Koronavirüs sonrası yeni dünya düzeni

Onur Sinan Güzaltan

Salgın karşısında çaresiz kalan devletler, panikleyen iktidarlar, hâlihazırda var olan ve derinleşmesi beklenen ekonomik çöküş, önümüzdeki dönemin insanlığın yeni yol arayışlarıyla geçeceğine işaret ediyor.

Kurulu düzenin temellerinden sarsıldığı bugünlerde, Teori dergisinin “Salgın toplumsal ve siyasal açıdan neleri değiştirdi/değiştirecek” sorusu, geleceği düşünen, düşleyen herkesin önüne sıkça gelecek.

Pek çok cevabı olan bu soruya, salgının devletlerarası ilişkilere etkisiyle sınırlı olmak üzere cevap arayacağız.

Salgının kazananı Çin

Aralık 2019’da salgınla mücadele etmeye başlayan Çin, uyguladığı sert ve radikal yöntemler sayesinde, 1,5 milyarlık ülkede salgının yayılımını durdurup, bugün diğer ülkelere yardım eder hale gelmeyi başardı.

Koronavirüs salgını Çin’in Wuhan şehrinde patlak verdiğinde, dünyanın geri kalanı Uzak Asya’daki gelişmeleri kayıtsız bir biçimde izlemeyi seçti.

Özellikle Batılı devletlerin, salgının kendi topraklarında böylesine bir yıkıma yol açacağını öngöremediklerini, ABD ve İtalya başta olmak üzere Atlantik İttifakı’nın merkezlerinde yaşanan yıkımdan anlayabiliyoruz.

ABD Başkanı Trump’ın virüsü Çin’le özdeş hale getirme çabaları ise salgına karşı Pekin’le beraber çalışmak istediklerini açıklamasından da anlaşıldığı üzere başarısız olmuş durumda.

ABD Dışişleri’nin sesi olarak kabul edilen Foreign Policy’de yayınlanan, Sejong Enstitüsü Çin Araştırmaları Merkezi Müdürü Lee Seong-Hyon’un değerlendirmeleri, Çin’in ABD karşısındaki kazanımlarını özetler nitelikte:

“Çin, küresel salgının Avrupa ve diğer bölgelerle ilişkilerinde yumuşak güç kullanımını kolaylaştıracak bir fırsat olduğunu anladı. Diğer yandan ABD, geleneksel müttefikleri ve dostlarına yardım için yatırım yapmaktan kaçındı.”

Salgınla mücadeleyi, yumuşak güç aracı olarak başarılı bir biçimde kullanan Çin, Trump yönetimindeki ABD’den uzaklaşma eğilimi gösteren Avrupa’da da etkisini arttırdı.

Sırbistan Cumhurbaşkanı Vucic’in, “Avrupa dayanışması sadece kâğıtlardan ibaret. Gerçekten yardım eden tek devlet Çin” açıklaması ve İtalyan halkının Pekin yönetiminin yardımlarını selamlamak için açtığı Çin bayrakları Avrupalıların hislerini gösteriyor.

Türkiye’de de hükümet yetkililerinin salgınla ilgili açıklamalarında Çin yardımlarına sıklıkla vurgu yapılması, küresel ölçekte şu ana kadar salgının kazananının Pekin olduğu fikrini pekiştiriyor.

Salgının mağlupları ABD ve AB

Birbirlerinden uzaklaşma eğilimleri hızla artan ABD ve AB ve kesişim noktaları NATO, salgın karşısında zayıflayan kuvvetler oldu.

İtalya, İspanya ve Fransa’da hızla ilerleyen salgına karşı çözüm üretilememesi, iflas eden sağlık hizmeti haberleri ve “sürü bağışıklığı” modeli üzerinden salgınla mücadele etmek isterken virüse yakalanan İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın düştüğü durum, eski kıta halklarının devletlerine ve AB’ye karşı güvensizliğini arttırmış durumda.

