Cahit Kayra İthal İkameciliğe geçişin hikâyesini anlatıyor

Militan Gücüm

Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde uygulanan gümrük vergisi oranları 1938’de ilk önce İngiltere, sonrasında diğer Avrupa devletleri ile yapılan, ilki 1861’de olmak üzere çeşitli defalar gözden geçirilen ticaret anlaşmalarına göre tespit edilmiştir. Bu anlaşmalar Avrupa devletleri lehine hükümler içiriyordu ve birçok tarihçiye göre Osmanlı İmparatorluğu’nun iktisadî ve malî çöküşünün gerçek nedeniydiler. Türkiye bu tek taraflı dış ticaret sisteminden Lozan Anlaşması ile kurtuldu.

Lozan Barış Anlaşması’nın eki olarak aynı gün imzalanan Ticaret Sözleşmesi’nin 1. maddesinde Türkiye, anlaşmaya taraf devletlerden yapılacak ithalat için “1 Eylül 1916 tarihinde yürürlüğe konulan ve eşyanın ağırlığını göz önünde tutan Osmanlı nesnel tarifesinde (tarif spécifique ottoman) gösterilen tarifeler olacaktır” hükmünü kabul etti. Sözleşmenin süresi 18. maddeye göre 5 yıl idi. Yani Türkiye 5 yıl süreyle 1916 tarifesini değiştiremeyecekti. Karşılığında da Osmanlı istikrazlarından Türkiye’nin üzerine kalan borçların ilk taksit ödemesi 5 yıl süreyle ertelendi. 5 yıl dolduğunda Türkiye gümrük tarifelerini yükseltti, fakat tarife hâlâ spesifik esaslara dayanıyordu. Spesifik tarife, gümrük vergilerinin enflasyon karşısında etkinliğini kaybetmesine neden oluyordu. Türkiye çağdaş bir tarifeye 474 sayılı 1964 tarihli Giriş Tarife Cetveli Hakkında Kanun ile kavuştu. Kanun Cahit Kayra tarafından hazırlanmıştı.

Cahit Kayra geçtiğimiz Mart ayında 102. yaşını kutladı, bir asrı devirdi ve enerjisi yeni bir tarife cetveli hazırlayabilecek düzeyde. Maliye bürokrasisinin en üst noktalarında görev yapan Kayra, 1974’de kurulan CHP-MSP koalisyon hükûmetinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olarak yer aldı. Kayra’nın anı, roman ve iktisat tarihi alanında yayımlanmış birçok kitabı bulunuyor. Kayra ile Tarihçi Kitabevi’nde bir araya geldik ve bize bu kanunu hikâyesini anlatmasını istedik.

“Tarifemiz be koruyor ne gelir getiriyordu!”

- Sayın Kayra, hâlen kullandığımız Gümrük Tarife Cetveli’nin 1964 yılında hazırlanmasını siz sağladınız, bu fikir nasıl oluştu; hikâyesini sizden dinleyebilir miyiz?

Türkiye 1950’lerde GATT'a, dış politikamızın bir gereği olarak katıldı. Bu tarihteki tarifemiz Advalorem yani değer üzerinden değildi, spesifikti. 1925'te belirlenen spesifik miktarlar üzerine kurulmuştu. Yani malın miktarı üstünden maktu-değişmeyen ölçülerle hesaplanan, X eşyasının kilosundan 5 kuruş gibi. Zaman içinde bu miktarlar değerlerini kaybetmişti.

GATT bir taviz alıp verme sistemidir. Müzakerelere zamanın Dışişleri Bakanı Fatin R. Zorlu, Dışişleri Bakanlığı’ndan Hasan Esat Işık ve Maliye Bakanlığı’ndan Memduh Aytür katıldı. Eldeki spesifik tarife üzerinden tavizler verildi, alındı. Doğrusu Işık'ın ve Aytür'ün ifadelerinden anlaşıldığına göre bu tek taraflı ve Türkiye açısından ekonomik planda anlamsız bir anlaşma olmuştu.

Heyet Türkiye'ye döndükten sonra ilk iş Advalorem sisteme geçmek ve 1954’de tarifemizi Brüksel Nomanklatürüne göre değiştirmek oldu ve şu sonuç ortaya çıktı: Tarifemiz çok düşüktü!

Bundan sonra, bu tarifeye göre Taviz Anlaşmaları yapılacaktı.

