NATO nedir, ne değildir?

Alp Hamuroğlu

“Barış”ın ve “Soğuk Savaş”ın “Silahlı Kuvvetleri”: NATO

İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD tarafından, “Avrupa’nın korunması” gerekçesiyle ve Sovyet askeri varlığını dengelemek amacıyla 4 Nisan 1949 tarihli Kuzey Atlantik Antlaşması hazırlandı, belirlenen ittifak güçlerinin imzasına açıldı, 24 Ağustos 1949’da da antlaşma yürürlüğe girdi. Başını ABD çekiyordu, amacının savunmayla ilgisi olmadığı gibi, onun için Avrupa’nın savunulması da sözkonusu değildi. Yeni örgüt, Marshall Planının tamamlayıcısı olacaktı.[1]

Savaş bitmişti, ama savaş şekil değiştirilerek sürdürülecekti. Savaş sonrasında, dünya kamuoyu barış sevinci yaşarken ve yaralar sarılırken silahlanma devam edecekti. ABD, savaştaki “dostunu”, “müttefikini”, düşman ilan etmiş, namluyu ona çevirmiş, onun için ve ona karşı savaşacaktı. Bunun kötü ve çok olumsuz sonuçları olan bir yarışa yol açması kaçınılmazdı. Karşılıklı caydırıcı silahlanma stratejisi ortaya çıktı. Bunun adına, Soğuk Savaş dendi. Soğuktu, çünkü silah patlamayacaktı; savaştı, çünkü silahlanmaydı ve silahlanma savaştan başka bir şey için yapılmazdı.[2] NATO, soğuk savaşta savaşma ve sıcak savaşa hazırlanma örgütüydü. 

Avrupa ülkelerinin ekonomik zorluklarına karşı Marshall Planı’yla ABD desteği yapılmıştı.  Ancak savaş sonrası Avrupa ülkeleri, kendi askeri güçlerine güvenmez durumdalardı. Üstelik o dönemde Amerikan emperyalizminin yarattığı antikomünizm, o zamana kadar olmayan bir “tehlike”yi dünyanın gözüne sokmaya çalışmaktaydı, Sovyet tehlikesi. Ve bunun sonucunda o günlerdeki dünyanın en büyük ekonomik ve askeri gücünün Avrupa ülkelerinin güvenliklerini sağlaması gerektiği düşünülmeye başlanmıştı. Bu bir beklentiye dönüştü. Avrupalılar ABD’den bu yönde bir “görev” yapmasını ister duruma geldi. ABD ise bunu kendi askeri ve siyasi yayılması için değerlendirmeye soyundu.

Bunun örgütü kuruldu. Örgütün adı, North Atlantic Treaty Organization’dır (NATO). Dili, İngiliz veya ABD İngilizcesi olması farketmez, İngilizcedir!

Üyeler, Belçika, Birleşik Krallık, Danimarka, Fransa, Hollanda, İtalya, İzlanda, Kanada, Lüksemburg, Norveç ve Portekiz’di. (İsveç ve İsviçre kendileri girmek istememişler, İspanya ise uygun bulunmamıştı.) Örgüte 1952’de Yunanistan ve Türkiye, 1955’te Almanya, 1982’de de (Franco dönemi sona erdiği gerekçesiyle) İspanya alındı.

Ocak 1950’de Avrupa için özel bir “strateji konsepti” belirlendi. Askeri yönü dışında, barışı ve güvenliği korumak yanında, amaçlar arasında Avrupa’da “istikrarı ve huzuru geliştirmek” de vardı. Aynı ayın sonunda ABD’nin yapacağı askeri yardımların, Marshall Planında olduğu gibi, Avrupa’daki “ortak savunma” şartına bağlı kılınması sağlandı. Avrupa ülkelerinin içinde bulunduğu askeri güçsüzlük ve bunun getirdiği korunma ihtiyacı ABD için önemliydi! Bu, aynı zamanda onlar için bir zorlanma nedeni olacaktı. İngiltere ve Fransa arasındaki 1947 tarihli Dunkerque Antlaşması kolaylaştırıcı bir rol oynamış, bu antlaşmaya, 1948’de “büyükler” yanında Benelüks ülkelerinin Brüksel Antlaşması eklenmişti. Ama kuruluşuyla birlikte hemen ortaya çıkan, örgütün yalnızca askeri bir örgütlenme olduğu ve öyle kalacağıydı.

NATO için “savunma” sözcüğünün kullanılması Avrupa ülkelerinin ve kamuoylarının kandırılması içindi. Bunu sağlamak amacıyla, önce, Avrupa ülkelerine ve kamuoylarına kömünizme karşı çıkılması gerektiği propagandası yapıldı. Dost, düşman yapılmıştı. Sovyetler Birliği Avrupa için tehlikeydi, Avrupa Sovyet tehdidine inandırıldı. Savunulmaları gerekiyordu. Bunu yapacak olan da ABD’ydi. 

Kuruluşun arkasından oluşturulan Avrupa Yüksek Müttefik Komutanlığı (SACEUR, Supreme Allied Commander for Europe), ABD’li generallerin yönetimine verildi. Böylece NATO’nun yönlendiriciliği ve yönetimi, ABD silahlı güçlerinin Avrupa’daki komutanlığına (CINCEUR, Commander in Chief Europe) ayrılmış oldu. Avrupa’daki genel karargâh, Belçika’nın Mons yakınındaki Casteau kasabasında bulunan ve  Avrupa Müttefik Kuvvetler Yüksek Komutanlığı’na bağlı olan Avrupa komutanlığı (SHAPE, Supreme Headquarters Allied Powers Europe) idi. [3]

Örgütün ilk yirmi yılında, üsler, havaalanları, depolar, lojistik altyapı ve haberleşme şebekeleri için öngörülen 3 milyar Dolarlık tahsisatın üçte biri ABD tarafından karşılandı.

NATO ülkelerinin askeri harcamalarının toplamı, dünya askeri harcamalar toplamının yüzde 70’inden fazladır. 1990 yılı itibarıyla on altı NATO ülkesinin toplam silah ve asker mevcudu: 5 milyon asker, 25 bin tank, 35 bin zırhlı araç, 6 bin savaş uçağı, 2 milyona yakın savaş helikopteri.

Komünizme karşı “Stay-behind”: NATO öncesi “Hazırlık”!

İngilizcede “geride kal” anlamındaki Stay-behind, İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD’nin müttefiklerine yaptığı propaganda sonucunda gerekli olduğu varsayılan strateji ve örgütlenme için kullanılmaktadır ve bir “senaryo”ya dayanmaktadır. Bu senaryoya göre, savaş bitmeden ya da bittikten sonra Sovyetler Birliği Avrupa’ya saldıracak ve Avrupa ülkelerini işgal edecek, “fırsattan” yararlanacaktır! Bu konuda tehlike, işgal edilen ülkelerdeki antifaşistlerin ve komünistlerin Sovyet ordularına yardımcı olmasıdır. Bunu önlemek gerekir ve bunun için önlemler alınmalıdır.

İşte bu önlemler daha savaş yıllarında alınmaya başlandı. “Geride tutulan” ve görünmeyen örgütlenmeler oluşturuldu. Görünmeyen ve sezdirilmeyen; çünkü savaştaki “silah arkadaşı” (SSCB) bir şey anlamamalı, kendisine güvenilmediği ve kendisi için önlemler alındığı o günlerde ortaya çıkmamalıydı! Gerçi her şey seziliyor, anlaşılıyor, öğreniliyor ve her şey biliniyordu ama “savaş sonu planları”nın hazırlıklarına ne kadar önceden başlansa o kadar iyi olurdu.

Stay-behind’ın ilk örgütlenmeleri, İngiltere ve Fransa’da yapılanlardı. Arkasından (veya aynı dönemde) ABD gizli ajanları Almanya’da, hem direnişçilerden, hem de Nazi’lerden devşirerek Werwolf adlı bir örgüt kurdular. Üyeler birbirlerinden habersizdi ve kimse başka bir üyeyi tanımıyordu. Müttefik güçler İtalya’ya çıktıkları zaman saklanmış şekilde gizli silah depoları inşa ederek ilk maddi hazırlıkları yaptılar. Savaş bitir bitmez de, önceden planlanmış silah depoları Fransa, Avusturya, Almanya ve Hollanda’da inşa edildi.

Eğer işgal gerçekleşirse, yapılan hazırlıklar yerel direnişin başlangıcı için kullanılacaktı. Bütün bunlar başlarda küçük çaplı operasyonların hazırlıkları olduğu gibi, bütün ülkeyi içeren operasyonlar da planlanmıştı. Silahlı direnişçiler için saklanmış gizli silah depoları, bir kısmı rastlantılarla, bir kısmı da tahkikatlar sonucunda İtalya, Avusturya, Almanya, Hollanda ve diğer ülkelerde sonradan hep ortaya çıkacaktı.

Çoğu örnekte Stay-behind kuvvetleri silahlı mücadele olan gerçek amacının dışına çıkmış, işgali önlemek yerine iç siyasette aktif yer almışlardır. Stay-behind örgütlenmeleri kuruldukları ülkelerde önce, askeri değil, siyasal hayatı şekillendirmek için kullanılacaktı. Bir ülkedeki komünist partinin demokratik şekilde çok oy alarak öne çıkması durumunda gelişmelerin yönü, askeri olmayan yöntemlerde değiştirilebilecekti. Örnekler biraz ileride görülecektir.

NATO kurulmadan önce İngiltere’de Auxiliary Units, İtalya’da Gladio, Portekiz’de Aginter Press, İspanya’da GAL, Hollanda’da I&O, Yunanistan’da LOK (Lochos Oreinon Katadromon), Avusturya’da OWSGV, Almanya’da TD-BDJ (Technischer Dienst - Bund Deutscher Jugend), Norveç’te ROC, Fransa’da Arc-en-ciel, Belçika’da STC/Mob ve sonradan SDRA-8, Finlandiya’da Nihtilä-Haahti Plan, İsveç’te Informationsbyrån, İsviçre’de P-26 (Project-26)… Önlem örgütleri o derece ciddi ele alınmıştı ki, Stay-behind’ın Avustralya’da bile “şubesi” vardı (Regional Force Surveillance Units).

