Celal Şengör’ün “entelektüel” kişiliği toplumumuzda hayranlık yarattı ve ekran karşısındakiler Şengör’ün topluma yönelik sert eleştirilerine katılmaya zorlandılar. Toplumumuz o kadar “entelektüel” bir karakterle karşı karşıya kaldı ki, Şengör hem yanlış olamayacak kadar toplumun üstünde hem de sınıflarüstü kişilik olarak sunuldu. Tarihin her alanından coğrafyaya, hukuktan felsefeye, teolojiden fiziğe, kozmolojiden biyolojiye, epistemolojiden etiğe kadar her konuda konuşabilen bir jeologla yüzyüze geldik.
Celal Şengör’ün entelektüelliğini veya bilim adamlığını sorgulama cüretini göstermeyeceğim. Ama entelektüelizmin bu biçiminin Şengör’ü emperyalist sisteme bağlayan niteliğini sorgulamaya çalışacağım.
Emperyalizm ve Entelektüelizm
Edmund Burke hiç şüphesiz zamanının önemli entelektüellerinden biriydi. Köklü bir aileden geliyordu. Aynı zamanda Fransız Devrimi’nin en önemli eleştirmenlerindendir. Modern muhafazakarlığın Burke’nin Fransız Devrimi eleştirisiyle başladığı kabul ediliyor. Popper’den Churchill’e kadar bir çok düşünür ve siyasetçi fikirleri için Burke’yi referans gösterirler.
Burke, Hindistan’ı sömürgeleştiren Doğu Hindistan Kumpanyasının üyelerinden ve özerkliğinin önde gelen savunucularından biriydi. Şirketin onun yaşadığı yıllardaki tarihi, Burke’den söz etmeden yazılamaz.
Burke’nin Fransız Devrimi eleştirisi İngiliz egemen sınıflarının baldırıçıplakların eylemine yönelik eleştirinin ve o sınıfın baldırıçıplaklara kininin yüksek entelektüel ağızdan dillendirilmesidir. Modern muhafazakarlık böyle doğdu.
Austen Hanry Layard, 19. yüzyılın önemli arkeolog ve antropologlarındandı.Yüzyılın ilk yarısı bitmeden Doğu gezisine çıkmış, 1848’de “Kürdistan’ın Keldani Hiristiyanları ve Yezidileri” üzerine notları yayınlamıştı. Kitabın bugün bile güncel baskıları yapılmaktadır.
Layard, Ninova kazılarını başlatan arkeologtur. Bir anlamda Doğu’da arkeolojinin kurucularından sayılabilir. Toprak altından çıkarttığı eserler başta Londra’daki British Museum olmak üzere İngiliz müzelerinin koleksiyonlarına dahil edildiler.
Layard’ın diğer yönü de diplomatik kişiliğiydi. Kazılar sırasında Londra’ya gönderdiği, bugün İngiliz Ulusal Arşivlerinde araştırmacılara açık binlerce sayfa raporlar, Layard’ın entelektüel karakterinin kanıtı ve araştırmacılar için önemli kaynaktır.
Layard 1877’de İstanbul’da büyükelçi olarak görevlendirildi. Kıbrıs Adasının yönetimini İngiltere'ye devreden konvansiyonun altında Majestelerinin Hükümeti adına Layard’ın imzası vardır.
Emperyalizmin Berlin Anlaşması sonrası Levant’taki mekanizmalarının kurulması Layard’ın sefirlik günlerine denk gelir. İngiliz emperyalist sınıfları Layard’ın kişiliğinde Doğu’da güçlü, yetkin ve entelektüel temsilini sürdürmüştür.
Amerika ilk defa Wilsonien prensiplerle dünyaya nizam vermeye başladığına göre, Thomas Woodrow Wilson’u Amerikan emperyalizminin kurucu liderinden sayabiliriz. Wilson, lisans eğitimini Princeton Üniversitesi’nde, doktorasını Johns Hopkins Üniversitesi’nde tamamlamıştı. Başkan olmadan önce Princeton Üniversitesi’nin rektörüydü. Önemli bir entelektüel olduğundan şüphe edemeyiz.
