Edebiyatın savaşı, edebiyatçının savaşı...

Onur Caymaz
Şair

Adem ile Havva’nın Güncesi adlı harikalığın yazarı Mark Twain şöyle der: “İyi bir kitaplık oluşturmaya ancak Jane Austen’ın kitapları dışlanarak başlanabilir; hatta kitaplıkta başka hiçbir kitap olmasa bile sırf Jane Austen’ın kitapları alınmadığı için o kitaplığın iyi olduğu söylenebilir.” Müthiş... İnce bıçak... Kıyıcı zekâ!

Muhammed Şükrü, Genet Tanca'da adlı kitabında, Genet’nin, şu bizim iflah olmaz, sevgili dostumuz Albert Camus için “öküz gibi yazıyor” dediğini anlatır. Bizde olsa mahkemelik olurlardı. Bir keresinde tanınmış (göreceli tanınmadan söz ediyorum, yoksa en az üç yüz bin kişinin tanıdığı, kırk beş yaş altı bir şair bence kalmadı Türkiye’de), yaşayan bir şairimizin bir dergide yayımlanan son şiirini hiç beğenmediğimi, o şiiri ismi hiç bilinmeyen bir genç, aynı dergiye gönderse editörün cevap vermeye bile üşeneceğini yazmıştım. Şairin sarhoş arkadaşlarından tehdit e-postaları bile aldığımı hatırlıyorum. Gece içip içip ikide üçte küfretmek için arayanlar da cabası...

Gore Vidal, Truman Capote için şöyle der: “Önyargılarıyla tam bir Kansaslı ev kadınına benziyor.” Hatta Kan ve Tuz’un yazarı Vidal, bir yerde de şöyle buyuruyor Gece Ağacı yazarı için: “Capote’den gerçekten tiksiniyorum. Eve dalmış pis bir hayvandan nefret edercesine…”

Bu kez de Cemil Meriç’e kulak ver, bayılırım; Yahya Kemal’e giydirmeden edemeyerek Ümit Yaşar Oğuzcan’ı anlatıyor üstat: “Dev bir zırhın altında kaybolan cüce. Ümit Yaşar da öyle. Zafer onun değil, reklamın. Dümdüz bir nazım, ne tepesi var, ne uçurumu. Ufuksuz ve imzasız, âdeta mâniler gibi. Vâlâ Nurettin ne kadar gazeteci, Reyyan ne kadar avukat, Türk burjuvazisi ne kadar burjuva ise Ümit Yaşar da o kadar şair. Gecekondu burjuvazisine gecekondu şair. Yahya Kemal hayranları belki cüce ama sıhhatli birer cüce. Ümit Yaşar'ınkiler hadım.”

Şuna da bak yetmediyse, yine Cemil Meriç, bu kez Yaşar Kemal’i anlatıyor: “Yaşar Kemal bir Afrikalı. Etiyle ihsaslarıyla yazan bir ilkel. Ve bir sirk hayvanı gibi enteresan. Batı İnce Memet'i bizi küçük görmek için çevirdi. Haçlı seferlerinden beri, Binbir Gece’den beri kendine göre bir Şark yaratmıştır Batı. İnce Memet o imaja uyduğu için hoşuna gider. Yaşar Kemal Batı’da hiç kimsenin rakibi değildir. Nebatat bahçesinde tatsız tuzsuz bir ot. İbn-i Haldun hâlâ karantinadadır. Şöhretin terkibi de bazı yemeklerinki gibi tiksindirici. Mutfağa girince iştihanız tıkanır. Yaşar’ı evrensel yapan erkek olması. Yahudi kızı İnce Memet'i İngilizceye çevirmese dünya edebiyatı bu şaheserden ebediyyen mahrum kalacaktı. Neden Orhan Kemal milletlerarası olamadı? Köy romanını Yaşar’dan önce, Yaşar’dan güzel yazdığı halde. Cevap basit: Felek, karşısına bir Yahudi kızı çıkarmadı.”