Bu örgütlenmeler1947-48 yıllarında tamamlandığında “merkez”den artık gizli ordular şeklinde söz edilmekteydi, Stay-behind-network (Stay-behind-Netzberk ; “Stay-behind-ağı”), artık Stay-behind-Army (Stay-behind-Geheimarmee; “Stay-behind-gizli ordusu”) olmuştu.

Avrupa’daki 15 ülkede yapılanan askeri örgüt ve ilişkilerin bağlantılarının mali kaynağı yalnızca ABD’ydi. O günlerde ABD’nin hem para sıkıntısı yoktur, hem de bu giderler vazgeçilmez ölçüde önemli “yatırım”dır!

Örgütün 1950’li yılların başında 3-4 bin personeli vardı ve bu personelin tamamı ABD ve İngiltere’de kontrgerilla savaş eğitimi almıştı. 1951 yılında Stockholm’de bulunan CIA (Central Intelligence Agency) masasının şefi William Colby, NATO üyesi Norveç ve Danimarka Stay-behind kuvvetlerinin İsveç ve Norveç gibi tarafsız ülkelerde eğitilmesini savunmuştu. Bu kapsamdaki faaliyetler ilk önce 1953 yılında yakalanan faşist terörist Otto Hallberg’in sorgusunda ortaya çıkmış ve İsveç Stay-behind kuvvetleri ifşa olmuştur. Ancak garip bir şekilde Hallberg hakkındaki suçlamalar düşmüş, kendisi serbest bırakılmıştır.

NATO’daki gizli ve gayri meşru örgütlenme

Her savaş türü kendine özgü örgütlenmelere sahiptir. Her tarz, kendi örgütlenmesini yaratır. Meydan savaşının, işgal savaşının, deniz savaşının, bağımsızlık savaşının, kurtuluş savaşının, topyekûn savaşın, gerilla savaşının, “özel harb”in, “gayri nizami harb”in, psikolojik savaşın vb. hepsinin kendine özgü örgütlenmeleri ve yapılanmaları vardır. Soğuk Savaşın örgütlenmesi ise yasal olmayan ve görünmez yapılmak istenen bir örgütlenmeyle birlikte olacaktır. Bunların kanıtları, Fransa Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle’ün NATO karargâhının Fransa’dan çıkarılması sırasında yaptığı bir konuşma (16 Ekim 1967), İtalya Başbakanı Giulio Andreotti’nin 3 Ağustos 1990’da Senato Araştırma Komisyonu’na SIFAR’ın[4] CIA ile imzaladığı anlaşmayı ifşa ettiği açıklama ve “NATO’nun Alman genel sekreteri Manfred Wörner’in 9 Kasım 1990 günü  örgüte üye ülkelerin daimi temsilcilerini toplayarak, gizli protokollerin ve gizli askeri örgütlenmenin varlığını” doğrulamasıydı. 

NATO’ya girmek isteyen her ülke, örgüte giriş anlaşmasını imzalarken, ABD ile ayrıca gizli protokoller imzalamaya da mecbur edilmişti. Buna göre, NATO’ya girecek devlet, “komünizme karşı mücadele edecek bir devlet kuruluşu da oluşturmak zorundaydı”.[5] Bazı ülkelerde bu protokoller NATO’ya girmelerinden yıllar sonra (İtalya altı yıl, Yunanistan üç yıl sonra) imzalanmıştı. Ama NATO’nun yasa dışı ve gizli bu bölümü, bütün ülkelerde faaliyet yürütecekti.[6] Merkezi, Brüksel’deki NATO merkezinde bir büroydu.

Savaş yıllarında Avrupa’da faaliyete başlayan Batı Birliği Gizli Komitesi, ABD hesabına gelecekle ilgili planlar uyguluyordu. NATO kurulduktan sonra askeri aygıta aynen monte edildi, NATO Güvenlik Dairesi’ne bağlandı. 1951 yılında adı, Gizli Planlama Komitesi (CPC, Clandestine Planning Commitee) olarak değiştirildi. Arkasından gene NATO komutanına bağlanmak üzere, Müttefik Gizli Komitesi (ACC, Allied Clandestine Commitee) adıyla ikinci bir komite daha kuruldu. SüperNATO adı verilen gizli ve yasa dışı örgütlenmelerin yönetimi bu komiteler tarafından yapılacaktı.[7] 

SüperNATO, siyasal konular yanında uyuşturucu ve silah kaçakçılığı başta olmak üzere her türlü yasa dışı alanda da faaliyet gösterdi. Bu, kaçınılmaz olarak her ülkede Mafya ile omuz omuza ve el ele olmasına yol açacaktı. Bunun yolu daha savaş bitmeden ABD’nin Mafyadan yararlanma ile ilgili projesiyle başlamıştı.[8]

SüperNATO’nun Avrupa organları: İtalya’da, Gladio (Latincesi gladius, “Kılıç”), ilk kurulandı.[9] Belçika’da, Glaive veya SDRA-8 ve STC/MOB. Fransa’da, Rüzgargülü (Rose des Vents ya da İngilizcesiyle Windrose).[10] İngiltere’de, SBN (Secret British Network). Hollanda’da, NATO Command. Avusturya’da, Schwert. Yunanistan’da, Koyun Postu (Sheep Skin) ya da B-8. Almanya’da, Sessiz Şebeke ya da Gehlen[11] Harekatı ya da Sword. Ve Türkiye’de Kontrgerilla ya da “Ergenekon”[12].

Bunlar 1991’de bir skandalla ortaya çıktı.[13] Bütün dünyada yankılandı ve tepki topladı.  Bu yüzden devrilen hükümetler oldu, meclisler konuyu uzun süre gündemlerinde tuttu. Ancak sonuçta NATO örgütlenmesinden kaynaklanan bu yasa dışı yapılanmaların hiç biri ortadan kaldırılamadı!

Devletler üstü görev yapan örgütler başlarına buyruktu. Aslında hiç bir ülkede bu tip örgütlenmeler anayasalara ve başka bir yasaya tabi ve uygun değildi. Oysa genel olarak yönetimler bilgisiz de değillerdi, tek önlemleri “sözlü istihbarat” görevlerini yerine getirmekte olmalarıydı! Alınmış olan tek önlem buydu.

Daha NATO kurulmadan yasa dışı örgütlenmenin kadroları belirleniyordu. Bunların içinde en büyük ağırlık Nazi subaylarındaydı. Bir kısmı öldü veya kayıp diye gösterilerek, bir kısmı ise resmen ama adları değiştirilerek istihdam edildi. Zaten daha savaş bitmeden, Almanya’nın yenileceğini anlayan çok sayıda Nazi lideri ABD ile temasa geçmişti.[14] Almanya sonradan Nazi subaylarının SüperNATO faaliyetlerinde yer almasına razı edilecekti.[15] Devşirilen SS kadroları CIA’nın örgütlenmesinde önemli görevler üstlenmiş olduğu gibi, çeşitli ülkelerden Alman Nazi’leriyle iş birliği içinde bulunanlar da CIA’ya devredilmişti.[16]

NATO planlanırken üyelerin denetlenmesinin nasıl olacağı da düşünülmüştü. Daha doğrusu örgüt Avrupa ülkelerinin denetim altında tutulması için kuruluyordu. ABD, Avrupa ülkelerini istediği gibi şekillendirecekti.[17] “Denetim”in ilk konusu İtalya’ydı. Savaş sonrasında büyük oy potansiyeli olan komünistlerin iktidar olması önlendi.[18] Bunu, General de Gaulle’ün “tehlikeli” olduğu nedeniyle öldürülmesi ile ilgili bir plan ve darbe hazırlığı izledi. Ama başarılamamıştı.[19] Aslında ABD, Avrupa ülkelerinde yalnız komünistleri önlemeye çalışma değil, yöneticileri de belirleme niyetindeydi. Nitekim yıllar sonra bütün önemli ülkelerin yöneticilerinin ABD tarafından belirlendiği, hazırlandığı, desteklendiği ve iktidar yapıldığı, birçok örnekle ileri sürülecektir.[20]

1967’de Yunanistan’da seçim kampanyası başlamak üzereyken faşist askeri darbe yapıldı.  Ülkenin birçok yerinde (hatta Girit Adasında) faili belli olmayan bombalar patladı.  Arkasından bir albaylar grubu hükümeti devirdi ve askeri yönetim kurdu. “Darbenin lideri on beş yıldan beri CIA’nın maaş bordrosundaydı.”[21]

Soğuk Savaşın esas olarak 1950’lerden sonra geçerli olduğunu düşünecek olursak, bunların çoğu 50 öncesine, daha öncelere dayanıyordu.