İtalya’nın eski Başbakanı, ana muhalefet partisi lideri Matteo Salvini’nin, “AB’den nefret ediyor ve tiksiniyorum. Birlikten ziyade, yılanlar ve çakallar mağarası. Önce virüsü yeneceğiz, sonra dönüp AB’yi düşüneceğiz. Gerekirse teşekkür etmeden ayrılacağız” açıklaması, AB’deki yangının boyutlarıyla ilgili ipuçları veriyor.

Atlantik’in merkezinde bulunan ABD ise Trump’ın başarısız süreç yönetimi sonucu New York’un Koronavirüs’ün dünyadaki yeni merkezi haline gelmesiyle beraber, büyük bir yenilgi yaşadı.

Çöken sağlık sistemi, derinleşen ekonomik kriz ve Washington ve eyaletler arasındaki kopukluğu göz önünde bulundurduğumuzda, önümüzdeki günlerde ABD’den iç karışıklık haberleri gelmesi şaşırtıcı olmayacak.

ABD ve AB arasındaki bağlar ise Trump’ın Avrupa’yı yok sayan siyasetleri nedeniyle kopma noktasına geldi.

Salgınla birlikte derinleşen ekonomik kriz ve peşinde getireceği sosyal sorunlar, bireycililik ve liberal siyasetler üzerine kurulu Atlantik İttifakı’ndaki krizi derinleştirecektir.

Yıkımlar ve ittifaklar

Çin ve Rusya’nın ileri hamleleri ve Atlantik’in sıkışmışlığını göz önünde bulundurduğumuzda, salgın sonrası yaşanabilecekleri şu şekilde sıralayabiliriz:

1.      İtalya ve İspanya örneklerinin de gösterdiği üzere Avrupa Birliği kriz karşısında yetersiz kalmıştır. Salgın sonrası, AB’den kopuşlar yaşanması olasıdır.

2.      II. Dünya Savaşında ABD, Avrupa’ya İtalya üzerinden girmişti. Bugün, tarih tekerrür ediyor. Çin ve Rusya, İtalya üzerinden Avrupa’daki etkilerini kuvvetlendiren hamlelere giriştiler. Önümüzdeki süreçte Avrupa’nın ABD’den kopuşu hızlanırken, birlik üyesi ülkelerin Pekin ve Moskova’yla ilişkileri derinleşecektir.

3.      Zayıflayan Atlantik bloğunun Ortadoğu’daki etkisinin sınırlı hale gelmesi beklenebilir.  

4.      Emperyalist baskının zayıflaması sonrası Ortadoğu’da, Batılı merkezlerle birlikte hareket eden iktidarlarda değişimler, yeni halk hareketleri ve ittifaklara şahit olabiliriz.

5.      Çin ve Rusya’nın, Batı Asya’daki etkisi artarken, ABD’nin zayıflaması sonucu İran’ın hareket alanı da genişleyecektir.

6.      İsrail yalnızlaşırken, Filistin’in özgürlük mücadelesinde yeni mevziler kazanılabilir.

7.      Küresel ölçekte, sol/sosyalist ve kamucu hareketlerle eş güdümlü olarak milliyetçi görüşler yükselişe geçecektir.

Bir bütün halinde değerlendirdiğimizde siyasi durum, II. Dünya Savaşının hemen öncesiyle benzerlikler gösteriyor.

Kurulu düzen ve kuralları yaptırım gücünü kaybederken, daha önceden uç vermiş yönelimlerin hızlanacağı, yeni ittifakların yanı sıra çatışmaların yaşanacağı günlere doğru gidiyoruz.

Avrupa, yeni süreçten en fazla etkilenen alan olurken, ABD’nin izolasyonunun hızlanması ve küresel çapta etkisinin zayıflaması beklenebilir.

Türkiye’de ise Asya’ya yönelişin hızlanacağı ve iç siyasette bu duruma uygun siyasi aktörlerin mevziler kazanacağı bir dönem başlıyor.

Önümüzdeki soru ise Çin’in yeni dönemi nasıl yöneteceği…

İdeolojiler