Liberalizmin küresel savaşı ve 6'lı Masa

Fukuyama Financial Times’daki yazısında “Putin’in liberal düzene karşı savaşı” başlığını kullanmıştı.[1] Makale Batının liberalizm için çatışmaları göze alması gerektiğini söylüyor:

“Mevcut kriz, var olan liberal dünya düzenini verili kabul edemeyeceğimizi gösterdi. Bu, uğruna durmadan mücadele etmemiz gereken ve gardımızı indirdiğimizde ortadan yok olacak bir şey.”

Böylece liberalizmin önümüzdeki dönem sert küresel mücadelelerle var olabilecek bir yapı olduğunu anlıyoruz.

Liberalizm, emperyalizm, Amerikancılık ayrı kavramlardır fakat birbirlerine yapıştıkları için birini diğerinin yerine kullandığımızda yanlış cümle kurmuş olmuyoruz.

Fukuyama’ya göre liberalizmin “zayıflaması sadece Rusya ve Çin gibi otoriter güçlerin yükselişinden değil; aynı zamanda popülizm, illiberalism ve milliyetçiliğe doğru yönelimden.”

Fransız antropolog ve tarihçi Emanuel Todd da Le Figaro’ya verdiği uzun röportajda,[2] bir tarafında bütünüyle Batının, diğer tarafında Çin’e dayanan Rusya’nın yer aldığı Üçüncü Dünya Savaşının başladığını savundu. Batının Ukrayna’da muharebe alanında olduğunu söyleyen Todd’a göre bu savaş “liberal Batı ile muhafazakâr ve otoriter vizyona sahip dünyanın geri kalanı arasındadır.”

Fukuyama da farklı düşünmüyor: “Putin kaybetse de liberalizmin zahmeti bitmeyecek. Çin, aynı İran, Venezuela, Küba ve Batı ülkelerindeki popülistler gibi kuytuda bekliyor olacak.”

Todd ve Fukuyama bize bir tarafında liberalizmin diğer tarafında sosyalistlerin ve muhafazakarların yer aldığı küresel çatışmayı anlatıyorlar. Liberal Batının siyasal dilinde otoriterizm, sosyalizmin ve muhafazakarlığın ortak paydası ve sürekli olarak başvurduğu kavram. Örneğin ABD, Dijital İpek Yoluna karşı tezlerini, Çin’e yönelik dijital otoriterizm ihraç etme suçlaması üzerine kurdu.

Liberalizm savaş davulları mı çalıyor

2008 krizi liberalizmin tarihinde dönüm noktasını işaretler. 2008 sonrasında liberalizm korumacı ve daha yayılmacı.

Kennedy 1963’de Berlin Duvarı önünde yaptığı konuşmada şunu söylemişti:

“Özgürlüğün pek çok zorluğu vardır ve demokrasi mükemmel değildir; ancak halkımızın bizi terk etmesini önlemek için hiçbir zaman duvar örmek zorunda kalmadık”

Liberalizm 20. yüzyılda da emperyalist sınıfların ideolojisiydi fakat artık duvar örmek eleştirdiği bir eylem değil. 20. yüzyıl liberalizminin politik dili ve ilişkileri ile 21. yüzyıl liberalizmininki çok fazla benzemeyebilir.

Financial Times’ın baş ekonomi yazarı Martin Wolf, reformlar yoluyla “demokratik kapitalizmi sağlıklı günlere döndürme umudunu” aradığına göre, liberalizmin sağlıksız günler yaşadığını söyleyebiliriz. Erdoğan, Putin ve Orban’ı otoriterizmi örneklemek için kullanan Wolf’un makalesi Oksijen tarafından da çevrilerek yayınladı.

Sağlıksızlık kendisini savaş bağımlılığıyla gösteriyor. Todd da röportajında buna dikkat çekmiş:

“Eğer Rus ekonomisi Çin’e dayanarak ayakta kalırken devamlı olarak yaptırımlara direnirse ve Avrupa ekonomisini bitirme noktasına ulaşmışsa, Amerika’nın dünyada parasal ve mali kontrolü bununla birlikte Birleşik Devletler için büyük ticaret açığını bedavaya finanse edebilme olanağı çöker. Yani bu savaş Birleşik Devletler için varoluş sorununa dönüşmüştür.”

Artık savaşın liberal düzen için varoluş biçimi olduğunu biliyoruz. Askeri çatışmanın hangi boyutlara ulaşacağını öngöremeyebiliriz; fakat hem Fukuyama hem de Todd gardını indirmiş barışçıl bir liberalizm beklemiyorlar.

Liberalizmin yeni biçiminin Türkiye’deki temsili

Millî Mücadele önderliği savaşın hemen ardında halkçılar ve liberaller olarak ayrıştı. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kuruluşuyla Millî Mücadele önderliğinin liberal kanadı ile Mütareke Döneminde merkezi İstanbul Hükümetinde olan muhafazakârlar arasında siyasal ittifak kurulduğunu söyleyebiliriz. İttifakın karşısında halkçılar vardı. Avrupa’nın 1848 Devrimleri sonrasında yaşadığı ideolojik kutuplaşmayı Türkiye, Cumhuriyet’in inşasıyla yaşamaya başlamıştı.