Wilson, pax-Americano için ilk adımları atan başkandır. Müttefiklerin Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kuracağı emperyalist dünya sisteminin Wilsonien prensiplere dayanması kabul edilmişti. Amerikan liberal emperyalizmi akademisyen ve güçlü bir entelektüel olan Wilson ile başlamıştır diyebiliriz. Wilson Amerikan emperyalist sınıfları için kurucu atalar arasında sayılabilir.
Lord Curzon, İngiliz aristokrasisinin en köklü ailelerinden birine mensuptur. Ailenin kökeni 1200’lü yıllara kadar gidiyor. Meşhur Kedleston Malikanesi bu aileye aittir.
Lord Curzon, Oxford’da eğitim almıştır. Lozan Barış Konferansı tutanaklarını inceleyenler yetenekli diplomatın yüksek entelektüel düzeyine (tarih, coğrafya vs bilgisine) şahit olacaktır.
Kariyerinde Hindistan Genel Valiliği ve İngiliz Dışişleri Bakanlığı da bulunan Lord Curzon, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Anadolu’nun fethini, Türklerin İstanbul’dan çıkartılmasını savundu. Bu yüksek entelektüel niteliklere sahip İngiliz siyasetçi ve diplomatı, mazlum halkları hedef alan emperyalist politikalarının radikal isimlerinden biriydi.
Bilim ve sanat saraylarda, sarayların sahiplerine hizmet ederek doğmuştu. Aristo Metafizik’te bilimin serbest zamana sahip insanların yaşadığı Mısır’da başladığını söylediğine göre, bu eski bir bilgidir.
Emperyalizm ezilen ve gelişen dünyaların karşısına her zaman yüksek entelektüel kadrolarla çıktı. 19. yüzyıl İstanbul'unda İngiliz ve Fransız sefaretleri entelektüel sohbetlerin yapıldığı ve seçkin konuklar ağırlayan salonlardı. Doğu’da görev yapan İngiliz ve Fransız personeli adeta emperyalizmin entelektüel seçkinliğini yansıtacak şekilde seçilmiştir. Örneğin İngiliz ajanı Lawrance, Oxford mezunu tarihçi ve arkeolog, çeşitli kaynak kitapların yazarıdır. Arapçayı şive farklarıyla konuşabilecek kadar iyi öğrenmişti.
Sömürgecilik ve emperyalizm seçkinci ve kendi içinde “entelektüel” kadroların yönettiği bir sistemdir. Amerika Birleşik Devletleri, emperyalizmin akademik düzeyini yükseltti.
Yukarıdaki örnekler Celal Şengör’ün emperyalist sistemle nasıl uyumlu olduğu hakkında bize fikir verir.
Emperyalist entelektüellik her zaman baldırıçıplaklara ve mazlumlara karşı sınıf kinini de içinde barındırdı. Bu kin en estetik şekilde Emile Bronte’nin, yazıldığı anda klasikler arasına giren Uğultulu Tepeler romanındaki Heathcliff karakteriyle karşımıza çıkar. Bronte seçkinlere, sokaktan gelen baldırıçıplaklara merhabet ve sevginin kendi hayatlarını nasıl zorlaştırabileceğini, yıkıcı sonuçlar yaratabileceğini gösterdi!
Celal Şengör’in halk sınıflarına “cahilliğin benim hayatımı etkiliyor” suçlaması ve herkesin bildiği, burada tekrar sıralanmasına gerek olmayan söylemi, Heathcliff eleştirisinin ve halk sınıflarına yabancılaşmanın tekrar edilmesidir, diyebiliriz. Şöngör’ün emperyalist sınıfların seçkinci entelektüel geleneğinin rehberliğindeki topluma yönelik saldırganlığı, basın ve sosyal medya sayesinde şova dönüşüyor.