Bu çalışma için ben görevlendirildim ve 1960'da Cenevre’ye gittim. Maliye Bakanlığı ile Ticaret ve Gümrük Tekel Bakanlığı’ndan görevliler gönderildi. Maliye Bakanlığı’ndan Sabahattin Teoman, Hazine’den Turan Işıkveren, Ticaret Bakanlığı’ndan İbrahim Ünal, dışişlerinden Nazif Çuhruh ve Gümrük Tekel Bakanlığı’ndan İrfan Kazıklı bu çalışmalarda yer aldılar.

Hep birlikte şöyle bir çalışma yaptık: Daha önce diğer devletlere verilmiş olan tavizlerin hemen hemen tümü kaldırıldı. Tek istisnası ABD ile makine parçaları konusudur; yüzde 25’e indirebildik.

Bu süreçte gördük ki uygulamak durumunda olduğumuz tarifemiz, çok düşük düzeyde ve ne koruyan, ne de devlete gelir sağlayan bir tarife.

1964 yılında yeni bir Tarife anlayışına, bu ortamda giriştik.

“İsmet İnönü: Lozan’da kazandıklarımızın

hiçbirisi kalmadı mı diyorsun!

- 1964 şartlarında nasıl bir çalışma ile tarifeyi hazırladınız? 

1964 yılında Cenevre'deki GATT temsilciliği görevimden döndüm. Maliye Bakanı Ferit Melen Bey'le, Cenevre’deki bakanlar toplantısına katılması sırasında, konuyu görüşmüştük. Dönüşte önerimi, yeni ve korumacı bir tarife yapılması gereğini açıkladım.

“Biz tavizleri, yani bağladığımız tarife maddelerini yaptığımız görüşmelerle değiştirdik, yükselttik. Ama gümrük tarifemiz hem tümü ile çok eski hem de koruma gücü yok. Bütçeye gelir de getirmiyor. Öte yandan Ankara Anlaşması ile bu tarifeyi de bağlayacağız ve önümüzdeki 20 yılda giderek, indire indire sıfırlayacağız. Buna göre bizim bu sürecin başında gümrük tarifemizi tümü ile daha yüksek bir düzeye çıkarmamız gerek. Sonuç, yeni bir tarife yapalım.” dedim. Kabul etti.

Konu ile ilgili bütün bakanlıklara ve resmî, özel kurumlara başvurduk. Sanayi Bakanlığı'nın yanında Ulaştırma ve Tarım Bakanlıkları, İstanbul, Ankara, İzmir Ticaret ve Sanayi Odaları, TOBB, bazı kamu ve özel büyük sanayi kuruluşlarından temsilciler çalışmaya katıldı. Bize o zamanki Maliye Bakanlığı binasının en üst katı ile kırtasiye ve benzeri harcamalar için 60 bin lira ödenek verdiler.

Aylar süren bu çalışmalarla Gümrükler Yasası yeni baştan yazıldı ve binlerce gümrük haddi değiştirildi.

Bu tarifede ana kural hammaddelere az, ara maddelerine biraz daha yüksek, mamullere ise yüksek nispetler uygulamaktı. Özellikleri olan mallar için muafiyetler ya da değişik oranlar da kabul edilmişti. Çocuk-sanayimizin güçleneceği günlere kadar, böylece mamul mallar üretimini koruyacaktık.

Bu arada oluşacak yeni durumlara göre bu hadler üzerinde gerektiğinde değişiklik yapılması yetkisi de Hükûmete verilmiş oldu.

- Teklifiniz hemen kabul gördü mü?

Maliye Bakanı tasarıyı bakanlar kuruluna götürürken beni de aldı. Bu Gümrük Giriş Tarifesine, hatırladığım kadarıyla iki makamdan önemli itiraz yapıldı: Hükûmet üyeleri ve Planlama Dairesi.

İsmet Paşa açıklama istedi. Ben de gümrük tarifemizin dış ticaret ve sanayi politikaları bakımından hiçbir gücü olmadığını, ne sanayimizi koruyabildiğini, ne de bütçeye gelir sağlayabildiğini anlattım.

İnönü: “Diyorsun ki; Lozan’da kazandıklarımızın hiçbirisi kalmamıştır!” dedi. Maliye Bakanı Melen, “biz öyle düşünüyoruz” dedi. İnönü bunun üzerine tasarıyı önüne çekti ve imzaladı. Bakanlar Kurulu’ndan geçen tasarı, meclise gitti, yasalaştı. Özellikle Başbakan İsmet İnönü'nün desteklemesi ile 1964 yılının Mayıs ayında yürürlüğe girdi.

