TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan “Kürt hareketi ve CHP’den kopamayan Türkiye solu ile ilişkimizi kesiyoruz” diyerek, sadece ayrılıkçılık ve sosyal demokrasi ile araya mesafe koymadı; DEM Parti-CHP ittifakına eklemlenen sosyalistlere de reddiyeci eleştiri yaptı.
Hem DEM Parti hem de CHP Sosyalist Enternasyonal üyesi olduğundan, iki parti ortaklığının sosyal demokrat ittifak olduğunu söyleyebiliriz. İttifakın çekim gücüne kapılanlar da sosyal demokratlaşmaktan kurtulamıyorlar ve bunun son ve popüler örneği TİP oldu.
Okuyan’ın eleştirisi de, sosyal demokrasiyle yolları kalıcı olarak ayırabilmek için tek başına güvence oluşturmuyor.
Okuyan: “Emperyalizm ile mücadele ediyorum diye sınıf meselelerini pas geçerseniz...”
Bilimsel sosyalistler ile sosyal demokrasi arasındaki ayrışma Birinci Dünya Savaşında başladı. Enternasyonal’in 1912’deki Basel Kongresinde kabul edilen bildiri, emperyalist savaşa karşı çıkılacağını açıklar. Bildiriyi, Avrupa işçi partilerinin bir kaç yıl sonra sosyal demokratlaşacak liderleri de imzalamıştı. Avrupalı sosyal demokratlar savaşta emperyalist hükümetlerini destekleyince Lenin, başta Kaustky olmak üzere sosyal demokrat liderleri Basel bildirisine ihanetle suçladı. O bildiri, Türk Milli Mücadelesi ile komünistler arasındaki savaş sonrasında kurulacak ittifakın da temellerini barındırır.
Bildirideki en önemli vurgu şudur: Emperyalist savaşa ve Küçük Asya’nın olası fethine karşı mücadele, Avrupa işçi sınıfı açısından bir sınıf mücadelesidir. Basel bildirisi Kemal Okuyan’dan farklı olarak emperyalizme karşı mücadele ile sınıf mücadelesini iki ayrı kategori olarak ele almaz.
Emperyalizm 19. yüzyılın ortasından itibaren özel mülkiyet altındaki sermayenin finansallaşması ve Avrupa’nın kıta dışıyla ilişkisini de finansallaştırmasıyla ortaya çıktı; yüzyılın son çeyreğinde kurumsallaşarak egemen ilişki biçimini aldı.
Emperyalizm kapitalist merkez ile dünyanın geri kalanı arasındaki ilişkide bir değişimdir; fakat aynı zamanda emperyalist ülkedeki üretim ve bölüşüm ilişkilerinde de değişimdir. İkincisi, ilkinden önce yaşandı.
Kapitalizm, emperyalizm sonrasında da yaşamaya devam edecek. Fakat emperyalizm hâkim ilişki biçimi olduğunda, ondan ayrı bir kapitalizm, dünyanın bir bölgesi emperyalist hegemonyanın dışına çıkabildiği ölçüde mümkün olabilir; o zaman bile kapitalizm, emperyalizm öncesindeki kapitalizm olmayacaktır.
Emperyalist hegemonyadan özgürleşmiş bir kapitalizm mümkün olabilseydi, ikisi arasındaki ilişki ancak bir çatışma olabilirdi. Eğer kapitalizmin emperyalist biçimi ile emperyalist olmayan bir kapitalizm bir arada var olabilseydi, birbirlerini yadsımaları gerekirdi.
Emperyalist Sınıflar Kapitalistleri Sömürebilir mi?
Kemal Okuyan sınıf mücadeleleri ile emperyalizme karşı mücadeleyi iki ayrı düzlem olarak gördüğüne göre, ara başlıktaki soruya olumsuz yanıt verdiğini düşünmemiz gerekir.
Marx ise olumlu yanıt veriyor.
Kapitalizmin emperyalizme dönüşüm sürecini inceleyen en erken metinlerden biri Kapital’in 3. cildindeki Kapitalist Üretimde Kredinin Rolü başlıklı 5. kısım, 27. bölümdür. Bu bölümde kredi sisteminin, yani faizin paylaşımlı sermaye/anonim şirketi yaratarak “kapitalizmin kapitalizm içinde aşılmasını” sağladığı anlatılır. Marx analizini emperyalizm olarak adlandırmamıştır; ama bu bölüm emperyalist merkezdeki dönüşümü tarif ediyor.