SüperNATO’nun hazırlık faaliyetleri, kadrolaşma yanında eğitimdi. “Amerika Başkanı Johnson 1964 yılında, ‘şu anda 49 ülkede iç savaşın en gelişmiş tekniklerini güvenlik kuvvetlerine öğreten 344 ekibimiz çalışıyor’ derken, Türkiye’de Kontrgerilla eğitimi çoktan başlamış bulunuyordu.”[22] ABD’de, İtalya’da, Almanya’da CIA düzenlemesiyle ve programlarıyla açılan okullar sürekli ve düzenli “eğitim” veriyordu. Üstelik; SüperNATO örgütleri yalnız NATO ülkeleriyle sınırlı olarak da düşünülmemişti. Avusturya, İsveç gibi ülkelerde de yürütülecekti. Başka bir boyut ise dünya çapında suikastlar ve darbeler zinciriydi.[23]

NATO içi ilk sorunlar

NATO, güya Avrupa’nın savunulması içindi. Ama ABD, Avrupa’yla sınırlı olmayan alanlara göre de hedefler belirlemişti. Savaş bitmişti ama aslında devam ediyordu, daha doğrusu savaş ABD için bitmemişti.[24] ABD, savaşta içinde yer aldığı bütün “alanlar”da savaşa devam edecekti ve her yerde savaşmamış olduğu için buna yeni alanlar da eklenecekti. Çünkü ABD kendini dünyanın “yeni imparator”u olarak görüyordu, her yerde olacaktı, olmalıydı. Gücü düşünüldüğünde haklıydı, “savaştan dünya sanayi üretiminin neredeyse üçte ikisini gerçekleştirerek çıkmıştı”[25], savaştan zarar görmek bir yana, savaştan yararlar sağlamış, hatta savaş sayesinde ekonomisi büyümüş ve endüstrisi daha da gelişmişti. Yeni “barış” döneminde en önemli ve “en öncelikli olarak Yakın Doğu’da” etkinleşmeli ve hatta bölgeye tam olarak hakim durumda olmalıydı. “NATO’nun hedef alanları” konuşma konusu edildiğinde ve ABD, hedef alanlar içine Yakın Doğu’yu sokuşturmaya çalıştığında, Avrupalı NATOcular hemen ve kesin bir şekilde buna karşı çıkmışlardı. “NATO alan-dışı (out of Area) bir rol üstlenmemeli”ydi. “Böyle bir karışma, NATO’nun sorun içine sürüklenmesine… neden olabilirdi.” Aslında Avrupalılar için esas neden, alan genişlemesinin, NATO’nun, “‘Avrupalıların doğal olarak öncelikli kaygısı olan Avrupa’nın savunulmasından’ başka alanlara” kaymasına ve başka hedeflere yönelmesine yol açabilecek olmasıydı.[26] Bu arada kendileri ihmal edilebilirdi! Belliydi ki Avrupalılar, ABD çıkarları için kendi “savunma” çıkarlarını feda etmek ya da en azından zayıflatmak istemiyorlardı.[27] Ayrıca böyle bir durum yüzünden “NATO’nun stratejik planlamasında, Güney Kanadı’nın merkezi bir cepheye, Avrupa Merkezi Cephesi’nin de bir ‘kanat’a dönüşmesi pekala mümkündü”.[28] Sonunda Avrupa ülkelerinin istemezliği ve tepkileri karşışında ABD, NATO’nun Avrupa dışında kendine görev alanı açması dayatmasını sürdüremedi, geri çekildi.[29] Alan-dışı savaşların askeri birlikler tarafından yürütülmesi o dönemde zaten gerekmiyordu, NATO’yla birlikte yapılması da şart değildi. Bu alan-dışı bölgesel işler, zaten devlet imzası taşımıyordu ve taşımayacaktı, yapacak olan CIA’ydı. Bu programın ilk belirgin işi İran’daki Musaddık yönetimine karşı darbe oldu (1953).[30]

Biraz önce değinildi, NATO’nun bir amacı da Avrupa ülkelerini denetim altına almaktı. Ama Avrupalılar denetlenmek istendiklerini anlamıyor değillerdi. Avrupa ülkeleri için ABD’nin yöneticiliğine biraz boyun eğilebilirdi, ama bunun da bir ölçüsü ve uygun bir şekli vardı, o, “hegemon olarak” yalnızca sorumluluklarını kabul etmeli ve onları yerine getirmeliydi. Ayrıca; Avrupa’daki NATO hükümetleri zaten ABD siyasetlerinden başından beri hoşnut değillerdi, ona güven duymuyorlardı. Ancak SSCB’nin “askeri gücüne karşı, … korunmanın bedeli olarak Amerikan üstünlüğünü benimsemeye [de] hazır”dılar.[31] Sorun hükümetler katında böyleydi, ama kamuoyu içinde NATO’nun savaş örgütü olduğu da hissediliyor, hatta, geniş olmayan kesimler içinde ABD’nin NATO’yu savaş için kullandığı ve hep kullanacağı biliniyordu. Bu yüzden Avrupa’da (özellikle Almanya’da), barış için örgütlenmeler hep NATO’ya karşı konumlanacaklardı.[32]

Bir de NATO gibi askeri yönü açık, ağırlıklı ve belirgin bir “savaş örgütü”nün “düşmanı” kışkırtacağından “çekinenler grubu” oluşmuştu. Bunlar, ‘NATO olmasın’ diyemiyorlar, bunu savunamıyorlar ama onun “yumuşak” olmasını, savaşçı gözükmemesini, bunun için de silahlı bir yapı olması yanı sıra, “barışçı” özellikleri olmasını da gerekli görüyorlardı. Örneğin, ekonomik, kültürel, “silahsız diplomatik” faaliyetlerin önde ve ağırlıklı olmasından, daha doğrusu gözükmesinden yanaydılar. NATO’nun yalnızca askeri ve silahlı yönü olursa kışkırtıcı ve sorun yaratıcı olabilirdi. Elbette haklıydılar, nitekim NATO, Varşova Paktı’nın ortaya çıkmasının nedeni olacaktı. ABD, başından beri ve her zaman bütün söylemlerinde NATO’nun “askeri bir ittifak” olduğunu belirtmekten çekinmedi, hatta bunu vurgulamaktan hiç bir zaman kaçınmadı. ABD askeri yönü gizlemeye çalışmıyordu. Bu konu, daha sonraları, aşağıda okunacak satırlardaki kimi “ihtiyaçlar” nedeniyle daha da büyüyecek ve NATO içi ABD karşıtlığının dayanaklarından biri haline gelecekti. ABD, zaten oldukça sorumsuzdu.

Bunların yanı sıra üyeler içinde, örgütte bazı değişiklikler, hatta bir reform yapılmasını, askeri alan dışındaki faaliyetlerin de ihtiyaç olduğunu, onlara da önem verilmesini, askeri alanı aşacak prespektiflerin oluşturulmasını isteyenler vardı. Ama ABD “sağır”dı! Böylece en önemli sorun olarak, Avrupa ülkelerinin örgütteki ABD etkinliği ve hegemonyası konusunda tereddütleri ortaya çıkmıştı. “Yöneten Washington’du, Avrupa sürükleniyordu.” Avrupalılara göre bu, NATO’nun “ilke”siydi.[33]

Fransa ABD’den ilk rahatsız olandı. Savaş sonrasında Komünist Partisi’nin (FKP) iktidar ortağı olmasına karşı ABD, Plan Blue adını verdiği bir darbe girişiminde bulunmuştu. 1946 yılı sonunda açığa çıkarılan ve önlenen kalkışma ertesi yılın temmuz-ağustos ayları için ABD’nin savaş sırasındaki istihbarat örgütü olan OSS (Office of Stragegic Services) ve Birleşik Krallık’ın MI6 örgütleri tarafından planlanmıştı.[34]

ABD’nin, Süveyş Kanalı krizi döneminde İngiltere ve Fransa’nın birlikte Mısır’a müdahale (askeri çıkarma yapma) planı ABD tarafından önlenmişti (1956). Bu da NATO içi bir sorun değildi elbette; bu yüzden NATO içinde tartışılmadı, ama bu iki ülke o günden sonra ABD’ye tepkilerini göstermek için fırsat kollamaya başlayacaklardı. Planları bozulmuş, çıkarları zedelenmişti.

Sovyetler Birliği’nin 1955’ten sonra nükleer silahlanma konusundaki gelişmesi, ABD’nin nükleer silahlar tekelini kırdığı gibi, “karşılıklı caydırılık” nedeniyle hem bir denge yaratmış, hem de “her türlü üstünlük” kavramını anlamsızlaştırmıştı. Bu durum, ABD’nin Avrupalı müttefiklerine sağladığı güvencenin inandırıcılığını tartışılır hale getirdi. Yeni algılamalar, başta Fransa olmak üzere birçok ülkede sorunların nedeni oluyordu. De Gaulle 1958’de İngiltere’nin de içinde olduğu üçlü bir yönetim önerdi. Bu triumvira, “nükleer stratejinin görüşülmesi ve uygulanmasıyla görevli” olacaktı. Ancak böyle bir öneri dikkate alınmayacak, ve sonraları da kimse tarafından hatırlanmayacaktı.[35]

ABD’nin dünyaya “açılması”nın ideolojik cephesi, “komünizm tehlikesi”ne karşı mücadeleydi.

NATO içi düzenbazlıklar!

NATO için düzenlenen “ek protokoller”i başbakan ve bakanlar gibi yetkili kimseler imzalamadığı gibi, devlet yöneticileri bunlardan haberdar bile edilmiyordu. Çoğunlukla NATO ülkelerinde hükümet üyeleri ve parlamenterler, bu yasal olmayan ve gizli anlaşmaları 1990’dan sonra ortaya çıkan skandallarla birlikte öğrendiler.

Gizlilik o derecedeydi ki, “Gladyo’nun İtalya’daki şefi olan eski İtalya Cumhurbaşkanı Francesca Cossiga, Örgüt’ün kadrolarını ve planlarını yöneticilerinin bile bilmediğini, NATO Başkomutanı’nın bile bilemeyeceğini belirtiyor”du.[36] Çünkü NATO’nun terör faaliyetlerinin resmen yapılamayacağı bir yana, duyulması bile sakıncalıydı. Gizlilik şarttı! Kararların “sorunlu“ olanları üyelerin bilgisi ve haberi olmadan alınıyordu. Yasallık ve usullere uygun olma diye bir şey gözetilmiyordu.