Orhan Kemal’in, Fikret Otyam ile mektuplaşmalarından mürekkep o nefis kitapta, ara sıra Yaşar Kemal için yazdıklarını da Meriç’in yazdığı bağlamda anabiliriz. Çok tartışılması gereken ne çok şey, çarçabuk geçilerek bugünün sığlığına gelindi; Sevim Burak varken neden Ece Temelkuran daha önemli yazar sayıldı, tartışılmalıydı.

Sevim Burak’ı hatırlayınca, yazmalı. Bu inanılmaz yazar, oğluna yazdıklarının toplandığı Mach 1’den Mektuplar adlı kitabında, 11 Ekim 1982 tarihli bir mektupta, Sait Faik için bakın neler der: “İnsan sivriltmek istemiyorlar. Bir tek Sait Faik’i başlarının üstüne çıkardılar. O da, kendini bohem hayatına vermiş, bir balıkçı, bir küçük insan, balık tutan, meyhanelerde oğlanları kovalayan - eşcinsel ve yırtık pardösüyle gezdiği için fakir diye... Hâlbuki Sait Faik bir burjuvaydı. Zengindi bunu küçük insanları - hamalları - balıkçıları - meyhaneleri yazdığı ve buralarda sümükleri aka aka dolaştığı, kolunun yeni ile burnunu sildiği için sevdiler; balıkçı, üstü başı dökülen bir ayyaşı başlarının üstüne oturttular... Bir mit yarattılar ‘küçük adamın dramı’ diye bir mit.. Bu miti kimse yıkamadı, fakat çok eskidi, kendilerine gene kendi dillerinden, aşağıdan konuşan bir halktan yazar arıyorlar. Fukaraları tutan meyhanelerde sürünme numaralarına giren...” Üzerinde durulmadı.

Nâzım ile Peyami Safa’nın unutulmaz kavgasına ne denir? O kavgadan çıkan Bir Provokatör Üstüne Hiciv Denemeleri adlı Hikmet şiirini bir kez olsun okumadan ölmemeli insan: “Sen çıkmadın / Çıkardılar karşıma seni! / Kıllı, kara elleriyle tutup enseni / Gövdeni yerden bir karış kaldırdılar, / Sonra birdenbire bırakıp yere seni / Pantolonumun paçasına saldırdılar. / Bir düşün oğlum, bir düşün ey yetimi safa / Bir düşün ki, son defa anlayabilesin: / Sen bu kavgada / Bir nokta bile değil, / Bir küçük, eğri virgül, / Bir zavallı vesilesin!..”

Nâzım bu! Putları Yıkıyoruz kampanyası sırasında; Yakup Kadri’ye yazdığı acımasız şiir unutulur mu: “Behey! / Kara boynuz gibi kaşlı / Mukaddes apis başlı adam / behey yüzü kara! / Ruhunu zenci bir esir gibi çıkardın pazara / Bir orospu odası yaptın kafatasını / Haki ceketli ölülerin ceplerinden / Çalarak parasını / Satın aldın kendine / İsviçre dağlarının havasını...”

Nâzım ile Peyami’yi andım, Nâzım’ın çırağı Sabahattin Ali ile Peyami’yi de hatırlatırım. Sabahattin Ali’nin İçimizdeki Şeytan’ında karşımıza çıkan İsmet Şerif, tümden Peyami Safa’dır. Roman bu gözle okunursa kavga neymiş görülür. Hatta bu roman üzerine Ali’nin eski dostu Nihal Atsız’ın on altı sayfalık, İçimizdeki Şeytanlar bildirisini okumak gerekir.

Hayatı zaten tümden kavga olan Peyami Safa, dünyanın en başka adamlarından biri olan Ahmet Hamdi Tanpınar’ı da zamanında kızdırmış olacak ki Tanpınar Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün tefrikasında da epeyce alay eder Safa ile. Sonra tefrika kitaplaşacağı sıralarda, Peyami Bey oğlunun ölümü yüzünden acı çektiğinden Tanpınar bu bölümleri kitaba almaz. Bir devrin insanı bunlar, çok normal!

