Özellikle 21. yüzyılda emperyalizmin ideolojik olarak liberal, politik olarak sosyal demokrat olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Sosyal demokrasi, Avrupa işçi sınıfı partilerinin emperyalist sınıflarla uzlaşmasından doğdu. 1912’de Enternasyonal’in Basel Kongresinde “savaşa karşı savaşım” kararı oy birliğiyle tekrar edilmiş ve buna uygun politik çağrılar yapılmıştı. Savaşta sosyal demokrat partiler emperyalist hükümetlerini destekleyince ve meclislerde savaş kredilerini onaylayınca, Lenin, Kautsky’yi ve diğer sosyal demokrat liderleri Basel Bildirisine ihanetle suçladı. O andan itibaren sosyal demokrasi Türkiye’nin çıkarlarına da aykırı bir akıma dönüşmüştür.
1912 Basel Bildirisi Balkan sosyalistlerinin Türk halkının ezilmesine de karşı çıkmasını ister; Almanya, Fransa ve İngiltere işçilerine şöyle seslenir: “Eğer, giderek, Türkiye'nin askeri yıkılışı, Küçük-Asya'daki Osmanlı egemenliğini sarsarsa, Küçük-Asya'ya yönelen bir fetih politikasına bütün güçleriyle karşı çıkmak —böyle bir politika, dosdoğru dünya savaşına götürebilir— İngiltere'deki, Fransa'daki ve Almanya'daki sosyalistlerin görevidir.”
Olaylar Basel Bildirisini doğrulamıştır. Bildiriden 7 yıl sonra Küçük Asya’ya yönelen fetih politikasına karşı Türk ulusal hareketi ile komünist hareket arasında ittifak kuruldu. Sosyal demokrasi ise karşı taraftadır.
Sosyalist Enternasyonal’in 1951 Frankfurt Deklarasyonunda dünya savaşları sonrası sosyal demokrasi kendisini antikomünist olarak tanımlar; komünizmi “terör yaratan polis örgütü” olarak suçlar.
Sosyal demokrasi Birinci Dünya Savaşı’nda doğdu; Türkiye’de İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra etkin şekilde ortaya çıktı. 1960’lardan itibaren aynı anlama gelecek şekilde Ortanın Solu, Demokratik Sol, daha ender olarak da Demokratik Sosyalizm veya Sosyal Demokrasi kavramlarıyla ifade edildi.
1951 Frankfurt Deklarasyonunu savunan ve Türkiye’ye tanıtan Muammer Aksoy (1969’da Türkçeye çevirip AÜ SBF Dergisinde yayınladı) sosyal demokrasiyi batıcı antikomünizm olarak tarif etmişti. (1) Aynı Muammer Aksoy özgürlükçü 1961 Anayasasının mimarı ve Milli Petrol Davasının lideridir.
Sosyal demokrasiyi Muammer Aksoy gibi komünizmin en güçlü panzehri olarak gören Bülent Ecevit de 1968’de şunu yazdı: “Ortanın solu bizi dört yanımızdan saran sol basınçların Batıdan gelenidir.” (2)
Sosyal demokrasinin Batıcılığı Türkiye’deki ilk liderleri tarafından dile getirilmişti. Nasıl Avrupa’da sosyal demokrasi işçi sınıfı partilerinin emperyalist sınıflarla uzlaşmasından doğduysa, Türkiye’de de Batılı emperyalist sınıflarla uzlaşma arayışıdır.
Refah, sosyal adalet, eşitlik, özgürlük gibi kavramlar bu uzlaşma için Avrupa’daki işçi sınıfı adına masaya konulmuş pazarlık koşulları; bizde ise sosyal demokrasinin siyasal programında, emperyalist sistem içinde Türkiye’ye yer açma çabasıydı.
