Facebook, Twitter, Instagram bağımlısı mıyız?

Veri, çağımızın en büyük değeri ve biyolojik doğal zekâ veri işlemede makinelerle yarışamaz. Bu yüzden de yapay zekâ, bilgiye dayalı mesleklerimizi daha önce ele geçirecek. Yapay zekâ, bir hukuk dosyasını hazırlarken tüm mevzuatı doğal zekâdan daha sağlıklı tarayabilir; benzer davalardaki tüm içtihatları, hatta hâkimin önceki davalarda verdiği kararların tamamını çok kısa bir sürede inceleyebilir; dilekçesini yazmadan önce nasıl bir strateji izleyeceğine karar vermek için bir avukatın hayal bile edemeyeceği istatistikler oluşturabilir. Bütün bunları yaparken, dijital ortamdaki verileri kullanacaktır. O verileri işlemekte, yapay zekâyla başa çıkamayız.

Fakat dijital veriyi hâlâ biz üretiyoruz; en azından pazarlanabilir olanlarını. Günümüzde 2 dakikada çekilen fotoğrafların, tüm 19. yüzyılda çekilen fotoğraflardan daha fazla olduğu düşünülüyor. Ayrıca 19. yüzyıldan farklı olarak çektiğimiz fotoğrafları artık albümlerde saklamak yerine sosyal medyada paylaşıyoruz. Her paylaşım, o paylaşım hakkında yapılan yorumlar, “beğen” ve “paylaş” seçeneğini işaretlememiz veya işaretlemememiz, arama motorlarında yaptığımız aramalar, hangi paylaşımı okumak için ne kadar zaman harcadığımız, önümüze çıkan hangi haberi okumayı tercih ettiğimiz, sitelere üye olurken verdiğimiz bilgiler, sanal mağazalardan yaptığımız alışverişler vs. bunların tamamı işlenebilir ve pazarlanabilir veriler oluşturuyor. Veri, pazara çıkartıldığında metaya dönüşmüş oluyor. 

Yeni iletişim teknolojileri üzerine yapılan ekonomi-politik eleştirilerinde, ticari sosyal medyada karşılığı ödenmemiş ermek-zamanın %100 olduğu benimsenen bir görüştür.  Facebook, Twitter, Instagram gibi sosyal medya içerikli şirketler bugün milyar Dolarlarla ifade edilen gelirlerinin önemli bölümünü, kullanıcıların paylaşımlarından çıkan verileri özellikle reklam sektörüne pazarlayarak, yani paylaşımlarımızı metalaştırarak elde ediyorlar. Veri, emekle, bilgisayar başında geçirdiğimiz zamanda üretiliyor; karşılığında herhangi bir ücret ödenmediği için de üretilen değerin tamamına şirket tarafından el konulmuş oluyor. Bu modelde karşılığı ödenmiş emek-zaman sıfırdır.

Ücret ödenmemiş olması, veriyi üreten ile onu pazara süren arasındaki ilişkinin sömürü ilişkisi olmadığını göstermez. Bu tezi savunanların ilk ileri sürdüğü argüman, kölelerin ücretsiz çalıştırıldığı halde, köleliğin bir sömürü biçimi olmasıdır. Hatta Christian Fuchs gibi araştırmacılar tarafından ticari sosyal medya kullanıcıları için köle benzetmesi yapılır: “Symthe ticari izleyicilerden ‘akıl köleleri’ olarak bahsetmektedir; böylece biz de, ticari medya kullanıcılarından çevrimiçi köleler olarak bahsedebiliriz.”[1]

Fakat karşılığında ücret ödenmediği için benzeştiği düşünülen sosyal medyada veri üretirken harcadığımız emek ile köle emeği arasında temel bir fark var; ilki gönüllü çalışmaya dayanıyor, ikincisi ise zorunlu çalışmaya.