İttifak genel olarak, muhafazakârlar kendi partilerini kurduktan sonra da liberallerin önderliğinde devam ettirildi. AK Parti’nin kuruluşunu, başlangıç aşamasında, ittifak içinde liderliğin el değiştirmesi olarak nitelendirilebiliriz. Nasıl 1924’de muhafazakarlık programında liberal olduğu yazan TCF’de temsil edildiyse, 2002’den sonra da liberalizm muhafazakar partide temsil edildi.

2010’ların ortalarında Cumhuriyetle yaşıt liberal-muhafazakâr ittifakının dağıldığına şahit olduk. Zamanlamanın 2008 kriziyle yakınlığı rastlantı değildir ve ittifakın dağılmasındaki gerçek nedenler ancak emperyalist sınıfların 2008 sonrasına uyum sağlama biçimine kadar giden izler sürülerek anlaşılabilir.

Liberal düzen küresel ölçekte muhafazakarlıkla çatışmacı sürece girince, Türkiye’de yeni liberal merkezin oluşması gerekiyordu. 6lı Masa 21. yüzyılın ikinci çeyreğindeki liberalizmin bugünden atılan siyasal temeli olarak görülmeli. Oryantalist bir sekülerliği, eski liberal-muhafazakâr sentezi sürdürme çalışanları, sosyal demokrasiyi, NATO taraftarı Türkçülüğü ve etnik ayrılıkçılığı kapsayabiliyor.

Eğer Masa kendini geliştirmeyi başaramaz ve dağılırsa, liberal düzenin Türkiye’deki siyasal kuvvetinin merkezileşemediğini söyleyebileceğiz. 

Geçtiğimiz Aralık ayında AB Resmi Gazetesi, Avrupa Komisyonunun 2021 tarihli Türkiye üzerine raporu hakkında Avrupa Parlamentosunun nihai kararını yayınladı.[3] Karar, Birliğin Türkiye’ye bakışını gösteriyor ve 6lı Masanın söylem ve programıyla neredeyse tamamen uyumludur. Buradan 6lı Masa söylemleri ile AB Parlamentosunun kararının aynı kişiler tarafından yazıldığı sonucu çıkmaz; ama dünyaya aynı yerden baktıkları sonucu çıkar. 

Ukrayna savaşının, “İlliberal diktatörlüğün” nelere neden olabileceğini gösterdiğini söyleyen Fukuyama’ya göre; “liberal düzen Avrupa Birliği formunda kurumsallaştı ve daha geniş serbest ticaret ve yatırım küresel düzeni Birleşik Devletlerin kuvvetiyle yaratıldı.” 6lı Masanın söyleminin ve programının AB kararlarıyla uyumu, liberal düzenin kurumsallığıyla Masanın nasıl bütünleştiğini gösteriyor. Amerika’nın kuvveti olmasaydı bu kurumsallık da bütünleşme de gerçekleşemezdi.

Liberal düzenin sallanan Masası

6lı Masanın kendi içinde ne kadar uyum sağlayabileceği, dünyanın geri kalanıyla savaş halindeki liberal düzenin Türkiye’deki olanaklarını belirleyecek. Masa altındaki ayak oyunları liberal düzen açısından şu an için umut verici değil: Dünya güçlü liderler dönemini yaşarken masanın hala aday belirleyememesi, masadakilerin kazandığında adayı arkadan yöneteceklerini açıklamaları, masa çevresinde toplananlarının adeta birbirlerine zorda bırakmak için mitingler tertip etmeleri hatta aynı miting kürsüsünde atışmaları vs. 

Bu görüntülerin ortaya çıkmasının nedeni, masadakilerin basiretsizliğinden daha fazla savaş varoluş biçimine dönüşen liberalizmin Türkiye’ye yabancılaşmasıdır ve yabancılaşmanın giderilmesi kısa süreçte mümkün olmayabilir. Çelişkileri kişilere maletmek Masanın global süreçlerle bağlantısını görmeyi engeller.

Geçen sene Türkiye konteyner krizi yaşadı; ihracatçılar konteyner bulamadıkları için sevkiyatlarını gerçekleştiremediler. Konteyner krizinin nedeni Pasifik’in iki yakası arasındaki ticari hareketin pandemide artması ve armatörlerin konteynerlerini bu hatta yönlendirmeleriydi. Zihinler tarihi ve hayatı hala Atlantik’in iki yakası arasında anlamaya çalışıyor. Oysa gerçek hayatın merkezi ve çelişkileri artık Pasifik’in iki yakası arasında yaşanıyor ve oradan dünyaya yayılıyor.

Kuzey Pasifik sadece ticaretin iki tarafını değil, liberalizm ile onu karşı tezini de birbirinden ayırıyor. İçine girdiğimiz türbülanslar döneminde liberalizm, sosyalizm ve muhafazakarlığın hem küresel ölçekte hem de Türkiye’de birbirlerine karşı konumları, bu çelişkilere bakmadan anlaşılamayacak.

 

[1] https://www.ft.com/content/d0331b51-5d0e-4132-9f97-c3f41c7d75b3

[2] https://www.lefigaro.fr/vox/monde/emmanuel-todd-la-troisieme-guerre-mondiale-a-commence-20230112

[3] European Parliament resolution of 7 June 2022 on the 2021 Commission Report on Turkey (2021/2250(INI)) (europa.eu)