Sosyal demokrasinin Batı dışı ülkelerde yaygınlaştığı 1980’lerde, sosyal demokrat Batıcılık adım adım her türlü ulusallığın inkarına dönüşür; aynı anda daha fazla Wilsoncu bir içerik kazanır.
Osmanlı Sosyal Demokrat Fırkası Başkanı Hasan Rıza Bey İzmir işgalinden sonra toplanan Birinci Saltanat Şurasında demokrat başkan Wilson’ın sosyal demokrat olduğunu söylemiş, Türkiye’nin masum olduğunun Başkan Wilson’a duyurulmasını istemişti. (3) Wilsonian sosyal demokrasi, Türk sosyal demokratların erken bir öngörüsü olarak siyasi teoriler tarihinde yerini almalı!
Neyin Eleştirisi?
Teori Şubat sayısında yayınlanan “Emperyalizm ve Sosyal Demokrasi” dosyasıyla, Fikret Bila’nın “CHP’de Sağ Sapma” kitabı, aynı ay raflara çıkan iki karşıt eleştiri olarak okunmalı.
Bila’ya göre %20-25 sınırını aşabilmek için CHP’nin önündeki iki yoldan biri sosyal demokrasiden merkeze kayması ve muhafazakar oylara yönelmesi; diğeri ise “sosyal demokrat kimlik ve çizgiden sapmadan” politika yapmasıdır. Buradan şu sonuca ulaşır: Kılıçdaroğlu ilk seçeneği tercih etmiştir ve CHP’de sağ sapma bundan kaynaklanır.
Sosyal demokrasi, emperyalist sınıflarla uzlaşma projesi olduğundan, onların hegemonyasını destekler. Bila’nın sosyal demokrat “sağcılaşma” analizinde, emperyalist sınıflar ile gelişen dünyanın üretici sınıfları arasındaki çelişkinin yerini, muhafazakar bireylerle çelişkiler alır. Bu çelişki de, eleştirmene dini sembollerle ilişkiler düzeyinde görünür; Türk muhafazakarlığının kökünde yer alan Ahmet Cevdet Paşalarla, Said Halim Paşalarla başlayan ve bugün de süren tartışmalar ekseninde değil.
Kitaptaki röportajında Kemal Kılıçdaroğlu, sağ ve solu tanımlarken emek-sermaye yani sınıf çelişkilerinin artık geçerli olmadığını, yerini demokrat ile otokrat arasındaki çelişkiye bıraktığını söylüyor. Süreçleri dini sembollerle veya demokrat-otokrat çelişkisiyle açıklamak, her ikisi de sosyal demokrasinin sınırları içindedir.
Yine de Bila’nın eleştirilerinde haklı olarak kullandığı bazı örneklerin, CHP’nin devrimci geçmişinin daha köktenci şekilde inkarı olduğunu yadsıyamayız. Örneğin Kemal Kılıçdaroğlu’nun, “Benim liderliğini yaptığım partinin de geçmişte yarattığı derin yaralar vardır” cümlesi, Cumhuriyet Devrimine yeni bir sosyal demokrat reddi mirasdır.
1951 Frankfurt Bildirisi de, 1960’ların Ortanın Solu programı da sosyal demokrasinin evriminin aşamalarıydı. Nasıl her bir form bir üst form ortaya çıktığında daha derinlikli anlaşılabiliyorsa, Ortanın Solundaki Batıcılığın kaçılmaz süreçleri de günümüzdeki CHP ile anlaşılabiliyor.
Fikret Bila CHP eleştirisinde, evrimi geriye doğru yürütmeyi öneriyor. Avrupa sosyal demokrasisini 1951 Frankfurt Deklarasyonuna ya da CHP’yi Ecevit’in yazdığı Ortanın Solu programına döndürmek mümkün değildir. Frankfurt Deklarasyonu 21. yüzyıldaki Sosyalist Enternasyonal, Ortanın Solu programı bugünkü CHP olarak ürünlerini verdiler. Ulusal, halkçı, demokratik, laik sol programın kaynağı 1960’ların Ortanın Solunda değil, sosyal demokrasinin devrimci eleştirisinde ve Asya kalkınmasının dinamiklerinde aranmalı. O dinamikler, özellikle Asya’daki sosyalist kalkınma pratikleri, Bila’nın da tartıştığı, farklı mülkiyet biçimlerinin nasıl bir arada gelişebileceğini gösteren modeller sunar.