Köle emeği ile yapılan benzeştirme, dijital çağın yeni tür bir köleci toplum olarak görüldüğü anlamına gelmez. Dijital emeğin sömürüsünden söz edenler, “enformasyonelleşmiş çağdaş emperyalist kapitalizm”in ortaya çıktığını iddia ediyorlar. Eğer Google, Facebook, Youtube, Amazon gibi devasa kapitalist işletmeler internetin hâkim gücü ise, internette kapitalizmin egemen olmadığını söyleyemeyiz. Fakat buradan, internetin, doğası gereği kapitalizm üreteceği sonucu çıkmaz. Dijital verinin üretimi sermaye-ücret ilişkisine dayanmadığı için, bildiğimiz kapitalizmden farklılıkları olmalı.

Kol emeğine dayanan bir fabrikanın mülkiyeti kimde olursa olsun, varlığını ve gelişimini sürdürebilmesi, karşılığı ödenmemiş emek zamanı gerektirir. Toplum adına el konulması, işçinin patron tarafından sömürüsünü ortadan kaldırır, karşılığı ödenmemiş emek-zamanı değil. Bu ilişki kol emeğine dayalı fabrika ortamının doğasından kaynaklanır; ikisini (karşılığı ödenmemiş emek-zaman ile insan kol emeği kullanan fabrika) birbirinden ayırmak da mümkün değildir. Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet tasfiye edildiğinde bile 20. yüzyıl sosyalizmlerinde sınıfların ortaya çıkmasının, kol emeğine dayalı fabrika ortamının bu doğasından kaynaklandığı ileri sürülebilir.        

Buna karşılık, çağımızın en hızlı büyülen devasa kapitalist işlemlerinin internet ortamında çalışıyor olması, internetin doğal olarak kapitalizm ürettiği anlamına gelmediğini düşünüyorum. Hatta kapitalizm internete, paylaşımdan tamamen ayrı bir işlem uygulanarak dışardan taşınıyor. Paylaşımı yapan ile o paylaşımı kullanan arasındaki ilişki kapitalizmin parçası olmak zorunda değil. İnternette bir müzik videosu paylaştığınızda, eğer şifrelememişseniz bir başkası hiçbir ücret ödemeden o videoyu izleyebilir. Kapitalist bir ilişkiye dönüştürmeniz için ya şifreleyerek erişimi sınırlandırmanız ya da paylaşımı reklam alanı olarak kullandırmanız gerekir. Bu ikisinden birini yapmazsanız hiçbir ticari işlem gerçekleşmeden siz yeteneğiniz kadar video yüklemiş olacaksınız, karşı taraftakiler ise ihtiyacı kadar izlemiş olacaklar. Ticari amaç gütmeyen internet sitelerinde bunun çok sayıda örneğini görüyoruz.  

Sınıflı toplumun dünyamıza egemen olmasından itibaren hiçbir ortamın, herkesin yeteneğine göre verip ihtiyacına göre aldığı bir ilişki biçimine internet kadar yatkın olmadığı söylenebilir. Yaşayan internete baktığımızda Facebook, Twitter, Amazon, Instagram, Youtube görüyor olmamız, internete kapitalizmin dışarıdan dayatılmasından kaynaklanıyor.

Dünyada sadece gönüllü emekle işletilen fabrika bulunmaz, ama sadece gönüllü emekle ticari amaç içermeden işletilen ve Açık Kaynak Hareketi adı verilen dijital ortamda oluşturulmuş yapılar var. Bugün ücretsiz dağıtılan pantolon üretemezsiniz, Sovyet vatandaşları da pantolon edinmek istediklerinde pazardan satın almak zorundaydılar; ama ücretsiz dağıtılan yazılım, kâr amacı gütmeyen sosyal paylaşım siteleri mevcut. Microsoft’un, açık kaynak hareketine itirazları ve engellenmesi için girişimleri biliniyor. Şu anda ticari işletmeler açık kaynak hareketinden daha başarılı görünüyorlar; fakat bu sonucun yaratılmasında Amerikan devletinin ticari işletmeler lehine oynadığı rolü unutmamak gerekir. 

İnternet, ücretsiz dağıtılacak ürünlerin ortaya çıkartabileceği bir ortamdır. Kâr amacı gütmeyen sosyal medya ortamlarına harcanan emek-zamanın ortaya çıkarttığı ürün değişim değerine sahip olmayacağından, artı-değer de oluşamaz.