Şengör’de kozmopolit seçkinciliğin yarattığı yabancılaşma, “bizde elit sınıf yoktur”, “bizde üniversite yoktur” dedirtecek düzeye ulaşır. Burada elit, hem mali ve entelektüel yetkinliği, hem de aristokrat kişiliği ifade ediyor. Bu yüzden İstanbullu olmak, üretim süreçlerine İstanbul’da katılmak veya İstanbul’daki toplumsal yaşamın içinde yer almakla değil, geriye doğru izi sürülebilir ırsi bağlara sahip olmakla açıklanıyor. Celal Şengör’ü dinleyerek aristokrat sınıfa sahip olmamamızın nelere maal olduğuna kavrayacağımız çıkarımlar yapabiliriz!
Şengör’e göre Türkiye, dünyanın en alt sınıftaki toplumlarından biridir. Bu yergiye Batı burjuva toplumuna yüksek hayranlık eşlik eder. Ortaya çıkan söylemin, beyaz adamın, Avrupa’nın dışında yaşayan “barbar” ve “ilkellere” bakışını çağrıştırdığını söylemek abartı olmaz.
Bu Yerginin Yabancısı Değiliz
19. yüzyıl Avrupa işçi sınıfının önde gelen sorunu alkolizmdir. İşçi mahalleleri yoksulluğa ve alkolizme bağlı olarak sürekli suç üretiyordu. Marx’ın Kapital’de işçi sınıfının yaşam biçimindeki düşkünlük ile bölüşüm ilişkileri arasındaki ilişkiyi ortaya koymak için sayfalar ayırmak zorunda kalması, işçi sınıfına yönelik burjuvalardan gelen suçlamalar nedeniyledir.
19. yüzyıl aynı zamanda Avrupa işçi sınıfı ve mazlum ulus aydınlarının ortaya çıkmaya başladığı çağdı. Yine de devrimci kimliğini koruyanlar, uzun süre baldırıçıplak kalmaya devam ettiler.
19. yüzyılın son çeyreğinde sömürgeleştirilen Sudan’da İngiliz sömürgeciliğine Mehdi Hareketinin bedevi savaşçıları karşı koymuştu; Cezayir’de ise Fransız işgalcilere karşı Senusi Tarikatı. Vietnam’da savaşan Vietkong, Vietnam köylüleriydi; Kore’deki komünist savaşçılar ise Kuzey Kore’nin kırsalının yoksulları. Sömürgeleştirilenler ve yağmalananlar her zaman ilkellik, cehalet, barbarlık ve medeni olamamakla suçlanmıştır. Oryantalist fikirler buradan doğdu.
Celal Şengör halkla kurduğu çarpık ilişkide mazlumlara ve gelişen dünyaya emperyalist sınıfların eleştirisini takip ediyor ve devam ettiriyor. Bu çarpık ilişki, kozmopolitleşmiş İstanbullu yüksek burjuvazinin, küresel emperyalist sisteme kültürel uyum sağlama biçimi olarak görülmeli. Şengör hem o sınıfın içine doğmuştu hem de o emperyalist sınıfların kültürünü başarılı şekilde o sınıfın davranış biçimiyle birleştirmeyi başarmıştır.
Şengör zaman zaman gerçeklerle kendi kurgularını birbirine karıştırıyor. Fakat burada önemli olan onun bilimsel yetkinliğinin sorgulanması değildir. Düşünüldüğü gibi Şengör’ün “entelektüelliği” ile halk sınıflarına karşı saldırgan söylemi çelişmiyor ve çatışmıyor; hatta birbirini tamamlıyor ve destekliyor. Yadsınamaz bilim adamı kimliği bu uyumu ortadan kaldırmaz.
Türk aydını Tanzimat romanında işe alafranga karakterin eleştirisiyle başlamıştı. Günümüzde de Türk aydını kendi karakterini güçlendirebilmek ve halk sınıflarının aydını olabilmek için Şöngör’ün elit entelektüelizmini yadsımak zorundadır.
Şengör eleştirisi, bir şahsın değil bir sınıfın eleştirisi olmalıdır.