NATO’nun gizli toplantıları, seçilen katılımcılarla yapılmaktaydı. Elbette öyle olması gerekiyordu, gizli olması gereken konular geniş toplantılarda konuşulamazdı, ama NATO’da sistemli uygulanan bu pratik, katılımın genel olarak dar tutulması gereğinden dolayı değildi.  Ülkesiyle ilgili olabilecek konular sözkonusu olduğunda, o ülkenin temsilcisi katılımcı yapılmıyordu. Ayrıca belirli konularda “güvenilmez” bulunan ülkeler, belirli toplantılara çağrılı olmuyordu. Yani “kapalı kapılar ardında” yöntemi uygulanıyor, herkesin ardından dolaplar çevriliyordu. İtalya, ACC’ye, Müttefik Gizli Komite’ye 1964 yılından sonra alınacaktı, herhalde o tarihten sonra “güvenilir” olmuştu. 

Üyelerden saklanan kararlar, NATO’nun gizli çalışma alanları, NATO içinde üyelerden ya da bazı üyelerden gizli yapılan toplantılar, ortaya çıktıkça huzursuzluklar yaratacaktı. Kandırmacalar ve açık olmayarak yapılan vaatler sonradan sorunlar yaratsa da olağandı. ABD, NATO’da istediği bazı planları için “adam ayarlama” ve şantaj yöntemlerine sık sık (belki de her zaman) başvuruyor, bazen tepkiler basına bile yansıyordu.

Zaman geçtikçe büyüyen NATO içi anlaşmazlıklar

Örgüt içindeki kaygılar ve bazı itirazlar, çok daha sonra, 1966’dan başlayarak, “savunma sorunları”nı daha kabul edilebilir kılmak amacıyla kurulan “Savunma Planları Komitesi” adıyla oluşturulan bir merkez tarafından giderilmeye çalışılacaktı. Oysa; ABD Savunma Bakanı Robert McNamara, daha 1962’de, “düşman belirleyecek” ve “düşman tehdidini değerlendirebilecek” tek ülkenin, ABD olduğunu açıklamıştı. Üstelik, ABD, önemli görmediği ve hayati özellikte bulmadığı çıkarlar için “intihar”ı göze alamazdı! Bu, “esnek karşılıklılık” doktriniydi! Sonraları giderek daha da derinleşecek ve neredeyse her toplantıda konuşulmasa bile hep hissedilecek olan “sorun”, Avrupa ile ABD’nin arasındaki gerginliği ve mesafeyi sürekli artıracaktı.[37]

Ayrıca Fransa 1964 yılında Çin Halk Cumhuriyeti ile diplomatik ilişki kurma kararı aldı. Bu da ABD’nin hiç hoşuna gitmeyecekti. Amerikalılar bunu da sineye çekti. Fransa’da, tarihten gelen bir İngiltere düşmanlığı vardı. NATO içinde İngiltere ile birleşmek tedirginlik yaratıyordu. Sonraları de Gaulle, İngiltere’nin ABD ile birlikte Fransa’nın dilini ve kültürünü korumasının mümkün olamayacağını ileri sürecekti. Doğru söylüyordu. Ona göre, İngiltere, “ABD’nin uydusuydu”, “NATO’da ABD’nin Truva Atıydı”.[38] İngiltere, hem Fransa, hem de Avrupa için tehlikeydi. Bu konudaki sorun hiç yok edilemeyecekti ama de Gaulle sonrası hükümetler ilişkileri yumuşatmayı başaracaktı. En sonunda Brexit Fransa’yı rahatlattığında olan olmuş, Fransa muradına ermişti.

Neredeyse çatışma derecesine gelmiş İngiltere-İzlanda anlaşmazlığı, yıllarca NATO yönetimini meşgul etti. Denizden yararlanma sınırları ve avlanma bölgeleri konusundaki sorun 1976’da zorlukla çözüldü.

NATO’daki “Disiplinsizlikler”!

Fransa

1958’den sonra de Gaulle, NATO’nun Avrupa’daki rolünün ve etkinliklerinin ülkesinin milli egemenliğini çiğnediğini öne sürdü. Bunun, örgütün antlaşmasının gereği olmadığını ve NATO’nun amaçları bakımından uyulması zorunlu olmayan ve gerekmeyen bir özü olduğunu savunuyordu. Bir söyleşisinde “NATO, bizim savunma stratejimizi ̧zayıflatan, onsuz bir savunma düşünülemez fikrini aşılayan, böylece milli bağımsızlık hislerimizi uyuşturan, bizi güçsüzleştiren bir kuruluş. NATO aslında bir aldatmaca, ABD’nin Avrupa’ya el koymasının bir kamuflajı. NATO sayesinde Avrupa hiç de öyle değilmiş gibi gözükürken ABD’ye tamamen bağımlı bir hale getirilmiş oluyor” diyordu.[39]

McNamara’nın yukarıda belirtildiği üzere durumu “açıklığa kavuşturması”, Fransa’nın, 1962’de Akdeniz’de, 1963’te Atlantik’te NATO Birleşik Deniz Komutanlıkları’ndan çekilmesine yol açmıştı. 1 Temmuz 1966’da ise Fransa, NATO’nun askeri kanadından resmen çekilerek, NATO’ya bağlı askeri güçlerin Fransa topraklarının dışına çıkarılmasını istedi.[40] Paris’te NATO’nun “emrindeki” 100 bin ABD askeri sınır dışı edildi.

Fransa NATO’nun askeri kanadından çekildiği halde gizli örgütlenmede kalmaya devam edecekti. Nitekim, hem resmi karar mekanizmalarının içinde (SHAPE’de), hem de gizli örgütlenmedeydi. Fransa temsilcisi, SHAPE’in çalışmalarını yürüten Müttefik Gizli Komitesi’nin ACC (Allied Clandestine Commitee) 23-24 Ekim 1990’daki gizli toplantısına da katılmıştı. 

1976’da Cumhurbaşkanı Giscard d’Estaing, ABD ziyareti sırasında Fransa’nın durumunu tekrar hatırlatacaktı; “askeri bütünleşme” doğru görülmüyordu.[41]

11 Mart 2009 tarihinde Sarkozy döneminde Fransa NATO’nun askeri kanadına geri dönme kararı aldığını açıkladı. De Gaulle’ün çizgisi ile Sarkozy’nin bir ilgisi yoktu, hatta ona tam olarak karşıydı.

Yunanistan

1974 yılında Kıbrıs bunalımı ve Türkiye’nin askeri müdahalesinin ardından Yunanistan, NATO’nun askeri kanadından çekildi. Kıbrıs anlaşmazlığının Yunanistan’ın çıkarları ve istekleri doğrultusunda çözümü için NATO hiç bir şey yapmamakla suçlanıyordu. Gerekçe, Türkiye’nin önlenmemesiydi.

1980 yılında Yunanistan, bir iktidar ve yönetim değişikliğinin ardından yeniden NATO’ya dönecek, o zamandan sonra “daha gözetilen” ve iltimaslı gibi olan bir üye olarak kaldığı yerden devam edecekti. Bu “dönüş”, bütün üyelerin onayını gerektiriyordu, ve Türkiye hemen onayı vermişti, Amerikancı 12 Eylül darbecileri iktidardı. Aslında ABD, Yunanistan’ı Türkiye’ye karşı, Türkiye için NATO’da tutmayı doğru görüyordu.

1983’te Yunanistan, silahlanması Lozan Antlaşmasıyla önlenmiş olan Limni Adasına asker ve silah yığmaya başlayınca Türkiye buna karşı çıktı. Bu durumda NATO Türkiye’yi desteklemek zorunda kaldı. Ve Yunanistan (Papandreau dönemiydi), iltimaslı bir NATO üyesi olarak her istediğini yapamayacak olduğunu anladı, gene de ekim ayı sonrasında Ege Denizindeki NATO manevralarını boykot etti, gücü yetse önlemeye bile kalkacaktı. Hızını alamadı ama tehditle yetindi; 1984 yılı başında, eğer NATO’dan çıkarsa “Türkiye ile savaşmasının kaçınılmaz olacağı”nı ileri sürdü. NATO’dan ayrılmıyorsa, bu, sözkonusu olası savaşı engellemek içindi!

Genel

Fransa’nın öznesi olduğu 1966 olayının yarattığı önemli sorunlardan biri, askeri örgütle NATO’nun bütünü arasında ayrım yapılıp yapılmamasıyla ilgiliydi. Askeri kanattan çıkarak örgütte kalınabilir miydi? Çünkü tedirginliğin esas kaynağı, örgütün “askeri örgütlenmesi”ydi. ABD, askeri gücün azaltılmasından, silahlı stratejinin yumuşatılmasından yana değildi, belirleyici ve dayatıcı olmaktan vazgeçmeye de niyeti yoktu. Ayrıca “askeri bölüm” dışında da olması gereken çalışmalar ihmal ediliyordu. NATO’nun kuruluşundan otuz yıl geçtikten sonra dahi örgütün askerlik-silah dışındaki alanlarında önemli ve işlevli bir varlığı bulunmuyordu.

80’li yıllardan sonra bazı Avrupa ülkeleri NATO dışında bir savunma birliği arayışını sürdürdüler. Hatta bir ara yedi Avrupa ülkesinin katıldığı “Batı Avrupa Birliği” için toplantılar bile yapıldı (Haziran-Ekim 1984). Ortak bir savunma siyaseti üretilmeye çalışılıyordu. Aslında “savunma”nın içinde kendilerini ABD’ye karşı da savunma vardı. Hiç değilse Amerika’sız bir savunma yolu yaratmalıydılar. Ama bunlar ABD için disiplinsizlerden başka bir şey değildi. Nitekim ABD, “NATO çerçevesi dışında silahlanma ile ilgili olarak ortak girişimde bulunmamaları” konusunda onları uyarmakta gecikmeyecekti.

Soğuk Savaş sonrasında NATO’nun düşman eksikliği

ve düşman ihtiyacı!