Mehmet Âkif ile Tevfik Fikret’in kavgalarını hiç saymıyorum. Recaizade Ekrem’in Zemzeme adlı şiir kitabının ikinci kısmını Ahmet Mithat Efendi’ye göndermesiyle başlayan tartışma edebiyatımızda zemzeme - demdeme münakaşasıdır, başka zaman anlatılır. Burada anlatmıyorum.

Peki Hemingway’i sever misin? Alkolle yakın ilişkisi iyi bilinen bu serseri beyefendi, ciddi ve ağırbaşlı bir bey olan Faulkner tarafından şöyle tanımlanır: “Hiç çalışırken, işini yaparken sarhoş olan birini duydunuz mu?” Daha doğrudan, halka yakın bir üslup kullanan Hemingway’e karşılık Faulkner’in dilinin oldukça ağır olduğu açık. Hatta bir röportajında “sizi bazı okurlar üç kez okuyor, anlamıyor, ne yapmalarını önerirsiniz” diyen gazeteciye şu cevabı verir usta yazar: “Dört kez okusunlar...” İşte o Faulkner, Hemingway için “asla okuyucuyu sözlüğe götürebilecek bir kelime kullanmayı bilmedi” deyince cevap gecikmez: “Zavallı Faulkner, gerçekten büyük kelimelerden büyük duygular doğacağını mı sanıyor?” Ne güzel kavga işte! Hangi kelimelerden ne doğar? Çağdaş Türk edebiyatından ne doğuyor misal Türkiye’de...

Nietzsche’nin Dante hakkında ağır konuştuğu da bilinir: “Mezarlar üzerine şiir yazan sırtlan...” Zaman Makinesi yazarı H. G. Wells, sebebi tam bilinmese de Bernard Shaw ile ateşli kavgalar etmiş; Shaw’a, “hastanede çığlık atan geri zekâlı çocuk” diye buyurmuş. 1967’de yaptığı bir röportajda, iki sentini Joyce’un efsanevi kitabına verdiğini söyleyen Nabokov, kitapla ilgili şunları der: “Finnegan’s Wake, dış cephesi geleneksel maskelerle giydirilmesine karşın içi sıkıcı bir kiralık ev ve sadece kesik kesik gelen ilahi tonlamalar sayesinde mutlak tatsızlıktan kurtarılabilmiş bir kitap.” Sert! Virginia Woolf da Joyce’un Ulysess’i için söz alır: “Sivilcelerini yolan huzursuz bir yeni yetmenin işi.” Bugün hangi Türk yazar ya da Türkiyeli yazar (artık bir de o tayfa var biliyorsun) beğenmediği bir kitap için açıkça konuşabiliyor?

Peki hepsi tamam da neden bunları anlatıyorsun Caymaz dediğini duyar gibiyim. Hayat bir kavgadır, savaştır da ondan... Doğmak bile saldırıya uğramaktır aslında. Anlatıyorum çünkü bu kavganın, savaşmanın, karşı çıkmanın, başkaldırmanın, yıkmaya çalışmanın, karşı fikir üretmenin, yıkıp yerine yenisini koymanın, başka bir şey bulmanın, senin bildiğin gibi değildir belki demenin gücünden bahsetmek için. Tez ve antitez, sentezde buluştuğundan...

Bu çeşit kavgalar çok zaman zihin açar, önemlidir. Ötekilerin göremediği bazı şeyler, görülse de ayıp olur diye söylenemeyenler, eş dost küsmesin diye içte tutulanlar, böyle kavgalarda ortaya çıkar çünkü. Okursun ve “evet gerçekten öyle ama ben nicedir kendime itiraf edememiştim, ilgili kişinin ünü yüzünden bir türlü böyle düşünmemiştim” dersin. Ünün sorgulanması da ayrıca hoşa gider, yeni yollar açar. Fikir birliği her zaman iyi değildir. Ayrı gayrı da olmalıdır. Edebiyatın savaşı tükenseydi, edebiyatçı birbiriyle savaşmasaydı, hayat bizzat savaştan ibaret olmasaydı büyük sanat, büyük hayat nasıl doğardı!

Güncel