Marx’ın bu bölümdeki analizi kapitalist Avrupa’nın kıta dışıyla değişen ilişkisini içermez. (Kapital’in bu cildindeki bazı bölümlerinin yazarın ölümü nedeniyle natamam olduğunu unutmamalıyız.) Fakat 1869’da Marx’ın Engels’e yazdığı şu cümleler, devrim süreçleriyle ilgili fikirlerinin 1860’ların sonundan itibaren değişmekte olduğunu işaret eder:
"Uzun bir zaman, İngiliz işçi sınıfının yükselişiyle İrlanda rejiminin devrilmesinin olanaklı olabileceğini düşündüm. Bu görüşümü New York Tribune'da her zaman belirttim. Sorunu daha derinden incelemem, beni, bunun tersine inandırdı. İngiliz işçi sınıfının, İrlanda'dan kurtulmadıkça, hiçbir şey başarmasına olanak yoktur."[1]
Bu paragraf bize, İngiliz işçi sınıfının İrlanda ulusallığının başarısıyla kurtulacak sınıfa dönüştüğünü gösterir. Bu da, kredinin/faizin sistemin merkezine yerleşerek kapitalizmin kapitalizm içinde aşılmasıyla bağlantılıdır.
Burada temel kavramımız, “faiz getiren sermaye”. “Faiz getirici sermayenin antitezi, emek değil, kâr getirici sermayedir."[2] Bu bilgi bizi faizin kârla, ya da mali sermayenin sanayi ve ticaret sermayesiyle çelişkisine yönlendirir. Marx bu çelişkiyi o noktaya kadar götürmüştür ki, kapitalist sömürülen bile olabilir:
"Kârın başkalarının emeğine el konulması yoluyla oluşturulmasının ötesinde, başkalarının emeğinin harekete geçirilmesini ve sömürülmesini sağlayan sermaye de para kapitalistinin sanayici kapitalistlerin hizmetine sunduğu başkalarının varlıklarından oluşur ve para kapitalisti bunun karşılığında sanayici kapitalistleri sömürür."[3]
Buradan emperyalizmin ikili yönüne ulaşabiliriz. Mali sermaye hem sanayi ve ticaret sermayelerini hegemonyası altına almıştır; aynı mali sermaye, devlet tahvilleri ve anonim şirketlerin hisse senetleri üzerinden gerçekleşen sermaye transferi ile merkez dışındaki ülkelerle ilişkisine emperyalist karakter kazandırır.
Şunu da hatırlatalım: Hisse senedinin getirisi de aynı tahviller gibi kâr değil, faizdir.
Bu sistemin egemen sınıfı faiz getiren sermayedir. Faiz artı değer yaratmaz, kendisi dışında üretilmiş artı değere el koyar. Bu açıdan hem sermayenin neb-i tufandan kalma biçimidir hem de değeri kendine mâl etme yöntemi zor yoluyla el koymaktan farklı değildir.
Kapitalizmin emperyalizm aşamasına ulaşmasıyla mali sermaye egemen sınıf haline geldi ve emperyalist sınıfa dönüştü. Küresel düzeyde bakıldığında emperyalizm, emperyalist sınıflarla emperyalist hegemonya altına alınan ülkelerdeki milli sınıflar, en başta da emekçi sınıflar arasındaki çelişkidir. Bu da şu anlama gelir; emperyalizm aşamasında emperyalist sınıflara karşı mücadeleden bağımsız bir sınıf mücadelesi yoktur.
Bu cümleyi şöyle de kurabilirdik: Emperyalizme karşı mücadele bir sınıf mücadelesidir. Kemal Okuyan’ın ifadesiyle, “antiemperyalist olmadığı halde Amerikan karşıtlığında samimi sağcılar” Amerikan emperyalist sınıfına karşı mücadelenin içinde yer alıyorlar.
Sonuç olarak emperyalizme karşı mücadele edip de sınıf mücadelesini pas geçmek, teorik olarak da pratik olarak da mümkün değildir.
Sosyal Demokrasiyle Mesafe
Sosyal demokrasi 20. yüzyılda emperyalist sınıflarla ittifaka yönelen Avrupa işçi partilerinin ideolojisidir. Bu ittifak temelini Avrupa işçi sınıflarının emperyalist sistemle kurduğu ilişkiden alıyordu. Bu ilişki geri dönülmez değildir ve kapitalizmin Altın Çağının sonlandığı 1990’lardan sonra önemli ölçüde yıprandı. Fakat şu gerçek değişmemiştir: Avrupalı işçiler emperyalizmin refahını paylaştığı ölçüde sosyal demokrasi gelişebildi. (Türkiye’de de sosyal demokrasi aynı sistemin refahı paylaşma umudundan doğmuştur.) Modern sosyal demokrasi işçi hareketinin bu kanadını ezilen dünyanın sınıflarıyla da karşı karşıya getirdi. Bu da 100 yıllık bir hikâyedir.