Marjinal maliyetin yüksek olduğu sektörlerde kapitalist işletmeleri kamusal mülkiyetle değiştirmek, hele ki otomasyon yoksa, sadece ilk kamulaştırma adımında değil, işletmecilik aşamasında da internet üzerinde çalışan işletmelerin kamu tarafından yönetilmesinden çok daha zorludur. Dijital kayıtların ise marjinal maliyeti sıfırdır; bir müzik dosyasını bir defa oluşturup paylaştığınızda, ek bir maliyet oluşturmadan sonsuz defa kopyalanabilir.

Dijital dünyada kabuk nasıl kırılır!

Köleci rejimler, köleler isyan ettiği için yıkılmadılar. Afrika’dan Amerika’ya köle taşıyan gemilere Amerika’daki köleler saldırmadı, ama okyanusu geçerken bu gemileri içindeki kölelerle birlikte İngiliz savaş gemileri batırıyordu. Köleler bu saldırıları hayatlarıyla ödediklerine göre, İngiliz filosunun eylemini onlara gösterilen şefkatle açıklayamayız. Yine de İngiliz kapitalizminin kölecilik karşıtı eylemi o tarihlerde köle isyanlarından daha etkiliydi.

Kölelerin her zaman kölelik durumundan şikâyet ettiklerini düşünmek de yanılgı olur. Antik Yunan şehirlerinde köle olmak sınırlı da olsa beslenmeyi garanti altına alırken, azat edilmek sokakta açlıktan ölmek anlamına gelebiliyordu (köle beslemenin maliyeti nedeniyle ekonomik kriz dönemlerinde Antik Yunan kentlerinde köle azatları artıyordu). Bir işçinin patronuna gösterdiği minnetin benzerine 2500 yıl önce Atina’daki bir kölede rastlamak hiç de şaşırtıcı olmazdı.

Anton Çehov’un Vişne Bahçesi oyununda Firs’in köleci sistemi temsil eden eve, oyunun son sahnesindeki sadakati çok öğreticidir. Çehov mujik bir aileden geldiği için, kölelerin davranış biçimlerini iyi tanıyordu. Padişah Vahdettin’in ikinci eşi Müveddet Kadınefendi’nin küçük yaşta saraya alınan nedimesi Afife Rezzemaza’nın hatıraları da, kölelerin, köleliklerinden kurtulmalarını nasıl trajedi olarak algılayabildiklerini gösteren güzel bir örnektir.[2]

Her sistem kendine yönelik bir sadakat ideolojisi ve ahlakı yaratır; bu ideoloji ve ahlakın sürdürülmesi de yaşamın devamlılığının sisteme olan bağımlılığıyla mümkün. Büyük çiftliklerdeki kölelerin efendilerine karşı duyguları, fabrikadaki bazı işçinin patronuna duyduğu minnet ve hayranlıktan sandığımız kadar farklı olmayabilir. Açlıktan kurtardığı sürece kölenin efendisine duyduğu sevgi ve bağlılık, aslında rasyoneldir.

Toplumumuzun Facebook, Instagram, Twitter gibi işletmelere bağımlılığı da benzer bir ahlak ile açıklanabilir mi? Dijital ortamlardaki yaşamın sürdürülmesi (günümüzde dışında kalmayı göze almak çok zordur) bu işletmelere bağımlı olduğu sürece, pekâlâ dijital bir sadakat yaratabilirler. Facebook, Twitter ve Instagram kullanıcılarının bir sabah uyanıp durup dururken bu şirketlere karşı isyan çıkartmalarını beklemek hayal olurdu. İnternet üzerindeki kapitalist kabuğun kırılması için sadece karşılıksız emek sarf etmekle yetinmeyen (internet ortamında hepimiz zaten bunu sürekli yapıyoruz), bu emekle yazılım ve yeni ağlar üretebilen öncülere ve internet ortamının tamamının yönetilmesini sağlayacak etkin bir kamusal işletmeciliğe ihtiyaç var. Bu ikisini destekleyecek olan, her zamanki gibi yine kitlelerin eylemidir. Aynı kitleler, sosyal paylaşım ortamlarındaki yaşamlarının devamlılığının bu markalara bağımlı olduğunu düşündükleri sürece, sadakatle Facebook ve Twitter paylaşımlarına, Instagram üzerinden fotoğraflarını yaymaya devam edecekler.