1990’lara geldiğimizde dünyanın çehresi değişti. Sovyetler Birliği çöktü, Varşova Paktı dağıldı, arkasından Almanya’lar da birleşecekti. Bu durumda NATO’nun “misyonu” bitmiş oluyordu. Ama kimsenin aklına NATO’nun ortadan kalkması gelmiyordu. Çünkü NATO savunma örgütü olmadığı gibi, kendini en başından beri Avrupa ile sınırlamamıştı. ABD’nin bu gizlenen amacı şartların değişmesiyle açığa çıktı; NATO, ABD’nin dünya hakimiyeti için kurulmuştu, ABD’nin küresel hakimiyetine hizmet edecekti. Sovyetler’e karşı kurulduğunun ileri sürülmesi aldatmacaydı ve Avrupalılar buna inandırılmışlardı.

Ayrıca NATO, bambaşka bir şeyi, ABD’nin iktidar aygıtını saklayan bir kabuk, bir örtüydü.[42] Şimdi ise başka bir düşman ve düşmanlar lazımdı. Yeni düşman ve düşmanlar belirlendi. Alan, artık alan-dışıydı.[43] 

Soğuk Savaş sonrası NATO’da “düşman”lar ve “alan” yanı sıra strateji, örgütlenme, çalışma, işlev ve genel anlamda konsept de yenilendi. Yükümlülükler, sorumluluklar ve roller tazelendi! Yeni bir sözleşme hazırlandı. 23-25 Nisan 1999’da Washington’da bütün üyelere onaylatıldı.[44] Türkiye’den Cumhurbaşkanı “Süleyman Demirel’in imzaladığı yeni NATO konseptinin, ‘insan hakları ihlallerini’ müdahale gerekçesi sayan maddesi, sıcağı sıcağına Yugoslavya’ya uygulan”acaktı.[45]

90 sonrası yeni dönem başladığında ABD’nin hedefinin dünyanın “mazlum milletler”i olduğu artık tartışma götürmez duruma gelmişti. 1995 yılında Barselona’daki geniş toplantıda “düzenlenecek” bölge Fas-Çin arası olarak belirlendi. Böylece “alan”, açıkca bütün dünya oluyordu. Bu, Avrupalıların karşı çıkması gereken bir şey olmamakla birlikte, Almanya-Fransa ikilisi gerginlik yarattı, “tek kutuplu dünya” itiraz konusuydu. Aslında “tek kutuplu dünya” dönemi bitmişti!

11 Eylül 2001’de ABD’nin kurduğu El Kaide’nin ABD’ye saldırısının ertesi günü NATO, 5. Maddesine dayanarak “saldırıyı bütün NATO üyesi ülkelere karşı yapılmış” saydı. Bu, ABD öncülüğündeki “koalisyon”un Afganistan’a ortaklaşa müdahalesinin yolunu açtı.

Küreselleşme adı verilmiş olan dünyanın Amerikanlaştırılması sürecinde ABD NATO’ya önemli ve özel bir rol biçmişti.

NATO’nun siyasal ve jeopolitik projeleri arasına Afganistan girdiğinde Avrupalılar ile ABD arasında önemli yeni sorunlar yaşandığı gibi, Avrupa NATO’sunda farklılıklar oluştu, örneğin, Almanya, Avrupa’daki diğer NATO üyelerinden ayrı olarak ABD’nin birçok önerisine karşı çıktı.[46] Zaten topraklarındaki NATO füzeleri Almanya’yı tedirgin ediyordu.[47] Acaba Almanya “tampon ülke” olarak mı kullanılıyordu, kendisi acaba hiç kimsenin olmadığı kadar ateş hattına mı sürülüyordu?[48] Almanya’nın bu tedirginliği NATO’nun 2010 Lizbon zirvesinde Avrupa’nın nükleer silahlardan arındırılmasını savunacak bir düzeye yükselecekti.[49]

20 Mart 2003'te, dönemin ABD Başkanı George W. Bush, Saddam Hüseyin’in elinde “kitle imha silahları” bulunduğunu ileri sürerek Irak’a müdahale kararı aldığında NATO’yu yanında göremeyecekti. Özellikle Almanya ve Fransa işgale karşı çıktı. Bunun sonucunca, 21 Ekim 2011 tarihinde Başkan Barack Obama ABD askerlerinin yıl sonuna kadar Afganistan’dan geri çekileceğini açıkladı. Irak’a “özgürlük” götürülememişti ve ABD Dışişleri Bakanı John Kerry savaşın “bir hata” olduğunu resmen açıklayacaktı. Irak’ın elinde kitle imha silahları falan da yoktu.

NATO’nun bugün Atlantik Dünyası içindeki durumu

ABD’nin yeni başkanı Trump’ın NATO’yu “modası geçmiş” bir örgüt diye nitelemesi, neredeyse son kullanım tarihi bitmiş bir örgüt olarak değerlendirmesi, son derece önemli bir göstergedir. Batı’da dağılmalar sezonuna girmiş bulunuyoruz. NATO dağılacaktır. AB dağılacaktır. Hatta ABD de dağılabilir.

ABD konusunu zamana ve gelişmelere bırakmak gerekir. Bu, karşı karşıya kaldığı altından kalkılamaz siyasal ve ekonomik sorunların çözülememesinin sonucu olarak ABD emperyalizminin çöküşü anlamındadır. 

AB’nin de dağılmasının kaçınılmaz olduğunu ileri süren yorumlarla artık sık karşılaşılmaktadır. Zaten ortak para birimi sonlanmanın eşiğindedir. AB içinde Avro sistemine kim girdiyse zarar görmüş, kaybetmiştir. Kaldı ki, Brexit’le birlikte AB’den “ayrılmaların” başladığı da somut bir olgudur. Ancak bunlar bu yazının sınırları dışındadır ve ayrı konulardır. 

NATO’yu değerlendirdiğimizde ise, Avrupalı üyeler arasında, çeşitli nedenlerle üyelerin örgüt içinde kalmaya çalışmasının isteği azalmakta, ayrılmayı tartışma konusu haline getirenler çoğalmaktadır. Hükümetler öyle ele almasa da AB kamuoyu, “güvenlik için” NATO’ya ihtiyaç olmadığını düşünüyor. Avrupa vatandaşlarının en az yarısı NATO’ya güvenmiyor ve örgütü tehlike olarak değerlendiriyor. 1999’dan sonra NATO’nun yeni bir konsept arayışı, sorunları büyütmüştü. Buna genişlemenin getirdiği yeni sorunları da eklediğimizde sıkıntıların boyutları kimsenin tahmin edemeyeceği bir duruma varmıştı. Birleşme ve ortak yapılar oluşturma doğrultusundaki siyasal ve askeri örgütlenmeler, genişlediği ölçüde dağılma tehlikesini davet etmekte ve olanı da büyütmekteydi. Genişleme, yeni ve beklenmeyen sorunlar yaratması bir yana, denetim zorluğu ve huzursuzluklara yol açmaktadır. Gerektiğinden fazla olan genişlemeler, birliği ve dayanışmayı zedelemektedir. Ayrıca bu konuda ABD dışındaki çekirdek NATO, yani kurucular, genişlemeye olumlu bakmıyor. Yeni sorunlar bir yana, yan yana olunacaklar istenmemektedir. Otuza yakın ülkeyle NATO, Avrupalı için neredeyse bütün cazibesini kaybetmiştir.

Kaldı ki, NATO giderlerine katılmak istemeyenler katkılarını azaltmakta, mali yükün esası ABD’nin üstüne kalmaktadır. Yeni ABD Başkanı Donald Trump, “NATO bizim için çok pahalıya mal oluyor“ diye düşünmektedir. Bu yalnızca devlet kurumlarına ve uluslararası yapılanmalara başkanın bir iş adamı olarak bakmasından kaynaklanmıyor. İşin gerçeğidir.

Avrupa NATOculuğu için bir başka sorun, NATO örgütü ve askeri varlığı yüzünden silahlanmasının ve ordu kurmasının önlenmekte olmasıdır. Bu sorun, esas olarak, savaş sonrasında ordusu dağıtılan Almanya için geçerlidir. Ama AB’nin sorunudur.   

Küreselleşmeyi başlarda çok güzel ve yararlı bulan ve küreselleşmeye sarılan Avrupa dünyası, zaman geçtikçe ve küreselleşmenin zararlarını yaşadıkça sürece başka bir gözle bakmaya başlamıştır. Küreselleşmeyi kaçınılmazlık olarak kabul eden, bunu kapitalizmin vardığı olumlu bir nokta sanmış olan Avrupa, “küreselleşme”nin “ABD’nin küreselleşmesi” olduğunu artık anlamıştır. Kapitalizmin kendi haline bırakılmasının küreselleşme olduğu yanılgısı içinde olan, rekabetin barışla yürütülebileceğini zanneden Avrupalı Batı dünyası, çıkarlarına tekrar sarılma ihtiyacını duymaktadır. Oysa küre, emperyalizm için kapitalizmin olağan ve kendiliğinden olan seyrine bırakılmayacak kadar önemlidir! Ve gelinen noktada, “küreselleşme büyüsü” de bozulmuş bulunuyor. Böylece; ABD-Avrupa arasındaki “huzursuz evlilik”, Trump Amerika’sı ile AB arasında “şiddetli geçimsizliğe” dönüşmektedir. 17-19 Şubat 2017 günlerinde toplanan Münih Güvenlik Konferansı Başkanı Wolfgang Ischinger’in sözleri bunu göstermektedir: “Trump’ın başkan olması, ABD öncülüğündeki Batı’nın bittiği anlamına gelmektedir!” Kaldı ki, bu yılın Mayıs ayında yapılan Münih toplantılarında NATO’nun gününü doldurduğundan, artık dağıtılması gerektiğinden söz eden (ya da bunu ima eden) az konuşmacı olmamıştır.