Basel bildirisinin 5. maddesi doğrudan Türkiye ile ilgiliydi:
“Eğer, giderek, Türkiye'nin askeri yıkılışı, Küçük-Asya'daki Osmanlı egemenliğini sarsarsa, Küçük-Asya'ya yönelen bir fetih politikasına bütün güçleriyle karşı çıkmak —böyle bir politika, dosdoğru dünya savaşına götürebilir— İngiltere'deki, Fransa'daki ve Almanya'daki sosyalistlerin görevidir.”
20.yüzyıla, Basel bildirisine sadık kalan komünistler ile Mili Kurtuluş Hareketlerinin ittifakının damga vurduğunu söyleyebiliriz: Sosyal demokrasinin emperyalist sınıflarla ittifakına karşı, komünistlerin ezilen ve gelişen dünyadaki milli sınıflarla ittifakı.
21.yüzyılda emperyalizm artık ideolojik olarak liberal, politik olarak sosyal demokrattır. Özgür Özel, Erdoğan hükümetini ŞİÖ ve BRICS’e yöneldiği için suçlayıp, kendilerinin Batıya yöneleceğini ilan ederken, tam bir sosyal demokrat politikacıdır. PKK/DEM Parti’nin ve CHP’nin sosyal demokratlığını inkâr etmek, onlara haksızlık olur!
Emperyalist sınıflarla ittifak 100 yıldır Avrupalı sosyal demokrat partilerin hem programlarını yönlendiriyor, hem de tabanını şekillendiriyor. Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da sosyal demokrasi uzun süredir başka bir sol hareket tarafından sınırlandırılmadı. Fakat demokratik devrimin burjuva sınıfı önderliği altında yaşanmadığı ve ulusal kurtuluş mücadeleleriyle birleştiği ezilen ülkelerde, milli mücadele önderlerinin prestijleri ve söylemleri, ölümlerinden onlarca yıl sonra bile sosyal demokrasinin etki alanına set çekebiliyor. Sosyal demokrat partilerin o önderlerin kurduğu örgütlerin evrilmesiyle ortaya çıktığı örneklerde de, bu çelişki ortadan kalkmadı. Burjuva toplumuna, 20. yüzyılın başarılı bir çok ulusal kurtuluş hareketinden daha uzak olan Kemalizm, burada ileri bir örneği oluşturur.
Kemal Okuyan’ın haklı olarak eleştirdiği Laik duyarlılığı olan kesimlerdeki yaygın Amerikancılık, CHP’nin İnönü liderliğinde sosyal demokrat bir partiye evrilme süreciyle ilişkilidir. Bu süreç Türkiye’nin emperyalist sisteme eklemlenmesi, Türkiye’deki bazı sınıfların emperyalist sınıflarla ittifak arayışının sonucuydu ve 19. yüzyıl oryantalizminin bilinçlerdeki kalıntılarıyla desteklendi. Seküler kesimlerdeki Amerikancılığın modernleşmeci karakteri, emperyalist sınıflarla kurulan ittifakı ortadan kaldırmaz. Unutmamak gerekir ki, 19. yüzyılda da mali sermaye/emperyalist sınıf modernleşmeci bir sınıftı.
TKP’nin, veya başka herhangi sol partinin sosyal demokrasiyle mesafeyi ne kadar koruyabileceğini, emperyalist sınıflara karşı milli sınıfların ne kadar yanında yer alacağı ya da alamayacağı ile Kemalist Devrimle kuracağı ya da kuramayacağı ilişki belirleyecektir. Cesaretin sınırları burada çiziliyor.
Dipnotlar
- Karl Marx, Friedrich Engels, Sömürgecilik Üzerine, Çeviren: Muzaffer Erdost, Sol Yayınları, Ankara, 1887, s. 355.
- Karl Marx, Grundrisse Ekonomi Politiğin Eleştirisi İçin Ön Çalışma, s. 615.
- Karl Marx, Kapital Ekonomi Politiğin Eleştirisi, 3. Cilt, s. 509.