Sonuçta 1964 yılında koruyucu ve gelir sağlayıcı bir tarife yapılmış oldu. 1964 yılı vergi gelirleri 9.3 milyar, 1965 (8 aylık) gelirleri 6.5 milyar TL idi. Maliye Bakanı Ferit Melen'e bu yeni Gümrük Tarifesi ile sağlanacak gelir konusunda tahminlerimi söylemiştim. Yılbaşına kadar 60 milyon TL, 1965 yılında 250 milyon TL. Bu rakamlar, tahminlerimize göre o dönemde sanayi alanında sağlam ek geliri göstermektedir. Yani sanayicilerin en azından bu kadar daha fazla gelir sağladıklarını göstermektedir.

İsviçre'de GATT nezdinde yapılan taviz çalışmaları ve 1964 Gümrük Tarifesi konusunda yapılan çalışmalar hakkında 1938 Kuşağı (İş Bankası Yayınları) adlı anı kitabımın 227-231 sayfalarında daha ayrıntılı bilgiler bulabilirsiniz.

1970'li yıllarda Maliye Bakanlığı Tetkik Kurulu Başkanlığı yaptığım sırada, 1964'deki çalışmalarımızla ilgili belgeleri araştırdım. Arşivde bulamadık. Belki şimdi bulunabilir.

Maliye Bakanlığı’ndan ayrıldıktan sonraki yıllarda gümrük vergileri ve bunların tüm vergi gelirleri içindeki yeri ve bu olayın sanayimiz üzerindeki etkileri konusunda çalışma yapmak zamanı ve imkânı bulamadım.

“Gümrük yoksa sanayi de olmaz”

- Bugün geriye dönüp baktığınızda tarife kanunu hakkında ne düşünüyorsunuz?

1960’lı yılların başında GATT’ın çalışmalarına Türkiye temsilcisi olarak katıldım ve çağdaş dünyada gelişmiş ülkelerin gümrük tarifeleri konusundaki özen ve titizliklerini yakından gözlemledim. Öteki ülkelerin bu konuyu nasıl ciddiye aldıklarını dolaysız olarak gördüm.

1923-1938 yılları arasında Türk sanayisinin kurulmasında gümrüklerimizin yerini inceledim.

1980'lere kadar devlet ve özel kesim sanayilerinin gelişimini inceledim.

1980-1996 arasında alınan istikrar kararlarına yani özelleştirmeye rağmen her iki sektörde sanayileşmenin seyrini gözledim.

1996'da alınan Gümrük Birliği kararlarının etkilerini inceledim.

Özellikle 2002'den sonra büyük bir hızla (ve vahşetle) uygulanan özelleştirme politikasını inceledim. Bu konuyu Cumhuriyet Ekonomisinin Öyküsü adlı çalışmamın üçüncü cildi-Tüketim Ekonomisi- kitabımda anlatmaya çalıştım.

Sanayileşme olmadan gelişme olmaz!

Türkiye, 1938'lere uzanan Devletçilik döneminde hiç bir az gelişmiş ülkede olmayan bir sanayileşme yaşadı. Bu sanayileşme, İkinci Cihan Savaşı’na, daha sonraki yıllarda yaşanan kösteklemelere rağmen 2002'ye kadar sürdü. Bu gelişmede Türk Gümrük Tarifesinin ön plandaki etkenlerden biri olduğuna inanıyorum.

Rekabetin her alanda sağlıklı gelişmelere ışık tutacağı düşüncesini benimsiyorum. Ama gelişmeye, kurulmaya çalışan bir ekonominin doludizgin rekabete açılması savunulamaz. Böyle bir savunma açık ve yıkıcı bir safsatadır. Bütün gelişmiş ekonomiler sanayilerini gümrük duvarları arkasında sağlamışlardır. Sanayileri gelişmiş ülkelerin bugünkü uygulamaları da buna yöneliktir.

GATT – Dünya Ticaret Örgütü – Guadaloup Anlaşması - Washington Consensus – Atlantik Anlaşması. Hepsi bu anlayışa, bu amaca göre kurulmuş, işletilmiş ve işletilmekte olan kurumlardır. Ve daha da dikkat çeken olay, son yıllarda Batı’da yeniden koruma eğilimlerinin yeşermekte olmasıdır. Türkiye akıllı bir koruyucu gümrük tarifesi uygulayamadığı sürece sanayileşemeyecektir. Türkiye sanayileşemezse gelişemez ve olan da budur.

Osmanlı ekonomisinin zamanına göre Gümrük Tarifeleri yüzünden oluşamadığını ve eski tür sanayinin de yıkılıp gittiğini unutmamak gerekir. Tabii ki koruyucu gümrük uygulaması zorunluğu tarım ve hayvancılık için de aynı anlamda önemlidir.

Ekonomi