25 Mayıs 2007 Perşembe günü Brüksel’de yapılan NATO toplantısı için dünyasal medyadaki belki hiç bir yorumcunun NATO’nun Avrupa kanadıyla ABD arasındaki gerilimin azalacağı yolunda bir değerlendirmesi yoktu. Nitekim sonuç, olumsuz beklentilere uygun olarak çıktı. Hiçbir sorun çözülmedi, hatta sorunlar doğru dürüst ele bile alınmadı. Ama çatışmanın büyüdüğü ve daha da büyüyeceği üç gün sonra İtalya’da toplanan Taormina G-7 zirve toplantısında su yüzüne çıkmış bulunuyor. Avrupa, önce (29 Mayısta) Almanya’nın Başbakanı Merkel’in ağzından “bağımsızlık” isteğini sergiledi. Bir dönem kapanıyor, “yeni bir dönem” açılıyordu. Avrupa’nın ABD’ye ihtiyacı yoktu! Avrupalılar artık kaderlerini kendi ellerine almalıydılar!

Alman Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel aynı gün, Batı dünyasının ortak çıkarlarını tehlikeye soktuğu ve birliği bozmaya yöneldiği yolunda görüşler ileri sürerek Trump’ı suçlayan konuşmalar yaptı. Almanya’da yönetim, Amerikan seçimleri öncesindeki kaygılarında haklı olduğunu göstermek istiyor gibiydi.

Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin (SPD) yeni başkanı Martin Schulz da, Merkel’e rakip ve muhalefet olmakla birlikte tam destek vermiş durumda. Partinin Meclis Grup Başkanı Thomas Oppermann gerçeğin diğer yönünü, Trump’ın Almanya’yı hasım olarak gördüğünü belirtti.

Hatta Atlantikçi ve küreselleşmeci olduğu yorumcular tarafından ortak bir şekilde  kesinleştirilmiş bulunan yeni Fransa Başkanı Macron bile, Brüksel NATO toplantısında Trump’la el sıkışmalarındaki “uzama”nın ABD’ye boyun eğilmediği anlamı taşıdığını ima eden sözler söyledi. El sıkışma şekli aslında bir mesajdı. ABD’ye ödün verilmesi sözkonusu olamazdı!

Güven sorununun ortaya çıktığı yerde birlik ve dayanışma olmaz. Avrupa, AB ve Avrupalı NATO ile ABD arasında güven sorunu, gizlenemeyecek boyutta olduğu gibi, artık gizlenmeye de çalışılmamaktadır.

Avrupa’nın yanı başında (ve aynı zamanda içinde bulunduğu kıtasal coğrafyada) “yeni bir dünya” kurulmaktadır. Bu yeni dünya yükselen ve rakipsiz olan bir dünyadır, çekim merkezidir. Ve NATO içinde de olsa Avrupa ülkelerinin artık bu yeni dünya sayesinde yeni bir seçenekleri vardır. Kendileri zaten bu dünyaya, Avrasya’ya aittir ve dahildir. ABD’ye bağımlılık, NATO aracılığıyla onları kendilerine yarar sağlayacak, çıkarlarına uygun düşecek bu dünyadan uzak tutmaktadır. Asya ülkeleriyle yakın ve dayanışma içinde olmaları çıkarlarının gereğidir, aslında Asya ülkelerine bağımlıdırlar. Bu da Atlantik dünyasının parçalanma nedenlerinden biri olacaktır. Avrupalılar, NATO parçalandığında Doğu’yla yakınlaşacaklar ve bütünleşeceklerdir.

Bu arada NATO içinde olsun ya da olmasın bütün Avrupa ülkeleri, gene NATO bağlantıları yüzünden, ABD politikalarının arkasından sürüklenmektedir ve Türkiye karşıtlıklarının altında bu da yatmaktadır. Avrupa devletlerinin Türkiye ile ilişkileri, ABD politikalarına kendilerini uydurmaları yüzünden olması gerektiği gibi değildir. ABD’ye bağımlılıktan ne kadar uzaklaşırlarsa Türkiye karşıtı tutumlarından o ölçüde kurtulacaklardır. Ve Avrupa ülkelerinin güvenliği ve istikrarı, Türkiye’nin güvenliği, toprak bütünlüğü ve istikrarına sımsıkı bir şekilde bağlıdır.

Avrupa ülkelerinin geleceği kendilerinin batısında değil doğusundadır, Doğu dünyasına bağlanmasındadır. Trump’un meydan okuması[50], bütün Avrupa’ya gitmesi gereken yolu göstermektedir!

Sonuçlar, olgular, kısa özet

1. NATO, tasarlanmasından ve kuruluşundan başlayarak bir “savunma örgütü” olmamıştır, ABD’nin savaş örgütüdür; NATO, saldırgan bir emperyalist örgüttür.

2. NATO, aynı zamanda bir terör ve komplo örgütüdür.

3. NATO Amerikan emperyalizminin komünizme karşı mücadele aracı olarak Sovyetler Birliği’ne karşı kurulmuştur. Yazılı, bilinen ve belirtilmiş amaçları dışında açıklanmamış ve açıklanmayan gizli amaçları da bulunmaktadır. 

4. NATO’nun bunlara hizmet etmesi için yasa dışı çalışan bölümleri, görünen ve yasal olan örgütlenmesi dışında açıklanmayan ve gizli amaçlarına yönelik olarak yasal olmayan ve gizli olan örgütlenmeleri de vardır. Bunlar NATO’nun kendi adlandırmasıyla SüperNATO’dur.

5. NATO’nun ABD çıkarları ve planları dışında dikkate aldığı ve alacağı bir başka bakış açısı yoktur.

6. Dolayısıyla NATO, geniş değil, dar hedef ve planlara yönelik ve temelsiz bir örgüttür. Avrupa ülkelerinin çıkarlarına yönelik bir tarafı yoktur.

7. ABD gizli örgütleri ile, NATO daha kurulmadan önce, hatta savaş sürecinde bile, Avrupa ülkeleri arasında gizli bir örgütlenme faaliyeti yürüttü. Bu, sonraları, NATO’nun iç gizli ve gayri meşru örgütlenmelerinin kadrolarını yaratacak ve temeli olacaktı.

8. Avrupa ülkeleri NATO dışında milli çıkarlarını ve güvenliklerini koruyacaklarına inandırılmışlardı. Ancak NATO üyesi olarak ABD çıkarlarına hizmet edeceklerdi. Ve öyle de oldu.

9. ABD, NATO’yu kurarak ve başında olarak, barışı ve kendi milli çıkarlarını koruduğu iddiasındaydı. Ancak NATO saldırgan bir savaş örgütü olmanın yanı sıra, ABD’nin milli çıkarları için değil, emperyalist çıkarları için kurulmuştu. NATO, hiçbir zaman ve hiçbir şekilde ABD’nin milli çıkarlarına hizmet etmedi.

10. Bunların da sonucu olarak NATO kurulmasından hemen sonra sorunlar yaşamaya başlamıştır.

11. Her seyden önce üyeler arasında birbirlerine karşı güven sorunu vardı. Ve Avrupa ülkelerinde, ABD’ye muhtaç oldukları düşüncesi yanı sıra, ortak olarak ABD’ye karşı bir güvensizlik duygusu da bulunuyordu. Bu, zaman içinde sürekli büyüyecekti.

12. ABD’nin NATO içi SüperNATO gizli örgütlenmesi, örgüt kurulur kurulmaz faaliyete geçti. Zaten her şeyi geçen yıllar boyunca tam olarak hazırlanmıştı.

13. Örgütün ilk on yılında sorunlar, birçok ülkenin ayrılmayı gerekli görmesine kadar büyüdü.

14. Sovyetler Birliği’ne karşı kurulan ve Doğu Bloku ile mücadelede askeri dayanak olacak NATO, Sovyetler Birliği’nin parçalanması, Doğu Blokunun dağılması ve Varşova Paktı’nın ortadan kalmasından sonra “düşmansız“ ve nedensiz kaldı. Ancak hemen yeni düşman yaratıldı ve eskinin yerine ikame edildi.

15. Yeni düşman olan İslam ve Batı dışındaki “medeniyetler” ABD tarafından hedef alınınca NATO “yeni görev”ine başladı. Bu sayede, NATO’nun görev alanı genişledi ve “alan” bütün dünya oluverdi.

16. NATO üyesi ülke sayısı arttırıldı, NATO “genişledi”. Bu, Avrupalı eski üyeler arasında büyük bir hoşnutsuzluğun nedeni oldu.

17. NATO’nun yeni stratejisi ve yeni yapılanma, Avrupa ülkelerinde beğenmezliklere ve istemezliklere yol açtı. Avrupa ülkeleri ABD’nin aleti durumuna düştüklerini birçok bakımdan daha iyi anladılar.

18. Son yıllarda ise ABD, Avrupa ülkelerinin NATO’ya mali katkı paylarının hem ödenmesi, hem de yükseltilmesi konusunda baskı yapmaya başladı. Aynı süreçte ABD ile Avrupa ülkeleri arasında gergin ilişkiler ortaya çıktı.

19. Gene son yıllarda ABD ve Avrupa arasında uluslararası sorunlarla ilgili olarak anlaşmazlıklar büyüdü. AB’nin bütünlüğü tehlikeye girdiği gibi, NATO’nun devamlılık gerekçeleri de anlam kaybetti.

20. ABD’nin aleti olarak Avrupa ülkelerini kötüye kullandığı, yönlendirdiği, özellikle Almanya tarafından artık çok tepki gördüğü için askeri ağırlıklı siyasal bir terör örgütü olan NATO’nun sonunun geldiği bile tartışılıyor. 

 

Not: Bu makale, Teori dersinin Kasım 2017 tarihli 334. sayısında yayımlanmıştır.

 

[1] Eric Hobsbawm, Kısa 20. Yüzyıl / 1914-1991 Aşırılıklar Çağı, Everest Yayınları, İstanbul 2006, s. 322.