Kamu mülkiyeti öncülüğünde farklı mülkiyet biçimlerinin kendilerini geliştirebileceği üretim ve bölüşüm ilişkilerinin kurulması, en başta üretici güçlerin emperyalist sınıfların global hegemonyasından özgürleştirilmesi sorunudur.
Servetlerini kamu ve kent rantlarıyla biriktirenler, sosyal demokrasinin de küreselleştiği 1980 sonrasında, siyasette etkin bir sınıfa dönüştüler. CHP de o sınıfın çıkarlarının belirleyici olduğu partilerden biri olarak biçimlendi. 2024 belediye seçimleri aday belirleme sürecinde CHP’nin yaşadığı kriz, bu sınıfın krizidir. Krizin kendisini güçlü şekilde CHP’de göstermesinin nedeni var; üretici sınıfların çıkarlarına yabancılaşmıştır.
Rougonların Serveti ile ortaklığa kalkışan CHP, kendi Baron Haussmann’ını arıyor. En kötüsü şu ki, içeride Doktor Pascal yok!
Ayrılıkçı Terör Karşısında Sosyal Demokrasi
Bila, PKK’nın yasal partilerinin CHP açısından altıncı kırılma ve Doğu’da oy alamamasının nedeni olduğunu savunuyor.
CHP ve HDP/DEM Parti ortak sosyal demokrat zemini paylaşıyorlar. HDP/DEM Parti etnik sorunda CHP’den daha sosyal demokrat olduğu için, sosyal demokrasiye yönlendirilen oyların PKK’nın terör faaliyeti yürüttüğü bölgelerde CHP yerine HDP/DEM Partiyi tercih etmesi şaşırtıcı değil. Hatta CHP’nin sosyal demokrat politikaları, HDP/DEM Partiyi oy kaymasını destekliyor.
Fransız sosyolog Emanuel Todd, Le Figaro’ya verdiği ve çok tartışılan “Üçüncü Dünya Savaşı Başladı” başlıklı röportajında özetle şunu söylemişti: Üçüncü Dünya Savaşı, liberal Batı ile dünyanın geri kalanındaki otoriterizm (Batı siyasal literatüründe bu kavram daha çok Xi Jinping liderliğindeki Çin için kullanılıyor) ve muhafazakarlık (en başta Putin liderliğinde Rusya akla geliyor) arasındadır. (4)
CHP merkezli Altılı Masanın liberal Batı’nın Türkiye seksiyonu olarak kurulması, sosyal demokrasiyi HDP’ye daha güçlü şekilde bağladı. Böylece bir kez daha komünizmle (Çin’e özgü sosyalizmle) karşı karşıya gelen ve onun Batı dışı muhafazakarlıkla kurduğu ittifakla savaşan sosyal demokrasi, CHP’deki “altıncı kırılmanın” nesnel zeminine dönüşür.
Hem AB’deki sosyal demokrat partilerin çatı örgütü olan Avrupa Sosyalistler Partisi (PES) hem de Sosyalist Enternasyonal (SI), Türkiye’deki ortakları olarak CHP ile birlikte HDP’yi de sayıyorlar; bazı metinlerde HDP/DEM Partinin adı CHP’den önce anıyorlar.
Kılıçdaroğlu ve Özel dönemlerindeki CHP-HDP/DEM Parti ittifakının, uluslararası sosyal demokrasinin takip edilmesi olduğunu söyleyebiliriz.