Diğer taraftan Google, Facebook, Twitter vs. dünyanın en kârlı ve en hızlı büyüyen işletmeleri arasında olsalar da, onların veya benzerlerinin artık var olmadıkları bir sosyal paylaşım dünyası kurmak; içinde Mercedes, Toyota, Ford’un olmadığı bir ulaşım ağı kurmaktan çok daha kolay olacaktır. Silikon Vadisindeki patronlar sınıfının orta vadeli geleceği, göründüğü kadar güven altında olmayabilir.

The New York Times’ın meşhur ismi Thomas L. Friedman açık kaynak hareketiyle ilgili kapitalizmin kalbinden çarpıcı bir analizi aktarıyor:

“Bu, geri çekilen bir hareket değil. Tersine, birçok başka sektöre uygulanabileceği yolunda devasa ve giderek büyüyen bir hevesle birlikte, yeni başlıyor. The Economist, 10 Haziran 2004’de, ‘Açık kaynak yaklaşımının, yeni ve postkapitalist bir üretim modeli olduğunu ileri süren fanatikleri bile var’ diye yazıyor. Bu kehanet gerçekleşebilir. Ve gerçekleşirse kimin neye sahip olduğu ve bireyler ile şirketlerin yarattıkları şeylerden nasıl bir kar sağlayacakları gibi halletmemiz gereken bazı devasa küresel yönetim meselelerimiz olacaktır.”[3]

Tekelci kapitalizmin üzerine bastığı toprağın daralmasıyla birlikte esas çatışmanın iletişim ve bilgi teknolojileri alanlarında olacağını öngörebiliriz. Ticaret Savaşlarının da temelinde Teknoloji Savaşı yer alıyor, çünkü Batı, teknoloji üzerindeki yaklaşık 200 yıllık tekeli kaybediyor. ABD’nin Huawei adlı Çin şirketini hedef alması ve Google’ın bu savaşta hamle yapan taraf olması, bilgi ve teknolojinin küreselleşmesine karşı gösterilen refleks olarak da değerlendirilebilir. 

Küreselleşmenin dört faktörleri olan malların serbest dolaşımı, emeğin serbest dolaşımı, sermeyenin serbest dolaşımı, hizmetlerin serbest dolaşımı değil ama bilginin serbest dolaşımı küresel çelişkileri, “ticaret” ile sınırlı da olsa “Savaş” sözcüğü ile tanımlanacak noktaya getirdi. Bu savaşın, orta vadeli sonuçlarını öngörebilmek için, kapitalizm ile kapitalizmi aşma eğilimi taşıyan dinamikler arasındaki bir çatışma olarak da incelenmesi gerekir.   

İhtiyaca göre paylaşımın ve Avrupa sosyal demokrasisini aşarak komünizme doğru evrilecek dekomüdifikasyon sürecinin ilk olarak dijital ortamlarda filizlenmesi hiç de şaşırtıcı olmaz. Marx’a göre “bir şey, bir değere sahip olmaksızın, biçimsel olarak bir fiyata sahip olabilir. Fiyat ifadesi burada, matematiksel bazı büyüklükler gibi, sanaldır.”[4] Dijital veriler neden değeri olmadığı halde fiyata sahip olan şeylere örnek olmasın!

Değişim değeri, bugün bile dijital verinin üretilmesi için zorunlu koşul değildir.

 

[1] Christian Fuchs, Dijital Emek ve Karl Marx, NotaBene Yayınları, Ankara, 2015, s. 158.

[2] Afife Rezzemaza, Saraydan Sürgüne Vahdettin’in Saraylısı Anlatıyor, Hazırlayan: Dr. Erdadil Açba, Timaş Yayınları, İstanbul.

[3] Rhomas L. Friedman, Yirmi Birinci Yüzyılın Kısa Tarihi Dünya Düzdür, Boyner Yayınları, İstanbul, 2006, s. 106.

[4] Karl Marx, Kapital, Cilt 1,  Yordam Yayınları, İstanbul, 2015, s. 109.

Etiketler
twitter
facebook
instagram
amazon
google
yapay zeka