[2] Bu konuda bir değerlendirme için bkz. Alp Hamuroğlu, „Soğuk, ‚Sıcak’tan Daha Mı İyidir?“, dagarcikturkiye.com, Aralık 2016.

[3] Daniele Ganser, NATO - Geheimarmeen in Europa: Inszenierter Terror und verdeckte Kriegsführung, Orell Füssli Vedlag, Zürich 2009, birçok yerde; Johannes Varvick, Die NATO / vom Verteidigungsbündnis zur Weltpolizei?, Verlag C.H. Beck, München 2008, s. 60 vd.

(Ganser’in kitabı Türkçede de Nato'nun Gizli Orduları / Gladio Operasyonları ve Avrupa'da Devlet Terörü ve Nato'nun Gizli Orduları / Gladio Operasyonları, Terörizm ve Avrupa Güvenlik İlkeleri adlarıyla iki ayrı yayınevi tarafından yayımlanmış.)

Bu iki önemli kaynağın yanı sıra Almancada konuyla ilgili olan aşağıdaki eserlerden de yararlanıldı.

Daniele Ganser, Illegale Kriege  / Wie die NATO-Länder die UNO sabotieren – Eine Chronik von Kuba bis Syrien, Orell Füssli Verlag, Zürich 2017;

Johannes Varvick - Wichard Woyke, Die Zukunft der NATO / Transatlantische Sicherheit im Wandel, Leske + Budrich, Opladen 2000;

James Laxer, Imperium, Gerstenberg Verlag, Hildesheim 2007;

Stefan Reinecke (hg.), Die Neue NATO, Rotbuch Verlag, Hamburg 2000.

[4] SIFAR, Servizio di Informazioni delle Forze Armate (“İtalyan Askeri İstihbarat Örgütü”).

[5] Adnan Akfırat, Özel Savaş / Pentagon ve CIA Belgeleriyle, Kaynak Yayınları, İstanbul 1997, s. 146.

[6] Bkz. Hasan Bögün, “NATO: Amerikan Derin Devletinin Örtüsü”, Teori, Kapak: NATO ve Türkiye, sayı 232, Mayıs 2009, s. 9-10.

(20. yüzyıldan başlayarak Teori dergisi, yayınlarında NATO konusuna sürekli yer vermiştir; örneğin, Teori, sayı 115, Ağustos 1999; Teori, sayı 150, Temmuz 2002; Teori, sayı 173, Haziran 2004; Teori, Kapak: NATO, Libya ve Türkiye, sayı 256, Mayıs 2011 vb.)

[7] Bögün, agy, s. 14.

[8] Amerikan Mafya babası Lucky Luciano hapisten çıkartılmış, kendisinden Sicilya çıkarmasında yardımcı olması istenmişti.  Daha sonra uluslararası Mafyanın “merkez komitesi” denilebilecek Casa Nostra ile işbirliği kararı alındı.  Bu konuda geniş bilgi için bkz. Akfırat, s. 146-47 vd.

[9] Mussolini’nin “Kara Gömlekliler” örgütünün militanı Gelli (İspanya İç Savaşında Franco için savaşmıştı), savaş sonunda Nazi işbirlikçiliği gerekçesiyle partizanlar tarafından tutuklandı.  ABD ordusunun istihbarat teşkilatı tarafından kaçırılan Gelli, 1950’de CIA’nın kurduğu SIFAR’ın yöneticileri arasında yer aldı.

[10] Fransız soyluların kullandığı hepsi de çeşitli Cermen özelliklerini yansıtan motifler, simgeler, sancaklar, giysiler, aksesuarlar ve eşyalar, Büyük Fransız Devriminin heyecanlı günlerinde ayrıcalıkları yansıttıkları için kaldırıldıkları, yasaklandıkları zaman, törenlerle parçalandılar ve yakıldılar.  Cermen soyluların evlerinin damına takma ayrıcalığına sahip oldukları “rüzgargülü”, aristokrasiye bir tepki olarak, ayrıcalıkların kalktığını göstermek için Devrimin hemen ertesinde Paris’teki bütün evlerin damına da takılmıştı.  Bu bakımdan rüzgargülünün anlamının karşıdevrimle özdeşleştiğini ve NATO terör örgütünü adlandırmak için seçilmesinin bir rastlantı değil, bilinçli belirleme olduğunu belirtmek gerekiyor.

[11] Hitler’in Doğu Cephesi İstihbarat Şefi General Reinhard Gehlen, ABD tarafından gizlice kaçırıldı (22 Ağustos 1945).  Bu yüzden yargılanmadı.  Kurtulmak için ABD’ye hizmet etmeyi planlamış, Amerikalılarla daha savaş sona ermeden anlaşmıştı.  Kurduğu örgütün adı, “Gehlen Org”tu.  BND kurulduğu zaman (1955) Almanya’nın ABD servisleriyle (CIA ile) işbirliğini sağlayacaktı.  Bu işi çok da iyi yaptı, iki yıl içinde 10 bin Nazi savaş suçlusunu toplamış ve istihdam etmişti.  Bu amaçla yapılan operasyonlarla –film konusu olacak– kaçırılmalar gerçekleştirildi.  Böylece bu Nazi görevlileri de yargılanmaktan kurtulmuş, dahası, büyük kısmı itibarlı “diplomatlar” olmuşlardı.  “Artakalanlar” denilen ve Amerika’nın emrindeki bu faşistler bütün Avrupa’da, bir kısmı yeni kimliklerle “çalıştılar” ve yararlı oldular!

[12] “Ergenekon” adlandırması 1960’lı yılların başında kullanılmaya başlandı, 70’li yıllarda sürdürülmeye çalışıldı (bkz. Erol Mütercimler, “Ergenekon’u ABD Gözetiminde Türkeş ve Sunalp Kurdu”, Bütün Yönleriyle Susurluk / Uluslararası Susurluk Konferansı’na Sunulan Bildiriler, Kaynak Yayınları, İstanbul 1998, s. 48-50), ancak yerleşmedi ve sonradan da bu konuda ısrar edilmedi (geniş bilgi için bkz. Can Dündar - Celal Kazdağlı, Ergenekon / Devlet İçinde Devlet, İmge Kitabevi, Ankara 1998).  Mütercimler, “Ergenekon” adını ilk defa, 12 Martçı General Memduh Ünlütürk’ten duyduğunu, kendisinin de Ergenekon denilen, “Genelkurmay’ın, hükümetlerin ve bürokrasinin de üstünde olduğu bir örgüt”ün içinde olduğunu ve örgütün “27 Mayıs sonrasında CIA ile Pentagon tarafından kurdurulduğunu” söylediğini belirtiyor (Dündar-Kazdağlı, s. 77-78).  “Kontrgerilla”, CIA’nın yayınlarında çok kullanılan bir sözcüktü, bu benimsendi, çok tekrarlandı ve yerleşti.  Ancak resmi bir adlandırma değildir.  (Yeni yüzyılda “Ergenekon” kelimesi, orduya yapılan  CIA-SüperNATO-FETÖ operasyonlarında vatanseverlerin ve devrimcilerin uydurma “gizli” örgütlenmesine ad olarak verilecek, “Ergenekon Davası” diye bilinen yıllarca süren bir yargılama yapılacaktı.)

[13] 3 Mayıs 1998’de kuzey İtalya’da bir köyde (Sagrola ilinde Peteano köyü) jandarmanın şüphelendiği bir araç durduruldu, arama sırasında üç kişinin öldüğü bir patlama oldu.  Savcı Felice Casson, silah ve patlayıcılar yüklü taşıma aracının sahibi İtalyan gizli servisi SISMI’nin bir görevlisi çıkınca tahkikatı genişletti.  Araçla ilgili ve sorumlu olan üç “görevli” yargılandı ve ömür boyu hapse mahkum oldu.  Ancak muhakeme öncesi ve sırasında üst rütbeli bazı subayların soruşturmayı saptırmaya ve yargılamaya müdahale etmeye çalışmaları bir örgütü ortaya çıkaracaktı.  Örgütün resmi kayıtlarda olmayan çok sayıda silah, mühimmat ve patlayıcı deposu vardı.  Savcılığın, SISMI’nin faaliyetlerini araştırma ve arşivlerinde çalışması önlenmeye çalışıldı.  İşin içinde Başbakan Giulio Andreotti de vardı.  20 Temmuz 1990’a kadar engellenen ve sonra ayrıntılandırılarak hemen sonuçlandırılan soruşturmayı Andreotti, “Gladio Operasyonu” adıyla 24 Ekim 1991’de bizzat kendisi açıklamak zorunda kaldı.  Yankıları İtalya’yla sınırlı olmadı, çünkü ortaya çıkarılan gizli ve illegal örgüt bütün NATO ülkelerinde vardı ve “çalışıyordu”!  Geniş bilgi için bkz. Ganser, 2009, s. 24, 30-34, 40-56, 177-189.

[14] Geleceğin CIA başkanı olacak John Foster Dulles 1943 yılında  İsviçre’de bunlarla gizli görüşmeler yapmıştı, bkz. Mark Zepezauer, CIA’nın Büyük Operasyonları, Kaynak Yayınları, İstanbul 1996, s. 31-32.  “Lyon kasabı” diye bilinen Nazi subayı Klaus Barbie de bunlar arasındaydı.  Diğer faşist Alman kıyımcılar gibi bir Amerikan operasyonuyla kaçırılmış, 1947 yılında Amerikan Karşı Haber Alma Örgütü’nün “resmi” ajanı olmuştur (Ganser, 2009, s. 297).  ABD’de yaşadığı ve “çalıştığı” ortaya çıkınca 1951’de önce Arjantin’e, sonra Bolivya’ya kaçan Barbie, 1983’te yeri belirlenince yakalanmış, Fransa’ya getirilmiş, yargılanmış ve ömür boyu hapse mahkum olmuştu.  1991’de hapishanede kanserden öldü.