Teori’nin Şubat sayısında SI ve PES’in Türkiye açıklamalarından seçilmiş örneklerin tam metin çevirilerini, “Sosyal Demokrasinin Türkiye Tezleri” başlığıyla yayınladık. Her ikisi de Türkiye’yi önemli ölçüde ayrılıkçı hareketi merkeze koyarak izleyen SI ve PES, Suriye uzantıları üzerinden PKK’yı tarihin en vahşi terör örgütüne karşı savaşan antiterör organizasyonu olarak tanımlıyorlar. Türkiye’nin, Basel Bildirisine ihaneti hatırlamaması mümkün değil!
Kemal Kılıçdaroğlu ve Özgür Özel dönemlerinde CHP-HDP/DEM Parti ittifakı, uluslararası sosyal demokrasinin tezlerinin onaylandığını gösterir. Bu da CHP’yi liberal Batının savaşına eklemleyen önemli bağlardandır.
Sonuç
Bila’nın CHP eleştirisi, “büyük kent merkezleri ile kıyı şeridinin” duyarlılıklarının içine sıkışıp kalmıştır. Eleştirinin nereye yöneldiği, şeridin dışında kalanlara bakarak anlaşılabilir. CHP’nin oradakilere sosyal demokrat politikalarla ulaşabilmesi de sosyal demokrasi eleştirisini içermeyen eleştirinin CHP’deki sağ sapmanın kaynaklarını ortaya çıkartabilmesi de mümkün görünmüyor. CHP’nin kentsel tabana dayanan, kırsalda zayıf parti olduğu, daha 1973 seçimleri sonrasında kurultaya sunulan Parti Meclisi Raporunda tespit edilmişti. 1973 seçimleri Ecevit’in şahsında Ortanın Solu programının parti içinde zafer kazandıktan sonra, CHP’nin Ecevit Genel Başkanlığında girdiği ilk seçimdi.
Bila, sosyal demokrasi üzerinden emperyalist sistemle kurduğu ilişkiyi, CHP eleştirisinin dışında bırakıyor.
Hikmet Bila, 1945’de başlayan bir sürecin 1947 Kongresinde son aşamasına vardığını söylemiş ve şu tarifi yapmıştı: “Bir yandan batı ile bütünleşen, bir yandan da fikirlerini değiştiren CHP.” (5)
CHP’nin 1940’ların ikinci yarısında başlayan, öncesinden farklı hikayesi var. CHP’nin bugünü, o hikayenin içinde anlaşılabilir. Süreklilikleri yok sayarak yapılacak eleştiri, sosyal demokrasi içindeki çekişmeden fazlası olamayacaktır.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Kremlin’le değil Batı’yla ilişkileri öncelik haline getireceğiz” demesi, ya da Özgür Özel’in “geminin rotasını Batı’dan Doğu’ya çevirip Şanghay İşbirliği Örgütüne girme hedefine” muhalefeti, neden CHP’de Sağ Sapmanın göstergeleri arasında sayılmıyor?
Sosyal demokrasinin, Batı’dan gelen basınç olması nedeniyle mi?
Cevap vermeden önce Teori’nin Şubat dosyası okunmalıdır.
DİPNOTLAR
- Muammer Aksoy, Sosyalist Enternasyonal ve CHP, Tekin Yayınevi, Ankara, 1977.
- Bülent Ecevit, Ortanın Solu, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1968, s.32.
- Onur Alp Yılmaz, Cumhuriyet Döneminin İlk Sosyal Demokrat Partisi: Türk Sosyal Demokrat Partisi (1946-1951), SDÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Ekim 2023, Cumhuriyet'in 100. Yılı Özel Sayısı, s. 54.
- https://www.lefigaro.fr/vox/monde/emmanuel-todd-la-troisieme-guerre-mondiale-a-commence-20230112
- Hikmet Bila, Sosyal Demokrat Süreç İçinde CHP ve Sonrası, Milliyet Yayınları, 1987, s. 183.