak ve yapmak arasındaki ilişkiye, ta eski çağda, Kıbrıslı Zenon’lar, Stoacılar değinmişlerdi. Marx’ın teorisi, keşfettiği büyük gerçeği, Petrograd ve Moskova işçisinin, Şanghay işçisi ve Yenan köylüsünün, Yugoslav, Arnavut, Kore, Vietnam ve Küba emekçisinin eylemiyle ortaya koydu ve koymaya devam ediyor. Teori sahibini bulmuştu ve işlem tamamdı.

Yoksulların Marx’a ihtiyacı vardı, Marx’ın teorisinin ise yoksullara. 20. yüzyılın bu büyük buluşması gerçekleşti.

Sosyalizm tecrübelerinde olgunlaşan Marksizm

Marx’ın Paris Komünü pratiğiyle teorileştirdiği proletarya diktatörlüğü teorisi, son iki yüzyılın sosyalizm deneyimleriyle olgunlaştı. Marx’ın, gelişmiş kapitalist ülkeler zemininde sınıfsız topluma uzun sürmeyen geçiş modeli, bu kez Doğu emekçilerinin sosyalizmi kurma pratiğinde uzun süreli ve hatta geri dönüşleri içeren bir modele dönüştü. Ve bugün yeni sosyalizm dalgalarının belirtileri, yine Ezilen Dünyada, daha doğrusu Gelişen Dünyadadır. Dünün Ezilen Dünyası, son yüzyılın devrim süreçlerinden geçerek Gelişen Dünyaya dönüştü. Bugün insanlığın öncü konumunda olan Çin gibi ülkeler, Marx’ın bayrağı altında mücadele ederek, dünya ekonomisinin ve siyasetinin lokomotifi oldular.

Marx’ın proletarya diktatörlüğü teorisi, geri dönüş tehlikesinin yıkılan burjuvaziden geldiği Paris Komünü pratiği üzerine kurulmuştu. Oysa Sovyetler Birliği’nde sosyalizmden geri dönüşe, devlet ve parti yönetimini ele geçiren kapitalist yolcular sınıfı önderlik etti. Eski Rus burjuvazisi değil, Kruşçevler’den başlayarak Brejnev, Gorbaçov ve Yeltsinler’in başına geçtikleri devlet burjuvazisi, karşı devrimin başındaydılar.  

İşte bu süreci Mao Zedung tahlil ederek, sınıfsız topluma geçişin uzun bir sınıf mücadelesi dönemi olduğunu ortaya koydu. Bu süreç boyunca geri dönüş tehlikesi vardı. Geri dönüşün kaynağı, üretim araçlarının kolektifleştirilmesi esas olarak tamamlandıktan sonra, Komünist Partisi ve emekçi iktidarı saflarındaki devlet burjuvazisinden gelmekteydi. Sınıf mücadelesini sürdürmek, devrime sarılıp ekonomik inşayı ilerletmek, sosyalizm sürecinin programıydı. Böylece, Büyük Usta Marx ile 21. yüzyıl arasındaki köprü kurulmuş oldu.

Yaşayan Marx

Bugün bütün dünyada kapitalizmin iflas ettiği konuşuluyor. Atlantik kıyılarında yeniden Marx’ın hayaleti dolaşıyor.

Marx, kapitalizmin bir gün yaşadığımız gezegeni bile yıkıma uğratan bir sistem haline geleceğini çok güzel açıklamıştı. İnsanlık, kendisine yeni bir yıldız aratacak bir sistemle ilk kez karşılaşıyordu. Evet, bugün kapitalizm, dünyanın damını bile deliyor. İnsan kirlenmesi ise doğa kirlenmesinden çok daha yıkıcı boyutlarda. Bireysel çıkar ve kâr sistemi, insanın tepesine gelmiş geçmiş en yabancı kudreti oturttu. Artık insanın bilinci ve duyguları en acımasız terörle karşı karşıya gelmişti. İnsanlığın önünde ya sosyalizm ya barbarlık seçenekleri vardı. Böylece 21. yüzyıl Marx’ın teorisinin bir kez daha, ama bu kez kesin bir hesaplaşmayla kanıtlanmasına sahne olacaktır.

Artık herkes yeni bir dünyanın kurulduğunu söylüyor. Kamuculuk ve paylaşma, günün yükselen değerleridir. Marx’ın güncelleştiği bir tarihsel sürecin eşiğindeyiz.

Marx ve Engels, iki yüzyıldır baskı ve sömürüden kurtulmak isteyen yüz milyonlarca insanı örgütleyen ve mücadeleye seferber eden öncü partilerin yolunu aydınlattılar. O partilerin ayağa kaldırdığı yüz milyonlarca, hatta milyarlarca insanın umutlarında ve özlemlerinde yaşıyorlar. İki yüzyıllık sabrın ürünlerinin toplanacağı bir döneme girmiş bulunuyoruz.

 

Bu makale Mayıs 2018 tarihli 340. sayımızda yayımlanmıştır.

İdeolojiler