[15] Almanya’nın NATO’ya girdiği 1955 yılında Başbakan Konrad Adenauer bu konuda ABD Başkanı Harry Truman ile gizli bir anlaşma imzalamıştı.  Bkz. Bögün, Teori, sayı 232, s. 10.

[16] CIA, 1947’de ABD Başkanı Truman tarafından Central Intelligence Agency adıyla ve Ulusal Güvenlik Yasası ile kuruldu.  Yasanın belirsizlikleri vardı, görev alanını sınırlamıyordu, “zaman zaman Ulusal Güvenlik Konseyi’nin talimatlarıyla başka görevler yapabilir, başka işlevler görebilir”di!  Örgüt, ABD’nin dışa, dünyaya açılmasıyla ilgili olarak ortaya çıkan ihtiyaçları karşılayacaktı.  NATO ile ilgili işler bunların en başında geliyordu.

[17] Ganser, 2009, s. 145 vd.

[18] CIA bu amaçla İtalyan Hıristiyan Demokrat Partisi’ne 60 milyon Liret vermişti.  Ayrıca başka bağlantılara düzenli ödeme yapıyor, bu “bazen ayda 10 milyon Dolara çıkıyordu”.  Geniş bilgi için bkz. Fatih Güllapoğlu, Tanksız Topsuz Harekat, Tekin Yayınevi, İstanbul 1991, s. 38 vd.

[19] Ganser, 2009, s. 148.

[20] Örneğin, Berlusconi, Sarkozy gibi yöneticilerin ABD’nin “atamasıyla” işbaşına geldikleri konusunda bkz. Süheyl Batum, Leyla Tavşanoğlu söyleşisi, Cumhuriyet, 3 Ağustos 2008; akt. Perinçek, 2008, s. 28.

[21] Zepezauer, s. 57.

[22] Resmi Belgelerle Kontrgerilla ve MHP / 1. Kitap - CIA’nın Türkiye’deki Kontrgerilla Teorisi ve Uygulaması, Aydınlık Yayınları, İstanbul 1978, s. 16.

[23] İki “zincir”le ilgili listeler konusunda bkz. Akfırat, s. 31 vd. ile s. 50 vd.

[24] Özellikleri ve karşıt cephelerinde değişiklikler olarak savaş devam etti.  “Silahlanma”lı ama silah kullanmadan yürütülen bu savaşa “soğuk savaş” adı verildi.  Savaşın bu yeni halinde cepheler ve taraflar ise şöyle değişmişti; ABD, savaştaki düşmanı Almanya’yı “dost”, savaştaki dostu SSCB’yi düşman haline getirmişti.

[25] Hobsbawm, s. 346.

[26] Robert W. Komer, “Problems of Over-Extension: Reconciling NATO Defence and Out-of-Area Contingencies”, Part II, Adelphi Papers, No 207, IISS Pub., 1986, s. 61; akt. Sander, s. 247.

[27] O dönemde Avrupalıların gösterdikleri bu hassasiyet, “Sovyet tehdidi”nin görünür ve inandırıcı bir şekilde azaldığı şartlarda geçerliliğini kaybetmiş, kaygılar neredeyse tamamen kaybolmuş, Avrupalıların NATO “görev alanları” ile ilgili stratejilerinde de değişikliklere yol açmıştır.  Körfez Savaşı ve sonrasında “alan-dışı”na çıkılmasında artık bir sakınca kalmamış olmalı ki, içinde Avrupalıların istekle yer aldığı NATO operasyonları Yakın Doğu ve Akdeniz’de (çoğu) “ortak olarak” ve “başarıyla” yürütülmüştür.  Resmi olarak da, 1999 yılında NATO’nun Washington zirvesinde, o güne kadar geçerli olan “alan-dışı” yasağı konsepti terk edilmiş, alan, sonraları bütün dünyayı kapsayacak şekilde “genişlemişti”.  Afganistan yolu böyle açıldı.  Avrupa BOP’a dahil edildi.  Birinci Körfez Savaşında Fransa, 14 bin askerini ABD komutasında Irak’a gönderdi (geniş bilgi için bkz. Ali Rıza Taşdelen, “De Gaulle’den Sarkozy’ye Fransa’nın NATO Serüveni”, Teori, sayı 256, s. 55).  Daha sonra BOP’tan taşmış olan GOKAP’ta da (“Genişletilmiş Orta Doğu ve Kuzey Afrika Projesi”nde de) “savaşmaya” hevesli ve istekli olacak ve Libya operasyonlarında birinci derecede rol alacaktı.

[28] Sander, aynı yerde.

[29] ABD’nin bu başarısızlığı, “Müttefik stratejik planlamasında Güney Cephesi’nin, dolayısıyla İttifak içinde Türkiye’nin rolü”nün artmasına yol açacaktır.  İleride, ikinci bölümde Türkiye’ye yüklenen görevler açısından ayrıntılarıyla ele alınacaktır

[30] Zepezauer, s. 35.

[31] Hobsbawm, s. 317.

[32] Eckart Spoo (hg.), Die Amerikaner in der Bundesrepublik / Besatzungmacht oder Bündnispartner?, Verlag Kiepenheuer&Witsch, Köln 1989 ve Varvick.

[33] Norman Birnbaum, “Das Ende der NATO / Gehen Europa und die USA schon bald getrennte Wege?”, Stefan Reinecke (hg.), Die Neue NATO (s. 99-112) içinde s. 102.

[34] 30 Haziran 1947’de Fransa İçişleri Bakanı Eduard Depdeaux tarafından yapılan açıklama, aslında ABD’nin komünizmi düşman ilan etmesinin ilk uygulamalarından biriydi.  Planın “mavi” olarak adlandırılması “kızıl” tehlikeye karşı “Fransa’nın mavileştirilmesi” gerektiğinin belirlenmesinin sonucuydu.  Ancak girişimin önlenmesi ve sonra da ifşa edilmesine karşın Fransa’daki ABD’nin gizli örgütlenmesi tam olarak açığa çıkarılmamış ve ortadan kaldırılmamıştı.  Bu konuda geniş bilgi için bkz. Taşdelen, Teori, sayı 256, s. 46-47 ve Bögün, Teori, sayı 232, s. 11-13.

Ayrıca OSS ile ilgili geniş bilgi için bkz. Akfırat, s. 128 vd.

[35] Bu durum Fransa’nın nükleer alandaki çalışmalarını da hızlandırdı, ilk atom bombası denemelerini yaptı ve 1960 yılında “nükleer bir güç” olduğunu ilan etti.  Batı’daki tekel kırılmıştı.  Artık o da “kulübe” üyeydi! 

[36] Sabah, 17-18 Şubat 2009; akt. Doğu Perinçek, Ergenekon Savunması, Kaynak Yayınları, İstanbul 2009, s. 286. 

Doğu Perinçek’in bu konudaki diğer kitapları şöyle:  Çiller Özel Örgütü / TBMM Susurluk Komisyonu’na Sunulan Dosya ve Belgeler, Kaynak Yayınları, İstanbul 1987 ve Gladyo ve Ergenekon, Kaynak Yayınları, İstanbul 2008.

[37] Birnbaum, Die Neue NATO içinde, s. 106 vd.

[38] 27 Ocak 1960, Alain Peyrefitte söyleşisi; http://www.ozetkitap.com/o_de_gaulle_idi.pdf (erişim:  26 Şubat 2017).

[39] Aynı yerde.

[40] Ertesi yıl ekim ayında Paris’teki Genel Sekreterlik ve Askeri Komite Brüksel’e taşınmak zorunda kalacaktı.  SHAPE, zaten kısa bir süre önce Paris’ten ayrılmıştı.

[41] Taşdelen, Teori, sayı 256, s. 49.

[42] Bögün, Teori, sayı 232, s. 5.

[43] Ali Rıza Taşdelen, “NATO’nun Yeni Stratejik Konsepti ve AB”, Teori, sayı 251, s. 71-73.

[44] NATO’yu “yenileyen” metnin tamamı için bkz. “NATO’nun Yeni Stratejik Konsepti”, Teori, sayı 115, s. 15-28.

[45] Hasan Yalçın, “NATO’nun Öncüleri”,  NGO’lar / Küreselleşmenin Misyonerleri, Kaynak Yayınları, İstanbul 2005, s. 31.

[46] Em.Org. Ergin Saygun, Türk Ordusuna Balyoz, Kaynak Yayınları, İstanbul 2012, s. 301 vd.

[47] Yönetimin rahatsızlığı yanında ABD’nin Almanya’da konuşlandırdığı füzeler kamuoyunda da büyük tepki topluyordu.  Bunun için büyük kampanyalar ve etkinlikler yapıldı ve konu halka mal oldu.  Geniş bilgi için bkz. Das Aktionsbuch für Frieden - gegen Raketen / Argumente-Aktivitäten-Adressen, Rowohlt GmbH, Hamburg 1983.

[48] Bu konuda geniş bilgi için bkz. Spoo.

[49] Taşdelen, Teori, sayı 251, s. 75.

[50] Trump, bu yılın nisan-mayıs aylarında Avrupalılara şartlar dayatan, onları olumsuzlayan, Avrupa’ya bencilce mali kısıtlamalar getiren tutumuyla AB ülkelerine ‘benimle yan yana olamazsınız’ mesajları vermişti.  En başta Almanya’nın “yeni ortak”lar aramasının ilk örneği, Hindistan oldu.  Hindistan Başbakanı Narendra Modi, nisan ayı sonunda Berlin’de ağırlandı, dayanışma ve mali ilişkileri geliştirme temelinde yeni anlaşmalar yapıldı.  Geçen yıla oranla yüzde 20 artan dışsatım, bundan sonra daha da yükselecek.

Güncel